Son On İki Yılın Yeni Açıları

Son On İki Yılın Yeni Açıları :

Son On İki Yılın Yeni Açıları

Filipinli şifacılar 1971 ve 1973 yıllarında Alman medyası tarafından sahtekarlıkla suçlanmalarına rağmen, Alman pratisyen Dr. Sigrun Seutemann çeşitli hasta grupları ile birlikte belli aralıklarda birkaç kez Filipinler' e, Agpaoa'ya gitmiştir. 1972 yılının Mayıs ayında Agpaoa tarafından tedavi edilen böyle bir grup içindeki bir hasta üzerinde sansasyonel bir iyileşme gerçekleşti. İsviçreli iş adamı Karl Dobesch aşırı dozda verilen bir kortizon sonucu altmışlı yıllarda felç olmuştu ve beş yıldır tekerlekli sandalyede bulunuyordu. Kortizonun veriliş sebebi hastanın bedeninin yarısından fazlasını kaplayan sedef hastalığı (Psoriasis) idi. Bu tedavi edilmeye çalışılırken, yanlış tedavi sonucu yeni bir hastalık ortaya çıktı. Bununla hiç kimseyi suçlamak istemiyoruz; çünkü insan bilgisi ve yapma gücü sınırlıdır ve hiç kimse yaptığı işten ve bunun sonuçlarından mutlak anlamda emin olamaz. Durum burada da farklı değildi. Dolayısıyla o zamanlarda aşırı dozda Kortizon verildiğinde, bunun sonuçlarının ne olduğu henüz bilinmediğinden, böyle bir yan etkiden ne yazık ki ancak bu şekilde haberdar olunmuştu. Sonuç, en ağır tipte bir kemik ve ekIem kıkırdağı (Chondropathia) erimesiydi ve tıbbi teşhis, hastanın iyileştirilemez olduğu görüşündeydi. Karl Dobesch üzerinde Tony Agpaoa tarafından gerçekleştirilen belirleyici cerrahi tedavi de Sigrun Seutemann ve diğerlerinin yanı sıra gözlemci olarak Dr. Naegeli Osjord da bulunmaktaydı. Dr. Naegeli Osjord daha sonra şunları aktarmıştır: "Agpaoa ilk iş olarak ameliyat masası üzerinde yatan hastanın omurgasına bir müdahalede bulundu, burada kaslar ve sinirler açık bir şekilde görünmekteydi. Sonuçta bağ dokusu benzeri şeyleri çekti çıkardı. Sonra, yan taraftan diz kapağına muda halelerde bulundu. Her şey dört ya da beş dakikadan fazla sürmedi, bunun ardından Tony odayı terk etti. Biz odada kalmaya devam ettik. Dobesch aniden ameliyat masasından kalktı, indi ve dimdik, kendi başına odada dolaşmaya başladı, sonra bana doğru yaklaştı ve boynuma sarılarak yüksek sesle haykırdı: 'Tekrar yürüyebiliyorum!' Orada bulunanlar o kadar şaşırmışlardı ki, hiç kimsenin ağzından tek bir kelime bile çıkmadı, sonra çok geçmeden bir çoğunun gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Dobesch, odadaki bu yürüyüşü sonrasi on dakika da yine tek başına merdivenlerden inilerek ulaşılan bahçede yürümeyi başardı. Yürüyüşünü elbette biraz duraksaya duraksaya gerçekleştiriyordu çünkü eklemlerinden sesler gelmekteydi, fakat o artık yürüyebiliyordu ... 1972 yılının Ekim ayında Dobesch dört saatlik bir dağ gezisi gerçekleştirdi. Ayrıca artık neredeyse tam güç çalışabiliyordu. Kortizon tedavisini zorunlu kılan sedef hastalığında da aynı ölçülerde gerileme tespit edildi." Dotorun aktardıkları bunlar. Şifaya ya da sansasyonel iyileşmeye akademik tıp tarafından bir açıklama getirilememektedir. Ayrıca röntgen çekimlerine bakılacak olursa, hasta eskiden olduğu gibi yürüyememeliydi. Ve işlevselliğini tamamen kaybetmiş olan eklemler, telkin ile tekrar işlevsel hale getirilemez. 1978 yılında bana hastanın durumunun iyi olduğu belirtilmiştir.Bu sansasyonel başarı birçok hastanın Agpaoa'ya akın etmesine yol açtı. Fakat hasta gezilerine yol açan asıl uluslararası sansasyon 1973 yılında gerçekleşti. 1972 yılının yazında Filipinler' de inanılmaz bir sel felaketi meydana gelmişti ve o zamanlarda Filipinler' deki politik durum tam anlamıyla belirsiz ve gerçek anlamda bir kaosa sürüklendiğinden. Ferdinand Marcos sıkıyönetim ilan etti. Normalde savaş durumlarında uygulanan bu yasa, adeta bir mucizeye yol açtı ve Filipinler'e turistlerin gelmeme sebebi olan adi suçlar, aniden neredeyse tamamen ortadan kalktı. Öyle ki Manila geceleri, Alman büyük şehirlerinin caddelerinden bile daha emin ve güvenilir oldu. Bunun bir sonucu olarak özellikle Japonya'dan ve Batı ülkelerinden de büyük bir turist seli gerçekleşti.Ayrıca 1973 yılı, şifacıların her açıdan değerlendirildiği iyi bir yıl oldu. Şifacılar birliğinin o zamanlarda yeni seçilmiş olan başkanı Joaquin Cunanan, yıllardır şifacılara karşı olumsuz yorumlarda bulunan Filipin medyasının, şifacılara ve onların inanılmaz becerilerine dair sayfalar dolusu yazı ve makaleler yazmasını sağladı. Bu, psişik şifacıların değerini insanların gözünde inanılmaz ölçülerde artırdı. 1973 yılının Eylül ayında Filipinler' de bulunduğum zamanlar, şifacıların adeta hasta akınına uğradıkları bir dönemdi.

Hastalar sadece yoksul kesimden değil, toplumun varlıklı kesiminden de gelmekteydiler. Fakat şifacılar, bu kadar hastayı karşılayacak kadar yeterli sayıda da değillerdi.Örneğin Juan Blance 1971 yılında günde belki beş ya da yedi hasta tedavi ederken, şimdi bu sayı dört yüzü aşmaktaydı. Ayrıca dış ülkelerden gelen hastaların sayılarında da büyük bir artış gözlemlendi. Bundan önce genelde sadece Agpaoa yabancı hastalar tarafından ziyaret edilirken, 1973 yılının yazında o güne kadar Lucy Agpaoa'nın seyahat bürosunda işçi olarak çalışan Doris Almeda, J. Cnnanan'ın desteğiyle "Christian Travel Center" seyahat bürosunu açtı. Bu büronun görevi, yurt dışından gelen hastalar ile şifacılar arasında köprü olmaktı ve büro halen daha bugün otel "Bayview rı aza" içinde bulunmaktadır. Joaquin Cunanan ve "Christian Travel Center" aracılığıyla başka birçok ilginç şifacıları tanıma fırsatı buldum. Bu arada bir doktorun gözetimi altında, şifacı Romy Bugarin tarafından gerçekleş-tirilen, Filipinli bir bayan doktorun sansasyonel bir karın altı bölgesi ameliyatı izledim. Bugarin burada, göründüğü kadarıyla iç organları doktorun görüşüne göre uterus (rahim) ve başka iç organlar açık bir şekilde dışarıya, yüzeye çıkarmakta ve karın yüzeyinin büyük bir bölümü zaman zaman demateryalize edilmiş gibi görünmekteydi. Ayrıca başka sansasyonel olan bir ameliyat da Manilalı şifacı Alex Orbito tarafından gerçekleştirilen göz ameliyatıydı. Marcelo Jainar da, o tarihte Baguio'da yaşamaktaydı. Bu şifacılar o zamanlarda psikokinezi yoluyla gözü, bulundukları göz yata-ğından dışarıya çıkarabilmekteydiler. Bu türde, benim gördü-ğüm ilk ameliyat, 1973 Eylül ayının bir gününde, öğle saatlerinde Manila' daki "Mabuhay" otelinde gerçekleştirildi. Burada benim dışımda, arkadaşım olan Avustralyalı bir veteriner de bulunmaktaydı. Kendisi o zamanlarda bir Avustralya üniversitesinde karşılaştırmalı olarak hayvan ve insan fizyolojisi üzerine bir dizi konferanslar vermekteydi. Hasta gözünün ağ tabakası üzerinde ortaya çıkan bir rahatsızlıktan dolayı buraya gelen Yunan asıllı bir Avusturalya vatandaşıydı. Şifacı biraz ıslattığı ve iplerini az çok birbirinden ayırdığı bir pamuğu hastanın gözünün üzerine yerleştirdi ki, bunun içinde kesinlikle hiçbir hayvan gözü ya da buna benzer herhangi başka bir şey yoktu. Bunun ardından şifacı transa geçti ve parmak uçlarını gözü kapatan pamuğun hafifçe yan tarafına tuttu. Bir sürelik hareketsizliğin ardından pamuğun altında bir şeyler kendi kendine toplanmaya başladı ve bu, hem de yavaş bir şekilde, ağır çekim hızında dışa-. rıya doğru hareket eder gibiydi. Şifacının parmakları bunu, sanki az çok yönlendiriyor gibi görünüyordu. Şimdi baş parmağı ve işaret ya da orta parmağıyla bunu tutuyor, pamuğu bastırarak kenara itiyordu. Bu işlemlerin ardından göz artık tamamen dışarıda ve görünür durumdaydı. Benim ilk düşüncem, bunun cam bir göz ile gerçekleştirilen hileden ibaret olabileceği üzerine yoğunlaştı, fakat bu düşüncemin yanlış olduğu ortaya çıktı. Kendi gözlerimizle ameliyat edilen organa on ila yirmi santimetre kadar yaklaştık. Bu bir insan gözüydü ve rengi ile birlikte göz, hastanın gözünün ta kendisiydi. İlginç olan bir başka konu da, bizim şifacıya karşı oluşturduğumuz yaklaşımlarımız ile ona engelleyici etkiler göndermiş olmamızdır. Dışarıya çıkarttığı gözü parmaklarının ucunda tuttu ve gözleri kapalı olarak yarım ya da bir dakika boyunca hareketsiz kaldı, böylece dışarıya çıkartılmış olan gözü yakından ve tüm detaylarıyla inceleyebilmemiz için, bizlere yeterince zaman kazandırmıştı. Şifacı tarafından gösterilen bu davranışın, bir sihirbaz davranışı ile örtüşen hiçbir yanı yoktur! Sonuç itibariyle şifacı, olağanüstü bir dikkatlilik içinde, parmak uçlarıyla göz üzerinden sümüksü bir öz ile az miktarda pıhtılaşmış kan uzaklaştırdı. Hasta tamamen sakin bir şekilde duruyor, hiçbir acı ya da korku belirtisi göstermiyordu fakat bilinci tamamen açıktı! Sonra nihayet gözün tekrar yerine yerleştirileceği an gelmişti. Bakışımı saniyenin binde biri kadar bir süre bile ne gözden ne de şifacının parmağından ayırmadım, tüm dikkatimle ameliyat yerine odaklandım ve hiçbir şeyi kaçırmamak için, gözümü bile kırpmadım. Ve şimdi göz, şifacının parmaklarından çok yavaşça ayrılıyor ve milim milim tekrar hastanın göz yuvasının içine yerleşiyordu, Göz sanki kendi zekasıyla, kendi gücüyle, kendi kendine hareket etmekteydi, bu esnada şifacının birbirinden açık tuttuğu parmakları arasında başka bir fenomen gerçekleşmekteydi.

Baş parmağı ile işaret parmağı arasında örümcek ağına benzer bir dericik kalmıştı, bunun parmaklara nasıl yapıştığı belli değildi. Fakat bu, göründüğü kadarıyla parmaktan çıkan bir şeydi. Şifacı trans halinden çıkıp normal haline dönünce, söz konusu deriyi çekti, parçaladı ve bunu yuvarlayarak geriye kalan parçayı atarmışcasına bir harekette bulundu. Bu dericik, büyük bir olasılıkla yüz yılımızın başlarında, bazı araştırmacıların "ektoplazma" olarak tanımladıkları nesne olmalıdır. Bu öyle görünüyor ki, şifacı tarafından materyalizasyon sırasında gözü etraftan gelebilecek enfeksiyonlardan korumak maksadıyla meydana getirilmiş olabilir. Bu ektoplazma oluşumu, en azından bazı evrelerde ışığa karşı, görünür tayfın özellikle güçlü enerji dalgalarına oldukça duyarlıdır. Belki de ameliyat sürecinin başlarında göz üzerine yerleştirilen pamuğun sebebi, ektoplazmayı gün ışığının etkilerinden korumaya yöneliktir. Bu garip nefes kadar ince, örümcek ağı dokusuna benzeyen dericik, bundan iki gün sonra gördüğüm Orbito'nun bir başka müdahalesinde bir kez daha tekrarlandı. Göz yerine oturtulduktan sonra, üstü bir sargı beziyle sarıldı. Orbito'nun sergilediği bu başarıları benimle birlikte izleyen veteriner, olup bitenden oldukça etkilenerek altı ay boyunca hayvanlar üzerinde göz cerrahı olarak çalışmış ve deneyler gerçekleştirmiştir.Terapi yöntemi açısından her ne kadar bir yorumda bulunulamazsa da şifacının, gözü yuvasından çıkardığı konusunda hiç şüphe yoktu ve bunu, her hangi başka bir araç gereç kullanmadan doğrudan parmaklarıyla dışarıya çıkarmıştı. Burada paranormal bir fenomenin söz konusu olduğu su götürmez bir gerçektir, büyük bir olasılıkla bu psikokinezidir. Çok az farklar olmakla birlikte, başka iyi şifacılar da yukarıda anlatılan süreçlere benzer başarılar sergilemişlerdir. Burada şunu vurgulamak isterim ki, bu gerçek paranormal fenomenlerin yanında, şüphe uyandırıcı göz ameliyatları da vardır. Bir filmde benzer' ancak şüphe uyandırıcı bir ameliyat gördüm ve bunun gerçekliği üzerine doğrusu kefil olamam.Fakat her şeye rağmen burada, benim psişik şifayla ilgili anlattıklarımı yanlış anlamaması için, okuyucuyu bir kez daha bir iki konuda uyarmak isterim. Daha önceden de belirttiğim gibi, burada sözü edilen ameliyatlar, Batı cerrahisi tarzında ameliyatlar değildir. Bazen benzerlikler taşımaktadırlar, bazen de hiç mi hiç benzer yanları yoktur. "Psişik cerrahi" ifadesi, hastalıkların tedavisi esnasında, içinde paranormal süreçler barındıran bir çeşitliliği kapsamasındandır. Bunlardan bazıları öyle müdahalelerdir ki, hastalık belirtileri Batı tıbbında görülen cerrahi müdahalelere benzer yöntemlerle yok edilmektedir. Yani hastalıklı doku, bazı durumlarda bedenden gerçekten de çıkartıp atılmaktadır. Fakat bunun dışında yine sık gözlemlenen öyle vakalar vardır ki,bunlarda hastanın bedeni üzerinde kana benzer sıvılar ve öncül dokular materyalize olur ve burada paranormal bir ilişki söz konusudur çünkü bu gibi durumlarda hastanın bedeni kesinlikle açılmamaktadır. Bununla birlikte bazı şifacılar, her ne kadar sansasyonel bulunsa da bedeni açabilme yeteneğine sahip gibi görünmekte, fakat diğer taraftan hasta dokuyu bedenden doğrudan çıkartarnamaktadır. Dolayısıyla bu şifacılar, beden yüzeyi üzerinde genelde kana benzer özler üretmektedirler. bu ise şüphecileri inandırmak bir tarafa onların şüphelerini daha da çok artırmaktadır ve buna rağmen şifa, hiç beklenmedik bir şekilde, yine de gerçekleşmektedir.Kısaca şunu ifade edebiliriz ki, "psişik cerrahi", tüm sansasyon el fenomenleriyle birlikte, genel olarak aslında tıp alanıyla ilgili bir konu olmaktan çok, parafizikçinin alanına gireli olağan dışı bir olaydır. Dolayısıyla bu fenomenlerin araştırmasıyla ilgilenen bilim adamlarının büyük bir çoğunluğu doktorlar değil, bilakis daha çok doğa bilimlerinde uzmanlaşmış olan bilim adamlarıdır. Bir doktorun bunların sahtekarlık olduğu yanılgısına düşerek ilk tespit ettiği şey, bu psişik ameliyatların "tıbbi ameliyatlar" olmadığıdır! Buna karşın tıp alanındaki bilgisizliğinden dolayı, tıp kaynaklı ön yargılardan uzak olan özgür doğa araştırmacısı, bu fenomenler üzerinde gerçekleştirdiği derin incelemeler ardından, genel olarak şu gerçeğe varmaktadır:

Bu psişik ameliyatlarda olup biten şeyler, bildiğimiz doğa yasaları altında sınıflandırılamamakla birlikte, bizleri yeni boyutlara ulaştıran bir kapıyı açmaktadır. Elbete bunları anlamayı ve kullanmayı öğrendikten sonra bu boyutlar için "fantastik" ifadesini kullanmak, asla bir abartı değildir.Ülke dışından gelen hastaların artışı sonucu şifacılar daha verimli çalışabilmeleri için dışarıdan epeyce destek aldılar. Ve Filipin şartlarına göre daha fazla paralara ulaşmaları da aynı ölçüde onların çalışmalarını artırmalarına yol açtı. Bu sebeple şifa güçlerinde bir düşüş başlayınca, artık bu durum sahtekarlıklar için, ciddi anlamda bir teşviğe dönüşmekteydi. 1974 yılında Manila'da bir İngiliz biyolog olan ünlü yazar Dr. Lyall Watson31S, 316, 317 ile birlikte gerçek psişik ameliyatların yanında, insanı hayrete düşüren sahte ameliyatları da gözlemledik. Bunlardan biri göründüğü kadarıyla kurumuş hayvan kanından oluşan bilyelerle çalışmaktaydı. Belirtildiğine göre önceleri samimi ve güvenilir bir şifacıymış, fakat kendisine taksitle bir araba satın almış. Anlaşılan her ay belli bir miktar para ödemek zorunda olması ve aşırı çalışması bir araya gelince bu olaylar psişik gücünü bloke etmiş, şimdi de sahtekarlıkla kendini ayakta tutmaya çalışıyormuş. Daha sonraları aldığım bir habere göre aynı şifacı kendini tekrar toparlayabilmiş ve eski günlerine dönebilmiş.Bu arada Filipinli şifacıların Filipin dışında güçlerini çok daha az sergileyebildikleri gerçeği 'de ilginçtir. Örneğin Juan Blance, 1974 yılında Almanya'da bulunduğu süre içinde, sadece iki hafta boyunca para normal tedaviler gerçekleştirebilmişti. Parafizik fenomenler başlarda aynı Manila'daki gibi güçlüydü, fakat daha sonra bunlar hızla zayıfladı ve üç hafta sonra şifacı ciddi bir kalp krizi ve tansiyon düşüklüğü yaşadı. Düşüş meydana gelmeden önce ilk olarak psikokinezi gücü kontrol dışına çıktı.Psikokinezi vasıtasıyla gerçekleştirilen kesikler, istenilen yerlerden çok farklı noktalarda gerçekleşmeye başladı. Örneğin kesik hastanın göğsünde oluşması gerekirken, o esnada hastanın ayaklarına masaj yapan asistanın elinde veya bazen şifacının kendi elinin sırtında bile meydana gelebilmekteydi. Yani burada küçük çapta bir "tekinsizlik" fenomeni söz konusuydu Şifacı günde yüz hastayı tedavi etmiş ve gücünü son damlasına kadar tüketmişti.Blance Almanya'ya, tıp okumamış fakat resmi olarak tedavi iznine sahip bir bayan Alman doktor tarafından davet edilmişti. Bu bayan Manila'da, Blance'ın eşliğinde aynı para normal çalışmaları gerçekleştirebilmekteydi, fakat Almanya'da bunu tek başına başaramamıştı. Bunların hepsi tabii ki bu fenomenlere şüpheyle yaklaşan kişilerin şüphelerini daha da artırmaktaydı! Bu arada Filipinli bir şifacının eşliğinde para normal ameliyatlar ya da şifa tedavileri gerçekleştiren ve Filipinli olmayan birçok insan tanıdım. Fakat bu tip ameliyatlar, şu ana kadar sadece Filipinler' de ve bir şifacının eşliğinde gerçekleştirilmiş, Filipin dışında başka bir yerde gerçekleştirilememiştir.Blance Frankfurt'ta birkaç gün boyunca ölüm kalım sava-şı verdi, her tür tıbbi yardımı reddetti ve aşağı yukarı bir hafta sonra kendini az çok toparlayınca, havaalanına götürülmeyi istedi ve asistanları ile birlikte Manila'ya döndü. Dört hafta sonra onu Manila'da ziyaret ettim. Hala daha çok bitkindi, yanlış yönlendirilmiş kesiklerin oluşturduğu yara izleri halen elinin sırtında bulunmaktaydı, fakat o yine de ameliyatlarına başlamıştı. 1974 yılının Ekim ayından 1975 yılının Mart ayına kadar, yarım yıl boyunca Filipinler' de bulundum. Amacım burada karşılaştığım fenomenleri en ince detaylarıyla, o ana' kadar olandan daha çok incelemekti. Böylece durmaksızın önüme çıkan sahtekarlık iddialarının temeline inebilecektim. Ayrıca, böyle şifacılar ve medyomlar çıkartan halkın zihin yapısını da daha yakından tanımak istiyordum. Turizm kanalıyla yavaş yavaş gelişmeye başlayan Batı etkisi hissedilmeye başlanmıştı bile. Fakat orjinal Filipin zihniyeti o zamanlarda daha henüz bugün olduğu gibi etkisini kaybetmemişti. Bu aylar boyunca kendimi, Batılı insanlarla temastan elimden geldiğince uzak tuttum. Sürekli olarak Filipinli insanlarla bir araya gelmeye çalıştım ve böylece Avrupalı olduğumu biraz olsun unutmaya çalıştım.Bu zaman zarfında tespit ettiğim bir şey oldu, düşünme ve hissetme tarzım değişmişti; rasyonel düşünce geri plana çekildi, Böylece, ruhsal merkezli konular hakkında bambaşka bir bakış açısına ulaştım ki, Filipin para normal fenomenlerinin tamamı buna dayanmaktadır.

Fakat ne yazık ki, bu kitabın kapsamı açısından bu konulara burada değinmek olanaksızdır.Bu zamanlarda Filipin şifacılarını on yedi yıldır inceleyen Manilalı klinik psikoloğu Dr. Hiram Ramos ile birlikte çalıştım.Ramos'un onlarla olan ilişkisi olabileceğinin en iyisiydi ve bu, Filipinli şifacıları başarılı bir şekilde inceleyebilmek ve de tanıyabilmek için en.önemli ön şartlardan biriydi. Şifacılar başkalarına güvenerek söyleyemeyecekleri şeyleri ona anlatırlardı, bununla birlikte test ameliyatları için Ramos'a ellerinden geldiği kadar yardımcı olurlardı. Başka araştırmacılarda kabul etmeyecekleri şartlar altında, onunla çalışmayı büyük bir zevkle kabul ederlerdi. Ramos, örneğin şifacı Bayan Josephine Sison'u işinin ortasında rahatsız edebilir ve kendi testi için gerekli kontrolleri gerçekleştirebilirdi ve şifacı buna hiç bozulmazdı. Her hafta sonu Ramos'un evinde buluşurduk, o da bana şifacıları ve ilginç yerleri gösterirdi, doğrusu ona birçok şey borçluyum. 1975 yılından sonra onu hiç göremedim, benim daha sonraki Manila ziyaretlerimde o Amerika'daydı ve ne yazık ki '1981 yılında Kaliforniya'da öldü.1975 yılının Mart ayında Filipinler'den ayrıldığımda benim için her şeyaçıktı ve Filipinler' de karşılaştığım paranormal ameliyatların gerçekliğine karşı üzerimde tek bir şüphe bile taşımı-yordum, bu işin içinde sahtekarların da olduğu gerçeğini bilerek, gerçek para normal müdahalelerin varlığını ortaya koymak için, hiç çekinmeden kendimi ateşe atardım. Fakat nerede bir mücevher görseniz, bilin ki bunu sahteleri de takip edecektir. Fakat orjinali her zaman sahtesinden önce ortaya çıkar. Şunu unutmamak gerekir ki, gerçek fenomenler sahtelerinden daha önce parapsikoloji araştırmalarında mevcuttu! Ayrıca şunu da anlamıştım ki, psişik fenomenlerin gerçekliğini herkese inandıramazdım. Ve böylece ruhsal tedaviye karşı yürütülen mücadele fakat bunun yerine daha başka bir tür sezgisel kavrayış geçti. Bu bana bazen oldukça mantıksız gelmekteydi, fakat sonuçta her zaman haklı çıkmaktaydı ve deneyim niteliği açısından rasyonel düşünceye dayalı yaşam tarzımdan çok daha doyurucu, yoğun,içerikli ve daha huzur vericiydi.Bu zaman içinde telepati ve benzeri para psikolojik deneyimlerimde bir artış oldu. günümüzde de sürüp gitmektedir. Gerçek bilgilere ulaşmak isteyen arayıcı kişiler, birbirine karışmış bilgilerle "gerçek bilgiler" arasında bir oraya bir buraya çekilip durmaktadır çünkü onlar, bu bilgilerin gerçek içeriği hakkında da karar verememektedirler.American Medical Association Filipinli şifacılara karşı sert bir mücadele yürütmektedir. 1975 yılının başlarında Amerika'da, bir cerrah ve yazar olan Dr. William A. Nolen'in bir kitabı yayınlandı: "Healing, A Doctor in Search of a Miracle"306. Bu, paranormal yolla gerçekleştirilen tüm şifa fenomenlerine karşı yazılmış bir kitaptır, fakat bu en başta elbette Filipinli şifacılara yöneltilmiş bir güç gösterisidir. Dr. Nolen 1973 yılında iki haftalığına Filipinler'de bulundu. Kendi Filipin gezisiyle ilgili anlatısına şu tonda başlıyor: " Filipinler'e seyahat etme düşüncesinden nefret ediyordum!" Gerçekten de kitabında sadece şifacılar değil Filipin halkı da kötü gösterilmektedir. Ülkenin haziran ayındaki sıcağından, Lowland'daki "bir buçuk dolarlık" sıcak suyu olmayan otelodalarına kadar şikayet edip durur. Hatta yine Lowland'da yemek yerken, onu rahatsız eden sinekleri bile unutmamıştır. Karayolu üzerinde gezinen ve arabaların durmasına sebep olan öküzler bile paylarına düşeni almaktaydılar! Baguio'ya varan dar, virajlı dağ yollarındaki seyahati bile, kendisinin tasvir ettiği gibi, ellerini arabanın sıcak koltuklarına geçirerek, nefesini tutarak ve gözlerini kapatarak, atlatabilmekteydi. Onun karşılaş-tığı bu olaylar aslında benim için her zaman yeni duygularla yüklü bir deneyimdi. Filipinlerle ve Uzak Doğu'nun o sevecen halkıyla ilgili yaptığı tasvirler genelde kırıcı ve çarpıtıcıydı. Şifacılarla ilgili yaptığı tasvirlerde verdiği yanlış veriler ve çarpıtmalar o kadar aşırıya vardırılmıştır ki, insan söz konusu kitaba ne yazık ki bilimsel gözle bakamamaktadır. Kişilerin isimlerini kısmen değiştirdiği için iddiaları, ancak büyük bir çaba sarf edildikten sonra, kısmen karşılaştırılabilmekte, fakat genelde hiç karşılaştırılamamaktadır. Kitabın daha en başından, okuyucuların Filipinli şifacıları ziyaret etmeleri bir tarafa, Filipinler' e bile seyahate çıkmamaları için yazılmış olduğu ve adeta korkutuldukları, o kadar barizdir ki ...

Bu amaca karşı ben bir taraf tutmak istemiyorum; çünkü tutucu akademik tıbbı huzura götüren tek yol olarak görmesi, her ne kadar onun bu kişisel fikrine katılmıyor olsam da, onun hakkıdır. Bununla birlikte başta Nolen'in fikrini adeta desteklemek istermişcesine Filip~nler'e olan hasta akını o kadar artmıştır ki bu, az sayıda gerçek iyi şifacının dışında, birçok şifacının kapasitesini aşmış ve böylece süreci kontrolsüzleştirmiş ve ortamı da buna müsait kılmıştır. Ülke dışındaki uyanık birçok iş adamı burada büyük bir fırsat görerek anında devreye girdiler, genelde ağır olan sayısız hastayı Filipinler' e naklettiler. Bu insanlara gerçek dışı vaadlerde bulundular, ayrıca bunun için şifacılardan randevu bile alınmamıştı, dolayısıyla tam kapasite çalışan şifacılar, onları tedavi bile edememekteydi. Eğer Dr. Nolen, Filipinler'e yönelen hasta akınını frenlerneyi kendine bir görev bilmişse, elbette bu durumda onun bu anlayışını saygıyla karşılarım. Fakat bu amaca ulaşmak için Filipin raporunu, bir romancının yazma özgürlüğüyle şekillendirme hakkına sahip değildir.Nolen'in bir başka temel yanılgılarından biri de altı bin ameliyat gerçekleştirmiş bir cerrah olarak, Filipinli şifacıların sahtekar olup olmadıklarını hakkıyla tespit edebilecek tek kişinin kendisi olduğunu düşünmesidir. Dr. Nolen Batı cerrahisinde uzmandır, Filipin ameliyatlarında açığa çıkan parafizik fenomenlerde ise asla değildir. Oysa burada söz konusu olan süreçler üzerine doğru bir karar verebilmenin asıl ön şartını, bu alan oluşturmaktadır. Dr. Nolen ise, bu alanla ilgili hiçbir bilgiye sahip değildir.Filipin şifa yöntemlerinin doğru değerlendirilmesi için gerekli olan diğer şartlar ise, ön yargısızlık, oldukça gelişmiş bir objektiflik ile birlikte kendi düşünce kalıplarının kontrol edilebilmesidir, böylece insanın kendi beklentilerine yenik düşmesi ihtimali ortadan kalkar. Ayrıca bir de hile olasılıklarını kaçırmayacak bir sihirbaz gözüne ihtiyaç vardır. Ve hepsinden önemli olan bir diğer özellik de daha önceden belirttiğimiz gibi olabildiğince sabırdır ve bununla birlikte dayanıklılık da unutulmamalıdır. Son olarak şifacılarla daha iyi bir temas kurabilmek için, uyum yeteneğiyle kişi ya da olaylara karşı bir duyarlılık geliştirmek gereklidir ve bunun için on dört günden daha fazla bir zamana ihtiyaç vardır. Tüm bu ön şartların Dr. Nolen'de yerine getirilmediğini, hem de klasik anlamda söyleyebiliriz. Filipinli şifacılar onu, bu sebepten dolayı hayal kırıklığına uğratmıştır ve tabii ki bu sonuç, hayal kırıklığına uğramak istemesi dolayısıyla aslında onu rahatlamıştır. Ayrıca Dr. Nolen bu araştırmalarının sonucunda, Filipinli şifacıların öyle ya da böyle gerçekten de olağanüstü fenomenler gerçekleştirebildiği sonucuna varsaydı kim bilir nasıl bir çıkmazın içinde olurdu. American Medical Association yıllardır bu görüşün yanında durmaktadır, yani burada söz konusu olan kesinlikle hile ve sahtekarlıktır. Sonuçta Dr. Nolen; David Oligani, Jose Mercado, Josephine Sison, Juanito Flores ve Placido Palitayan gibi şifacıları ziyaret ettikten sonra, Filipin şifa yöntemlerinin büyük bir sahtekarlıktan başka bir şey olmadığına karar vermektedir. Ve burada Dr. Nolen kendisinin sihirbazlar tarafından kolay bir şekilde kandırılabildiğini hatta zeki insanların bir şekilde sahtekarların hilelerine karşı kör olduğunu, on dört yaşındaki oğlunun bile onu bu tür el çabukluklarıyla kandırabildiğini ve hayrete düşürebildiğini belirtmiştir. Bunları söylerken tüm amacı okuyucusuna şunları söyletmektir: Bu şifacıların hilelerini Dr. Nolen bile anlayabiliyorsa, bunlar çok saçma ve aptalca hilelerle çalışmaktadırlar ve tedavi görmek için Filipinler'e seyahate giden hatta bu şifacıları bilimsel anlamda araştırmak isteyen insanlar da ne kadar basit düşünceli ve ne kadar körü körüne her şeye inanan insanlardır.Şimdi, on dört yaşındaki oğlunun sihirleri tarafından bile yanıltılabilen Dr. William Nolen, bakın görün ki bir anda Filipin "sihrinin" foyasını açığa çıkartan büyük kaşif olarak ortaya çıkmaktadır. 1975 yılında o, Amerikan televizyonunun ve partilerinin kutlanan yıldızıydı. Yukarıda, Dr. Nolen'in kitabı, ne yazık ki bana göre bir bilgi değeri taşımamaktadır, dememin nedenlerine bir göz atalım.

Dr. Nolen, kitabının bir bölümünü Manilalı bir doktora ayırmaktadır. Bu "elli, elli beş yaşlarında, Filipin asıllı, bir klinik psikolog olan Dr. Martinez'dir. Manilah doktorların bir çoğu ona, psikoanaliz maksadıyla hastalar göndermektedir ayrıca kadın rahatsızhklarında uzman olan doktorlar da rahat ve doğal bir doğumun gerçekleştirilmesi .için egzersizlere ihtiyaç duyan hamile kadınları ona göndermektedirler. Dr. Martinez aynı zamanda bir hipnoz uzmanıdır ve Filipinli şifacıları on beş yıldır incelemektedir." Bu ifadelerin ağırlığı, okuyucu üzerinde elbette ki büyük bir etkiye sahip olacaktır. Şimdi, söz konusu kitapta tarif edilen bir Dr. Martinez, ne Manila'da ne de tüm Filipinler'de mevcut değildir. Bu kişi olsa olsa, sıkça hatırlattığımız Dr. Hiram Ramos olabilir, ki 1973 yılında kendisi gerçekten de Dr. Nolen ile bir söyleşide de bulunmuştur. Dr. Ramos o zamanlarda Manila Üniversitesi'rıde psikoloji profesörü olarak hizmet vermekteydi. Filipin şifacıları ve paranormal fenomenler alanında dünyaca ünlü, en iyi araştırmacılardan biridir. Dolayısıyla Dr. Nolen'in Dr. Hiram Ramos ile bir söyleşide bulunması temelde sevindirici bir haberdir,fakat söyleşinin kitaba yansıyan kısımlarının, gerçeklerle örtüşüyor olması koşuluyla. 1975 yılının Mart ayında bir pazar günü Manila'da bulunan Subay Kulübünde Dr. Hiram Ramos ile buluştum ve onunla Dr. Nolen'in kitabı üzerine konuştuk. Bu sohbet kayda da alındı. Aşağıda Nolen'in kitabında ifade edilenler ile bu kayıttaki bazı ifadeleri birbiriyle karşılaştırmak istiyorum. Dr. Nolen kitabında Dr. Martinez Ramos'a şunları dedirtmektedir: Kan ve doku ile gerçekleştirilen bu sözde Filipin ameliyatları, yaşı oldukça ilerlemiş olan şifacı Eleuterio Terte'nin bundan otuz yıl önce ortaya çıkarttığı bir buluşudur. Terte, daha o zamanlarda bile, dua ve manyetik paslar ile hastaları tedavi etmiştir, fakat daha sonra uzman cerrahinin inandırıcı oluşu ve parmaklarla gerçekleştirilen ameliyatların psikosomatik başarı oranlarını artırabileceği gerekçesiyle, kanlı ameliyatları taklit etme düşüncesi aklına gelmiş. Terte yetenekli bir göz boyayıcıymış ve tavuk kanı, hayvan dokularıyla cerrahi müdahale izlenimi uyandırmış. Sonuçta daha sonra da Terte, pamuk ve kırmızı renk veren maddelere kadar yeteneğini geliştirmiş, bu boyayı betel fındıklarından üretmiş. Tüm şifacıların evinde betel fındıkları bulunmaktaymış. Bazı şifacılar hayvan kanı kullanmakta, bazıları da kan olmayan bir sıvıyı. Bu, pamuk içinde saklanmakta olan soda ile birleştirildiğinde kırmızı ya dönüşmekteymiş. Fakat bazı şifacıların özel yetenekleri varmış, örneğin Josephine'inki "bedenin içine pamuk yerleştirmek", ki bu da bir hileymiş! Tüm bu iddialara karşın Dr. Hiram Ramos şunları belirtmektedir: "Dr. Nolen'in kitabında bana aitmiş gibi gösterilen tüm bu iddialar bana ait değildir ve ben Terte'nin aklına, gerçek cerrahi müdahalelere benzer sahte ameliyatlar oluşturma fikri geldiğini, ya da buna benzer herhangi bir şeyi asla söylemedim. Ayrıca şunu söyleyebilirim ki, Terte o zamanlarda o ya da bu sebepten dolayı bir hileye başvurmak için hiçbir gerekçeye sahip de-ğildir. Onu bu yönde teşvik edebilecek hiçbir sebep yoktur.

Bununla birlikte Filipinler' de sahte ameliyatların var olduğundan elbette hiçbir şüphem yok, fakat bunlar da gerçek paranormal fenomenlerin ya da hasta tedavilerinin birer taklididirler. Tüm şifacıların evlerinde be tel fındıkları bulunması hiçbir şey karutlamaz; çünkü Lowland'lıların çoğunun evinde betel fındıkları bulabilirsiniz. Bunun dışında betel fındıkları ile kan renginin nasıl taklit edilebileceğini de doğrusu anlamış değilim!" Dr. Hiram Ramos sözlerine şöyle devam etmektedir: "Gerçek paranormal psişik müdahalelerin ve materyalizasyonların varlığı hakkında, temelde hiçbir şüphe söz konusu değildir. Son ra bu fenomenler büyük bir olasılıkla çok eskiden beri vardır. filipin' deki şifa ameliyatlarının tarihsel gerçekliğiyle ilgili yapılan araştırmalarda, Filipinler'in keşfedildiği zamanların diyalektlerinde öyle bazı sözcüklerle karşılaştık ki, bunlar İspanyolların daha o zamanlarda bile şifacılar ile karşılaştıklarını göstermektedir. Paranormal ameliyatlar büyük bir olasılıkla o zamanlarda da uygulanmaktaydı.Sonuçta bu, en azından Terte'nin bir buluşu değildir, ne tamamen yeni bir tarzda plasebo ameliyatı biçiminde bir psikosomatik tedavi yöntemi ne de tavuk bağırsaklarıyla ya da sahte baş parmağıyla söz konusu deri bölgesine baskı uygulamakta,bunu yaparken kesik, deri üzerinde çoktan açılmasına rağmen,o yine de havada parmağıyla harekette bulunmaktadır. Tabii bu yüzeysel bir inceleme altında yanıltıcı sonuçlara sebebiyet vermektedir. Belki de şifacı, söz konusu yarılma bazı vakalarda para normal yolla oluşturulamayınca, kesiği oluşturabilmek için,mekanik seçeneklere başvurmaktadır. Ben bu iddiaya ne katılırım ne de bunun tersini iddia ederim. Fakat Dr. Nolen tarafından benim ifadelerim olduğu söylenen bu sözler kesinlikle benim ağzımdan çıkmadı!"Medyamsal ve parafizik fenomen alanlarında deneyimi ve bilgisi olmayan, bununla birlikte bunlara karşı tarafsız yaklaşamayan ve tarafsız olmaya da hazır olamayan bir doktor, burada gün ışığına çıkartılacak olan yeni bir şeyi, hatta bugüne kadar kendi deneyim alanında hiç karşılaşmadığı ve yeni öğreneceği bir şeyi, elbette tamamen yanlış yorumlayacaktır.Ne yazık ki, Dr. Hiram Ramos ile yaptığım söyleşi göster mektedir ki, Dr. Nolen'in kendi kitabındaki bu yanlış tespitleri ve yorumları, sadece onun paranormal süreçlerle ilgili bilgisizliği ile açıklanabilir değildir. Dolayısıyla gerçeği arama sürecinde Nolen'in kitabında gösterilen yüzeysel tutum göz önünde bu lundurulduğunda artık ne denilebilir ki? Yoksa Nolen Filipin şifacılarına karşı iş bitirici şahitler olarak son beş hastanın vakasını mı öne sürmektedir? Bunlardan biri kendisinin öne sürdüğü şekliyle Amerikalı Neal Cook vakasıdır.Amerikalı Donald Westerbeke ile 1973 yılının Ocak ayında Manila'da tanıştım. Westerbeke 1972 yılında bir gözünün iyi görmediğini tespit etmişti. Bu rahatsızlığın ve ayrıca sık sık idrar gelmesinin yani diabet teşhisinin sebebi, bir Amerikan kliniğinde haftalarca süren bir araştırma ve inceleme sonrası, hipofiz tümörüne dayandırıldı. Hipofiz bir iç salgı bezidir ve bu kafatasının derinliklerinde bulunmaktadır. 332kan ile gerçekleştirilen bir ameliyattan ibaret değildir. Gerçek paranormal fenomen onun çalışmalarında da söz konusuydu, en azından işin başında bu böyleydi!"Dr. Ramos, Nolen'in kitabında okuyucuya kendisinin adeta Nolen'in fikirlerini paylaştığı izleniminin verilmesine kesinlikle karşı çıkmaktadır ve Blance'ın ve Oligani'nin psikokinetik kesimlerinin hile olduğunu asla belirtmediğini söylemektedir. Nolen, Martinez yani Ramos'a ayrıca şunları söylettirmektedir: " ... Blance ve Oligani, her ikisi de bu bedendeki kesikleri uzaktan gerçekleştirmektedirler. Hile başta ince bir tırnak kesiği oluşturmaktan ibaret, bu daha sonra yoğurulduğunda ve masaj yapıldı-ğında daha çok belirginleşmektedir!" Dr. Hiram Ramos bunlarla ilgili şunları söylemektedir:"Derinin uzaktan açılabilmesi fenomeni su götürmez bir gerçektir. Gerçekten de kesik, bazen parmak daha havaya kalkmadan gerçekleşmektedir. Bu iki şifacının çalıştığı bu enerji her ne olursa olsun, her zaman sabit değildir. Bazen şifacı yeterince psişik güce sahip olduğunda hiçbir zorlukla karşılaşmadan bunu uzaktan gerçekleştirebilmektedir. Blance bunu sert ve disiplinli test kuralları uygulayan bilim adamlarının önünde gerçekleştirmiştir. Psişik gücü azaldığında ya da başka güç emici etkenler sürece karışınca, şifacı hastanın derisine doğrudan dokunmak zorunda kalmaktadır. Bu durumda genelde sol elinin Şimdi bu tümör, görme sinirine baskı yapmaktaydı ve diabet sorunu da bu hipofiz tümörü tarafından oluşturulmuştu.Çünkü pankreas, endokrin işlevleri açısından hipofiz hormonu tarafından yönetilmektedir. Ameliyat kaçınılmazdı, tarih olarak 19 Temmuz 1972 belirlendi, sekiz ya da on saat kadar sürecekti. D. Westerbeke'nin kızı, ameliyat gününden kısa bir süre önce, eve arkadaşlarını getirmişti. Bunlar, Filipinli sözde ameliyatçılar üzerine bir film izlemek için toplanmışlardı ve Westerbeke, Tony Agpaoa ismini burada ilk kez işitmekteydi. Derler ki insanlar ümitsizliğe kapıldıklarında yılana bile sarılırlar evet, hasta insanlar için bu söz daha da çok geçerlidir. Westerbeke telefona sarıldı ve kendini Baguio'ya bağlattırdı, oradan da Agpaoa'nın telefon numarasına ulaştı. Sonra Agpaoa'yı aradı ve Lucy Agpaoa'dan Tony Agpaoa'nın Manila'da olduğunu ve daha önce beyin tümörü üzerinde de çalışmış olduğunu öğrendi.

Westerbeke San Fransisko'da 19 Temmuz için belirlenmiş olan ameliyatı ertelettirdi ve ani bir kararla Honolulu üzerinden Manilaya uçtu. Orada kendini, 1972 yılının yaz aylarında Filipinlerdeki büyük sel feleketini oluşturan bulutların getirdiği yağmurun içinde buldu. Westerbeke'nin Agpaoa'yı sular altındaki Manila'nın neresinde bulacağıyla ilgili hiçbir fikri yoktu. Nihayet onu kendisinin sığınmak zorunda kaldığı "Filipinas" otelinde buldu. Agpaoa tarafından yapılan ilk müdahaleler ya da ameliyatlar 20 Temmuz 1972 yılında, bu otelin odalarından birinde gerçekleştirildi. Birkaç gün sonra bunu bir başka ameliyat takip etti. Ben Westerbeke'yi Manila'da 1973 yılının Şubat ayında tanı-dığımda -o zamanlarda işi gereği orada bulunuyordu- bana, kendisinin çok iyi olduğunu, gözünün tekrar eskisi gibi sağlıklı olduğunu belirtti ve diabet sorunu tamamen ortadan kalkmıştı. Bundan iki yıl sonra ben Manila'da Dr. Nolen'in kitabını okuduğumda, Neal Cook'un hikayesiyle karşılaştım. Westerbeke vakasıyla olan benzerlik anında gözüme çarptı. Kitaptaki öyküde D. Westerbeke'nin geliri ikiye katlanmış ve çocuklarının sayısı da yarıya inmişti ve başka küçük değişimler de vardı. Fakat ben Westerbeke'nin 1972 yılında hazırladığı ve kopyalarını çoğaltıp dağıttığı deneyim raporu ile Nolen'in kitabında bulduklarımı bir kez daha karşılaştırdığımda, Westerbeke ile Neal Cook'un aynı kişiler olduğundan artık hiçbir şüphe duymadım. Bunun üzerine Nolen'in kitabında, söz konusu hastanın durumunun Agpaoa'nın müdahalesinden Sonra hiç değişmediğini ve tümörün büyümeye devam ettiğini ve Westerbeke'nin doktorlarının tüm itirazına rağmen ikinci kez Filipinler'e Agpaoa'ya uçtuğuna dair, neredeyse yarısı yalan olan öyküyü bir kez daha okuyunca bir kat daha fazla sarsıldım. Nolen'in belirttiklerine göre, Agpaoa tarafından 1500 dolara gerçekleştirilen "ameliyat" ilki kadar gereksizdi ve nihayet 1973 yılının Kasım ayında bu inatçı, ders almaz hasta Amerika'da yine de bir beyin ameliyatı geçirmek zorunda kalmıştı. Neal Cook şimdi sağlıklıydı, tümör araştırmaları için büyük bir bağışta bulunmuştu ve Filipin sözcüğünü artık ağzına bile almamaktaydı. Nolen, Neal Cook'un yaşamını, Filipinli sahtekarların foyasını açığa çıkarmış, ileri derecede zeki ve deneyimli bir insanın öyküsü olarak anlatmaktadır.Ben, doğrusunu söylemek gerekirse oldukça şoka uğramış ve Westerbeke'nin adresine nasıl ulaşacağımı kara kara düşünmeye başlamıştım. Manilalı arkadaşlardan Westerbeke'nin Manila'da olduğunu duyunca rahatlamıştım. Bir gün sonra onunla "Philippine Society for Psychical Research" da buluştum. Orada o, Dr. Antonio Areneta ve Filipinli Dr. Lava, bir Kirlian aracının yardımıyla şifacılar üzerinde araştırmalarda bulunmaktaydılar.Selamlaşmanın hemen ardından ilk iş olarak Westerbeke'nin alnını ve başını inceledim. Saçları iki yıl önceye nazaran biraz beyazlamıştı, fakat beyin ameliyatına işaret eden bir yara izine ben ne kadar aradıysam da rastlayamadım. Westerbeke Agpaoa tarafından hipofiz bezi tümörü ameliyatı gerçekleştirilen tek vaka olduğunu iddia etti ve bu tedavinin ardından 1972 yılının Temmuz ayından sonra ne Agpaoa ne de herhangi bir Batılı cerrah tarafından ameliyat edilmediğini belirtti. Westerbeke aydın görüşlü ve eleştirel akla sahip bir insandır, gerçek dışı her tür cezbedici haller ona çok uzak kalan şeylerdir ve Agpaoa tarafından gerçekleştirilen bu ameliyatın başarısının sonsuza dek sürebileceği gibi süremeyebileceğinin de tamamen farkındadır, hiçbir şekilde bir garanti söz konusu değildir. Daha o zamanlarda Agpaoa kendisine, belli olmaz belki de ileride bir ameliyat daha gerekli olabilir, demişti. Westerbeke de bu olasılığı göz ardı etmemekte, hatta geleneksel cerrahi tarafından gerçekleştirilebilecek bir ameliyatı bile olası görmekteydi. Ancak ameliyattan iki buçuk yıl sonra, 1975 yılının Şubat ayına kadar bunun için halen daha bir sebep oluşmamıştır. Tümör Agpaoa'nın tedavisi sonucu tamamen yok edilememiş fakat küçültülebilmişti.Ayrıca Westerbeke bana şunları da ifade etmiştir; Dr. Nolen Filipin gezisine çıkmadan önce Westerbeke'den Filipinler, Agpaoa ameliyatı ve kendi hastalık öyküsü hakkında genel bir bilgi toplamış ve sekiz gün de Westerbeke'nin köyevinde misafir olarak kalmış. Yani kitabında gerçek bir hasta öyküsünü anlatabilmek için gerekli olan tüm bilgilere ulaşmış.

Dolayısıyla Nolen'in kitabı hakkında D. Westerbeke bana şunları söyledi: "William'ın hakikati bu kadar hafife almasına, doğrusu ben bir anlam veremiyorum!" Dr. Nolen'in "sanatsal özgürlüğünü" bir parça detaylandırdıktan sonra, onun kitabında aktarılan bilgilere inanıp inarımama hususunda herkesin bizzat kendisinin karar vermesi gerektiğini düşünüyorum. Fakat gerçek şu ki, Nolen'in kitabında yazı-lanlar, çoğu okur tarafından ciddiye alınır bilgiler olarak görülmüştür. Brezilyalı Prof. Dr. Oscar Quevedo, kendini bir parapsikolog olarak tanımlamaktadır ve hatta bir parapsikoloji vakfı kurucusudur. Filipinli şifacılara karşı yazdığı kitabında Nolen'i baş şahit olarak öne sürmüş ve Filipinli şifacıların tümünü sahtekarlıkla itham etmiştir ve para psikolojik tıbbın tamamını bir yanılgı olarak göstermiştir. 1975 yılının Şubat ayında George W. Meek ve Amerikalı bir sahne sihirbazı olan D. H. ile birlikte Filipin'in Lowland bölgesinde şifacıları gözlemlemek için yola koyulduk. D. H. Filipinli şifacıların sahtekar olduklarından emindi ve hatta o zamanlarda sık sık adı geçen Sovyet psikokinezi uzmanı Nina Kulagina ile birlikte diğer tüm metal bükücülerin yeteneklerini de aynı gruba koyuyordu.ilk olarak Blance'daydık, orada o gün az bir şey görebildik. Buna rağmen D. H. daha sonra bana, Blance "öyle ya da böyle sihirbaz araç ve gereçleriyle" çalışmaktadır, hileli bir baş parmak ya da bunun gibi bir şey, dedi. Bunun ardından şifacı N. T.'ye gittik, o günlerde kendini popüler bir durumda tutmak için o, gerçekten bazı hafif hileler kullanmaktaydı. Bunun ardından nihayet şifacı Josephine Sison'a ve Juanito Flores'e vardık. Juanito'da sadece manyetik iğne ya da aşı denilen fenomen ile karşı karşıyaydık, D. H. bunlara da aynı tavrı gösterdi. Şifacı D. H.'nın arkasındaydı, dolayısıyla şifacıyı görememekteydi. Daha sonra George W. Meek bana, Juanito'nun sihir uzmanının bedenine eliyle değmediğini açık bir şekilde gördüğünü söyledi, buna rağmen D. H. daha sonra, şifacının kıyafetlerinin arasından tırnaklarıyla kendisine dokunduğunu iddia etti.Sonra şifacı D. H.'ye ciddi bir kalp rahatsızlığının gelişmekte olduğunu ve bu tür bir rahatsızlıktan dolayı Romy Bugarin'e gitmesi gerektiğini belirttiğinde. D. H. bize, çok kısa bir süre önce genel bir kontrolden geçtiğini ve sağlığında hiçbir sorun olmadığını ve özellikle de kalbinin tıkır tıkır işlediğini belirtti. Birkaç yıl sonra George W. Meek beni Almanya'da ziyaret etmişti ve bir ara bana D. H.'dan söz etti ve kalp aort'u (büyük atardamar) rahatsızlığı dolayısıyla bir süre yoğun bakırnda yatmak zorunda kaldığını aktardı. Meek, Flores'in gerçekleştirdiği teşhisi çok az hatırlamaktaydı, D. H. ise büyük bir olasılıkla hiç hatırlamayacaktı. Josephine Sison'da ise, D. H. iki saat boyunca olası en yakın mesafede bulunmaktay?ı ve şifacının birbiri ardına gelen seri müdahalelerinin her birini tüm detaylarına kadar gözlemlemekteydi, bu ameliyatlar esnasında büyük miktarlarda kana benzer sıvı akmakta ve doku üretilmekteydi.Daha sonra arabayla Baguio'ya doğru yolculuğumuzu sürdürürken D. H. eliyle sağ baldırına vurdu ve şaşkın bir yüz ifadesi ile şöyle dedi: "Kahretsin, gerçekten çok kurnaz ve becerikli bir kadın, her Amerikalı uzman sihirbaz ondan ders alabilir ...Fakat kullandığı hileyi muhakkak bulacağım!" Burada bir şeyi vurgulamak istiyorum. Bu rahat, içten ve derin bir dinselliğe sahip olan, fakat kendi anlayışı içinde belirli bir tutarlılığı olan Josephine'i kurnaz ve her Amerikalı uzman sihirbaza ders verebilecek beceriye sahip bir sihirbaz olarak tanımlayan kişi, kesinlikle ne insanları tanımaktadır, ne de insan psikolojisinden haberi vardır. Şunu kesinlikle söyleyebilirim ki, bu kişi en azından sade, pek de medeni sayılamayacak bir ortamda yaşayan bir Filipinlinin yerine kendini hiç mi hiç koyamamaktadır. Birkaç gün sonra tekrar Josephine'deydik ve D. H. iki gündür aradığı "hilesini" şimdi bulmuştu. Manila'ya döndüktensonra Josephine tarzında karın üzerinde bir ameliyatı, kendi versiyonunda sergilemekteydi. Şahitler olarak Dr. Hiram Ramos ve onun bayan asistanı Maya ile George W. Meek orada bulunmaktaydı.Ben kendi yatağımın üstünde bulunuyordum, karın bölgem açıktı. Sihirbaz yatağın yanında bulunan su dolu bir kabın içine ellerini soktu ve buradan hafifçe içe doğru kıvrılmış ellerle karnıma doğru ilerledi.

Bu arada büyük elleriyle çanaktan epey bir miktar suyu da birlikte getirmişti, dolayısıyla karnımın üstünde bir su birikintisi oluştu ve o da hiç gecikmeden bunun içinde masaja başlamıştı. Ardından bir kızıllık oluştu bunu, büyük bir olası-lıkla parmakları arasında sakladığı renk veren küçük yuvarlaktır madde ile gerçekleştirmişti. Onun [osephine'de gördükleri bundan ibaretti! Josephine'in gerçekleştirdiği yüzlerce ameliyatı gözlemleyen Dr. Ramos ve ben, böyle düşünmüyorduk. Josephine 1974 yılından beri pamuk ile çalışmamaktaydı. Birbiri ardına sıralanan ameliyatlar arasında gerçekten de ellerini, masanın yanındaki bir sandalye üzerinde duran bir çanak içinde yıkamaktadır, fakat biraz önce tasvir ettiğimiz taklidin tersine, hastaya dokunmadan önce ellerindeki suyu silkelemekte ve buna rağmen büyük miktarlarda kan benzeri bir sıvı akmaya başlamaktadır. George W. Meek bir keresinde, ben de yanlarındayken Josephine'e, elleri kuruyken bu ameliyatı gerçekleştirip gerçekleştiremeyeceğini sormuştu. Bunun üzerine Josephine ellerini yıkadıktan sonra bir havluyla kuruladı ve ardından hastaya dokundu ardından gelenler bildiğimiz şeylerdi. Bununla birlikte ilk ameliyatına her sabah kuru ellerle başlamaktadır. Bu vakalarda da büyük miktarda sıvı açığa çıkmaktadır.Hile uzmanlarının belirttiklerine göre Josephine'in ameliyatlarında şifacı genelde kısa kollu giyindiği için ve elleriyle asla şüphe uyandıracak hareketlerde bulunmadığından dolayı üretilen doku parçaları kenarı aşağıya doğru eğimli olan su kasesinde saklıymış. 1975 yılının Mart ayında Filipinler'den ayrılmadan önce bir taksi kiraladıİn ve Dr. Ramos ile birlikte Manila'nın yüz seksen kilometre kuzeyinde olan Barrio Barngobong'daki Villiasis bölgesine, [osephine Sison'a gittik. Masanın arkasında, doğrudan şifacının yanında durdum. Gerçekten de ameliyat arasında su kasesinin kenarında sol elini dinlendirrnekteydi. Bunun ardından eliyle hızlı bir şekilde hastanın karnına doğru hareket edince, ben de neredeyse sol elinde büyük bir doku parçasını sakladığı fikrine kapılacaktım. Bu esnada [osephine'in kocası, kilisenin kapısından ona doğru seslendi ve dolayısıyla işine devam edemedi. Fakat elleri hastanın karnının üzerindeydi ve Dr. Ramos ile ben şimdi ellerini tüm detaylarıyla iyice gözlemleyebilmekteydim. Her yönden, açılmış olan parmakların arasını, üstünü, altını her yerini görebilmekteydik ve hiçbir şey yoktu. Birkaç saniye içinde kendini tekrar topladı, ellerini hastanın karnından çekmeden işine koyuldu ve para normal süreç şimdi alışıldık şekliyle devam etmekte, çok miktarda kana benzer sıvı akmaktaydı. Eğer Josephine tam da o anda durdurulmasaydı, belki ben de burada "kesinlikle bir sahtekarlığın döndüğünü" düşünüyor olacaktım.Ameliyatlarını genelde oturarak gerçekleştiren Josephine, bir hasta üzerinde göz ameliyatı gerçekleştiriyordu. Bu kez hastanın başına erişebilmek için ayağa kalkmıştı, ben de böylece şifacının ameliyatlar arasında içinde elini yıkadığı su tasını gizlice inceleme fırsatı buldum. Bu arada tüm dikkatimle ameliyatı izliyordum, şifacıya belli etmeden elimi en azından yarısında gezdirdim, içinde hiçbir şey yoktu! Tas, kenarı ile birlikte tamamen kuruydu ki, orada bir tavuk ciğeri ya da buna benzer bir şey olsaydı onu hemen anlardım. Gerçekten de insan neyi görmek istiyorsa, onu görmektedir. Bir hilebaz küçük bir yuvarlak madde ile ya da hastanın bedeni üzerinde hayvan kanı ve ıslak pamuk ile bir sıvı birikintisi oluşturabiliyor bile olsa mucizelere inanan birisi burada, "oldukça büyük bir kesikle açılmış bir beden" görüyor. Sihirbaz ve şüphecinin önünde cereyan eden gerçek bir fenomen bile olsa onlar için burada söz konusu olan, daha başından kesinlikle. bu birledir ve o, sonuçta burada hile hipotezi için gerekli olan sebeplerini öyle ya da böyle bulacaktır. D. H. Filipinler'den ayrılmadan önce, onunla yaptığım görüşmede bana, Josephine'in hile yaptığını iddia etmediğini, ancak bunu yapma olanağına sahip olduğunu söyledi. Fakat daha sonra Amerika'ya geri döndüğünde her şeyin bir hile ve sahtekarlıktan ibaret olduğunu belirtti.Şimdi şifacılar, bir taraftan sahtekarlık yapmakla diğer taraftan da çelişkili bir şekilde izinsiz ameliyat gerçekleştirmekle suçlanmaktadır!

Şifacı Alex Orbito yetmişli yılların sonuna doğru bir hafta boyunca Almanya'nın büyük bir şehrinde çalışacaktı. Daha ilk gün yüzün üzerinde kanlı para normal müdahaleler gerçekleştir. İkinci gün polis çıkageldi. Sebep şuydu: Sağlık kanunlarına aykırı davranış. Oysa her ameliyattan önce kanı yakalamak için, hastanın altına büyük bir sıvı emici kağıt altlık yerleştirilmişti.Evet bu kağıtlar ne yazık ki dikkatsizce çöp kutusuna atılmıştı ve polis tüm bu kanlı kağıtları delil olarak zapt etmiş ve buradan yola çıkarak da şimdi ameliyatları yasaklamaktaydı. Şifacı karakola götürüldü ve sorgulandı, o zamanlarda ben tesadüfen Stuttgart'taydım ve en azından ona eşlik edebildim. Bu kağıtlar üzerindeki kanların insan kanı olduğu bana polisler tarafından bildiğimiz süreç içinde gösterildi ve sağlık kanunlarına aykırı davranış da buna dayandırılmaktaydı! Burada polis, ameliyat sonucu ortaya çıkan kanın, genelde sanıldığı gibi boya ya da hayvan kanı değil, gerçek insan kanı olduğunu kanıtladı.Fakat Filipin ameliyatlarının gerçekliği burada önemli bir konu arz etmemekteydi, anlaşılan Filipin ameliyatları şimdi de sahte oldukları için değil, bilakis gerçek oldukları için yargılanmakta ve suç olarak da önlerine sağlık kanunlarına karşı aykırı davranış suçu getirilmekteydi. Bu olay bana, Bruce Marschall'ın hoş bir romanını hatırlattı: "Das Wunder des Malachias" (Malachias Mucizesi), bu roman ellili yıllarda yayımlanmıştı. Bu romanda Anglikan bir ruhban olan Baba Malachias,inançsız dünyayı inanca davet etmek için bir yol arıyor. Tanrı'nın öyle bir mucize gerçekleştirmesini istiyor ki, en büyük şüpheciler bile artık anlamak zorunda kalsın ve gerçekten daha yüksek bir alem vardır demek zorunda kalsınlar. Sonunda aklına şu düşünceler gelir: Kilisesinin yakınındaki günahkar gece kulübünü bir türlü kabul edemediğinden bunun mucize yoluyla bir gecede kaybolup gitmesini ister! Baba Malachias tüm kalbiyle Tanrı'sına bu büyük mucize için yakarır ve gel gör ki, Tanrı onu duyar ve bir gecede tüm teleportasyon gerçekleşerek gece kulübü ortadan kalkıp tüm içindekilerle birlikte, ıssızlığın ortasındaki bir yüksek tepenin üstünde tekrar ortaya çıkar. Malachias mutludur. Büyük mucize tamamlanmıştır. Artık tüm dünya inanmak zorundadır. Kanıt kesindir. Herkes onu görebilir. Mucizeler vardır, daha yüksek bir alem vardır! Malachias duasına karşılık verdiği için, Tanrıya şükreder! Fakat dünya bu mucizeye Baba Malachias'ın beklediğinden çok daha farklı bir gözle yaklaşır. Lokalin müşterileri ve içindekiler bu yer değişimine karşı şiddetle karşı çıkarlar. Mal sahibi hukuğa başvurur, çünkü o ıssız yerde artık ağırlayacak daha fazla müşterileri yoktur. Baba Malachias'ın burada gerçekleştirdiği, iş yerine zarar vermekten başka bir şey değildir! Baba Malachias beklediği övgü yerine, kiliseden bile ters tepkiler almaktadır, hatta kendisini ağır bir ceza bile beklemektedir, çünkü ortadan kaybolan ve yüksek bir tepeye oturtulan gece kulübünün içinde bir piskopos olan kendi kardeşi de artık hapis bulunmaktadır. Burada büyük bir mucizenin gerçekleştiği gerçeği ile hiç kimse ilgilenmemektedir. Herkesin aklında sadece hukuki meseleler vardır. Baba Malachias cezalandırılması gereken bir suç işlemiştir ve bu hiç kimse tarafından affedilebilir gibi değildir! Sonuçta, birçok protesto ardından Baba Malachias yere kapanarak büyük bir çaresizliğin eşiğinde, bir kez daha tüm inancıyla Tanrı'sına yakarır ki O, bu , gece kulübünü tekrar eski yerine yerleştirsin. Her şey tekrar eski haline getirildikten sonra şüpheciler dalga geçmeye başlar: Bir mucize olmuş, öyle mi? Peki neredeymiş bu mucize? Böylece Baba Malachias insanların inançsızlığında hiçbir şey değiştireme

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp