Telepatiden Uzaktan Şifaya

Telepatiden Uzaktan Şifaya

Bilinen beş duyunun dışında gerçekleştirilen insandan insana İletişim, günümüzde bilim adamları tarafından genelde telepati olarak kabul görmektedir. Fakat insanlar arasındaki saf ruhsal etkiler, tahmin edilenden çok daha yaygın ve güçlü bir fenomen olarak kendini göstermektedir. Düşünce aktarımı dediğimiz şey, bilim adamları tarafından araştırılmaya başlanmadan çok ama çok önce ilkel toplumlarda haberleşme aracı olarak kullanılmaktaydı.Antropologlar, Afrikalı kabilelerin bu gizemli haber trafiğini, davullar aracılığıyla gerçekleştirilen bir tür mors sistemiyle açıklamaya kalkışmışlardı. Profesör Ernesto Bozzano (Cenua), 2.Dünya Savaşı'ndan önce, Avrupalı tanıklar tarafından anlatılan iyi belgelenmiş telepati vakaları ile bu görüşü çürütmüştü. Rodezya'da çalışan Dr. G. B. Kirkland tarafından aktarılan bir belgeyi aşağıda sunuyoruz, bu vaka oraların güncel yaşamında henüz teknolojik bir haberleşme olanağı yokken gerçekleşmiştir.Sarhoş olan bir yerli tarafından bıçakla akciğeri delinen bir yerli, yaralı olarak hastaneye getirildi. Ağır yaralı, Dr. Kirkland'a bir sonraki sabahı yaşayıp yaşayamayacağını sordu. Doktor da açık ve dürüst bir şekilde, bunun zor bir olasılık olduğunu belirtti. Bunun üzerine yaralı, en azından yakınlarını son bir kez daha görüneeye kadar dayanmaya çalışacağını söyledi. Fakat yaralının akrabaları, elli kilometre uzaktaki bir köyde yaşıyorlardı. Bu, vahşi ormanıarın içinde yapılması gereken 9 saatlik zorlu bir yolculuk demekti. Olup bitenleri, yaralının akrabalarına bir haberci aracılığıyla bildirmenin dışında bir başka yol da yoktu. Buna karşın yaralı, akşam tam güneş batmak üzereyken yakınlarını kendisinin "çağıracağını" söyledi. Doktor tek bir davul bile kullanılmadığına dair garanti veriyordu ... Güneşin doğmasına az bir zaman kala, tüm aile zorlu bir gece yürüyüşünün ardından ölüm döşeğindeki akrabasına ulaştı. Bu olayı aktaran doktorun orada olanları hayretle karşılaması için bir sebep yoktu, çünkü o zamana kadar telapati üzerine birçok bilimsel denemeler gerçekleştirilmişti ve de "mantal telkin üzerine yapılmış deneysel araştırmalar vardı. Fakat ne yazık ki, "ciddi" bilim adamları bunlara gerekli dikkati vermemişlerdi. Titizlik içinde yürütülen ilk deneysel çalışma 1886 yılında düzenlenmişti ve sonucu bugün bile bir sansasyon yara tabilirdi: Saygın Fransız psikolog Prof. Pierre Janet ve Dr. M. Gibert, Bröton köyünden 50 yaşındaki bayan Leonie'yi çeyrek milden, bir mile kadar varan uzaklıklardan kadının bilgisi olmaksızın man ta 1 telkin yoluyla hipnoz etmeyi yani uyu tma yı denediler. Bu sırada köylü, bir şeyden haberi olmaksızın evinde bulunuyordu. Yirmi beş denemeden on dokuzu tam istenildiği gibi sonuçlandı, diğerleri ise kısmen ya da, tamamen sonuçsuz kaldı. Deneyler daha sonra Paris'te saygın otoritelerden oluşan bilimsel bir komisyon önünde, ileride tıp Nobel Ödülü kazanacak olan Charles Richet yönetiminde aynı denekle tekrarlandı ve onaylandı.Yirminci yüzyılın yirmili yıllarında bu deneyler Rus bilim adamları tarafından tekrar ele alındı ve geliştirildi. Daha sonra tespit edildiği üzere sorun, denek bulmaktaydı; çünkü nasıl ki herkes, her hipnotizör tarafından hipnoz edilemiyorsa, bu tür deneyler de herkes tarafından başarıyla sonuçlandırılamamaktaydı. Böylece denenmiş 300 kişiden oluşan bir ankette, sadece 10 ila 12 kişi, bu telepatik uyutma için uygun bulunuyordu. Bunlar genellikle aşırı duyarlı ve hassas insanlardı. Bunların en ünlüleri iki Rus kadın; İvanova ve Fedorova'ydı, otuzlu yıllarda onlarla geniş çaplı birçok deney yapıldı. Bu deneylerin çoğunun yöneticisi, 1927 yılında ölen tanınmış fizyolog Prof. Vladimir Brechterev'in bir öğrencisi olan Leningradlı fizyolog Prof. Leonid Vasiliev' d Uyutulması gereken kişi, hipnotizörün görüş alanının dı-şında, genelde başka bir odada hatta uzak bir yerde bulunmaktaydı. Hipnotizör, deneğin bilmediği bir anda zihinsel yolla, normal beş duyunun dışında bir iletişim vasıtasıyla uykuya dalmasını telkin etmeye başlıyordu. Hipnotizör bunu yaparken kişide uykuda hissedilene benzer hisler uyandırmaya çalışıyor ve bu hisleri İvanova veya Fedorova'run zihinsel resmiyle birleştirmeye uğraşırken aynı zamanda uyku emrini de veriyordu.

Bu tarzbir zihinsel odaklanma bazı uzaktan şifacıların, uzakta bulunan hastaya konsantre oluşuyla benzerlik taşımaktadır. Vasiliev'in denemelerinde, uzaktan hipnoz edilen kişinin durumunu gözlemleyen ve kayıt tutan üçünçü bir kişi bulunuyordu. Uzaktan hipnoz başarıldığında, hipnotizör bu kez, denek ve kontrolör için bilinmeyen bir anda uyandırma telkinleri göndermekte ve bunu yaparken uyuturken uyguladıklarının aynısını yapmaktaydı. 1933-34 yıllarında 260 telepatik hipnoz ve telepatik uyandırma denemesi gerçekleştirildi. Bu mantal uyutma vakalarının sadece 6 tanesinde başarısız olundu, telapatik uyandırmada ise 21 vaka sonuçsuz kaldı. Fedorova ilk denemelerde iki dakika içerisinde uyudu ve uyandırma ise bundan çok daha kısa sürelerde gerçekleşti. İvanova'da bu süreler biraz daha uzundu. Daha sonraları Fedorova'nın süreleri daha da uzamaya başladı. Deney sonuçlarıyla ilgili açıklamalar o zamanlarda, hiprıotizörün beyninden, deneklerin beynine radyo dalgaları tarzında aktarılıyor olabileceği düşüncesinden öteye geçmiyordu; çünkü teknisyenler ve fizikçiler radyoyu henüz yeni keşfetmişlerdi. Bu, haberlerin uzaktan aktarımını elektromanyetik dalgalar aracılı-ğıyla olanaklı kılıyordu. Yirmili yıllarda, köpek beyinlerinde çeşitli elektrik potansiyelleri tespit edildi ve Hans Berger 1929 yılında, insan beyninin elektrik akımlarının, kapalı kafatası içinden ve cilt üzerinden dışarıya iletilebildiğini keşfetti. Bu yöntem, daha sonra elektroensofologram (EEC) vasıtasıyla geliştirildi. Eğer beyinden dalga karakterli elektrik akımları çıkmaktaysa ve kafatasının yüzeyine ulaşabiliyorsa, o zaman bu akımların insan kafasının çevresinde elektromanyetik dalgalar ve alanlar üretiyor olması da akla yatkın gelmekteydi ve bu büyük bir olasılıkla başka kişilerin beyinlerine de ulaşabiliyordu. Bu bakış açısı altında insan beynini, elektromanyetik beyin ışınları alıcısına ve vericisine benzetmek, pek uzak bir ihtimal gibi gelmiyordu. Dolayısıyla İtalyan psikiyatrist Cazzamalli, gerçekleştirdiği telapati deneylerinde beyin radyo dalgalarının mevcudiyetini kanıtladığına inandığında hiç kimse buna şüpheyle bakmadı, bu dalgalar desimetre-metre alanı içinde düşünülmekteydi. Onun 1923 ve 1933 yılları arasında yaptığı çalış-malar, telapati fenomenlerinin elektromanyetik tezinin seçkin bilimsel kanıtları olarak görülmekteydi. Vasiliev ve çalışma arkadaşları da bu görüşten emindiler. Fakat onlar, "Cazzamalli deneyleri'Ini tekrar oluşturmaya çalıştıklarında ve telepati fenomeninde taşıyıcılar olarak, kendilerini göstermesi gereken elektromanyetik görünümlerle ilgili araçlarından hiçbir belirti alamadıklarında hayal kırıklığına uğradılar. Telepatik aktarımların fiziki önlemlerce kesilemediğini tespit ettiklerinde şaşkınlıkları daha da çok arttı. Çünkü bunlar normalde elektromanyetik ışınları absarbe etmeliydiler. Vasiliev burada ilk önce çelik, daha sonra kurşun odalar kullandı. Odaların ek yerleri, sızmaya karşı cıva ile tıkanmıştı ve de söz konusu elektromanyetik ışınlara karşı geçirmezliği, elektromanyetik jeneratörler ve dedektörler vasıtasıyla test edilmişti. İki denekten biri yani uyutulan kişi ya da hiprıotizör bu odada oturtuldu, bunun yanında hem uyutulan kişinin hem de hipnotizörün iki ayrı yalıtımlı odada olduğu deneyler de gerçekleştirdiler. Eğer elektromanyetik beyin ışınlarına dayandırılan mantal radyolar tezi doğruysa, bu durumda telepatik hipnoz olanaksız olmalıydı. Fakat İvanova ve Fedorova bu elektromanyetik önlemlerin şartlarının yerine getirilmesine rağmen, hipnotizörün mantal telkinlerine karşı duyarlılık gösterdiler. Anlaşıldığı üzere telepatik hipnozun sonucu, fiziki önlemlerin alınması ya da alınmamasına bağlı değildi, ki bu da elektromanyetiğe dayandırılan mantal ya da beyin radyo dalgaları tezini olasılık dışı bırakıyordu. Telepati fenomenindeki bir başka etkileyici durum, işlevselliğinin çok uzak mesafeler, hatta akla gelebilecek tüm mesafeler üzerinde gerçekleşebileceğini göstermesidir. Daha henüz bu yüzyılın başlarında bile, biri Berlin'de diğeri New York'ta bulunan iki kişi arasında, bir araç vasıtasıyla doğrudan bağlantı kurabilmek bir ütopyaydı; günümüzde artık bunun için bir fanteziye ihtiyaç yoktur, çünkü çoktan günlük yaşamımızın bir parçasıolmuştur.

Fiziki, teknik yardımcı araçlar olmaksızın insandan insana daha dolaysız bir uzaktan bağlantı kurma iddiası ise, günümüz Batı medeniyeti bireylerinin çoğu tarafından inançsızlıkla karşılanmaktadır fakat daha nereye kadar? Bizlerin en iyi dedektörleri ve araç gereçlerimizin en karmaşık yapıda olanları, tüm hayrete düşürücü kullanım olanaklarına rağmen, bunlardan daha karmaşık olan biyolojik sistemlerle karşılaştırıldığında, tamamen ilkel birer yapıdırlar.s özellikle insan bedeniyle karşılaştırıldığında. Bu bakış açısından yola çıkıldığında, büyük mesafeleri aşan mantal telkin fenomeni ve dolayısıyla da uzaktan şifa artık insana o kadar da saçma gelmese gerek.

Bizler, olanağımız dahilinde olanın en üst noktasına ulaşmak için katetmek durumunda olduğumuz, önümüzde sonsuz sayıda yol varken ve insan denen varlığı daha henüz yeterli derecede araştıramamış ve tanı yamamışken böyle düşüncelere yönelmemiz hiç de doğru görünmemektedir. Yeteneklerimizin sadece küçücük bir kısmından haberdar olduğumuzu kavradığımızda elbette bu tür fenomenlere artık başka bir gözle bakıyor olacağız. 15 Temmuz 1934 yılında Karadeniz'de bulunan Sivastopol ile Leningrad arasında gerçekleştirilen telepati hipnozu ile, 1700 kilometrelik bir mesafeye ulaşılmıştır. Dr. L. A. Dubrovsky, Sivastopol'da saat 22:10'da Leningrad'da bulunan ivanova'ya odaklanmaya ve telepatik uyku telkininde bulunmaya başlamış ve hemen saat 22:11 'de denek üzerinde hipnoz uykusu saptanmıştı. (İki gün önce, Leningrad'da saat 17:00 ile 19:00 arasında Sivastopol'dan uzaktan hipnoz beklenmiş, fakat ivanova bu saatlerde hiç uyku belirtisi göstermemişti. Daha sonra öğrenildiği üzere, Dr. Dubrovsky o gün bir problemden dolayı mantal ak tarımda bulunamamıştı.) Yıllar önce, kendi kendine gerçekleşen telepati vakaları gözlemlediklerini bildiren eski araştırmacıların raporlarını da inandırıcı bulmanın önünde artık hiçbir engel yoktur. İngiltere Psişik Araştırmalar Derneği bunlara benzer birçok vakanın kayıtlarını tutmuştu. Bu deneylerden birinde, ingiltere'de ve Avustralya'da bulunan iki kişi arasında bir telepati iletişimi gerçekleşmişti. Bu türde eksiksiz ortaya koyulmuş vakaların ve deneylerin bilhassa kendileri, telepati süreci içindeki elektromanyetik aktarım tezine karşı yeterli kanıtları oluşturmaktadır ve alışılmış fiziksel güç etkileriyle ilgili edinilen deneyimlere karşı durmaktadırlar. Bunlar, ister yer çekimi olsun, ister elektriksel ve manyetik çekim kuvveti, normalde uzaklığın karesine göre yoğunluklarında bir azalma olmakta, yani mesafenin katlanması durumunda yoğunluklarında dörtte bir düşüş gözlemlenmektedir, bu oran, mesafenin üç kata çıkarılması durumunda ise dokuzda birdir.Bundan çıkan sonuç, varsayılan elektriksel beyin ışını yoğunluğunun inanılmaz derecede düşük olacağıdır. Örneğin eğer bu ışın Sivastopol'daki bir insan beyninden yola çıkıp Leningrad'a varıyorsa, bu böyle olacaktır. Ve ingiltere ile Avusturalya arasında gerçekleşenbir telepatik temasta bu "beyin radyosu" ıle ilgili görüş, şu ana kadar bilimselolarak bilinen enerji forml.ırı açısından çok daha saçma görünecektir.Uzay uçuşlarında ortaya çıkan inanılmaz derecedeki mesatı-lcrde, bu türde deneyler gerçekleştirmek oldukça ilginç olsa gerek. "Apollo 14" ile yapılan Ay uçuşunda kaptan Edgar Mitchell, dünyada (Amerika' da) bulunan dört kişiye telepatik yolla, kart sembolleri yayınladı, bunlardan biri hassas bir kişi olan Olof [ohnson'du.ö! Çok ilginç ve beklenmedik sonuçlar elde edildi, fakat sonuçlarla ilgili kesin bir karara varmak için, başka deneyler de gerçekleştirilmelidir. Mitchell, bu denemelerini uçuş sırasındaki resmi 'görevinin yanında kendi inisiyatifiyle gerçekleştirdi. Ne yazık ki, 1971 sonbaharında verdiği bildirilere rağmen, NA SA psişik fenomenleri araştırmakla ilgilenmedi, oysa bunları gerçekleştirmek için öyle büyük bir ek masrafa da ihtiyaç yoktu.Evet, hatta NASA, Amerikan Psişik Araştırmalar Derneği tarafından önerilen, bilinen insanlı uzay uçuşları sırasında oluşturulabilecek bir telepati programıyla ilgilenmedi bile.27l Görüldüğü kadarıyla, Sovyet tarafında bu konulara, daha açık bakıldığına dair birçok inandırıcı delil vardır.

Tasvir edilen deneyler, şu ana kadar birçok insan tarafından inanılmaz olarak görülen ruhsal şifayla ilgili, özellikle de büyük mesafeler aşan, uzaktan şifalar konusunda yeni bir bakış açısı kazandırmaktadır. Açıkça görülmektedir ki, uzaktabulunan bir insanın psişesine gerçekten bir başka insan tarafından hem de bilimin tanıdığı ses dalgaları, ışık dalgaları ya da radyo dalgaları gibi taşıyıcıların ve de insanın normal beş duyusu dışında olan bir taşıyıcı ya da aktarıcı vasıtasıyla etkide bulunulmaktadır. Bu aktarım gösterdiğimiz gibi, bir uyku telkininin aktarımı için kullanılabilir, ki bu alıcı tarafından hipnotik uyku olarak gerçekleş-tirilir. Bunun dışında temelde daha farklı olan telkin tarzları da aynı duyular dışı yolla aktarılabilmektedir. Şifacılar, bir fotoğraf vasıtasıyla kendilerinin tanımadıkları ve nerede olduğunu bilmedikleri bir hastaya "ruhsal olarak odaklanabildiklerini" ve onunla ruhsal ya da psişik temas kurabildiklerini söylediklerinde bu, akla pek kabul edilebilir gibi gözükmemektedir. Bağlantı kurulduğunda, uzaklığın ya da yakınlığın bir rolü olmaksızın hastanın durumuyla ilgili genelde tüm detaylarına kadar bilgi edinebilmekte ve rahatsızlığı kendi bedenlerinde yaşıyormuşcasına yakından hissederler. Örneğin Königswinterli şifacı Anni Zimmer, Vierwaldstaetter gölü yakınındaki Flüelen, İsviçre'de yaşayan Ludwig Rizzoli ya da ölmüş olan Münihli Dr. Kurt Tramplgr, hepsi uzaktan uygulayabilen ruhsal şifacılardır.Sovyet araştırmacılarının gerçekleştirdiği telapati deneylerinin sonuçları bunları onaylamaktadır. Onlar kendi mantal telkin deneylerinde şu soruyu araştırdılar: "Hipnotizör, telepatik hipnoz esnasında denek kendinden uzakta olduğunda, deneğin bulunduğu yönün nerede olduğunu bilmek zorunda mıdır?" Fiziksel açıdan olaya yaklaşan birisi, verici kişinin hedefli bir ışın gibi zihinsel gücünü doğru yöne göndermesi gerektiğini düşünecektir, ki bu etkili bir şekilde alıcıya ulaşsın. Fakat deneyler, vericinin etki edeceği kişinin nerede olduğunu bilmesinin ya da bilmemesinin burada hiçbir rolü olmadığını göstermiştir. Söz konusu yeri hayatında hiç görmemiş bile olsa, bu hiçbir şey değiştirmez.Buna karşın bir "psikolojik yönelme görüşü" vardır. Buna göre verici, söz konusu deneyin alıcısı olarak kimin vazife yapmakta olduğunu bilmek durumundadır, yani kurşun korumada oturan kişinin İvanova mı yoksa Fedorova mı olduğunu bilmesi önemlidir. Her iki alıcının da aynı odada bulunduğu durumlarda, mantal telkin, zihinsel ve ruhsalolarak hipnotizöre kim odaklanmışsa, o kişiye etki etmektedir. Yani odada bulunan ikinci kişinin de, vericinin mantal telkini tarafından etkilenmesi söz konusu olmamaktadır. Vasiliev şöyle diyor: "Aktarılan telkinin içeriğine, telkin altında olan kişinin düşünsel resmi de eşlik etmelidir."Dolayısıyla şifacılar, hastayı tanımadıklarında genelde kişiye dair herhangi bir bilgi ya da onun bir resmine ihtiyaç duyarlar. Bazen bir nesne bile yeterlidir, hastanın genelde yanında taşıdığı bir eşya; özellikle bir mektup olabilir. 1923 ile 1925 yılları arasında Paris ile New York hattı üzerinde telepati deneyleri gerçekleştirildi. Yirmi deneyden sadece beşi başarıyla sonuçlandı. Bunlar, alıcı ve vericinin birbirini tanıdığı deneylerdi.Fakat bunların yanında bir vericinin, tanımadığı bir kişiyi, elinde bununla ilgili bir resim olmaksızın da sadece adresi ve ismi vasıtasıyla 'bulduğu" olmuştur. Fakat bu durumlarda veri cil er genellikle yüksek nitelikli özel medyomlardır.Şifacının, bir uzaktan iyileştirme vakasında (ya da bir vericinin bulunduğu herhangi bir türde telapati aktarırnında), "temas" kurduğunu ya da amacına ulaştığını hissetmesi nadir de-ğildir. Bu, kendini genelde yoğun bir odaklanma altında, tarif edilmesi zor ve ansızın oluşan bir rahatlatıcı duygu olarak açığa çıkarmaktadır. Her şeyin olumlu bir sonuca ulaştığı ya da artık her şeyin kendiliğinden yürüyüp gideceği ve bununla birlikte önceden mevcut olabilecek tüm korkuların, endişelerin ya da belirsizliklerin kaybolduğu bir eminlik duygusu içinde kendini göstermektedir. Şifacı kendisi tarafından gönderilen mantal telkinin yerine ulaştığını 'biliyor", fakat tam anlamıyla nasıl ve nereden bildiğini kestiremiyor. Bu "bilgi" kendini tam olarak açığa çıkartmamaktadır.

Benzer durumları bir kez bile yaşamış olanlar, bu duyguyu ve bunun güncel yaşamın diğer alışıldık duyguları ve hayalleriyle hiçbir alakası olmadığını iyi bilirler. Buna benzer bir olayı yaşamamış bir şüpheciye, bu türde anlatılar pek inandırıcı gelmeyecektir.Verici ya da şifacı gibi alıcı ya da hasta da telepati ya da bil' şifa irtibatının gerçekleştiğinin farkına varmakta, aranan kişinin "bulunduğunu" hissetmektedir. Mantal telkin üzerine yapılan Sovyet deneylerinde de denekler İvanova ve Fedorova verici görevini kimin üstlendiği kendilerine bildirilmediği ve hatta birkaç kişi söz konusu olduğu durumlarda bile kendilerine gönderilen mantal telkinin kimden geldiğini belirtebilmekteydiler.Bir mantal telkin ya da ruhsal şifa fenomeninde vericinin (şifacının) yetenekleri kadar alıcının (hastanın) hassaslığı da görevin başarısı açısından büyük önem taşımaktadır. Belki de bazı ruhsal şifa vakalarının alışılmış ın dışındaki teşhisleri bundan kaynaklanmaktadır; çünkü sadece şifacının değil, hastanın psişik ve parapsişik yapısı da burada büyük bir önem taşımaktadır. Aynı hastalığa yakalanmış, fakat aynı şifacı tarafından tamamen farklı sonuçlar alınan hastalarla ilgili birçok vaka vardır.Genelolarak psişik fenomenlerin insanlarda ortaya çıkış eğilimi, farklı kültür çevrelerinde farklı yoğunluklar gösterir.Bizler kendi Batı kültürümüzde belli bazı fenomenleri gözleml eyemiyorsak ya da bunları istek üzerine üretemiyorsak bu, bunların mevcut olmadığı anlamına gelmez. Batı insanının gücü akli yöndedir. Bilinçaltının daha derin irrasyonel katmanları, yüksek toplumların insanlarında genelde oldukça sekteye uğramıştır. Henüz entellektüelleştirilmemiş olan halklarda ise, özellikle bu psişik alanlar, bizim aklımız için genelde kavranılmaz olan olasılıklarıyla halen aktif durumdadır. Dolayısıyla iyi bir şaman ya da bir kahuna, uzun yıllar süren bir majik eğitimin ardından öyle şeyler gerçekleştirir ki, bunlar bir Batı bilim adamının yapamayacağı ve de açıklayamayacağı türden olmasına rağmen hiç de hileye dayanmak zorunda değildir. Japon bilim adamı Dr. Hiroshi Motoyama(*) altmışlı yıllarda, her çeşit fiziksel aracın ve bilinen duyu organlarının dışarıda bırakıldığı, bir insandan diğer bir insan bedenine "zihnin doğrudan etkisi" üzerine deneyler gerçekleştirmişti. Onun çalışmaları bir açıdan Leonid Vasiliev'in araştırmalarının devamı gibiydi. Motoyama, aynı şekilde, iki kişiyi iki farklı odaya yerleştirdi, biri alıcı diğeri verici olarak görevliydi. Alıcının Faraday kafesi de denilen ve radyo dalgalarına ya da benzer elektromanyetik ışınlara karşı bir koruyucu olan odası bir dizi deneyle test edildi. Deneyler esnasında alıcının ve bazen de vericinin önemli fizyolojik işlevleri yüksek derecede hassas araçlarla kontrol edildi, örneğin nefes alıp verme durumu, kalp atışı, kan dolaşırnı, otonom sinir sisteminin davranışları, özellikle de sempatik ve parasempatik işlevleri kontrolden geçirerek EEG cihazıyla beyin dalgaları kaydedildi. Kalp ve kan dolaşımı işlevleri pletismograf ile takip edildi, yani kan yoğunluğunun periferi ölçümlerini alarak, bunun yanında elektrokardiyografi de unutulmadı. İç organların sempatik ve parasempatik işlevleri, yani her bir organ ile bağı olan otonom sinir işlevlerin sempatogon ya da duruma göre vagoton karakteri, elektriksel cilt akımlarının ölçümü üzerinden verildi. (Yıllar alan bu çalışmaların teknik ayrıntılarına burada daha fazla girilememektedir. Denekler paranormal yeteneklere sahip insanlardı; Hintli yogiler, Filipinli şifacı Antonio Agpaoa vs. Fakat bunların içinde aynı zamanda yetenekleri olmayan insanlar da vardı, genelde Japon ve Hintli öğrenciler. Bunların hepsi yatay gevşeme ya da yoga gevşeme pozisyonu almışlardı. Verici, Motoyama tarafından bir sinyal almakta ve bunun üzerine o da diğer odada bulunan insanlara odaklanarak onlara "ruhsal güç" yollamaktaydı. Yetenekli vericiler alıcılara odaklandığı anda, genelolarak alıcıların bedensel işlevlerini gösteren ölçüm değerlerinde belirtisel, hatta bazen çok güçlü değişimler meydana gelmekte ve verici odaklanmasını sonlandırdığında bunlar tekrar normale dönmekteydi. Bunun yanında alıcının sempatikusunda tahrikler tespit edildi, bunlar vericinin odaklanmasının ardından yirmi ila otuz saniye sonra kesildi.

Odaklanma sırasında edinilen bulgular, alıcının kalbinin hızlandığını ve daha düşük bir salınım genişliği ile atmaya başladığını gösteriyordu. Diğer işlevlerde de kayda değer değişiklikler ortaya çıkmıştı. Motoyama'nınkilere benzer birçok deney de aşağı yukarı aynı zamanlarda Rus bilim adamları tarafından gerçekleştiriiiyordu. Örneğin Sovyet bilim adamlarının hayvanlarla gerçekleştirdikleri deneyler oldukça ilgi çekicidir, burada anne ile yavrusu arasındaki kuvvetli bağ deneylerle kanıtlanmıştır. Bir anne tavşandan yeni doğan yavruları alınmış ve bir denizaltı içinde, denizin derinliklerine indirilmişti, burada normalolarak haberleşme olanaksızdı. Anne tavşan karada bir laboratuvardaydı, orada elektrotlar aracılığıyla beyindeki akımlar ölçülüyordu. Yavrular, deniz altının içinde birbiri ardına öldürüldüler ve eşzaman lı olarak her bir yavrunun öldürülüşü esnasında annenin akım kayıtlarında belirgin değişimler meydana geldi. Yani anne tavşanın beyni aracılığıyla, yavrularının ölüm anları bilinebilmekteydi? Burada, ister istemez savaş zamanlarıyla ilgili anlatılan, cephede şehit düşen oğullarının ölümünü hisseden annelerin öyküleri akla geliyor.Dr. Motoyama, yıllar süren araştırmaları sonucunda, alıcıya gönderilen herhangi bir paranormal aktarırndaki etkinin, aynı nitelikte bir vericide, alıcı "normal" birisi değil de paranormal yetenekli bir insan olduğunda, beklenildiği gibi daha güçlü olduğunu tespit etmiştir.Burada, aynı tarz ruhsal şifa vakalarında ya da paranormal ameliyatlarda ve aynı tarz hastalıklarda genelde farklı şifa sonuçları alınmasının açıklamasını bulmak olasıdır. Görüldüğü kadarıyla her insanın belli bazı psişik yetenekleri vardır, bunlar normal durumda belirgin bir şekilde açığa çıkmamakta, fakat paranormal tedavilerde gerekli katkıyı oluşturabilmektedirler. Bu gizli yeteneklerin dereceleri, birbirinden çok farklıdır. Dolayısıyla medyomsal potansiyele sahip insanlar paranormal şifa ve ameliyat yöntemlerine genelde psişik yetenekleri olmayan insanlara karşın daha iyi cevap vereceklerdir.Dr. Motoyama, önceden belirttiğimiz fizyolojik etkilerin, alı-cının otonom sinir sisteminin sempatik ve parasempatik sinirleri arasındaki ortak işleyişte dengeli bir durum söz konusu oldu-ğunda, bunların daha güçlü olduklarını kanıtladı fakat parasempatik sistemin etkisi biraz daha ağır basmaktadır. Büyük bir olasılıkla bunlar, psişik fenomenlerin ortaya çıkışı açısından en iyi şartları oluşturmaktadırlar. Motoyama ayrıca gerçek paranormal yeteneklere sahip insanların fizyolojik karakterini de araştırdı ve "normal" insanlarınkini aynı ölçüde ruhsal bozuklukları olanlarınkiyle de karşılaştırdı. Ayrıntılara burada giremeyeceğiz. Fakat şunu belirtelim, iç organların, örneğin kalp, akciğer ya da böbreklerin otonom sinir sistemi kapsamı içindeki sinirsel fonksiyonları arasında kendi kendine yeterlilik ve bağımsızlık derecesi, güçlü paranormal yeteneklere sahip insanlarda, normal insanlara göre beklenilenden daha yüksektir.Belki de çağımızın en güçlü medyomlarından biri olan Brezilyalı Carlos Mirabelli,BO gösterdiği bazı becerilerinde kalp frekansını dakikada 150'den 200'e kadar ve daha da çok yükseltebilmiş ve sonra tekrar dakikada 40'ın altına indirilebilmişti. Bu,bir doktorun kesinlikle patalojik olarak tanımlayabileceği bir durumdur, fakat bu arada kendisinde hiçbir zararlı etki gözlemlenmemiştir. Gerçek paranormal başarıların patalojik durumlarla hiçbir alakası yoktur görüşü, ne yazık ki henüz pek yaygın olmayan bir anlayıştır. Orijinal Hint yoga uygulamalarında bazı fizyolojik işlevlerin alanını genişleten oldukça ilginç yöntemler vardır. Örneğin bir Hatha Yogi, nefesini aşırı derecede uzun sürelerde tutma hedefli çalışmalar yapmaktadır, bunda ciddiye alınması gereken bazı kurallar vardır, ki yerine getirilmediklerinde ağır hasarlara sebebiyet verebilirler. Dr. Motoyama, kalbini iradi olarak altı saniyeye kadar "durdurabilen" Hintli bir yogiden söz eder. Hindistan'ın kuzey batısında bulunan Rajaistan Üniversitesi'nde kaydedilmiş olan elektrokardiyogramlar, kalbin bu olağandışı yavaşlayışını açık bir şekilde göstermektedir. Bu. Sürelerdeki kalp durmaları, normal bir insanda büyük bir olasılıkla ölüme sebebiyet verirdi. Ancak biz tekrar telepatik iletişime dönelim. Tespit ettiklerimize göre, her ne kadar çoğumuz bunu henüz kabul etmesekte, bu bizlerin insanlar arası ilişkilerimizi bir şekilde etkilemektedir.

Büyük bir olasılıkla bireyler arasında sürekli olarak telepatik etkiler akmaktadır, içeriği tarafımızca bilinmese de bu büyük bir olasılıkla olağan bir durumdur. Fakat bunlar yine de bilinçaltı tarafından ya da fizyolojik olarak yakalanmakta ve bilinçaltı çalış-maları, karar verme yeteneği ve duyguların üretimi için çağırılmaktadır. Bir yanlış anlamayı daha oluşmadan önlemek maksadıyla şunu açıkça ortaya koyalım ki, duyular dışı algılama ya da telepatik iletişim, insanlar arasında kurulan normal duyular dı-şındaki iletişimlerin, normal şartlar altında sadece küçük bir bölümünü oluşturmaktadır, fakat yine de istisna kuralını bozan özel başarılar vardır. "Hile" olarak görülmedikleri görmemezlikten gelinmedikleri sürece bunlar bizler tarafından "mucize" olarak adlandırılmaktadır.Büyük bir olasılıkla duyular dışı temas, normal yaşam içinde, beş duyu üzerinden gerçekleştirilen iletişim sistemi üzerinde, ayrılmaz bir şekilde yerleşik bulunmaktadır; özellikle aralarında ruhsal yakınlık olan kişilerde, bu oldukça yoğundur. Şifacı ve hasta arasında da bazen oldukça güçlü bir şekilde kendini göstermektedir. Bu, büyük bir olasılıkla her iyi şifacının uygulamalarında önemli bir yeri olan, fakat bilimselolarak henüz analiz edilememiş bir faktör.Bununla ilgili olarak önceden belirtilen plasebo deneylerini hatırlamak yerinde olacaktır. Plasebolar, yani sözde ilaçlar, eğer hasta tarafından gerçek ve etkili ilaçlar olarak alınırsa oldukça güçlü etkiler oluşturmaktadır, Hatta şu da tespit edilmiştir ki, ilacı yazan doktor ya da hastaya veren hemşire de bunun etkisizliğinden haberdar değilse, yani aynı şekilde onlar da ilacın etkisine inanırlarsa, plasebo etkisi çok daha etkili olmaktadır. Bu durumda katmerli bir plasebo deneyinden söz edilebilir. Bu doktor (ya da duruma göre hemşire) ve hasta arasındaki bağ, vakadan vakaya farklı güçte parapsişik etkenler olduğu tahminini akla daha yatkın kılmaktadır. Böylece bir kez daha ortaya koyulmaktadır ki, iyi bir doktor, kanıtlanmış hp bilgilerinin yanında daha fazlasına da sahip olmalıdır.Doktor ve hasta arasındaki bağ, özellikle psikoterapide uygulamanın başarısı açından büyük bir önem taşımaktadır ve telepati burada çoğu psikoterapistin farkında olduğundan çok daha önemli bir roloynamaktadır. Dr. Hans Naegeli Osjord (Zürih) bir hasta üzerinde uygulamakta olduğu psikoterapi esnasında bizzat kendisinin deneyimlediği ilginç bir telepati vakasından söz etmişti. Psikoterapide hasta bir koltuğa uzanır ve psikoanalitikçi de genelde kişinin baş ucunda bulunur. Hasta da ona aklına gelen şeylerden söz eder, yani serbest çağrışım denilen şeye kendini verir ve analitikçi de bunlardan hastanın ruhsal yapısını oluşturmaya çalışır.Bir gün Dr. Naegeli Osjord ilk kez hapşırığa karşı bir antialerjik almıştı ve ilacın uyku verici bir bileşeni vardı, dolayısıyla da psikoterapi seansı sırasında bastıran uyuklama durumlarına karşı mücadele etmek zorunda kalmıştı. Mücadelesine rağmen saniyeden az bir süre için uykuya dalmiş ve o sırada gördüğü bir rüyayı paylaşan hastasına karşı açık vermemek için ustaca ve kendiliğinden, mavi mantolu kadın nasıl davranmaktaydı diye sormuş-tu. Hasta bu soru karşısında şaşırıp kalmış, çünkü o henüz bu "rüya kahramanı" hakkında hiçbir şey anlatmamıştı. Demek ki henüz söylenmemiş bulunan rüya unsuru, doktorun kendi bilinçaltına daldığı bu kısa süre içinde telepati kanalıyla algılanmıştı.Bu tarzdaki psişik aktarımların, hiçbir anlam taşımayan ve hiçbir zaman da bir anlam taşımayacak olan acayip, olağan dışı olaylar olduğu düşünülebilir. Bazı parapsikologlar, telapatinin zaten küçük, çok önemsiz bir etki olduğunu belirtmektedir. Belki de onlar bu düşünceye, Batı'da yıllardır telapatiyi kanıtlamak için Zener kartlarıyla yapılan deneyleri vasıtasıyla vardılar. Bunlarda tespit edildiği üzere bazı insanlar, olasılık oranının üzerine çıkan bir doğru tahmin sayısına ulaşmıştır, örneğin olasılık oranı 25 kartta 5 iken, 7 ya da 8 kartı doğru tahmin etmişlerdir. Hatta bazı istisnai durumlarda'bunun da üzerinde sonuçlar alınmış-tır. Kuramsal olarak "doğru" yakalama olasılığıyla karşılaştı-rıldığında bu çok düşük gözükmekte ve dolayısıyla insan, telepatinin önemsiz bir olayolduğu sonucuna varmaktadır. Bu sonuç elbette doğru değildir, çünkü bu alışıldık telepatideneylerinin, deneğin duyular ötesi yeteneğine dair yeterli derecede güvenilir nitelikte bir fikir verebileceği şüphelidir.

Olağanüstü derecede paranormal yeteneklere sahip birçok insan Zener kartı deneylerinde göreceli olarak düşük başarılar sağlamıştır. Yani buradaki deney şartları güncel yaşamın doğallığı içinde ortaya çıkan telepati olanaklarından tamamen farklıdır.Her laboratuvar deneyi, olağan gerçekliğin bir sahte üretimi olma olasılığını ve tehlikesini zorunlu olarak göze almak durumundadır. Örneğin Harold Sherman (ESP Research Associates Foundation in Little Rock, Arkansas) 1937 yılında tanınmış psikolog Gardner Murphy tarafından bilimsellik açısından kontrol edilen telepati deneylerinde ve Zener kartı testlerinde düşük paranormal başarılar kazanmıştı, bunlar onun başka şartlar altında gerçekleştirdiği başarılarına hiç mi hiç yaklaşamıyordu, çünkü kendi ifadesiyle, bu çeşit mantıksal testlere kendisini bir türlü veremiyordu. Oysa aynı Sherman, Kuzey Kutbu'na uçan Sir Hubert Wilkins ile gerçekleştirdiği telepati deneylerinden başarıyla çıkmıştı. Bu deneyde, kendisi New York'ta bulunurken, Sir Wilkins Kuzey Kutbu üzerinde uçuyor ve saf düşünsel yolla ona mesajlar gönderiyordu. Ayrıca Sherman'ın günlük yaşamında telepatinin yeri büyüktü ve en az iki kere hayatını kurtarmıştı.Öyle görünüyor ki, duyular dışı algılama fenomenleri, özellikle gruplarda ya da kitlelerde büyük etkiler meydana getirmektedir. Burada, telepatik aktarırnda muazzam bir güçlendirme söz konusudur. Birbirleriyle uyum içinde olan bir grup insan yeni bir bireysellik, bir birlik oluşturmaktadır. İnsanlar grup içindeyken, bireysel hallerinden daha farklı roller oynamaktadır. Burada ort.ıya çıkan bazı duygular, insanın kendi başınayken tanımadığı duygulardır ve bazen insan grup içindeyken tek başına yapmayacağı eylemleri gerçekleştirebilir. Bilindiği gibi toplumsal etkinliklerde duyguların her türü ateşlenebilir. İnsancıl hedefler ve inanç idealleri uğruna duyulan coşkular ya da öfke olabilir. Göründüğü kadarıyla olumlu ve olumsuz yetenekler, grup ya da kitleler içinde, paranormal yolla katlanarak artıyor gibidir. İnsanın kitle içindeyken daha kolay etki altına alınabilineceği her psikoloğun kabul edeceği' olağan bir gerçektir. Panik oluşturucular ve kışkırtıcılar, psişik aktarırnın grup ya da kitle içindeki önemini çok iyi bilmektedir, psişik aktarımlar bu yolla bazen beş duyu vasıtasıyla olabileceğinden çok daha hızlı bir şekilde, tabir yerindeyse bir psişik virüs gibi yayılmaktadır. Bazılarımız oldukça karşıt bir görüşle, herhangi bir politik toplantıya gitmiş olabilir, ortaya koyabilecekleri tüm mantıksal karşıtlıklara ve tüm isteksizliklerine rağmen, karşı koyulmaz bir gücün onları kitle ile birlikte hareket etmeye hatta coşmaya ittiğini hissetmişlerdir. Bunun için Hitler dönemi Almanya'sında gerçekleştirilen propagandaların etkilerini hatırlamak yeterli olacaktır. Bu açıdan düşünüldüğünde belki de bir gün suçlu sorununa, bugüne kadar görüldüğünden bambaşka bir ışık altında bakı-lacaktır. Belki de bir gün parapsikoloji, kitle psikolojisinin bireysel psikolojiden neden çıkarılamayacağını açıklayabilecektir. Nasıl ki halk tirübünlerinden ya da şifa vadedenlerden gelen ikna gücü, kabul eden kitle ya da alıcı izleyiciler önünde duruma göre çekince gösterebiliyor ya da coşkuyla yükselebiliyorsa ve oyuncular coşku içindeki seyirciler önünde ilgisiz kalanlara nazaran daha iyi performanslar gösterebiliyorlarsa (burada iyi oyunlar için de söylenen "insanın içine işliyor" deyimini dü-şünmek yeterlidir), aynı şekilde medyomlar tarafından gerçekleştirilen paranormal yetenekler de "sessiz odalar" yerine uyumlu aynı coşkuyu paylaşan gruplar ve hatta kitleler önünde genelde çok daha güçlü ve yoğun bir şekilde açığa çıkmaktadırlar. Bu gerçeğin geleneksel yolla yani duyular dışı teması kurabilen bir bilinmeyen gücün varlığı olmaksızın yeterli derecede açıklanabileceği şüphelidir.Amerikalı şifacı Kathryn Kuhlmann, hayatta iken Los Angeles'da olağanüstü şifa çalışmalarının gerçekleştirildiği dini bir toplantı düzenlemişti. Toplantı boyunca, önündeki kalabalıktan hiç tanımadığı kişileri yanına çağırmış ve rahatsızlıkları ile ilgili doğru teşhisi koyduktan sonra onlara: "Şifa buldunuz! Şifa buldunuz!" diye seslenmiştir. Gerçekten de hepsinde kendi kendine telkine bağlayamayacağımız derecede olağanüstü şifalar gerçekleşmiştir.

Diğer taraftan uyumlu bir insan grubu, aralarındaki uyumsuz tek bir kişi tarafından bile bozulabilir. Grup bireylerinin fizyolojik işlevleri üzerinde yapılan somut ölçümler, böyle bir kişinin, bazı durumlarda tüm grup görünümünü bozabileceğini kanıtlarnaktadır.Sovyet bilim adamlarının kendi medyomları üzerinde yaptığı araştırmalardan çıkan sonuçlara göre, bu fenomenlere şüpheyle bakan ya da medyom tarafından antipatik bulunan biri veya birileri katıldığında, etkileri önemli ölçüde düşüş göstermekte, hatta kısa süreli bir yetenek kaybına uğramaktadırlar. Sovyet gösteri medyomu Nina Kulagina böyle durumlara karşı önlem olarak bir güç geliştirerek, aşırı derecede art niyetli seyircileri bununla etkisiz hale getirmiştir. Moskova'da bulunan bir tıp enstitüsünde altı doktorun huzurunda, doktorlardan birinin kalp atışlarını o kadar hızlandırmıştır ki, doktorlar içinde en şüpheci olan bu kişi oracıkta bayılıvermiştir.Fakat önceden de belirtildiği gibi bu istisnai bir performarıstır. Seyircilerin ya da katılımcıların zihinsel yayını ve psişik kuvvet alanı medyomun bilinçaltına çok güçlü manral telkinler gibi etki etmektedir ve paranormal performansı oluşturan da medyomun bilinçaltıdır.H? Bu durumda şüpheci bir kimse deneyler esnasında parapsikolojik bir fenomenin açığa çıkmasını bilmeyerek ve istemeden etkileyebilir ve hatta engelleyebilir. Medyomlar, aşırı derecede hassas olan enstrümanlara benzer tepkiler vermektedir.Medyomların, kendi özel çevrelerinde, olumlu yaklaşan katılımcıları önünde ya da anlayışlı bir bilim adamının kontrolü altında olağanüstü başarılar sergiledikleri ve buna karşın aynı medyomların "katı bilimsel", medyomla arasında güven duygusu oluşturmaya isteksiz. olumsuz, daha baştan "hileyi" açığa çıkarmayı aklına takmış, ön yargılı deney sorumluları tarafından kontrol edildiklerinde çok az ya da hiç başarı gösterernedikleri, her uygulayıcının bildiği bir gerçektir. Oysa gözlemcilerin o an ne düşündükleri hiç önemli değildir. Onların bilinçaltında kayıtlı olan görüş ve şartlanmaları. medyoma etki etmekte ve duruma göre onu engellernekte ya da desteklemektedir. Çünkü insan yüzeysel bilincin anlık düşünceleriyle değil bilinçaltının bütünsel bakışı ile düşünmekte, hissetmekte ve yaşamaktadır.Psişe kanalıyla gerçekleştirilen somut şifa uygulamalarına ait örnekleri' değerlendirirken ve tasvir ederken bu deneyimleri 'bir kez daha hatırlayacağız.Varlıklar arasındaki sayısız iletişim olanaklarının araştırılması-nın henüz başlarındayız. Evet, sadece insandan insana duyular dışı bağlantılar ile karşı karşıya değiliz, insan göründüğü kadarıyla hayvan ve bitkilerle de psişik temas kurabilmektedir. Henüz yirmili yıllarda bile Vladimir Bechterev ünlü hayvan terbiyecisi Ourov ile birlikte hayvanlarla ve insanla arasındaki telapati fenomenini araştırmıştır. Ourov kendi köpeklerine mantal telkin kanalıyla belli bazı hareket emirleri aktarmıştır. Çeşitli türde hayvanlar ile birlikte yaşayarak edindiği tecrübelerin sonucunda, terbiye edilmiş hayvanların, terbiyecisinin önceden düşündüğü görevleri, genelde yerine getirdiklerini tespit etmiştir.İnsanlar ve hayvanlar arasında bazı durumlarda ruhsal bağlar oluşabilir. Bu bağlar hayvanlar tarafından da, hayvansal olmaktan çok insancıl karakterler taşımaktadır. Buna dair verilebilecek sayısız örnek vardır. Neden sahibi ölen bir köpek, bu gerçeği ona bildiren hiç kimse olmadığı halde saatler hatta günler boyunca ağlayıp sızlayıp havlamaktadır? Son zamanlarda yunus balıklarının hayretler uyandırıcı davranışlarından söz edilmektedir. Bunlar genelde insana özel diye görmeye meyilli olduğu karakterler ve özelliklerdendir; yakınlık, dostluk, yardım severlik.

Bildiğiniz gibi Yunus balıklarının denizin derinliklerindenyükselerek insanı kendisiyle oynamaya teşvik etmesi, hiç de nadir gerçekleşen bir olay değildir. İki bin yıldır efsane olarak kabul edilenler artık güçlü birer gerçek olmak üzeredir. Yunus balıkları gemi kazazedelerini bo

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp