Enerji Bedenin Yeniden Keşfi

Enerji Bedenin Yeniden Keşfi

Her ne kadar aura ya da enerji bedenin varlığına işaret eden birçok belirtiler de olsa, eleştirici insan yine de bununla ilgili kesin, doğrudan bilimsel kanıtlar istemektedir. Bu kanıtlar şu anda var mıdır? Katı bilimsel görüş açısından bakıldığında bu olumsuzdur. Peki en azından bilimden, yakın bir gelecekte bu fenomenleri onayabilecek bazı atılımlar beklenebilir mi? Bunu burada kesin bir evet ile cevaplayabiliriz. Bu iyimser görüşü destekleyen yeni gelişimler vardır, özellikle de elektrofotoğrafçılık alanında. Bulutlar toprağın ya da atmosfer katmanlarının üstünde aşırı elektrik yüklü olduklarında, çok yüksek gerilimler meydana gelir ve elektriksel boşalımlar oluşur. Herkesin bildiği bir elektriksel boşalım ise, şimşektir. Fakat "sessiz" boşalımlar da vardır, bunlarda elektrik enerjisi hava katmanı içinde bir darbe oluşturabilecek kadar yeterli değildir. Denizciler daima gemilerinin direkleri üstünde parlayan garip şekiller görmektedir bu kötü bir işaret olarak görülürdü; çünkü bunun ardından çok geçmeden şiddetli bir fırtına kopardı. Bizler, adını denizcilerin efsanevi koruyucusu aziz St. Elmo'dan alan bu Elm Ateşi'nin elektrik boşalımları sonucu meydana geldiğini bilmekteyiz, özellikle kö-şeli ve sivri belirgin çıkıntılarda. Bunlar yüksek elektrikli havalarda, kar, kum ve yağmur fırtınası esnasında oluşurlar. Bu doğa fenomeninin laboratuvar şartları altında oluşturularak araştırılması sonucunda oldukça ilginç veriler elde edilmiştir.J Tam bir karanlık içinde belli bazı küçük nesneler üzerinde yapayolarak bir Elm ateşi oluşturuldu ve bu parlayan garip şekiller fotoğraf plakaları üzerinde yakalandı. Bir nesne ile ters yüklü elektrot ya da kondansatör plakası arasında sabit bir elektrik alanı oluşturulduğunda, sürekliliği olan bir parlak şekil elde edilmekteydi, bu da karanlıkta fotoğraf çekilmesini sağlamaktaydı. Böylece elektrik yükünün kaynaklandığı bir nesnenin fotoğrafı çekilebilmekteydi. Bu "elektro fotoğraçılığı" 1889 yılında Çek B. Navratillf? tarafından keşfedildi. Fotoğraf üzerinde nesnenin şeklinin çevresinde karakteristik bir "ışın tacı" görülmektedir. Elektro-teknisyen burada bir "korona" dan söz etmektedir. Keskin kenarlar ve köşeler etkiyi güçlendirmekte ve daha iyi bir görüntü elde edilmektedir. Burada tabii ki, durugörürlerin ve hassas kişilerin canlı organizmaların çevrelerinde gördükleri aura akla gelmektedir. Canlı organizmalar, yukarıda tasvir edildiği gibi bir elektrik yüklü alanın içine kendilerini öylece bırakamamaktadır, çünkü on mili arnper gücündeki bir akım bile insan bedeni için ölümcüldür. Krasnodarlı Rus mühendis Semion Kirlian ve onun 1972 yılı sonunda ölen karısı Bayan Valentina dahice bir çözüm buldular. Onlar ellili yıllarda "yüksek frekans alanı‘nı keşfettiler.yani yüksek frekans ta dalgalı akım alanları kullandılar. Bunlar, hayvansal varlıkların kolayca dayanabilecekleri alanlardır ve canlı varlıkların ışıksal niteliklerinin elektrik alanında incelenmesine olanak sağlamaktadır. Teknik ayrıntılara burada girilmeyecektir. Şu kadarını belirtelim ki, fotoğrafı çekilen nesne iyi bir iletken metal ise, bu durumda onun sadece yüzeyinin fotoğ-rafı çekilmektedir, fakat kötü bir elektrik iletkeni ise, o zaman fotoğrafta, her ne kadar görsel açıdan belirsiz olsa da nesnenin içsel yapısı görünmektedir. Yüksek frekans fotoğrafı, ölü nesnelerde sabittir, canlı yapılarda ise resim, değişimlere maruz kalmaktadır. Mikroskop sayesinde boşalımın ince nitelikleri gözleml enebilmektedir, bunlar kısmen sabit, kısmen de hareket halindedir. En ilginç olanı ise bu boşalımların, nesnenin canlılık işlevini çeşitli renklerde yansıtıyor olmasıdır.Yüksek frekans fotoğrafçılığı alanında Sovyetler Birliği'nde yirmi yıldır çalışılmakta, Batı' da ise daha yeni yeni ilgi duyulmaya başlanmaktadır ve örnek olarak New York'dan Prof. Douglas Dean ve St. Louis'deki Washington Üniversitesi fizikçisi Prof. Philips verilebilir. Bu arada Brezilyalı, Avusturyalı ve Alman araştırmacılar da yüksek frekans fotoğrafları çekmişlerdir.Ünlü Amerikalı parapsikolog Dr. Thelma Moss 1972 yılında Hot Springs'deki ESP (Duyular Dışı Algılama, DDA) kongresinde, "Amerika'da Parapsikoloji" konulu yüksek frekans fotoğrafçılığının örneklerinin de yer aldığı kendi yönettiği bir belgesel filmini izleyicilere sundu.+" Fotoğraflar bilim kadınının Los Angeles 'nöropsikiyatri laboratuvarında (UCLA) çekilmişti. Parmağın renkli resmi aura benzeri ışınımlarını göstermekteydi. Normal durumlarda parmaktan kuvvetli mavi tonda renkler ve beyaz ışınımlar yayılıyordu. Fakat kişi çekim sırasında heyecanlı ve kızgın olduğunda, damlayan bir mürekkep gibi kırmızı renkli .bir leke oluşuyordu. Özellikle bu bilimsel deney için sarhoş olmuş olan bir kişide ise, parmaklar bulanık renklerden oluşan patlamalar göstermekteydi. Resmin parlaklığındaki en güçlü sapmalar, kişi transta olduğunda görülmekteydi.Bu gösterirnin Sovyet psişik araştırmacılarına sunabileceği yeni bir şeyi yoktu doğrusu. Bugün Rusya' da biyolojik güç alanları araştırmalarının en yetkin kişilerinden biri olan Dr. Viktor İnyuşin, daha önceki çalışmalarında, yüksek frekans fotoğrafçılı-ğının, insan bedeni üzerine en ayrıntılı örneklerini yorumlarıyla birlikte vermişti ve Rus araştırmacıları, bu biyolojik ışıksal görünümleri doğrudan ve süreklilik içinde, mikroskoba benzer özel enstrümanlarla gözlemlernektedir. Canlı nesnelerin yüksek frekans fotoğrafları, oldukça güçlü bir şekilde önceki bölümde sunulan bazı hassasların ifadelerini hatırlatmaktadır. Örneğin şifacı Gordon Turner'in, canlı bedenlerin aurasıyla ilgili tasvirleri bunlardandır. Fakat böyle bir benzetme çıkarımında bulunmak oldukça cesaretli olurdu; çünkü aura, varlığın bir ışınımı olarak kavranırken, yüksek frekans alanındaki ışıldama, bir elektrik boşalım süreci aracılığıyla oluşmaktadır. Daha önce ifade ettiğimiz gibi akupunktur, noktaları yükseltilmiş elektriksel iletim yerleridir. Bu şu anlama gelir, bu yerlerde görünümler, elektrik alanlarında da fakat değişmiş bir şekilde ortaya çıkacaklardır ve fotoğrafta kendilerini farklı renklerde göstereceklerdir. Öyle ya da böyle yüksek frekans fotoğrafçı-lığı, insan derisi üzerindeki elektriksel durumların analizi açısından, ilginç olmanın ötesinde önemli bir yöntem olarak kendisini sunmaktadır. Fakat bununla insan derisinin "ışınımı" görünürleştirilebilmekte midir değil midir, şimdilik bu cevapsızdır. Yüksek frekans fotoğrafçılığı Batı'da kısmen güçlü bir şüpheyle karşılandı. Sovyetlerin yaptıkları olası bazı keşifler de Batı uzmanları tarafından tekrar üretilememişlerdi.= Diğer etkiler için ise Batı' da bambaşka ve kısmen de basit açıklamalar getirildi. Böylece Sovyet araştırmacıların yüksek frekans fotoğrafçılığı ile yeni bir şey keşfetmiş oldukları da reddedildi.V Fakat diğer taraftan canlı bir yaprağın solgun bir yapraktan daha çok güçlü ışıksal nitelikler dışa vurduğu gerçeği, doğu bloğunun psişik araştırmacıları tarafından auranın bir kanıtı olarak ve bununla birlikte yaprağın soluşu, yaşam "gücünün azalması ve kaybolması"nın bir işareti olarak görüldü. Batıda ise bu, yalın bir kuruma etkisi olarak düşünüldü. Su miktarının azalması ile elektriksel durumlar değişmekteydi ve bunun gizemli bir yaşam gücü ile hiçbir alakası yoktu. Evet, hatta bazı uzmanlar Sovyet araştırmacılarının aura fotoğrafçılığının bir Potemkin köyü olabileceği tahmininde bile bulundular.Ancak Rus parapsikoloji araştırmacılarının dünyanın geriye kalanına burada bir Potemkin köyü kurmuş olabileceği fazla basit bir tahmine benzemektedir. Yüksek frekans fotoğrafçılığı-nın bazı fenomenlerinin her ne kadar bizlerin şu ana kadar edindiği bilgiler ışığında açıklanmaları olanak dahilinde olsa da buradaki acelecilik ortadadır. Fakat tüm bunların yanında anlaşıldığı kadarıyla öyle fenomenler de vardır ki, bunların açıklaması o kadar da kolay değildir. Örneğin Sovyet araştırmacılar, alışıldık yöntemlerin bunları saptayabilme ortamının oluşumundan çok daha önce, bu yolla 'hastalıkları keşfedebildiklerini bildirmektedir. Aynı türde ve canlılıkta yapraklar, eğer biri sağlıklıysa .ve diğerinde hastalık henüz oluşum safhasındaysa, saptanacak hastalık belirtisi olmasa bile, yine de farklı fotoğraflar sunmaktadırlar. Aynı ölçüde insan elinin şeması da bu anlamda değişmektedir, söz konusu kişi hasta ise ya da bunda bir hastalık hazırlığı söz konusu ise uzuvda farklılıklar gözlemlenmektedir. Yeni teş-his yöntemleri açısından burada çıkarılabilecek olan sonuçlar, tıp için oldukça ilginç olabilir. Anlaşılan her hastalığın bir "klinik devre öncesi" vardır. Ve bunun günümüz tıp yöntemlerinin yardımıyla keşfedilmesi olanaksızdır. Çünkü bu hastalıkların bilinen teşhis yöntemleriyle örtüşen belirtileri yoktur, fakat bunlar yine de gizli olarak mevcuttur ve yüksek frekans fotoğraflarında ya da aurada belirlenebilmektedir. Belki de bir gün daha ileri bir yüksek frekans fotoğrafçılığı sayesinde birçok tehlikeli ve gizlice ilerleyen hastalıkların teşhisleri, iyileştirilebilir oldukları bir devrede belirlenebilir. Kanser ön koruma yöntemleri açısından burada tamamen yeni bakış açıları ve büyük bir olasılıkla da başarılı uygulama olanakları ortaya çıkabilir. Her şey bir tarafa yüksek frekans fotoğrafçılığı en azından biyo-elektriksel yapıların araştırılması açısından bizlere yeni bir yöntem sunmaktadır. Rus biyofizikçi Viktor Adamenko yıllar önce, canlı varlıkların elektriksel boşaltımının, yüksek frekans alanlarında oldukça karmaşık ve çok yorum lu bir mesele olduğuna dikkatleri çekmişti, çünkü bu öyle bir fenomendi ki, bunun çıkış kaynağı her zaman elektronların yayılımı sayesinde açıklanamamaktadır ve bu bir başka bilinmeyen ışın türünün varlığını da tamamen olasılık dışı bırakmamaktadır. Belki de Sovyet araştırmacıları, yıllar alan çalışmalarının sonucunda, yüksek frekans fotoğrafçılığı ve elektro biyo-ışıksal nitelik alanlarında, bir ışın yayılımını aura ya da hassasların gördüklerini belirttikleri enerji bedeninin ya da Freiherr von Reichenbach'ın "Od"unun işlevselliği ile örtüşen bir anlayış içinde kavramak için bir yöntem geliştirmişlerdir. İnsan bedeninin güç alanlarına dair görüşlerinin sadece yüksek frekans fotoğrafçılığının bir sonucu değil, bilakis çeşitli dedektörler ve farklı yöntemler ile yürütülen çalışmalara dayanması özellikle ikna edicidir. Bu arada Sovyet araştırmacılar tarafından gözlemlendiği belirtilen garip bir fantom etkisiyle ilgili anlatılanlar epeyce bir heyecan yaratmıştı. Bir parçası kesilmiş olan yaprağa ait yüksek frekans fotoğrafında, yaprağın tamamının fotoğrafı elde edilmiş, her ne kadar kesilmiş olan kısım diğer kısma nazaran daha silik bir görüntüye sahip olsa da, söz konusu yaprağın tamamı bu fotoğrafta gözlemlenebilmektedir.Bu çok önemli bir keşiftir ve bazı medyamların uzun zamanlardan beri savundukları bir iddiayı destekler niteliktedir. Uzuvları kesilmiş olan kişilerde böyle bir "astral" uzuv ya da bir "fantom uzuv" görülebilmektedir, fakat normal insanlar bunu görememektedirler. Bu bulgular, kol ve bacakları kesilmiş kişilerin yüksek frekans fotoğrafçılık yöntemiyle çekilen fotoğraflarında fantom uzvun görünür olduğu gerçeğini, medyamların huzurunda, kuvvetlendirmektedir. Anlaşılan fotoğraf cmülsiyonu (ışığa duyarlı tabaka) insan gözünden çok daha hassastır. Bu gözlemler ifade edildiği gibi, sınır tanımaz ve abartılardan uzak alanlara doğru yol almaktadır. Fiziksel bir nesnenin uzaklaştırılması ardından, bu isterse bir bitkinin yaprağı, isterse de yaşayan bir insan bedeninin kolu ya da bacağı olsun, kesilmiş olan bu kısım yüksek frekans fotoğrafı üzerinde diğer kısım ile birlikte tamamen korunmakta ise, fotoğraf ta görünen enerji şeması elbette artık fizyolojik işlevlere bağlı ikinci derecede bir elektromanyetik alan olamaz. Çünkü bunun dayanağı fizyolojik temel yok olmuş ise, bu kaybolmalıydı. Bir bacağın ameliyatla kesilmesi ardından, bu bacağın bir enerji şeması geriye kalıyorsa, ki bu önceden zaten fiziksel bacata bulunmaktaydı, bu durumda tüm bir bedenin böyle bir enerji beden tarafından içten ve dıştan kuşatılıyor olma olasılığı oldukça güçlüdür. Bu enerji beden; fiziksel biçimin üstünde sınıflandı-rılan ve aynı zamanda şekil ve maddesel yapı taşlarının, hücrelerin düzenlenmesini belirleyen, yöneten bir enerji alanı olmalı ve ilk nedensel manada maddesel şekilden daha önemli olmalıdır. Fakat Batı bilim adamları, bu fantom etkisini şu ana kadar tekrar üretememiş gibi görünmektedir. Yani bunlar gerçekten bir Paternkin köyü mü? Ben böyle düşünmüyorum! Çünkü Ruslar yirmi yıldır yüksek frekans fotoğrafçılığı üzerine çalış-malarda bulunmaktadır, bizde ise bu çalışmalara daha yeni baş-lanmıştır, bunu iyice bir düşünmek gerekir. Eğer birisi bir başkasının deneysel çalışmalarının sonuçlarını tekrar üretemiyorsa, o zaman bu kişide henüz bu işle ilgili yeterince bir "Know-how" oluşmadığını düşünmek olasılık dışı değildir. Yeni türde karma-şık deneyleri tekrar üretebilmek için, sadece şekilsel iş talimatlarını yerine getirmek yeterli değildir. Bir kimya öğrencisi üç ile beş ay içinde analitik kimya üzerine ders kitaplarını iyice çalışabilir ve bunları içselleştirebilir de, fakat pratik problemleri ba-ğımsız ve güvenli bir şekilde çözebilmek için, üç ile beş yıl kadar daha zamana ihtiyaç vardır.

Bu yüzden belki de Sovyetlerin yirmi yılda başardıklarını iki sene içinde yakalamak olanak dışıdır. Bu arada Ruslar o kadar ilerlemişler ki, insanı kuşatan bu güç alanını ya da ışın tacını sadece fotoğraf tarzında yakalamakla kalmayıp, ayrıca alanları ya da ışınımları zamansal süreçler içinde filme alabilmekte ve bunun ardından da tıbbi teşhisi yansıtmaktadırlar.Bu açıdan bakıldığında, hassasların algıladıkları auranın, günün birinde bilimsel bir gerçek olma olasılığı çok yüksektir. Elektro-fotoğrafçılığının başka biçimleri, İngiliz bilim adamı Dr. Dennis Milner ve iş arkadaşları tarafından Birmingham Üniversitesi Metalurji Enstitüsü'nde geliştirilmiştir. Bu araştırmacılar da "ince nesnesel kuvvetlerin" izini sürdüklerine inanmaktadırlar. Önceki yüzyılın sonuna doğru, ünlü İngiliz kimyacı, fizikçi ve psişik araştırmacı Sir Willam Crookes maddenin dördüncü hali üzerine çalışmalarda bulunurken bu varsayımına sadece medyomsal fenomenlerle ilgili çalışmalarından dolayı ulaşmadı. Maddenin bu dördüncü görünüm hali gerçekten de vardır. Buna plazma denmektedir. Bu fiziksel plazma kavramı, biyologların ve tıp doktorlarının hücre plazması ya da kan plazma sı dedikleri ile karıştırılmamalıdır. Peki ama bu fiziksel plazma nedir? Bilindiği ~ibi dünyamızın maddeleri katı, sıvı ve gaz şeklinde görünümlere sahiptirler. Böylece katı buz ısındığında sıvı su, su buharlaştığında gaz halini almaktadır. Şimdi bu gaz haline dördüncü görünüm hali olarak fiziksel plazma katılmaktadır. Bu, ancak yüzyılımızda tanınır oldu, çünkü bu çağ atom çağıydı ve atomun yapısıyla ilgili kapsamlı bilgilere sahiptik. Bu hal içinde, maddesel dünyanın en küçük ve parçalanmaz yapı taşları olarak görülen atomlar, gitgide artan bir hızda elektronlarını kaybettikleri için çözülüp dağılmaya başladılar ve elektrik yüklü parçacıklar bıraktılar.Gaz halinden plazma haline geçiş yüksek ısılarda gerçekleş-mektedir. Bu durumda "sıcak plazmadan" söz edilmektedir. En hafif kimyevi unsurun plazması hidrojen, hidrojen bombasında helyuma eritilmektedir. Plazma hali, düşük ısılarda elde edildi-ğinde, buna "soğuk plazma" denir. Bu dördüncü görünüm halinin keşfiyle birlikte, neredeyse hiç kimse, maddenin bu yeni halinin herhangi bir biçimde insan bedeninde bulunabileceğini aklına getiremedi; çünkü bu, anorganik madde sınıfında sınırlanmaktaydı. Ancak 1944 yılında Rus biyolog Dr. V. S. Gritschenko maddenin dördüncü halinin biyolojik sistemlerde de bulundu-ğunu ve dolayısıyla insan bedeninde de ortaya çıktığı hipotezini ortaya attı ve birkaç yıldır birçok saygın Rus bilim adamı, canlı organizmalardaki "soğuk plazma" görüşünü savunmaktadır ve onu yaşamın alt yapısı olarak görmektedir. Araştırmacılar ona biyolojik plazma ya da biyoplazma diyorlar. Maddenin dördüncü halinin canlı organizmalardaki varlığı-na dair tasavvur (büyük bir olasılıkla daha başka birçok serbest temel parçacıklar vardır), bugüne kadar tüm Batı'nın tek bir tıp ders kitabında bile sözü geçmeyen devrimci yeni bir şeydir. Bizim insan bedeniyle ilgili düşüncelerimiz, daha çok bir önceki yüzyı-lın klasik fiziği n ve kimyasının görüşlerine uygun düşmektedir. Fizik, yüzyılımızda temelde farklı yollar ve tamamen yeni boyutlar açtı. Öyle alanlara giriş yapıldı ki, buralarda akla gelebilecek tüm somutluklardan feragat edilmeliydi, çünkü bizim düşünsel ve deneyimsel dünyamızda bununla ilgili hiçbir benzetme yoktur. Örneğin fizikçi, atom çekirdeğindeki süreçleri tasvir etmek söz konusu olduğunda, sağlıklı insan aklının kavrayış yeteneğinden çok formüllere güven duyduğunu bilir. Tıp ve biyoloji, yüzyılımızın ilk çeyreğinde fizikçilerin gerçekleştirdiği o serin kanlı, akıllıca sıçrayışı henüz tamamlayamadılar. Onlar kendi düşünce tarzlarında halen daha büyük bir ölçüde klasik doğa bilimlerinin zemininde bulunmaktadır.Vs Modern fiziğin atom modeli, çoktandır Rutherford ve Bohr'unkiyle örtüşmemektedir. Modern fizikçi atomu, artık zihninde canlandırmamaktadır. Bunu somut olarak değil, formüllerle tasvir etmektedir. Buna karşın insan bedeninin varlığına dair fikirler, böyle bir temel değişime tabii tutulmamıştır. Halbuki insan bedeni de bu somut olmayan atomlardan yapılandırılmıştır. "İnsan bedeni" modeli, önceden olduğu gibi baştan aşağıya klasik görüşlere göre yapılandırılmakta ve bununla ilgili somut olmayan modeller oluşturmak, sağlıklı insan aklının deneyimlerine karşı bir karşıtlık oluşturacağından dolayı akla bile getirilmemektedir.

Bunun sebebi, bir taraftan biyoloji bilimlerinin fizik bilimlerinden daha genç olmasına dayanmak ta ve diğer taraftan da doktor ve biyoloğun araştırma nesnesinin, yani insan organizmasının, fizikçinin araştırma nesnelerinden çok daha karmaşık oluşunda yatmaktadır ve canlı maddeyle ilgili bilimler sMoleküllere dayanmayan, tersine maddenin "dördüncü haline" dayanan ve bununla birlikte yeni fiziğin temel parçacıkları-na giriş yapan bir insan bedeni modeliyle ilgili g.erçekleştirdikleri araştırmalar vasıtasıyla Rus bilim. adamlarının attığı bu cesaretli adımlar, bu açıdan bakıldığında oldukça sansasyonel bir izlenim uyandırıyor olsa gerek. Rus biyoplazma araştırmacılarının teorileri kendini doğru olarak kanıtladığında, biyoloji bilimlerinin tarihinde önemli bir dönüm noktasını oluşturacak ve bilim adamlarının iki yüzyıldır gerçekleştirdikleri çalışmalarıyla oluş-turdukları insan hakkındaki görüşlerini temelden değiştirecektir. Rus biyoplazma araştırmalarının merkezi, Himalaya'nın kuzey ön dağları önünde ve Çin sınırının elli kilometre yakınında Alma Ata'da. yani Kazakistan'ın baş kentinde bulunmaktadır. Bu modern yapıdaki üniversite şehrinin sayısız yüksek okul enstitülerinden birinde biyolog Dr. Viktor İnyuşin kendi araştırma ekibi ile birlikte çalışmaktadır. Ellili yılların sonuna kadar, fiziksel plazmanın canlı madde içindeki varlığına dair bir kanıt oluş-turacak neredeyse hiç denilecek kadar az araştırma gerçekleştirilmiştir, ancak bu canlı madde üzerinde yapılan az sayıdaki deneyin sonuçlarından yola çıkarak bazı bilim adamları, atomlardan küçük olan temel parçacıkların canlı organizmalarda bulunabileceği ve hatta bunların canlı organizmaların içinde birbirleriyle iletişim içinde bulunan karmaşık ağ ve sistemler oluşturuyor olabileceklerini öne sürmektedirler. Günümüzde birçok araştırmacı artık bir biyoplnzmn bedeninden söz etmektedir, böylece kadim Hint'in insan içindeki "ince maddesel bedene" dair tüm tassavvurları gitgide artan bir ölçüde gerçeklik kazanmaktadır. İnyuşin ve onun çalışma arkadaşları, biyoplazmanın sürekli ve kararlı bir hal içinde canlı organizma şartları altında bulunabileceği ve bedenin sürekli olarak biyoplazma yaydığı görü-şündedirler. Araştırmacılar, en küçük biyoplazma parçacıkların, elektriksel alanlara etki ettiğine dair işaretler bulunduğuna ve böylece kendini yüksek frekans fotoğrafı olarak gösterebildiğineırf bundan dolayı anorganik bilimler ile aynı hızda gelişememiştir. inanmaktadır. İnyuşin en son araştırmalarında biyoplazma ışı-malarını, elektrik alanlarını kullanmaksızın kanıtlamaya çalış-maktadır. Bu başarıldığında, fotoğrafların sadece oluşturulan elektrik alanı ya da en azından kısmen biyoplazma ışınımından kaynaklanıp kaynaklanmadığı belli olacaktır, yani Kirlian fotoğratlarının sadece bir elektrik koronası değil, bir "aura"yı da gösterip göstermediği nihayet ortaya çıkacaktır. Her şey biyoplazma kuramının doğruluğuna işaret etmektedir, Alma Ata araştırma grubundan bağımsız ve çok farklı yollar üzerinde çalışarak biyoplazma ilkesiyle karşılaşan bir başka Sovyet araştımacı Leningradlı tanınmış biyofizikçi, matematikçi ve nöro fizyolog Dr. Genadij Sergeyev'dir. O tamamen farklı ön şartlardan yola çıkarak büsbütün farklı bir dedektör geliştirdi ve kendisi tarafından gözlemlenen fenomenleri açıklamak için en elverişli yolun, beyinde varolan bir "soğuk plazma" varsayımından geçtiği görüşüne ulaştı.Bilimsel alanlarda birbirinden bağımsız çalışan araştırma grupları tarafından ve tamamen farklı yollardan aynı teoriye varıldığında, bu genelolarak söz konusu teorinin doğruluğuna işaret eder. Biyoplazma kuramında da durum budur. Sergeyev de bedenin biyoplazma ışınımı yaydığı görüşüne vardı. Beyindeki sinir hücreleri belli bir geometri de senkronize olarak uyarıldıklarında, Sergeyev tarafından tanımlandığı şekliyle "biyolazer etkisi" açığa çıkmaktadır. Bunun anlamı şudur; biyoplazrna öyle görünüyor ki, beyinden aynı bir lazer ışını gibi demet halinde dışarıya çıkıyor. Biyoplazma ışını öyle değişken elektrostatik yüklernelere ulaşır ki, bu sayede küçük nesneler hareket ettirilebilirler.

Nesnelerin hareket ettirilmesine (psikokinezi) dair birçok deney vardır, bunlar ilk başta kısa yoldan batıl inanç ve şarlatanlık olarak görülerek ya da yeterince incelenmeden elektrostatik yüklemeler olarak tanımlanmış ve bir kenara itilmiştir. Karl von Reichenbach bile bu tür etkilere işaret etmiştir. Örneğin bazı ki-şiler, eksenel (axial) dönme anı çok düşük olarak asılı tutulan ve hafif bir kağıttan oluşturulmuş bir silindiri, uzaktan harekete geçirebilmekte, döndürebilmekteler ve bu insanlar bunu, ellerini aşağı yukarı on beş santimetre kadar silindire yaklaştırarak ya da sadece gözleriyle odaklanarak gerçekleştirmekteydiler.Psişik araştırmalarının bu spesifik alanının öncüleri, psikokinetik süreçlerin hareket ettirici sebebinin ya insan bedeninden kaynaklanan ve insan bedeni tarafından üretilen bir enerji olduğunu ya da insan organizmasını bir transformatör olarak kullanan dış kaynaklı, genelde "kozmik enerji" olarak tanımlanan bir enerji olduğunu her zaman düşünmüş ve ifade etmişlerdir. Örneğin Mesmer, her ne kadar fiziksel hareket etkileri üzerinde araştırmalar ya da deneyler yapmamış olsa da "canlısal manyetizmaya" dair düşünceleriyle, konuya aynı açıdan yaklaşmaktaydı. Bu fenomenler, günümüzde Rusya' da bilimsel açıdan araş-tınlmaktadır. Elde edilen bilgilere göre bunlar kesinlikle hava akımları, elektrostatik yükleme, beden ısısı yayılımı ya da bizlerin bildiği başka herhangi bir etki ile açıklanabilir değildir.Çekler, insanın bir tür psikokinetik yeteneğe sahip olduğunu savunmaktadır, fakat bunlar·insanların büyük bir bölümünde çok zayıf ve bizim tanıdığımız daha güçlü etkilerce örtülmüştür ve dolayısıyla da bunlar, günümüze kadar genelde gözden kaçını-mıştır. Örneğin bazı insanlar bir bardak ya da bir çanak dolusu su üzerine, yüzey gerilimi üstünde yüzebilmesi amacıyla dikkatlice yerleştirilen bir iğneyi, sadece uzaktan odaklanarak ya da ellerini yirmi ila otuz santimetre söz konusu nesneye yaklaştırarak çanağın kenarına doğru yüzdürebilmektedirler. Bu yöndeki yetenekleri gelişmiş olan örneğin Çek ma tematikçi ve fizikçi Dr. J ulius Krmessky gibi bazı insanlar, sadece gözleriyle odaklanarak iğneyi kendi ekseninde döndürebilmektedir. Dr. Krmessky iğneden sekiz metre uzakta bulunduğu durumlarda bile, bu deney genelde başarıyla sonuçlanmaktadır. Başka nesneler, örneğin hafif madeni paralar ile de durum aynı-dır; fakat bu etki, uzun şekilli nesnelerde daha güçlü bir ölçüde ortaya çıkmaktadır. Göz kırpmalar ya da zihinsel odaklanmalar ile bu elki güçlendirilebilir. Krmessky bu etkiyi gözler önüne serrnek için başka birçok deney düzenlemiştir. Yüzen iğne deneyini gerçekleştirmek isteyen kişiler, bunun elektrostatik etkiler tarafından yönlendirilmemesine dikkat etmelidirler; çünkü eğer iğne ve çanak kenarı karşıt elektrostatik yüklü iseler ve iğne aynı zamanda küçük bir bardağın içinde kenara çok yakın bulunmaktaysa, saf bir elektriksel çekim oluşabilir, ki bunun psikokinezi ile hiçbir alakası yoktur.Krrnessky'nin deneyimlerine göre, bu tür deneylerde sabıra çok ihtiyaç vardır ve bunlar fazla kalabalıkta gerçekleştirilecek deneyler değildir. Başkalarının meraklı, şüpheci ve denetleyici bakışları etkiyi bozabilir, ya da olumlu veya olumsuz yönde etkileyebilir. Bazı insanlar, sakin bir şekilde su yüzeyinde duran bir iğncyi, sadece orada bulunmalarıyla bile harekete geçirebilmekteler. Burada çevrelerinde olup bitenlere karşı bitkilerin verdikleri tepkileri önceden söylenenleri ve şifalı ellerin oluşturabildikleri etkileri akla getirmek yerinde olacaktır. Sadece gözleriyle bile hastalarını iyileştirebilme ye~eneğine sahip olan bir Filipinli şifacıdan söz edilmektedir. Belirtilenler göre bu kişi hastanın bedeninin rahatsız olan bölgesine yakın bir mesafeden gözleriyle odaklandığında hastayı iyileştirebilmekteymiş. Şimdi, yüzen bir iğneyi, odaklanarak ya da ellerin ışınımıyla hareket ettirmek oldukça ilginçtir. Fakat bu her şeye rağmen oldukça zayıf bir enerjetik etkidir ve şifalı eller tarafından aynı tarzda gerçekleştirilen bir terapi etkisini bununla açıklamaya kalkışmak, elbette bazıları için başlangıçta fantastik ve inanılmaz görülecektir. Bununla birlikte bu etkiyi çok daha büyük ve olağanüstü güçlü ölçülerde üreten kişiler vardır. Şu an Rus araştırmacıların hizmetinde bulunan iki medyom anlaşıldığı kadarıyla temelde birbirlerinden farklı psikokinetik gösterilerde bulunmaktadır. Bunlar Leningradlı bir ev hanımı olan Nina Kulagina ve Moskovalı genç Bayan Alla Vinogradova' dır. Her ikisi de, masa üzerinde bulunan küçük nesneleri hiç dokunmaksızın ve hiçbir şekilde doğrudan ve dolaylı bir bağ bulunmaksızın harekete geçirebilmektedirler. Kulagina vakasıyla ilgili son iki senedir birçok gazetede sayısız makaleler yayınlandı. İngitere Dawnton Parafizik Laboratuvarı yöneticisi Benson Herbert, bu iki medyomu 1972 yazında Moskova'da ziyaret etti ve Dr. Adamenko'nun huzurunda Allo Vinogradova'nın gösterilerini izledi.Psikokinezi deneyleri, elektrik açıdan iletken olmayan bir materyalden oluşturulmuş büyük bir kutu altında bulunan bir masanın üstünde gerçekleştirildi. Kutunun bir yan duvarı açıktı. Alla, ilk iş olarak sağ elindeki sigarayı masanın üzerine bıraktı ve bunu sanki masanın üzerinden süpürrnek istermişcesi:ıe, fakat dokunmadan, sol el avuç içini buna doğru hareket ettirdi. Bunu defalarca tekrarladı ve hiçbir sonuç elde edemedi. Bunun üzerine bu sigarayı masanın üzerinden eliyle aldı ve yaktı, yeni bir deneye başlamak için, hemen peşinden bir başka sigarayı masanın üstüne bıraktı. Bu ikinci denemede de başarısız oldu ve nihayet sigara, sigara paketi içinde bulunan alüminyumdan oluşturulmuş bir silindir şekilli nesne ile değiştirildi. Ellerini masanın bir ucundan diğer ucuna doğru hareket ettirmesi ile birlikte bu nesne biraz hareket etmeye başladı. Başlangıçta bir oraya bir buraya yuvarlandı, ellerini nesnenin bir santimetre üzerinde gezdirmekteydi. Sonra hareket hızlanmaya başladı ve alüminyum silindir, iki saniye içinde masayı boydan boya geçecek bir hıza ulaştı. Nesne masanın kenarına ulaştığında, Alla bunun düşmesini eliyle engellemedi, elini dokunmadan hızlıca nesnenin üzerinden geçirerek, elinin itim gücüyle diğer yöne doğru dönmeye zorladı ve masanın diğer ucuna kadar yuvarlanmasına izin verdi ve tekrar gerisin geri diğer uca ... Böylece bu nesneyi beş dakika boyunca, kendi enerjisinde hiçbir azalma olmaksızın, masa yüzeyi üstünde bir uçtan bir uca doğru hareke ettirdi ve bunu sonsuza dek bu şekilde hareket ettirebileceğini iddia etti. Hareket ettirici gücün, eli ile silindir arasıdaki sürekli bir itici güçten kaynaklandığı gün gibi ortadaydı. Silindir, asla eli tarafından çekilmemekte, fakat elinin marifetli bir şekilde hareketi aracılığıyla nesneyi pusula ibresi gibi kendi ekseni üzerinde dönd ürebilmekteydi. İlginç olanı, Alla Vinogradova bu yeteneğini başkalarına da aktarabilmekteydi. Gözlemcileri, aynı hareketleri yapmaya teş-vik etti ve bir İngiliz bu alüminyum silindirin hafif hareketlerde bulunmasını gerçekten de sağladı, ancak Alla elini bu nesnenin üzerinde tuttuğunda, aynı kişi nesneyi artık hareket ettirememekteydi. Silindir medyomun daha üstün gücü tarafından çivilerımiş gibiydi. Daha sonra Dr. Adamenko izolatör kutusuna arkalıksız bir iskemle getirip yerleştirdi ve bu iskemlenin üstüne de bir alüminyum silindir yerleştirdi. Daha sonra Alla elini dışarıdan bu alüminyumun hizasında tuttu, yani izolatör kutusunun tavanı eli ile nesnenin arasında bir engel oluşturuyordu ve nesneyi dilediği her yönde hareket ettirdi. Elini hiç hareket ettirmeden de yani sadece odaklanarak nesneyi hareket ettirebiliyordu. Benson Herbert bundan yola çıkarak Alla 'nın, kendi elinin elektrik yükünün gücünü ve yük dağılımını kontrol edebildiği varsayımında bulundu. Kanıt olarak da, iki alüminyum boru bir çizgi üzerinde uzunlamasına birbiri ardına yerleştirildi. Şimdi elini başta sadece tek bir silindirin üzerinde gezdirdi ve bunu genelde oldu-ğu gibi hareket ettirdi. Fakat sonra eliyle diğer silindirin üzerinden geçti ve bu hiç hareket etmedi. Bunun ardından da Alla bunun tersini uyguladı ve ikinci nesne hareket etti, birincisi hareketsizdi. Yani Alla, hareket etmesini istediği boruyu kendi iradesiyle hareket ettirebilmekteydi. Alla'nın ellerinin "normal durumda" çekilen yüksek frekans fotoğrafları, alışık olduğumuz şekilde, üç santim uzunlu-ğunda bir korona göstermekteydi; ancak psikokinezi gücüne odaklandığında, fakat henüz uygulamadığı anda çekilen fotoğ-raflar ise, bambaşka görüntüler vermekteydi. Korona uzunlu-ğunda yarım santimetre kadar belirgin bir azalma söz konusuydu. Araştırmacılar, bu odaklanma süreci içinde biyoenerjinin, psikokinetik enerjiye dönüştürülmesi maksadıyla bedenin içine çekildiği görüşünü savunmaktadır. Bir diğer ifadeyle, uzaktan hareket için ihtiyaç duyduğu enerji, öyle ya da böyle bir yerden gelmelidir ve anlaşıldığı üzere bu enerji ellerden beynin içine çekilmektedir. Işınımın rengi de değişime uğramıştı, normal durumda mavi yeşil olan renk, odaklanma durumunda ise kırmızı-ya dönüşmekteydi. Alla bu deneyleri birçok insanın gerçekleştirebileceği görü-şündedir. Alla'ya göre bunun için gerekli olan, düşüncelerin ve bedenin tamamen kontrol altına alınmasıdır. Ve her şeyden çok önemli olan da bunun mümkün olduğuna inanmaktır ve devamında şöyle diyor: "Şifa güçleri de geliştirilebilir!" O, beden enerjisinin tamamının belirli bir tek noktaya odaklanışını hissetmekte ve sonra bunu, irade gücüyle parmak uçlarına yönlendirmektedir. Bu ifade, bazı şifacıların, şifalı elleri n "işleyişi" üzerine söyledikleriyle dikkat çekici bir benzerlik taşımaktadır ve bundan yola çıkarak, psikokinezi ve şifalı elleri n etkisinin aynı enerji biçiminden kaynaklandığı varsayımında bulunulabilir. Rus medyom ayrıca şunları da belirtir: "Deneylerim kendi duygusal halleri m ve çevrede bulunlar tarafından etkilenmektedir. Çok insan bulunduğunda, daha çok enerjiye ihtiyaç duyulmaktadır ve ben daha çabuk yoruluyorum."93 Bu tespit de, paranormal şifa türlerinin bazıları için karakteristiktir ve aynen geçerlidir. Bununla birlikte, hareket ettirmesi gereken nesne ile önceden içli dışlı olması ve bununla ruhsal ve duygusal bir bağ oluşturması kendisine oldukça yardımda bulunmaktaymış! Bu örtüşmelere, Psi-şifa incelemelerimizde tekrar geri döneceğiz. 1972 yılının Ağustos ayında Tokyo'da düzenlenen Uluslararası Psikoloji Kongresinde Viktor Adamenko'nun dediği gibi Alla, elektrik alan kuvvetlerini söz konusu nesnelerin civarında santimetre başına 10.000 volt indüklemekte ve bunu yaparken kendi bedeni ile nesneler arasında bir elektrik alanı tespit edilememektedir. Nesneye yaklaştırılan bir neon lambası, başka bir elektrik kaynağı olmaksızın ışık saçmaktaydı, fakat Alla'nın bedenine yaklaştırıldığında lamba yanmamaktaydı. Bazen parmaklarının ucundan hareket ettirilen nesneye doğru hızla akın eden iki santim uzunluğunda kıvılcımlar gözlemlenmekteydi. Benson Herbert, "Elektrik alanının bu garip dağılımı, fizikçileri akıl karıştırıcı bir sorun ile karşı karşıya bırakabilir" demektedir. Alla, kendi etrafındaki kadar diğer tüm canlıların etrafında da bulunan bu elektrik alanını kontrol etmeyi ustalıkla öğrendi. Fakat gözlemlenen fenomenler yalnızca elektrik alanıyla açıklanabilir değildir; çünkü Prof. William A. Tiller, Alla'nın bu psikokinezi güçlerini, yalın ayak ve bununla birlikte topraklanmış bir bilezik ile metal bir taban üzerinde durarak da gerçekleştirebildiğini belirtmektedir.Alla'nın bu şartlar altında elektrik yükünü nasıl koruduğu, bilinen fizik anlayışına sığmamakta ve bununla kavranamamaktadır. Burada her şey daha çok yeni bir tür enerji biçimine işaret etmektedir. Bu enerji bizim kavrayamadığımız bir şekilde önce elektrik enerjisine ve sonra tekrar eski biçimine dönüştürülmektedir. Bu arada 1920 yılında Berlinli mühendis Fritz Crunewaldov tarafından medyom ve manyetopat Johannsen üzerinde gerçekleştirilen araştırmalarda bu kişinin ellerinde zaman zamangarip, güçlü manyetik alanlar ölçülebilmekteydi. Johannsen zayıf da olsa psikokinetik güçler sergileyebilmektedir, örneğin dengede duran terazi kollarından birini uzaktan aşağıya indirebilmektedir. Grunewald burada şunu tespit etmiştir; terazi kolu aşağıya inmeden önce, psikokinetik yolla hareket ettirilen nesneye doğru yönlendirilen medyomun ellerinin manyetik alan kuvvetleri azalmakta ve psikokinezi hareketi tamamlandığında ise tekrar yükselmekteydi. Bu insanda, [ohannsen'in bedenindeki güçlü manyetizmayı, sanki bilinmeyen bir şeyin, belki de Sergeyev tarafından ortaya atılan baş döndürücü teori "soğuk plazmanın" oluşturduğu ve bunun dışarıya yöneldiği ve orada psikokinetik etkiler gerçekleştirdiği izlenimini uyandırır gibidir. Grunewald, cam plakalara serpilmiş demir tozlar aracılığıyla, [ohannsen'in ellerinin manyetik alan çizgilerinin resmini elde etti. (Bizim avuç içi çizgilerimiz de buna dayanıyor olmasın") Bunun yanında o, ellerin manyetik alan çizgilerinde birçok manyetik merkez de tespit etti. Grunewald bunların, medyomun ellerinde oluşan elektrik girdap akımları tarafından meydana getirildiklerine inanmaktadır. Burada Sergeyev tarafından ortaya atılan "soğuk plazma" teorileri ile büyük benzerlikler taşıyan bir fenomen ile bir kez daha karşı karşıya bulunmaktayız. Asıl garip olan ise, bu manyetik merkezlerin medyomun ellerinde olmakla birlikte mekansalolarak bunların dışında da bulunuyor olmasıydı.

Burada bedenin biyo-alanının bedenin içinden dışına çıkabildiğini varsayan hipotezi hatırlamakta yarar var. Sergeyev biyoplazmanın kendini gerçekten dışarıya kaydırabildiğini ve bunun da psikokinezi etkilerini oluşturan etken olduğunu kanıtladığı-na inanmaktadır. Psikokinezinin temelinde yatan bilinmeyen etkenler, büyük bir olasılıkla paranormal şifa fenomenlerinde de söz konusudur ve bunlar, özellikle ellerle uygulanan ve manyetizma denilen şifa vakalarında önemli bir roloynamaktadır. Dolayısıyla psikokinezi medyomu Nina Kulagina'nın paranormal şifa güçlerine de sahip olmasında şaşılacak bir şey yoktur.Alla Yinogradova kısmen elektrostatik kuvvetlerle çalışırken, öyle görünüyor ki Nina Kulagina sergiledikleriyle, kesin "saf" psikokinezi olarak tanımlanabilecek olanı gerçekleştirmektedir. Bir başka insanın bedeninde oluşturabildiği etkiyi göstere-. bilmek için, Benson Herbcrt'in bileğini biraz üstünden kavradı ve odaklandı. Benson başlangıçta bu kavrayış dolayısıyla oluşan hafif bir sıcaklık dışında hiçbir şey hissetmedi, bunun ardından, iki dakika sonra, ansızın güçlü bir ısı meydana geldi, bu zayıf bir elektrik akımını andırıyordu. Bu his gitgide nahoş bir hal almaya başladı ve sonunda o kadar dayanılmaz oldu ki, Benson Herbert Nina Kulagina'nın kavrayışından kendini güç kullanarak kurtarmak zorunda kaldı. Dayanılmaz olan bu acı, Kulagina'nm Benson'un kolunu uzun bir süre tuttuktan sonra ansızın ortaya çıktı. Denek hoş, sakinleştirici bir duygu deneyimleyeceği dü-şüncesindeydi, beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan o hissettiği şeyi hiç mi hiç tahmin etmemekteydi. Benzer durumlar genelde bu çeşit fenomenlere karşı itiraz olarak öne sürülen telkin ya da hipnoz gibi varsayımların oluşturulmasına yol açan sebeplerdir. Oysa Kulagina'nın, kollarındaki biyolojik gücü kendi iradesi doğrultusunda kullanabildiği gün gibi ortadadır ve bu yetenek, onun şifa güçleri için de büyük bir öneme sahiptir. Nina Kulagina, sadece elini yaranın yanına yerleştirerek, enfeksiyonlu yaraları çok hızlı bir şekilde iyileştirebildiğini belirtmektedir. Akciğer iltihaplanmalarında ise, ellerini hastanın yan taraflarına yerleştirmektedir, Dr. Sergeyev'in gözetimi altında gerçekleştirdiği üç ay süren bir tedavi sonunda, yirmi altı yaşlarındaki bir hastanın bacağındaki kısmi felç durumunu tedavi edebildi, öyle ki hasta tekrar normal bir şekilde yürümeye başladı. Buna karşın Dr. Sergeyev'in Nina Kulagina ile gerçekleştirdiği bir deney, korkutucu derecedeydi. Medyom psişik odaklanma yoluyla bir kurbağanın kalbini durdurabildi. Bu deney EKG ile de kontrol edilmiştir. Yeniden canlandırma deneyleri ise başarısız olmuştur. Kurbağa psikokinezi yoluyla öldürülmüştür!Alma Ata'da Dr. İnyuşin'in ve Leningrad'da Dr. Sergeyev'in etrafında bulunan biyologlar, tüm canlıların biyoplazma yaydıkları görüşündedirler, fakat medyomsal açıdan yetenekli olan bazı insanlar bu yeteneğe çok daha güçlü bir derecede sahiptir. Özellikle ruhsal, duygusal uyarılarda ya da psişik şok durumlarında biyoplazma yoğunluğu, normal insanlarda da iki hatta üç kat artış göstermektedir. Bedenin bazı bölgelerinde ise biyoplazma, farklı yoğunluklarda yayılmaktadır. En yoğun haliyle beyinde bulunuyor gibidir; fakat Sovyet araştırmacılar parmak ve solarplexus bölgelerinde de oldukça yoğun ve güçlü yayılımlar tespit etmektedir. Şifalı eller fenomeni bu açıdan bakıldığında artık o kadar da imkansız ve saçma görünmemektedir. Bu arada şunu da bilmekte yarar var, kadim zamanların bilgeleri güneş sinir ağına (salar pleksüs) bir enerji merkezi olarak önemli bir rol biçmektedir. Bu majik güçlerin oluşturulması için önemli bir merkezdir. Rus araştırma gruplarının sonuçlarının birbirleriyle örtüşmesinin bir tesadüften ibaret olmadığını rahatlıkla varsayabiliriz. Dr. İnyuşin tüm psişik ve fiziksel durumların plazma enerji durumunun tamamına yansıdığından dolayı, biyoplazma modelinin telepati ve benzeri çeşitli psiko enerjetik fenomenlerin, somut bir şekilde araştırılması için, olabilecek en elverişli imkanları sağladığına inanmaktadır.Dr. İnyuşin diğer çalışmalarında Dr. A. S. Roman ile birlikte, ototelkin ve otojen egzersizindeki biyoplazmaya dayalı etkiler üzerinde çalışmaktadır.

Bu zihinsel teknik te deneyimli olan kişiler, doğru düşünsel yaklaşımlarla kendilerini tamamen gevşetebilmekte, kollarında ve bacaklarında bir ağırlık duygusu oluşturabilmekte, ellerinde ısı üretebilmektedirler. Bu tür bir ototelkin esnasında, elektra biyo-ışıksal nitelik üzerinde karakteristik, değişimler meydana gelmektedir. Ellerde hissedilen ısıya benzerler bu değişimler yapıda olduğu kadar ışımanın gücünde de gerçekleşir. Ancak bunlar başka şartlar altında oluşturulamaz, örneğin el sıcak bir suya sokulduğurıda bile, deri ısısı ototelkindeki kadar belirgin bir şekilde daha yüksek olmasına rağ-men durum belirtildiği gibidir. Ototelkin deneyimi olmayan bir kişi, sıcaklık duygusunu kendi kendine telkin ettiğinde, normal ışıksal nitelik yüzeyinin alt yapısında ek olarak sadece duygusal gerilimlerde söz konusu . olan türde birkaç dağınık ışıma görünümleri oluşmaktadır. Yani çok fazla bir değişim göstermez. Ototelkin konusunda deneyimli bir kişi bu yöntemi hiç uygulamamamış bir kişinin kolundan tuttup kendi kendine elinde bir sıcaklık hissi telkin ettiğinde, deneyimli olmayanın ışıksal alanında şekiller görünür. Şaşırtıcı olan bu kişi deneyimli kişinin kendi kendine neyi telkin ettiğini bilmemektedir.Böylece el koyarak etki oluşturulabileceğiyle ilgili kanıt sunulmuş olmaktadır ve psikojen bir etkinin, sadece sıkça bahsedilen "inancın gücü" ile oluşturulmadığı ve bununla birlikte bir de doğrudan temassız bir etkinin de olanaklı olduğu gösterilmiştir. İnyuşin ve Roman'ın araştırma sonuçları, bazı paranormal şifa biçimlerinin işleyiş tarzıyla ilgili ilk sinyalleri vermektedir. Başta şunu sordular: Söz konusu süreçleri elektra biyo-ışıksal nitelik aracılığı ile gözlemlediğimizde, insan organizmasının, herhangi bir uyarana karşı verdiği tepki nedir?Uyaranlar olarak duygular, ototelkin, kimyevi uyarma vs. birçok etkenden yararlanıldı. Gözlernin sonucu şuydu, başlangıçta organizma, uyaranın kendi belirli türünden bağımsız olarak, özelolmayan genel bir tepkiyle cevap verdi ve bununla birlikte sanki diğer daha çok özelolan tepkilere zemin hazırlamaktaymış ve güçlerini harekete geçirmek istemekteymiş gibi bir izlenim uyandırıyordu. Özel yöne işaret eden ve her bir vakaya özgü belirli tepkilerin oluşması, ihtiyaç duyulduğunda, asıl ikinci tepki devresinde gerçekleşiyordu.Birinci tepki devresi, sağlıklı bir insanda, sakin bir ışıksal nitelik şeklinin geliştirilmesi ile ve arada bir ışık kıvılcımları ile güçlendirilmiş bir şekilde kendini dışa vurmaktadır ve belirlenmiş bir tepkinin düzenlenmesi açık ve sağlam bir şekilde gerçekleşmektedir. Ruhsal sağlıkları bozuk olan insanlarda, dış etkiler etki ettiğinde, ışıksal nitelik zemini, normalolan insanlarınkiyle karşı-laştırıldığında neredeyse hiçbir farklılık göstermemekteydi. Şekil tepkiye karşı daha çok sürekli bir hazır olma hali içindeydi ve bu hızlı bir şekilde yorgunluğa sebebiyet vermekteydi. Bu yorgunluk esnasında, uyaranıarın önemi ortadan kalkmakta ve bununla birlikte organizmada artık bir tepkiye de yol açmamaktadır. Hastalıklara neden olan tepkilerde dedurum, en azından ço-ğu vakada, büyük bir olasılıkla bunun aynıdır.Bazılarının yoğun ya da güçlü ruhsal baskılar altında, örne-ğin üşütme ya da nezle gibi belirli hastalıklara yakalanmaya müsait olmaları bununla açıklanabilir. Bu tür etkilere karşı, burada biyoenerjetik alanda sağlıklı bir tepkime oluşturabilmek için, artık hiç stok kalmamıştır. Manyetizmada ya da el koymada göründüğü kadarıyla biyoenerjetik stoklar aktarılmakta ve böylece organizma tekrar ayağa kaldırılmakta, özel şifa etkisini oluşturmak için harekete geçirilmektedir. Filipinli şifacıların ağır hastalıklarda genelde "manyetik şifaya" başvurmalarının sebebi budur ve bu, organizmadaki biyoenerjetik stokları güçlendirmektedir. Bununla birlikte şifacılar hastanın biyoenerjetik durumunu sezebilmekte ve öyle görünüyor ki, buna neleri yükleyip yükleyemeyeceklerini çok iyi bilmektedirler. Oldukça güçlü bir biyoenerji aktarımı örneğini şifacı Phil A.göstermektedir. Tanınmış Amerikalı gazeteci Ruth Montgomery bir kitabının tamamını ona ayırmıştır.143 Mucize denilebilecek bir tarzda işleyen, kendisinin ifade ettiği gibi "hastanın güç alanlarını yeni enerjilerle doldurmak ve bunları tekrar düzenlemek", gibi bir yeteneğe sahipti.

Dört yıl boyunca, Amerikalı Dr. C. Hill'in hastalarını "yeniden canlandırmaktaydı" ve bir çoğuna da inandırarak yardım etmekteydi. Phil hastanın içine elleri aracılığıyla "enerji yükü" aktarmaktaydı. Kendi içindeki bu enerjinin kontrolü ve yönetimi üzerine belirttikleri, Alla Vinogradova'nın ifade ettikleriyle örtüşmektedir. Phil daha sonraları Amerikalı cerrah Dr. Dena L. Smith ile birlikte çalıştı. Daha önce o, 1956 yılında Dr. Dena henüz bir tıp öğrencisiyken, onu uzun yıllar süren bir kalp rahatsızlığından kurtarmıştı. Phil aracılığıyla cerrah, tıp eğitimi boyunca "olanaksız" olarak tanımlanan birçok fenomenle yüz yüze geldi. Birinci sınıf bir şifacının Batı tıbbı ile iş birliği içinde çalıştığında neler yapabileceği aşağıdaki örnekte gösterilmektedir. 1949 Powel, Wyoming doğumlu Patricia Lucille Golden on beş yıl boyunca sağlıklı ve mutlu bir çocuktu. Sonra baş ağrılarından şikayet çi olmaya başladı ve birkaç yıl sonra kişiliği belirgin bir şekilde değişime uğradı. İsyankar, inatçı bir hal aldı ve çevresi için sabredilmez bir kişiliğe büründü, öyleki sonuç itibariyle ebeveynleri kendisini, nöropsikiyatrik tedaviye verdiler fakat sonuç başarısızdı. 1968 yılında Kaliforniya'da San [ose Hastanesi'nde bazı testler sonucu beyin merkezinde bir tümör tespit edildi. On dokuz yaşındaki hasta bu süre içinde neredeyse tamamen kör ve felç olmuştu. Tamamen yatalak bir durumdaydı. Tıp, tümör ün ameliyat yoluyla başarıyla uzaklaştırılması adına,hiçbir şans görmüyordu. Yedi saat süren ameliyattan çıkabilse de, büyük bir olasılıkla sadece birkaç ay hayatta kalabilir deniyordu. Hastanın babası, biraz önce sözünü ettiğimiz Ruth Montgomery'nin yeni yayımlanmış A Search for the Truth (Doğruyu Aramak) adlı kitabını okumuştu ve kitapta ciddiye alınacak bir şifacıdan söz ediliyordu. Yazar bu kişiyi sadece Bay A. olarak isimlendirmişti. Bay Golden yazara telefonla ulaştı ve bunun üzerine yazar da şitacıyı arayacağını ve hastayı ameliyat ardından tedavi ettirmeye çalışacağını belirtti, çünkü şifacı, Ruth Montgomery'nin belirttiği üzere doktorları kızdırmamak için, hastaneye gelmemekteydi. Ameliyat 11 Kasım'da, San jose Hastanesi'nde gerçekleştirildi ve dördüncü karıncıkta bulunan tümör alınmıştı. Dokubilimsel (histolojik) araştırmalar sonucu, bu tümörün kötü huylu bir epandimom biçimi olduğu anlaşılmıştı. Aralık ayının başlangıcında Phil A., Ruth Montgomery ve cerrah Dr. Dena ile birlikte L. Smith'i ziyaret etti. İkisi Kaliforniya'ya doğru uçmaya devam edeceklerdi ve Dallas havaalanına indiklerinde Patricia'nın durumunu sormak için, Houston'daki ebeveynlerine telefon edeceklerine söz vermişlerdi. Dallas'a inmeden önce şifacı ansızın bir ilham aldı, inmeli ve hemen Houston'a gitmeliydiler, çünkü kız orada olacaktı. Gerçekten de aynı günün, 5 Aralık 1968 sabahı, ağır hasta San jose'derı (Kaliforrıiya) Houston'a (Teksas) uçakla getirilecek ve orada M. D. Anderson Hastanesi'ne yatırılacaktı. Fakat hasta, ebeveynlerinin evine getirilmesinde diretmişti, çünkü daha sonra belirteceği gibi, eve gitmediği takdirde öleceği hissine kapılmıştı. Sonuçta isteğine boyun eğildi ve eve getirildi çünkü ne de olsa durumu da zaten hiç ümit verici görülmüyordu. Ebeveynlerinin belirttiğine göre yüzünün rengi yeşile dönmüş, dizleri morarmış ve cılız uyluklarından daha kalınmış, gözlerinin feri gitmiş; yediği hiçbir şeyi midesinde tutamamaktaymış.Şifacı öğleyin saat ikide Houston'a vardı ve Patricia'yı yarım saat tedavi etti, "hastanın manyetik alanını doldurmak için, bedenine enerji akıttı" tüm yaptığı bundan ibaretti. Bu ilk tedavi sonrası Patricia yatağından kalkabilmekte ve odada az çok yüreyebilmekteydi. Akşam saat altı' da ikinci tedavi uygulandı, bunun ardından Patricia, az da olsa tekrar bir şeyler yiyebilmeye başladı. Ve akşam saat on'da; derisi tekrar eski rengine kavuştuğunda, gözlerine ışık geldiğinde ve kız yeniden anlamlı konuşabildiğinde, üçüncü tedavi başlamıştı. Ertesi sabah, dördüncü tedaviden sonra hasta ciddi bir açlık hissi ardından güzel bir iştahla yemeğini yedi. Beşinci ve sonuncu tedavi öğlen saat on iki 'de tamamlandı. Bunun ardından şifacı, artık hiçbir sorunu kalmadığını ve aklı başında, erdemli düzgün bir yaşam sürdürdüğü sürece de hiçbir sorun ile karşı-laşmayacağını belirtti. Kendisine sunulan ücreti kabul etmedi ve sadece yaptığı masrafların karşılanmasına izin verdi. Üç hafta sonra Patricia araba kullanabiliyordu, normal kilosuna kavuşmuştu ve kendini tekrar baştan aşağıya sağlıklı hissediyordu, ancak bir süreliğine doktor gözetiminde bulunmayı da ihmal etmedi. 1972'de Patricia baştan aşağıya sağlıklı ve mutlu bir evlilik gerçekleştirdi. Hayatını, şifacının kurtardığından bir an bile şüphe duymamaktadır.Bazı hastalar şifa bulduktan sonra, şifacı ile teması kesmemekte ve kendilerine haftada bir enerji "yükletmekteydiler". Ruth, bu hastalardan bazılarının 90 yaşını aştığını belirtmektedir. Bu türdeki vakaların en inanılmazı, yaşlı bir bayan ile alakalı olanıydı. Bu hanım 98 yaşına geldiğinde Phil A. ile tedavisini kesti, çünkü yavaş yavaş finansal birikimleri sonuna gelmek teydi ve kendisi de parası ye ttiği kadar yaşamak istiyordu, daha fazla değil! Biyoenerjinin bir insandan diğerine aktarılması, şu ana kadar bu tür vakalarla ilgili burada ve başka yerlerde belirtilen birçok rapor dolayısıyla, artık hiç de batıl inançlı ve yüzeysel beyinlerin fantezi ürünleri olarak ele alınmamaktadır, aksine bir gerçeklik olarak görülmekte ve de buna uygun bir şekilde araştırılmaktadır. Sovyet bilim adamları tarafından oluşturulan biyoplazma taslağı, fizikçilerin çoğu tarafından gerçekten de kolaylıkla kabul edilememektedir. Onlar kanıtlarını sıralamaya devam ederek şöyle demektedirler: Fiziksel bir plazma yani normal gaz halindeki maddenin ötesinde olan bir madde ne dinamik ne de statik bir sistem olarak, beden içinde var olamaz. İnsan bedeni içindeki fiziksel bir plazma, rekombine etmelidir, yani eksi (-) elektronlar ve artı (+) iyonlar normal bir atom halinde birleşmelidir. Fakat burada bizim henüz bilmediğimiz bir tür yeni enerji ya da tamamen farklı bir fiziksel unsur söz konusuysa durum değişir. İnsan bedeni içinde hareketli bir plazma akışı belki de bir benzetme olarak Çin akupunkturunda ya da Hint yogilerinde söz konusu olduğu türde yaşam güçleri akımları, elektiriksel yüklemeler dolayısıyla, "insan bedeninin" maddesel görünüm şekli içindeki en kısa mesafelerde bile. kendini ölümüne tüketirdi, denmektedir. Ancak burada Macar biyolog ve Nobel ödülü sahibi Albert Szent Györgyi'yi akla getirmekte yarar var. O, şöyle demişti; "Bir fizikçi nerede şu imkansız bu olamaz diyorsa, bir biyolog orada daha çok dikkatli olmalıdır."Şunu da unutmamak gerekir ki, fizikçiler, plazma halini şu ana kadar neredeyse sadece cansız madde olarak araştırmışlardır. Belki de biyoplazma denilen, tamamen farklı ve bilmediğimiz yeni bir tür plazma halidir ya da fizik aleminin. buna dahil fakat fiziksel plazmanın ötesinde olan tezahür biçimlerinden biri ile alakalıdır. Biz buna "transplazma" hali diyelim ve bu, bildiğimiz fiziksel plazma ya karşın canlı madde ile bir araya gelebilir olsun. Yani elektriksiz ve normal plazmadan daha süptil,ancak belli şartlar altında plazma benzeri halde tezahür edebilsin, yani elektriksel parçacıklara dônüşebilsin (belki de belirli yüksek frekans alanlarının etkisi altında Kirlian fotoğrafçılığındal). Ve böylece fiziksel dedektörlerimiz tarafından belli şartlar altında görünür ve kanıtlanabilir olsun, örneğin psikokinezide ve bazı paranormal şifa yöntemlerinde ve büyük bir olasılıkla da ileride değineceğimiz materyalizasyon gibi, başka birçok parapsikolojik fenomenlerde. Atomaltı parçacıkları içindeki ve atom çekirdeği alanındaki süreçleri, insan bedeni içinde farz etmek, hiçbir fizikçi için normal görünmez. Hatta röntgen ışınlarının insan bedeni tarafından ya da duruma göre biyol

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp