Tony - Bir Şifaeının Portresi

Tony - Bir Şifaeının Portresi

Filipinler' de "Villa La Maya" otelinde bir buçuk hafta kaldıktan ve grubumuzun büyük bir bölümü Avrupa'ya geri döndükten sonra, Agpaoa'nın şehir kenarında bulunan Baguio'daki evine misafir olarak yerleştim. Filipin şartları göz önünde bulundurulduğunda oldukça geniş ve çok odalı bir evdi, büyük bekleme odaları vardı, fakat Batı' da alışık olunan tarzda lüks bir ev değildi. Zemin katta, büyük bir odanın dışında, hastaların yemek yemeleri için hazırlanmış bir mutfak ve birkaç yatak odası bulunuyordu. İlk kat da aynı şekilde düzenlenmişti ve Agpaoa'nın ailesi tarafından kullanılıyordu. Zemin katın bekleme odasının, bir cam kapı ile birleştirildi-ği küçük bir ek oda bulunuyordu. Bunun zemininde bulunan 2 x 2 metrelik bir açıklıktan zeminkatta bulunan Agpaoa'nın ameliyat odasına göz atmak mümkündü. Burası, doğrudan masanın ve bunun üstünde yatan hastanın hemen yukarısında bulunuyordu, yani ameliyatı buradan en iyi şekilde gözlemleyebilir ve filme alabilirdim. Evin ön cephesinde, akla gelebilecek en renkli duvar resimleriyle süslü ve içinde, ameliyat odasından açılan bir kapının da bulunduğu büyük, aydınlık bir ibadet odası mevcuttu. Ön taraftaki resimler Agpaoa'nın yaşamındaki efsanevi olayları tasvir ediyordu. Agpaoa'nın evine yerleşerek, onun ve haftada iki kez gelen Rosales şifacısı Mareelo'nun birçok ameliyatlarını gözlemleme fırsatını da bulmuştum. Bunlarla birlikte daha başka birçok gözlernde de bulunabildim. Daha sonraları benim paranormal ameliyatlarla ilgili vereceğim kararlarımda ve aynı ölçüde Agpaoa'ya karşı yürütülen sahtekarlık suçlamalarına karşı da bunlar büyük bir öneme sahip olacaktı. Evinde kalmaya başlamadığımdan bu yana, Agpaoa'yı daha yakından tanıma fırsatı da buldum, onunla sık sık konuşuyor ve yaptığımız birçok sohbetleri de banda kaydediyordum. Agpaoa içinde farklı karekterler taşıyan bir insandı. Dolayısıyla onu anlamak isteyen her insan için, ilginç olduğu kadar karmaşık bir araştırma öznesidir. Bunun dışında o ağırlıklı olarak, psikolojinin ve insan biliminin henüz üzerinde durmadığı bir bilinç halinde yaşamaktadır. Onun hakkında doğru bir tanımda bulunmak oldukça zor, hatta neredeyse olanaksızdır. Tony Agpaoa 2 Haziran 1939 yılında Rosales'de, fakir bir anne babanın oğlu olarak, bambudan yapılmış bir barakada doğmuştur. Annesini uzun bir süre önce kaybetmiş olan Tony'nin çocukluk yıllarıyla alakalı ilk anıları, oldukça alışılmı-şın dışındadır. Sabahın erken saatlerinde yükselmekte olan güneşin ilk ışıkları altında küçük Agpaoa'nın uyanan gözleri kamaşmıştı. Fakat bambudan yapılı evinin içindeki yataktan değil, yüksek bir caimito ağacının tepesinden etrafına gözlerini kırpıştırmıştı. Ve sonra insanların bağırışmalarını duyan Tonyonların ağaca bir merdiveni dayamış ve onu tehditler altında aşağıya çağırmalarına şahit olmuştu. Anlatılanlara göre Tony Agpaoa, çocukken geceleri sık sık yatağından kaybolur ve sabahları bir ağacın tepesinde bulunurmuş. Oraya nasıl geldiğini kendisi bile bilmezmiş. Babası bu iddiaların doğruluğu üzerine her an yemin etmeye hazırdı. Eleştirel yaklaşan bir Avrupalı'nın aklına gelebilecek ilk açıklayıcı hipotezler şunlar olacaktır: Abartılmış bir Filipin fantezisi ya d·a çok garip bir somnambülizm yani uyurgezerlik vakası... Bu ve Tony'nin diğer paranormal yetenekleriyle ilişki kurulduğunda, oldukça ilginç sonuçlara yol açabilir. Belki de onda hepsinden daha farklı başka bir fenomen ya da birkaç etkenin birlikte işleyişi olasılığı da söz konusu olabilir. İşte bir "Rehber" e yani onu koruyan ve teaelli eden bir ruhsal varlığa dair ilk izlenimleri, bilincinde o zamanlarda şekillenmeye başlamıştı. Dolayısıyla da bu varlığın adı başlarda "Comforter" , teselli ediciydi. Bu koruyucunun onun hayatında nerede ve nasılortaya çıktığı, sanırım hiçbir zaman açıklığa kavuşarnayacaktır. Belki de küçük Agpaoa, büyüklerinin onun hakkında, ağaçtan hiç düşmemesi sebebiyle, "onun uyanık bir koruyucu meleği olmalı", dediklerini duymuştur. Sonuçta da bundan yola çıkarak zihninde bir "Rehber" fikri oluşturmuş olabilir. Fakat kimbilir bunun için bambaşka açıklamalarda getirilebilir. Gerçek

şu ki, Tony bu koruyucuyu her yerde aradı ve sonuçta onun hayatı boyunca kendisini yönettiğini hissetmeye başladı. Daha küçük bir çocukken bile çevresindeki birçok insanın bilmediği bilinç hallerinin varlığını anlayabilmekte ve sözlere dökemediği birçok şeyleri, zihninde anında sezebilmekte ve bunların iç yüzüyle ilgili bilgi edinebilmekteydi. Etrafını saran doğa ile kendini bir hissediyordu ve hiçbir şeyona yabancı gelmiyordu. Bu küçük çocuk, birçok şeyi sanki "hatırlar" gibiydi, oysa tüm bunlar onun için yeni ve bilmediği şeyler olmalıydı. İnsan burada kendini tutamadan, Platon'un tezini aklına getiriyor: "Tüm bu öğrenmeler, tekrar hatırlarnalardan başka bir şey değildir." Tony Agpaoa şüphesiz batı psikolojisinin anlayışına uygun, güçlü bir eidetik potansiyele ve ayrıca çok güçlü bir imajinasyon yeteneğine sahiptir. Ormanıarda oturup kendinden geçineeye kadar meditasyonda bulunabilmekte böylece kendini "görünmez olan bir enerjiyle" doldurabilmektedir. Seslere karşıda inanılmaz bir hassasiyeti vardır. Örneğin çok önceleri duyduğu bir kuşun namesini "geriye çağırabilmekte" ve bunu o kadar belirgin bir şekilde duyabilmektedir ki, bazen kuşun şarkıyı gerçekten söylediğini sanmaktadır. Bundan dolayı Agpaoa, bu seslerin bir yerde kayıtlı ve tekrar çağırılabilir olduğunu düşünmektedir. Bunlar, yaşamın majik sımrlarında bulunan bir insan için tipik özelliklerdir. Bu türde majik güçlerin eğitimi ve gelişimi, Batı dünyasında da genelde benzer şekillerde başlamaktadır. Özellikle beş duyu ile daha iyi algılayabilmek için, imgeleme gücünü geliştirmek. "İmajinasyon" sözcüğünün temelinde de zaten "maji" kök kelimesi yatmaktadır. Ruth Montgomerys bize, Agpaoa'nın çocukluk anlatılarıyla benzerlikler taşıyan bir başka şifacı Phil A.'nın gençliğiyle ilgili amlarını, sunmaktadır.+ Anlatılanlara göre, küçük bir çocukken o da günler boyunca evden uzaklara gitmekte ve o zamanlarda henüz az yerleşilmiş olan ülkesinin ormanıarına ve göllerine sı-ğınmaktadır. Bu kaçışları için verilen cezalar sonuç vermeyince, ebeveynleri bu gerçek ile birlikte yaşamayı öğrenmek zorunda kalmışlardı. Küçük Phil aynı küçük Agpaoa gibi kendini ormanda, hayvanlar ve bitkilerle baş başa huzurlu ve iyi hissetmekteydi. Her ikisinin de küçük bir çocukken, geceleri ormanda uyumaktan hiç korkmadıkları anlatılmaktadır.Nasıl ki Tony, kendi "Rehber"inden bazı talimatlar alıyorsa, Phil A. da küçüklüğünden beri "yüksek güçlerden" aşam ve insan enerjisinin üretimiyle ilgili sürekli bir akış halinde gelen bilgi ve açıklamalar almaktaydı. Fakat o bunları başkalarına sözlerle açıklayamamakta ve bunlar ona o kadar doğal gelmekteydi ki, diğer insanların da kendisininkine benzer deneyimleri olması gerektiğini düşünmekteydi. O, bu açıklama ve bilgilerin her insana açık olduğunu ve bunun için yapılması gerekenin sadece "dinlemeyi bilmek" olduğunu düşünmekteydi. Agpaoa da ilkeselolarak, insanlığın tüm bilgisinin bir yerlerde, bir tür "kozmik hafızada" kayıtlı olduğunu ve meditasyon yaparak buradanbir tür eğitim alınabilineceğini belirttiğinde. belki de Phil ile aynı şeyleri ifade etmektedir. Agpaoa, geleceğini her yönüyle belirleyecek çocukluğunda yaşadığı en önemli fenomeni sekiz yaşında iken deneyimlemişti. Anısını şöyle anlatmaktadır: Oyun arkadaşı Pedro Gonzales etrafta koşuşturup dururken sivri uçlu bir nesnenin üstüne düşerek ağır yaralanmıştı. Kalça bölgesinde, kanayan büyük bir yara açılmıştı. çocuğun ebeveynleri ve çevredeki insanlar hemen koşup geldiler, fakat ne yapacaklarını bilmiyorlardı. Tony kanlı yaraya ve yüzü acı içinde olan arkadaşına bakıyordu. "Sen yaraları açıp tekrar kapatacaksın", diyen bir ses duydu içinde ve ellerinde bir sıcaklık hissetti. Isı gittikçe artıyordu ve neredeyse dayanılmazdı. Ellerini yavaş yavaş Pedro'nun yarasının üstüne yerleştirdi ve birkaç saniye sonra çektiğinde derin, kanlı yara kapanmıştı. Geriye sadece bir miktar pıhtılaşmış kan kalmıştı. Bu "mucize" haberi, adeta bir saman yangını gibi yayıldı. Evinde şimdiden Tony tarafından dokunulmak isteyen ve kendilerini hasta hisseden komşuları bekliyordu. Onlara dokundu-ğunda hepsi kendini iyileşmiş ve eskisinden daha iyi hissetmişlerdi. Böylece Tony Agpaoa yavaş yavaş kendi şifa gücüne inanmaya başladı.

Filipinli erkek ve kız çocukları, etrafta sürekli yalın ayak oyna rken görülür. Genelde de ayaklarını sık sık yaralarlar. Tony kanayan baş parmakıara, topuklara dokunuyor ve kan anında du-. ruyordu. Elbette bu hiçbir şeyi kanıtlamazdı, kan kendi kendine de durmuş olabilirdi. Fakat hiç kimse Tony'nin şifa gücünün kan ve acıları durduğu ve yaraları kapattığı dışında hiçbir şeyi ciddiye almıyordu. Tony'nin çekip çıkardığı sivri parçalar, adeta parrnaklarma doğru atlamaktaydı. Gerçi diğer Filipinliler de sivri parçacıkları çıkarabilmekteydiler, fakat Tony'nin yaralardan çıkarttığı sivri dokuların yeri iltihaplanmamakta ve göründüğü kadarıyla daha da çabuk iyileşmekteydiler. Tony yavaş yavaş iç hastalıklara da yönelmeye başladı. Bir kız çocuğu ağrıyan karnını açıp ona gösterdiğinde, bu genç oldukça utanmıştı. Bir ses ona, "Dokun ona ve dışarıya çıkart!", dedi. Kız, babası ve annesi hep birlikte, yüzü kızarmış olan Tony'e bakıyorlardı. Sonunda kızın karın bölgesindeki ağrıdığı söylenilen yere dokundu. Parmaklarının altında, hastanın bedeninde bir şeyler hareket eder gibiydi. "Bunu göbek deliğine doğru bastır ve it!" diyen bir ses duyuyordu içinde. Tony işaret parmağını, kızın bedeninin derisinin altında garip bir şeyi hissedinceye kadar hareket ettirdi ve bunu göbek deliğine doğru bastırarak it~irdi. Bu garip şey bir anda göbek deliğinden dışarıya çıkmıştı. Yumuşaktı ve hoş bir görünüme sahip değildi. Tony gözünü çekmek zorunda kaldı. Anne eline alarak bu "şeyi" iyice inceledi. Kız şaşırmış bir şekilde sadece, "Acılar gitti!" diyebildi. Fakat kızın babası Tony'nin. Kızının içindeki şeytanı çıkardığı görüşündeydi.Burada anlatılanlar Agpaoa'nın cerrahi yeteneği ile alakalı farklı bir ikinci gelişmeyi açığa çıkartıyordu. O, öyle görünüyor ki bedeni açmadan bedenin içinden bir şeyler çıkartabiliyordu fakat bu nesne doktorlar için hiçbir şey ifade etmiyordu. Burada soru şudur: Tıbbi açıdan bakıldığında, bu nesne ve burada olanlar, gerçekten nedir? Bu sorunu daha ilerleyen bölümlerde inceleyeceğiz. Burada söz konusu olan şey büyük bir ihtimalle tümör ya da entegre edilmiş spesifik insan dokuları değil, bilakis paranormal üretimlerdir. Tony, bu tür "iç hastalıklarda" bedenin içinde olan bir şeyin, onun dokunuşuna tepki verdiğini hissettiğini belirtmektedir. Söylediğine göre, hastanın bedeninde ürkütücü, garip, karanlık bulutlar ya da şekiller görmekte ve bunları bedenin içinde hareket ettirebilmekte, sonra da bedenin doğal deliklerinden ve sümüksü zarlarından dışarıya çıkartabilmektedir. Böylece bunlar garip, bilinmeyen özler olarak açığa çıkmaktadır. Patolojik açı-dan incelenecek olsaydı, mutlaka şu sonuca varılırdı: Bunlar insan dokuları değil! Burada söz konusu olan süreçler, büyük bir olasılıkla "materyalizasyon" ile alakalı parafenomenlerdir. "İç hastalıklar" ise henüz başlangıç safhasında, belki de klinik öncesi bir dervede olan hastalıklar olmalıdır. Bu fenomenler, Rus parapsikoloji araştırmacılarının keşfettiği varsayılan biyoplazma bedeni ile ilgili de olabilir. Ayrıca Agpaoa da hastanın "astral bedeni" ile çalıştığını belirtmektedir. Agpaoa cerrahisi ile alakalı üçüncü gelişme ise, daha sonraları ortaya çıktı. Tony bazı hastalarda, hastalık sebeplerini, karanlık bulutlar ya da şekiller olarak "gördüğü" hissine kapılıyordu. Ve bunlar onun isteklerine ya çok az ya da hiç olumlu cevap vermiyorlardı. Anlaşılan gerçekleştiremediği bazı "mucizeler" de vardı. Bedenin açık olan herhangi bir yerine doğru hareket ettirebildiği bazı yapılar görmekte, fakat bunlar tekrar eski yerlerine geri kaymaktaydılar ve genelde o, bunları bedenden dışarı "çıkartamarnaktaydı" . Agpaoa, buna benzer sorunu olan bir kadını, evine yollamaya karar verdi, yapacak bir şey yoktu. Ve kadına, "İçin sana acı veriyor, fakat acı beni dinlemiyor, ellerime cevap vermiyor!" dedi. Burada söz konusu olan büyük bir olasılıkla gerçekten de klinik açıdan sabit, gelişmiş'bir tümördü. Ancak kadın pes etmedi ve kendisinin gönderilmesine izin vermedi ve Agpaoa'nın yapabileceği her ne varsa uygulamasını belirtti. Sonuçta Agpaoa kadını bir kez daha incelemeye karar verdi ve böylece" Agpaoa tarzı tedavi" tarihinin efsaneleşecek bir örneği başlamış oldu. Tony hastalık sebebini, Filipinli bayan hastanın kahve rengi derisinin üstünde belirgin bir şekilde "görüyordu", fakat gördüğü kendini istenilen yere doğru yönl endirtmemekteydi. "Onu beden deliğine doğru yönlendiremiyorum. Bir cerrah

olsaydım bunu keser ve çıkartır atardım." Dişlerinin gıcırtısı arasında dalgın dalgın, parmağının ucuyla kadının bedeninin üstünde geziniyordu.İşte o an açılmış olan yarığın içinden et parçalarını görünce ödü koptu. Sanki bir bıçak ile bedeni yarmış ve içine girmişti. Kan çoktan akmaya başlamıştı. "Yarayı sol elinle açık tut ve sağ elinle bedenin içine gir", talimatları veren "Rehber"in sesini işitiyordu, "sonra karanlık yapıyı buna bağlı olan her şeyle birlikte dışarıya çıkar." Tony tümörü dışarıya çıkardı. Agpaoa o günlere kadar "tümör" kelimesini bile duymamıştı, elleri kan içindeydi ve yara kanamaya devam ediyordu. "Kanı durdur, yoksa kadını öldüreceksinl'', diye bir ses duydu, bu ses sanki beyninin arka tarafından geliyordu. Tony korku içinde kıvranıyordu. "Nasıl durduracağım bu kanı?" "Bedeni parmak ucunla açtın, şimdi ellerini üzerinde gezdirerek onu kapamayı dene!", dedi ses. Bu, Brezilyalı Hose Arigo'nun kullandığı teknikle aynıydı.Tonyavuç içinin düz tuttuğu yüzeyiyle hiç temas etmeden yaranın üzerinde gezindi. Etrafındakilerin gözleri onu takip ediyordu. Yara kapanmıştı, sadece bir miktar pıhtılaşmış kan ve küçük bir kan birikintisi geriye kalmıştı. Başka hiçbir yara izi yoktu.Tony, doğru talimatları kendisine verene teşekkür etmek istiyordu, fakat o görünmüyordu. Tony dışında hiç kimse onu duymamıştı. Bunun üzerine Tony "Rehber"ini kastederek: "Öyleyse bunu ben değil sen yaptın!" dedi. "İkimizden hiçbirisi, Antonio!" oldu cevap, "Tüm ellerin içinde olan el! Çünkü Tanrı her yerdedir!" "Fakat lütfen kansız ameliyat yapmamı sağla, kana tahammül edemiyorum! Onun görüntüsü ve kokusu midemi bulandıriyor", diyerek yalvardı Tony."Sadece sen değil, Antonio, diğerleri de! Fakat kansız hiç kimse inanmazdı. İyileştirilmiş olanlar bile! Fakat bir bakalım ne yapabiliriz, belki biraz daha az kan olabilir!" Böylece Tonyeğitiminin son aşamasını da tamamlamış oldu. Artık şifa çalışmaları için birçok yere seyahat ediyor ve hastaları iyileştiriyordu.Agpaoa'da gerçekleşen bu üç gelişim evresini az veya çok diğer Filipinli şifacılarda da görmekteyiz. Bunlar:

1. Evre: "Manyetik şifa". Bu Batı manyetizmacıları tarafın dan da gerçekleştirilen bir fenomendir. Batı akademik tıbbı tara fından telkinsel etkiler olarak görülmektedir. Buna benzer becerileri Rus Çar'nun saray sihirbazı Rasputin de gerçekleştirmişti. O da akan kanları durdurabiliyordu. Örneğin Çar'ın oğlu Alexey'in rahatsızlığından dolayı gerçekleşen öldürücü kanarnaları-nı her seferinde tedavi edebilmekteydi. Onun kanı her sağlıklı insan kanı gibi pıhtılaşma özelliğine sahip değildi, böylece en küçük yaralar bile ölümcül sonuçlar doğurabilmekteydi.

2. Evre: Şifacı, bazı iç hastalıklarıru, hastanın bedeninde "karanlık bulutlar" ya da "şekiller" olarak ·gördüğünü ve bunları, şekil ve katı özler olarak, elleriyle bedenin belli yerlerine doğru yönlendirebildiğini ve sonunda bunları, bedeni açmadan dışarıya çıkartabildiğini tespit etmektedir ..Bu becerilerin tıp yöntemleriyle herhangi bir benzerlik taşı-ma olasılığı şüphelidir. Burada olup bitenler, büyük bir olasılıkla "ince maddesel" beden yani biyoplazma ile ve ileride değineceğimiz materyalizasyon fenomeniyle ilgilidir.

3. Evre: Psişik cerrah bedeni açmakta, bir şeyleri ayrıştırıp yok etmekte ve bunun ardından bedeni yara izi bırakmadan kapatmaktadır, Tedavinin bu üç evresi ameliyatlarda birbirini takip edecek hatta birbirleriyle adeta kesişeceklerdir. Ayrıca birinci evrenden üçüncü evreye geçiş, psişik güçte belli bir ölçüde artışı gerektirmektedir. Böylece Tony Agpaoa, şehirden şehire ve köyden köye dolaşıyor ve hastaları iyileştiriyordu. Hasta bedeninin içinden, dışarıya çıkardığı şeyler, garip etimsi ipliğimsi nesnelerle birlikte aynı ölçüde garip ve farklı dokular taşıyordu. Gerçi bunlar dokuların büyük bir bölümüyle karşılaştırıldığında çeşitli farklılıklar sergiliyordu. Bu dokumsu nesnede sanki güçlü bir şekilde bir tür "kök" asılıydı. Bu garip doku şeklindeki nesneler, ne Batı tıp tarzı cerrahi

ameliyatlarda görülen ne de kasap dükkanlarında bulunan şeylere benziyordu. Ayrıca bunlar, Filipinler de gördüğümüz ilk ameliyatlarda dikkatimizi çekmeye başlamış ve bütün doktorları da şaşkına çevirmişti. Bu "kökler" birçok başka şifacıda da zaman zaman görülmektedir ve materyalizasyon ile ilgilidir. (bk. s. Tony çok geçmeden, bir noktaya oldukça dikkat etmesi gerektiğini anlamıştı. Hamile kadınları ameliyat etmemeliydi, çünkü bu durum, düşüğe sebebiyet vermekteydi. Dolayısıyla bu haber, evli olmayan hamile genç kadınları kendisine çekmekte ve katolik inancına sahip olan Agpaoa'yı bir kararsızlığa düşürmekteydi. Meditasyon yaparak "Rehber"inden gelen iç sesi dinledi. Ses onu uyarmaktaydı: "Bilerek düşüklere yol açma!" Eğer Tony gün boyu bir köyde ameliyat yapmışsa, iyileşen kişiler gelip ona teşekkür olarak hediyeler getirmekteydiler. Bazı fakirler ona taşırken kırılmaması için haşladıkları yumurtaları, başkaları kavun, daha zengin olan hastalar ise tavuk, domuz ve keçi hediye etmekteydiler.Agpaoa, bunların, metafizik ilkelere dayanan bir sebep-sonuç ilişkisinden dolayı, vericiye iyi etkiler sağladığına ve verilenin verene kat kat geriye döneceğine inanmaktadır: Hediyelerin durumunu paraya benzetiyordu; eğer ekonominin canlanması isteniyorsa, bunun elden ele dolaşması ve işlemesi gerektiğini düşünüyordu. Tony hediyelerin büyük bir bölümünü tekrar ihtiyacı olanlara hediye ettiğini ifade ediyor. Fakat sanılanın tersine bu da ona antipati kazandırmıştı, çünkü hediye verenlerin çoğu, bunları başkalarına hediye etmesine kızmaktaydı. Diğer bazıları da hiçbir şeyalmamasını söylemekteydiler. Sonuçta tüm bu karşı görüşlere karşı kendini savunmanın anlamsız olduğunu öğrenmiş ve böylece tüm suçlamaları sessizlikle karşılamıştı. Bir sahtekar olduğu iddiaları böylece yirmi senedir bazı insanlar tarafından söylenir dururmuş. sabırlıydı ve beklemeyi öğrenmişti. Kendinden emin bir şekilde, paranormal cerrahinin varlığı ile alakalı gerçeklerin zamanı geldiğinde ortaya çıkacağını belirtmekteydi. Bu fenomenlerinin her kesim tarafından kabul edilmeyişini günümüz maddeciliğinin tüm dünyaya yayılmış güçlü bir etkisi olarak görüyordu. Fakat o, ayrıca bu materyalist devrenin peşinden, genel bir ruhsallaşma çağı başlayacağına inanmaktadır ve Hristiyanlığın temel, esaslı hakikatlerinin yeni bir canlılık yaşayacağını belirtmektedir.? Tony Agpaoa şüphesiz ilerlemiş bir mistiktir ve onun bu inançlarının temeli Hristiyanlığa dayanmaktadır. Fakat bunlar, aynı ölçüde Hint ve Uzak Doğu öğretilerinde de temellerini bulmaktadır. Diğer taraftan bu bilgileri nereden aldığı da başka bir sorudur; çünkü o büyük bir ihtimalle çok az okumuş birisidir, ki bu gerçek, onun tüm bilgisini ve enformasyonlarını meditasyondan elde ettiğini desteklemektedir. Bu Uzak Doğu tefekkür tekniği, son zamanlarda Batıda da gitgide daha fazla ilgi çekmektedir. Bu, diğer konularla da bağ-lantılı olarak belirttiğimiz iddialarımızı destekler bir özelliktedir. İddiamız şudur: Meditasyonda bulunan kişilerin, bilinçaltının 'derin alanlarıyla bir bağ kurarak belli bazı enformasyon kaynaklarına ulaşabildiği ve bu deneyimlerden, şu ana kadarki yaşamsal tecrübelerle elde edemeyeceği tarzda tebliğler aldığıdır. Agpaoa her yıl, on altı gün süren bir oruç gerçekleştirmektedir, bunu yaparken sadece su içmek te ve de bir miktar bal yemektedir. Paskalya yortusundan önceki matem haftasında saatler süren dualarda bulunmakta ve mistik egzersizlerini, tamamen hareketsiz bir şekilde, ya kilisede tek başına ya da bazı di-ğer şifacı dostlarıyla birlikte dağlarda uygulamaktadır. Fakat buradan yola çıkarak Agpaoa'nın kendini bir kutsal adam olarak göstermek istediği sonucuna varılmamalıdır. Agpaoa sadece yüksek bir alemde değil, aynı zamanda bu dünyada da yaşayan bir insandır; o önündeki bu yaşamı, bir insan için mümkün olan her şeyiyle birlikte yaşamaktadır. Belki de onu diğer şifacılardan ayıran fark da budur. Ayrıca onun insani zaafları da vardır. Bedeninin kabul edebileceğinden çok daha fazla sigara içmektedir ki, bu sağlığını da ileride büyük bir ihtimalle olumsuz bir şekilde etkileyecektir. Az çok dengeli de olsa alkol içmeyi de sevmektedir, fakat gözlemlediğim kadarıyla bu onun paranormal yeteneklerini etkilemeyecek olsaydı eminim daha çok içerdi. Sonuçta Tony Agpaoa'nın örnek bir vatandaş olduğunu söyleyemem. Aşırı derecede bir canlılığa sahiptir bu, büyük bir olasılıkla onun psişik cerrahi yeteneğinin ön şartlarından biridir. O tam bir Filipinli' dir ve Güney Adalıların coşkusuna ve kanına sahiptir. Ayrıca bir Filipin şans oyunu olan Bingo oynamayı ve her türlü macerayı da sever. Onu, Batı medeniyetlerinin değer yargıları altında değerlendirmek, safça bir yanılgı olurdu. Ortalama bir Filipinli olarak, bir Avrupalı'dan tamamen farklı bir düşünsel alanda yaşamaktadır, dolayısıyla davranış biçimlerinin bir çoğu yanlış anlaşılmakta ve yanlış değerlendirilmektedir. Fakat o buna her şeyiyle alışıktır. Agpaoa 1966 yılında Manila'nın yakınlarındaki Quezon City' de, yaşamaktaydı. Amerikalı rst araştırmacısı Harold Sherman onu üç hafta boyunca ziyaret etti. Agpaoa'nın orada hangi şartlar altında çalışmak zorunda kaldığını Sherman bizlere anlatmaktadır. Caddeden gelen tarif edilmez derecede bir gürültünün ortasında, insanın kendi söylediğini işitemediği bir atmosferde, Filipinli bayanların getirdikleri çocukların bağrışmaları içinde, her gün sayısız tedavi ve ameliyat edilmek isteyen hastalar tarafından kuşatılmış bir şekilde yaşamaktaydı. Bu dur durak bilmez koşuşturmanın içinde bir insanın sinir sisteminin büyük bir çalışma azmine ve gücüne sahip olmasaydı yıkılır giderdi. İşte Agpaoa böyle bir curcunanın içinde hiç sakinliğini bozmadan ve her an yardıma hazır bir vericilik içinde çalışmaktaydı. Diğer taraftan, Agpaoa "kara büyü" yapmakta, kötü amaç ları için majik güçler kullanmaktadır deniyor. Uzak Doğu insanlarının canlı fantezisini tanıyan kişiler bunu pek ciddiye almayacaktır. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, Agpaoa yaşamında birçok kriz atlatmak zorunda kaldı ve büyük bir ihtimalle daha birçokları da onu beklemektedir. Onun fakir bir Filipinli çocuktan, adeta bir yıldız gibi dünyanın her yerinden hastaları kendine çeken aranır bir şifacıya yükselişi. her insanın başını döndürebilecek bir gelişmedir. .Buna bir de yıllardır kendisine karşı yürütülen saldırıları ekleyebiliriz. Örneğin sahtekarlık ile suçlanmıştır ki o, bunlara yanıt vermeyi uzun bir zaman önce bırakmıştır. Tüm bunlar ile onun bu söz konusu davranışları arasında elbette karşılıklı bir etkileşim vardır ve bu şu soruyu akla getirmektedir: Acaba Agpaoa amaçlarını tamamlayabilecek midir, yoksa o, insanı hayrete düşüren ruhsal dengesini bir gün kaybedecek midir? Birçok kişiyi düşündüren ve psişik cerrahi karşıtlarını en çok tahrik eden şey, Tony'nin şöhret ve üne olan eğilimidir. Fakat bu eğilim e sahip olmasaydı, bugün bu Filipinli cerrahtan büyük bir olasılıkla hiçbir Avrupalı'nın haberi bile olamayacaktı. Altmışlı yıllarda o, tüm marifetlerini Batı bilim adamlarımn önünde sergileme teklifinde bulunmuştu. Gözlemcilerin ilk reaksiyonunu önceden anlattık. Dr. Wanderman Agpaoa'nın ameliyatlarını "hile" olarak tammladı. Bu ameliyatlar, Harold Sherman ve birçok başka bilim adamı tarafından 1966 yılında resmen doğrulanmasına rağmen, American Medical Association-AMA tarafından hilebazlık olarak görüldü. Harold Sherman 1967 yılının Ekim ayında bir kere daha Filipinler'e seyahat etti. Uçuşu, Joseph Ruffner, Joe Plaza ve James Osberg isimli üç Amerikalı organize etmiş-lerdi. [oseph Ruffner'in ~ırt bölgesindeki ağır bir rahatsızlığı, Agpaoa tarafından bundan bir yıl önce ameliyat edilerek iyileştirilmişti. Şimdi tıbben iyileştirilmesi olanaksız görülen ya da oldukça ağır durumda olan yüz hasta, Agpaoa tarafından ameliyat edilecekti. Dolayısıyla tüm hastalarıyla ilgili tıbbi teşhisler ve raporlar mevcuttu, bunlardan faydalanılarak Agpaoa'run iyileştirdiği hastalık türleri tespit edilebilecekti. Harold Sherman'a eşlik eden bir de tanınmış bir Amerikalı iş adamı Bay F. J. Liddon vardı. Fakat Bay Liddon gruptan daha önce Filipinler'e uçmuştu ve Manila havaalanında uçağın inişini bekliyordu. Uçak 5 Ekim 1967 günü öğleden sonra iniş yaptı. Havaalanı gazetecilerle ve kameramanlarla doluydu. "Philippine Medical Association"ın resmi temsilcileri gelen doktorları "ağırlamak" için orada bulunuyorlardı ve Tony Agpaoa da, bundan çok kısa bir süre önce Manila'dan Baguio'ya yerleşmişti. Fakat daha önceden, Filipin polisinin kendisini hilekarlıktan dolayı tutuklamak için orada bulunduğunu öğrenmiş ve bundan dolayı tanınmamak için meraklı topluluğun arasına karışmıştı. Bunu takip eden olay örgüsü ise, bir polisiye filminde görülebilecek kovalama sahnesine dönüşüyordu. Anlaşılan polisler, Amerikalıları korumak bahanesiyle, hastaların tedavi edilmesini engellemek için emir almışlardı ki, bu

hastaların buraya kadar boşu boşuna zahmet ettikleri anlamına gelirdi. Agpaoa bu sefer otobüs değil, yirmi üç taksi ayarlamıştı. Hastalar taksilere yerleştirildi. Uzun uçuşları dolayısıyla yorulan ağır hastaların havaalanı içindeki yolculukları, Filipinler'in bunaltıcı sıcak havası altında çok zor bir duruma dönüşmüştü. Harold Sherrnan'm deyişiyle, hastaların bu hali polislere adeta meydan okur gibiydi. Hastaların Baguio'ya götürüldükleri tah-'min ediliyordu. Polisler takibe hazırdı, fakat taksiler bir anda, her biri bir başka yöne doğru harekete geçmişlerdi ve böylece kafaları karışmış olan takipçileri atlatmayı başarmışlardı. Şimdi hastalar dolambaçlı yollardan Baggio'ya değil, altmış kilometre uzakta ki Çin denizine bakan bir otele götürülmekteydiler. Fakat yolculuk, yaklaşan akşam karanlığında tehlikeli dağ yollarını tırmanarak devam ediyordu ve her şey atlatıldıktan ve tüm hastalar belirlenen yere sapa sağlam ve canlı bir şekilde vardıktan sonra Harold Sherman olup bitenleri bir "mucize" olarak tanımlıyordu. Sonuçta sığınılan yer her an bulunabileceğinden dolayı, hemen ameliyatlara başlandı.James Osberg, seyahat boyunca yapılacak olan ameliyatların gerçekleştirilmesi ve grubun emniyeti için kendini sorumlu görüyordu. Ayrıca, Amerikalı hastaların tedavi edilebilmesi için gerekli süreyi koparmak nedeniyle taraflar arasında "ateş kes" oluşturmaya çabalıyordu. "Philippine Medical Association"ın temsilcileri önünde kendisini test deneği olarak sunarken şifacı müdahalesini onun bedeninde gerçekleştirecekti ve böylece ameliyatların sahte mi gerçek mi olduğu anlaşılacaktı.Filipinli Dr. Padua, test deneklerinin Filipin Tabipler Topluluğu tarafından belirlenmesini talep etti. İki zorlu vakayı bizzat kendisi seçti. Birinde sorun olarak mesane taşı vardı ve diğerinin başında ise bir kurşun bulunuyordu. Herkes, Osberg'in bu kadar zor vakaları iyileştirmeye cesaret edebilecek bir şifacıyı bulup bulamayacağı konusunda bir merak içindeydi ve bu vakaların reddedileceği düşünülüyordu. Fakat verilen görevler, şaşkın şaşkın bakakalan resmi doktorların gözleri önünde anında kabul edildi. Bunun üzerine Filipin makamlarının resmi doktorları, şifacılar bu ameliyatları başarıyla tamamlasa bile, izinsiz ameliyat etmekten tutuklanacaklarını bildirdiler., Harold Sherman bu tavrı şöyle tanımladı: "Bu inanılmaz bir itiraftır, psişik cerrahinin gerçekliği kesin kanıtlarla bile delillerı-dirilecek olsa, resmi tıbbın otoriteleri bu yöntemlerin uygulanmasına yine de izin vermek istemeyecek ve bunları engelleyeceklerdir." Bilimsel açıdan oldukça ilginç bir fenomeni, kanuni ve bürokrasi imkanlarıyla geri adım attırmaya çalışmak, oldukça düşündürücü bir durumdur. Ameliyatlar, bu inanılmaz baskılar altında gerçekleştirildi. Sonunda otel polisler tarafından bulunduğunda, Agpaoa garson kılığına girip misafirlere servis yaptığı için tanınamamıştır. Bunun ardından ameliyatların büyük bir bölümü dağlarda ve başka çeşitli yerlerde gerçekleştiriimiş, hastalar gece yarısına kadar bu yerlere gizlice götürülüp getirilmiştir. Bu şartlar altında istenilen tüm iyileşmelerin sağlanamaması, elbette şaşılacak bir durum değildi. Bir haftayı bulan çalışmanın ardından Agpaoa tamamen yorgun düştü ve Sherman'a, bu özenle seçilmiş zorlu vakaların, her ne pahasına olursa olsun bir gece tedavisinde, sakin bir yerde ve sakinleştirici bir atmosferde, "manyetik şifa" yöntemiyle tamamlanması gerektiğini belirtti. Hastaların isimleri, uçuşun organizatörü tarafından Amerika'ya dönüldükten sonra bile gizli tutuldu, bunun amacı ortaya çıkabilecek bazı istenmeyen olayların önüne geçmekti. Fakat Sherman, hastalardan bazılarını bu seyahatten önce de tanıyordu. Onun verdiği bilgilere göre bu hastaların bir kısmında gerçek ve sürekliliğini koruyan iyileşmeler görülmüştür. Kıskanç rakiplerle, ön yargılı bilim adamlarıyla ve polisi e olan tüm bu istenilmeyen olayların, Agpaoa'nın davranışları üzerinde, tüm o dikkate değer otokontrol ve rahatlığa rağmen, etkiler oluşturmadığı sanılmasın. Fakat tüm bu olup bitenler, Agpaoa'nın rakipleri tarafından, zerre kadar psikolojik hassasiyeti içermeyen bir kararla, onun güvenilir olmadığına ve sahtekarlığına işaret eden gerçekler olarak değerlendirildi. Agpaoa'nın Baguio dışında bulunan evi, üç tarafı dağlarla çevrili bir ovadadır ve güney tarafı açık ve geniş bir manzara sunmaktadır. Burada havalar, kışın gün saatlerinde bile genelde sı-caktır. Buna rağmen, otel "Villa La Maja" da daha Filipinler e gelir gelmez yakalandığım bir nezle rahatsızlığının sonucu olan

hapşırığım durmak bilmiyor gitgide bir sinüs iltihaplanmasına doğru ilerliyordu.Yaklaşık yirmi sene önce bademciğimi aldırmam sonucu, yan etki olarak ağır bir sinüzit rahatsızlığı çekmekteydim. Ayrıca sık ve güçlü bir hapşırık sorunu da yaşamaktaydım. Yakalandığım bu sinüs iltihaplanması, hızlı bir şekilde krize yol açan ve sonra yi ne aynı şekilde üstesinden gelinebilen akut tarzda bir rahatsızlık değildi, aksine sinsice ortaya çıkan kronik bir rahatsızlıktı. Bunun yanında baş ağrılarıyla boğuşuyordum ve sürekli olarak hafif bir ateşim oluyordu, özellikle geceleri kısmen de gündüzleri kendimi halsiz ve keyifsiz hissediyordum. Bu zamanlarda hiçbir şey yapmak istemiyordum. Burnumu sildiğimde, sık sık iltihaplı ve kanlı artıklar çıkmaktaydı. Otelde bulunan Avrupalı bir doktora akupunktur tedavisi bile uygulatmıştım, fakat ne yazık ki bundan hiçbir olumlu sonuç elde edemedik. Agpaoa'nın babası Moises, birkaç gün boyunca burun deliklerimin ta dibine kadar kokusu mentole benzer bir merhem çubuğu soktu. Bu, her seferinde bir rahatlatma sağhyordu, fakat sonuçta sinüs iltihaplanmasını etkilemiyordu. Filipinler den ayrılmama az bir zaman kala, nihayet Agpaoa'ya, sinüsümü ameliyat yoluyla iyileştirip iyileştiremeyeceğini sordum. O da bana, bunu yapabileceğini ve bir sonraki gün ameliyat edebileceğini belirtti. Sonuçta bununla birlikte mide ve bağırsak bölgesinde de bir müdahalede gerçekleştirilmeliydi. Sanırım on üç yıl önce ağır bir mide ve oniki parmak bağırsağı sorunu yaşamıştım ve bu zamandan beri de bazı rahatsızlıklar çekmekteyim. Fakat bunlar dayanılmayacak kadar çok acı vermediğinden, Almanya' da bu rahatsızlıklardan dolayı ameliyat olmayı düşünmemiştim. Agpaoa'run cerrahi müdahalesinin sonucunda bir iyileşme beklemekteydim, fakat sinüs iltihaplanmasının tamamen iyileş-tirilebileceğine, doğrusu pek inanmıyordum. Çünkü gördüğüm ameliyatların büyük bir bölümünden edindiğini izlenimlerime göre, hastaların tam bir iyileşmeyle kalkıp gitmiş olabileceği inancına sahip değildim. Ameliyattan önce, bu sinüzit rahatsı lığıma ve acılarıma karşı, daha sonra Almanya' da gerçekten ne yapabileceğimi düşünmeye bile başlamıştım. Bunu özellikle Agpaoa'nın ameliyatlarının inanca bağlı iyileşme vakaları olduğunu söyleyenlere ve hastaların güçlü bir duygusal gerilim ile bir mucize beklentisi içinde Baguio'ya geldiklerinden dolayı psikojen şifanın tetiklendiğini iddia edenler için söylüyorum. Her ne kadar bazı hastalarda bu türden iyileşmeler söz konusu olsa da, bu bakış açısı genelleştirilemez. Ameliyatıma sakin bir şekilde kendimi verdim ve hiçbir "mucizevi şifa" beklentisinde de bulunmadım, fakat bununla birlikte müdahaleden dolayı en ufak bir korku bile duymadım. Çünkü gördüğüm ameliyatların hiçbirinde, hastaların acı hissettiğini ya da her hangi bir şeylerin "yanlış yürüdüğünü" gözlemlemiştim. Agpaoa tarafından ameliyat edilme isteğimin sebebi, aslında tamamen farklıydı. Bu kadar paranormal ameliyat gördükten sonra, bunu bir de kendi üzerimde deneyimlernek istedim. Bir diğer neden ise, film arşivimi genişletmekti; çünkü şu ana kadar hiçbir kafa ameliyatı çekmemiştim. Bir sonraki sabah Agpaoa ameliyat için geldiğinde, ışıkla ndırma konumunun ne kendi odamda ne de Tony'nin ameliyat odasında yeterli olmadığını tespit ettim. Birden aklıma, ameliyatı dışarı-da açık havada gerçekleştirme fikri geldi, fakat bu biraz garip kaçan düşüncemi açıkça söylemeye doğrusu cesaret edemiyordum. O an Agpaoa, benim ışıktan dolayı hoşnutsuzluğumu görünce, ışı-ğa işaret ederek: "O zaman ameliyatı bahçede yapalım!" dedi. Kamera ve ameliyat için gerekli tüm araç gereç anında hazırlandı. Bay G. filmi çekmeyi kabul etti. Bende bahçenin ortasında sandalyeye oturdu m, etrafım bir sürü yavru köpeklerle, tavuklarla ve horozlarla çevriliydi. Arka taraflardan da domuzların sesi geliyordu. Babası ameliyat alanına bir tas su, elinde bir havlu ve biraz da tampon getirdi. Fakat ben kendi getirdiğim havluyu boynumun altına yerleştirmiştim bile ve parlak güneş ışınlarından dolayı gözlerimi kapamış ve ameliyatı duyusal ve tüm diğer detaylarıyla tespit etmek için müdahaleye konsantre olmuştum. Beni odaklandığım şeyden alıkoyan tek bir düşünce vardı, o da Bay G. 'nin film makinasını hatasız kullanıp kullanamıyacağıydı. Başlangıçta Agpaoa'nın ellerinin diğer manyetik tedavi tarzlarında uygulandığı gibi avuç içleriyle yavaş bir şekilde şakaklarımın üzerinden geçtiğini hissettim. Bu, yarım ya da bir dakika civarında sürmüş olmalıydı. Sonra bir elinin iki parmak ucuyla alttan burnuma doğru bastırdı, bu arada diğer eliyle de alnıma ve burun kökünün bulunduğu kısma baskı uyguluyordu. Aniden güçlü bir burun kanaması başladı ve Tony bağırdı: "Ha de, ha de!" Ben de denileni aynen yaptım. Bunun üstüne burun kökünün baskı uygulandığı yerde bir tür yumuşama başlamıştı. Bu hissi daha başka nasıl tanımlayabileceğimi bilemiyorum. Şimdi tüm alın bölgem "yumuşamaya" başlamıştı. Bana öyle geliyordu ki, Agpaoa sanki ellerini çamurumsu bir unsura bastırıyordu. Tüm bunlar bana hiç acı vermiyordu ve rahatsız edici en ufak bir his uyandırmıyordu. Bunun yanında akan kanı hissediyordum, hatta bir keresinde boynumun içine kadar ulaş-tı. Bu kan ya da kana benzer sıvı aşağı yukarı beden ısısındaydı. Daha sonra çekilen filmi izleme fırsatı bulduğumda. gördüm ki, Agpaoa alın bölgesinde kanlı hiçbir müdahalede bulunmamıştı. Her şey burun kökünde olup bitmekteydi. Alnımdaki yumuşaklık hissi büyük bir ihtimalle, Agpaoa'nın daha sonra bana açıkladığı gibi sinüs bölgesinden gelen kan ve iltihabın, kendi "manyetik gücü" vasıtasıyla burun oyuğuna doğru çekilmesinden dolayı hissedilmekteydi.Asıl ameliyat yarım ya da bir dakika sürmüş olmalı, sonra bir havlunun yüzümü silişini hissettim ve bunun ardından daha önce o sözünü ettiğim mentol kokulu merhem çubuk burrıumdan içeriye sokuldu. Fakat bunun kalıcı bir faydası yoktu Bu tedaviyi yine Tony'nin babası yapmıştı. En son olarak da Tony, "manyetik" olarak başımı, alnımı ve şakaklarımı dokunmadan ovduktan sonra tedaviyi bitirdi. Baba Moises tası gösterdi, bunda kanlı, serbest bir parça, etimsi yüzen bir şey bulunuyordu. Sonradan öğrendi ği m gibi, bunu Tony hem de burun kökünden çıkarıp atmıştı. Yavaş yavaş, tamamen serbest ve rahat bir şekilde nefes alabildiğimi fark etmeye başlamıştım. Bu rahatlığın asıl sebebi, yıllardır hiç bu kadar rahat nefes alamadığımdan kaynaklanı-yordu. Sonradan anladım ki, rahatsızlığın getirdiği alışkanlıktan dolayı ve zamanla burun kanallarımda oluşmuş olan daralmalar sebebiyle, doğru bir nefes alışın nasıl olduğunu bile urıutmuştum. Bununla birlikte, sürekli ateşe dayanan üşüme hissi de kaybolmuştu ve ben kendimi her açıdan sağlıklı hissetmekteydim. Burnumu çok güçlü bir şekilde bile sümkürdüğümde, içinden sadece cam gibi parlak sümük dışında hiçbir şey çıkmamaktaydı. O günden bu yana, bu kitabın yazıldığı şu ana kadar iki yıl geçti ve ben şimdi, Agpaoa'nın söz konusu müdahalesine dair son kararı verme hakkına sahip olduğumu düşünüyorum. O zamandan beri sık sık zorlu hava şartlarına maruz

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp