Medyomsal Zekanın Kaynağı

Medyomsal Zekanın Kaynağı

Öyle görünüyor ki, biyoplazma bedenimizin enerji alanları tarafından bedenimize etkide bulunulmakta, hatta buradan yönetilmektedir. Fakat diğer taraftan, biyoplazma bedenimiz bizlerin düşünceleri, düşünme yeteneği ve hisleriyle sıkı bir bağımlılık içindedir. Uzun lafın kısası, bu biyoplazmaya zihin tarafından etki edilebilir görünmektedir. Doğada daha "katı" olan sistemlerin daha "ince" olanı tarafından yönetildiği ve bunlara etkide bulunulduğu açıkça görünmektedir. Teozoflar C. W. Leadbeater ve Annie Besant yüzyıl dönümünde şöyle bir beyanda bulundular: "Alttaki, daha yoğun aleme gerekli olan güç planlarını, bir üst alem sağlar!" Sovyet parapsikoloji araştırmacıları, insanın düşünme yetisinin, düşünme tarzının, tasavvurlarının ve hislerinin biyoplazmaya etkide bulunduğunu ve bunun yapısını şekillendirebildiğini, yüksek frekans fotoğrafçılığının yardımıyla geçekten de kanıtlamış gibi görünmektedir. Böylece biyoplazma ya da enerji beden, ruh ve fiziki beden arasındaki bağ kurulmuş oluyor.Bu arada bizim, canlıların biyoplazma alanlarını bilimsel açıdan kavramış olmamıza rağmen ve uygun dedektörlerle bunları görünür kılabilmişken, bir düşüncenin ne olduğu hakkında aslında hiç mi hiç fikrimiz yoktur. Medeniyeti meydana getirmiş ve tüm dünyayı değiştirmiş olan insanın düşünme yeteneğinin büyük enerjilere ihtiyaç duyulmadan işlemesi, oldukça hayrete düşüren ve genelde de göz ardı edilmiş bir gerçektir. En güçlü düşünsel aktivitede bile, orta derecede bir kas aktivitesinde tüketilen enerjiyle karşılaştırılmayacak derecede çok daha az bir enerji sarfiyatı söz konusudur. Buna rağmen bilim adamlarının çoğu gayet doğalmış gibi, ruhsal ve düşünsel ya da zihinsel denilen enerjileri bedene ve bunun kimyevi, fizyolojik reaksiyonlarına dayandırmakta ve bunların bedenden bağımsız olarak açığa çıkamayacağını belirtmektedir. Bu anlayış, yüz yıl öncenin bilimlerinin bir bilgisi, bir yaklaşımıydı ve ne yazık ki günümüze kadar da bir değişiklik söz konusu olamadı. Aslında bu görüş için kesin tek bir delile bile sahip değillerdir. Şunu hep göz önünde bulundurmalıyız ki, bugün bile bizlerin zihinsel-ruhsal enerjilerini doğrudan kanıtlayabilecek ya da sadece bir düşünceyi bile tespit edebilecek bilimsel tek bir araç, ne bir dedektör ne de başka bir şey yoktur. Beynin elektrik akımlarının ölçümü (EEC) asla ne bir düşünceyi ne de bir hissi doğrudan gösterebilmektedir fakat bu, çoğu uzman tarafından savunulan bir varsayımdır. Oysa bu, büyük bir olasılıkla düşünce alanının sadece yan görünümlerinden ibarettir. Kimbilir belki çok yakın bir gelecekte bilim adamları tarafından düşünceleri görünür kılabilen, geliştirilmiş kirlian optiklerinin yardımıyla spesifik yepyeni dedektörler geliştirilebilecektir. Bu durumda belki de duru görürlerin algıladıklarını iddia ettikleri bazı "düşünce şekilleri" kanıtlanabilecek ve dolayısıyla onların ortaya koydukları bu teorilerinin doğruluğu ispat edilebilecektir. Çünkü imgelerin de, düşüncelerin de temelinde somut bir gerçeklik yatmaktadır. Amerikalı psikoanalitikçi Dr. Jule Eisenbud tarafından eksiksiz bir şekilde rapor edilmiş olan şu gerçek oldukça ilginç gelecektir, Amerikalı Ted Seri os kendi zihninde oluşturduğu bir şekli ışığa karşı korunmuş bir fotoğraf plakası üzerinde, bir "fotoğrafa" dönüştürebilmektedir. Aslına bakılırsa buradan yola çıkarak şunu söyleyebiliriz: Yoğunlaştırılmış bir düşünce, farkındalık ile canlandırılmış olan bir tasavvur, oldukça ince fakat oldukça da yüksek derecede etkili olan ve biyoplazma bedenine doğrudan etki edebilen ve bunu "şekillendiren" bir güç alanıdır. Ve fiziki bedene gönderilen etkiler de bunun üzerinden aktarılmakta ve gerçekleştirilmektedir.Bu görüş altında bakıldığında Batı psikolojisi ve psikosomatik araştırmaların gerçekliklerinden edinilen deneyimsel bulgular da bambaşka bir şekle bürünmekte ve aydınlatılmaktadır. Böylece en azından şu ana kadar sır perdesi ardında kalmış olan fenomenlerin gerçekleşebileceği bir yol sezilebilir olmuştur.

Zihinsel-ruhsal tasavvurların maddi şekillere büründüğü bu yol, artık bazı kimseler tarafından görülebilmektedir. Bunu şu şekilde de ifadelendirebiliriz: Materyalizasyonun ya da bir düşüncenin gerçeklik kazanmasının nasıl bir yol üzerinden geçtiğini kaba hatlarıyla bilmekteyiz. Tasavvurların, düşüncelerin ya da genel olarak düşünme yeteneğinin biyoplazma bedenini etkilediği bilgisi, filozofların uzun zamandır bildiği ve tüm zamanların yaşam öğretmenlerinin binlerce yıldan beri bizlere bildirdikleri ve "düşüncenin hakimiyeti" ya da "düşüncenin gücü" dedikleri kadim bir bilgiyi hatırlatmakla kalmamakta, bunu binlerce yıl sonra da olsa günümüzde bizler için onaylamaktadır da. İşte Buda da bunu uzun bir süre önce şöyle ifadelendirmiştir: "Düşüncelere hakim olmak bedene hakim olmaktır, yaşama hakim olmaktır,kadere hakim olmaktır. Düşüncelerin gücü ya da kudretiyle, biyoplazma alanına hakim olarak ya da bir diğer ifadeyle etkide bulunarak, hastalıklar iyileştirilebilir. Kitabımızın başlarında ifade ettiğimiz Plasebo deneyleri bunu açık bir şekilde göstermektedir. Bir hastalık hastası da aynı bu yol üzerinden kendini gerçekten organik anlamda hasta edebilir. Tüm bu ilişkileri, bilimsel anlamda detaylarına kadar bilmeyen, analiz edemeyen ve söz konusu olan tüm bu fenomenlerin gerçekleşme yolunu tam anlamıyla tanımayan birçok büyük insan, sadece sezgi yoluyla bundan gerekli olan yararı insanlık için açığa çıkarabilmiş ve bunu da olumlu düşünce ya da yaşam görüşü denilen bir yaklaşımı kendi üzerlerinde gerçekleştirerek uygulamış, üretmiş ve desteklemişlerdir. Alman yaşam filozofu ve psikolog Oscar Schellbach yirmili yıllarda nıanial poziuiiizm dediği görüşünü bir teoriye dönüştürmüştü. Buna göre hedeflerin en iyi ve en kısa yoldan gerçekleş-tirmesini sağlamak için, radikalolumlu bir teşviğe, yani düşüncelerin onanmasına ihtiyaç vardır. "Sibernetik" kavramı daha oluşmadığı zamanlarda, kendi "düşünce kanunları" içinde o, insan içindeki zihinsel-ruhsal sebep-sonuç alanının olası en doğru ya da en iyi şekilde programlanması için bir yol gösterdi.Schellbach sonuçta zihin-ruh küresi içindeki son harekete geçirici unsuru da "görüş" olarak tanımlamaktadır ki, bu da düşünce tarafından üretilmektedir.U? Fiziki bedenin güç alanlarına, biyoplazma bedenine yansıtılan her düşünce yönlendirici ve komut verici bir etkiye sahip değildir ve sinir sistemine de, burada etken olan bilhassa duygu yüklü görüşler ve tasavvurlardır. Büyük bir olasılıkla insanın davranış biçimlerini yönlendiren zihnin, ruhun en üst seviyesindeki görüşlerdir. İnancın gücü denilen de zaten bunun aynıdır, bir farkla ki, Schellbach burada inanç ile görüşü, görüşün bilgi edinme süreçleri sonrası geldiği fikrinden dolayı birbirinden ayırmaktadır. Yani bu deneyimler sonucu edindiğimiz düşüncelerimizin tarzı, biçimi şu ana kadar topladığımız bilgilerimiz tarafından belirlenmektedir. Buna karşın inanç, belli bir kritiğe tutulmadan kabul edilmiş bir görüştür, yani bir tür genel kabul gören mutlak bir hakikattir. Bu da elbette az ya da çok, büyük bir beklenti gerilimini içinde barındırmaktadır. İnsanın, genel olarak kendi görüşlerinin toplamının bir sonucu olduğunu gerçekten de söyleyebiliriz ve bunlar, yaşamı boyunca onun kendi içinde gelişmiş ve oluşmuşlardır. Olumlu düşünceler ileriye götürmekte ve olumsuz olanları da onu tam anlamıyla bitirebilmektedir. Yıllardır süregelen düşünce alış kanlığı sonucu otomatikleşmiş olan görüşlerden daha katı ve insana adeta bir kene gibi yapışmış olan başka hiçbir şey yoktur. İnsanın kararlarını ve davranışlarını, hem de insanın farkında olmadığı bir zorlama altında belirleyenler bunlardır. İşte zaten yeni bilgilerin kabul edilmeyişindeki direnç de buradan gelmektedir. Buna göre, uzun bir eğitim ve belki de daha uzun bir zamandır mesleğini icra eden, ayrıca hastalıkların ve ameliyatların "normal" süreçlerini gözlemlemiş olan ve bunları teorik olarak . genel anlamda bir yere oturtmuş bir doktor, elbette hayatı boyunca edindiği görüşünden emin olacaktır. Ve psişik cerrahiye karşı da aynı ölçüde, hatta daha da fazla bir kararlılık içinde kar-şı koyacaktır ve bunun saçmalık olduğu görüşünü savunacaktır. Ancak o, eğer "nadir" görülen bir doğa kanunuyla karşılaşmışsa, yani akademi bilimlerinde anlatılan kanunlara ters bir olay deneyimlemişse, işte o zaman onun bu katı görüşü yavaş yavaş sallanmaya başlayacak ve çoğu şeyler de değişecektir.

Bundan dolayı da Max Planck üstüne basa basa şöyle bir ifadede bulunmuştur: Yeni görüşler, bunların karşıtlarına anlaşılır kılınarak kanıtlanamazlar. Bu ancak, bunların dumura uğratılmasıyla mümkündür! Fakat görüş ve inanç, bizlerin sadece davranışlarını ve kararlarını yönlendirmemekte, ayrıca fiziki bedenimizin işlevsel derinliklerine, organlarına ve hatta sinirlerine kadar etkide bulunmaktadır. Düşüncenin ve inancın ya da kararlı bir görüşün gücü artık günümüz bilimi tarafından reddedilmemektedir. Buradan yola çıkılarak alışılmışın dışında etkiler oluşturulabildiğini, Batı psikolojisi ve doktorları artık çoktan anlamış bulunmaktadır. Fakat buna rağmen, verilmesi gereken kararları vermemektedirler. Temel görüşleri genelde yaşamın her alanında tersine gelişmektedir. Bana öyle geliyor ki, Batı'da bilimsel bilgi ile bunun pratik değerlendirmesi arasında günlük yaşam açısından sanılanın tersine çok zayıf bir ilişki kurulmaktadır. Burada şunu vurgulamak gerekir ki, Sovyet bilim adamları düşüncelerini daha çok pratik bilgilere dayandırarak geliştirmektedir. Doğu ve Uzak Doğu parapsikoloji araştırmacıları, paranormal fenomenleri hiç olmazsa sadece akademik mevkilerinden aşağıya doğru bakarak gözlemlememekte ayrıca insanın yeni alanlarını da tanımaya ve hatta kendi üzerlerinde deneyimlerneye çabalamaktadır. Örneğin Dr.Motoyama yirmi yıldır hem akupunktur uygulayıcısı hem de gelişmiş bir yogi olarak mesleğini icra etmektedir. Birçok Sovyet bilim adamı, oldukça yetenekli telepat medyomlardır ve maden ya da su yataklarını radyestezi metoduyla yani çatal çubukla ararlar. Şimdi tekrar düşüncelerin ve imajinasyonun gücüne dönelim. Üst seviyede başarılara ve yeteneklere, tasavvurlar tarafından en başından beri hem fiziksel beden, hem de zihinsel-ruhsal işlevler alanında etkide bulunulmaktadır.Amerikalı cerrah ve psikolog Maxwell Maltz aşağıdaki şu ilginç deneyi bizlere bildirmektedir: Öğrencilerden oluşan üç denek grubu yetenekleri açısından test edildiler. Deney bir hedef tahtasına ok atarak hedefi vurmaktan ibaretti. Bu testin ardından gruplardan biri üç hafta boyunca her gün alıştırmalara devam etti, ikinci grup ise, bu üç hafta boyunca hiçbir alıştırmada bulunmadı, bunlara karşın üçüncü grup ise, alıştırmalarını sırf imajinasyon gücüyle sürdürdü! Bu son denek grubu, her gün belli bir süre boyunca, imgeleme yoluyla oku olağanüstü bir beceriyle hedefine gönderdiklerini imajine ettiler ve ardından birbirlerini överek kendilerini adeta bu durumla eşkoştular, yani kendilerini bu halin içine soktular. Benzeri grup deneyleri. potaya sokulması gereken basketbol toplarıyla gerçekleştirilmiştir. Üç hafta sonra alınan test sonuçları, eşit puan sistemi içinde ilk grup, yani üç hafta alıştırma yapmış olan grup, 24 puanlık bir başarı göstermişti. ikinci grupta hiçbir değişiklik görünmedi, yani hiçbir ilerleme yoktu. Üçüncü, imgeleme gücüyle alıştırmalar yapan grup ise, ortalama olarak 23 puanlık bir iyileşme gösterdi.Bu örnek göstermektedir ki, bu tür becerilerin altında yatan asıl sebep, daha üst bir alanda ya da planda imajinasyonların ve düşüncelerin alanında, yani mantal planda sınıflandırılmış bir niteliğe dayanmaktadır. Anlaşılan fantezi ve imgelem gücüyle oluşturulmuş olan tasavvur örnekleri, insandaki "ince maddesel" etki-tepki alanın uygulama ve alıştırma tarafından oluşturulmuş olan beceri ve gerçekleştirme çabaları ile aynı ölçüde kaydedilmektedir, tabi ki bedensel alana da. Oscar Schellbach bunu kısaca, özlü ve etkili bir şekilde şöyle ifade etmiştir: "Her fenomenin ve etkinin başlangıcı ve ilk sebebi, ilk imge olarak oluşumların ve etkilerin kaynağı olan ruha dayanan bir fikirdir." Kişi burada insanın içinde uyandırılan tasavvurların ne kadar büyük bir öneme sahip olduğunu anlayabiliyor ve bilgisayar dilini kullanacak olursak, doğru bir "programlamanın", zihinsel etki-tepki alanlarındaki belirleyici önemini kavrayabiliyor.Dr. Maxwell Maltz, insan becerilerinin sınırları kadar onun davranış biçimlerinin sınırları da büyük bir oranda "Benlik imajı"ndan kaynaklanmaktadır, diyor. Bu Benlik imajı, insanın kendine, kendi yetenekleriyle, kendi olanaklarıyla, kendi sınırlanyla ve kendine verdiği değerle ilgili kendi içinde oluşturduğu, ta-şıdığı resimdir, imgedir. Bu Schellbach'a göre, genel anlamda insanın sahip olduğu görüşlerin toplamına eşittir. Bir sibernetikçi için de bunlar, Benlik imajı'nı oluşturan programlama verileridir.ilkesel açıdan hepsi aynı 'şeyi ifade etmektedir. Buna: göre kendisinin belli bir alanda yetersiz, beceriksiz ve hatta kötü olduğu hakkında karar vermiş olan birisinin Benlik imajı da bu sektörde başarısızlık anlamında bir "programlanmaya" tabi olacaktır. Söz konusu kişi, her şeye rağmen olumlu bir şeyler meydana getirmek istiyorsa, bu durumda kendi gölgesinin de üzerinden atlaması gerekecektir, tabir yerindeyse "kendini" yenmesi gerekecektir. Fakat o bunu ancak kendisi hakkında oluşturduğu olumsuz değerlendirmelerini, olumsuz görüşlerini ve olumsuz kararlarını, Benlik İmajı'nı değiştirerek başarabilecektir. Olumsuz bir Benlik İmajı, olumsuz bir görüş, olumsuz bir karar, mantal plan kaynaklı bir etki-tepki alanından gelen güç kullanımının önüne tam anlamıyla bir set çekmektedir. Kişi söz konusu çabalarının anlamsızlığı hakkında kendi içinde verdiği' bu olumsuz kararı ve görüşü sürdürdüğü sürece, onun ruhsal kuvvetleri Batı psikolojisi dilinde bilinçaltı güçleri, hiç mi hiç harekete geçmeyecektir. Bunun tersine sevdiği bir hedefe sahip olan ve kararını bu hedefin başarısı ve gerçekleşmesi yolunda vermiş olan bir kişide tüm kollar harekete geçecek ve kendi "iç bilgisayarı" tüm gücüyle işe koyulacaktır. Maltz'ın bazı vakalarıyla ilgili raporlarında öğrencilerin, daha önceden tamamen beceriksiz oldukları alanlarda, alışılmışın dışında kısa süreler içinde mükemmel işler çıkardığı görülmektedir. Aslında içlerinde, kendilerinin bu alanda çok yetenekli oldukları görüşü uyandırıldı, yani Benlik Imajı'nı. hepsi olumlu anlamda değiştirilebildi."Bu, belli bir seviyeye kadar paranormal yeteneklerde de geçerlidir. Çekoslovakya' daki parapsikoloji araştırmalarının en tecrübeli ismi Dr. Zdenek Rejdak, şu görüşü savunmaktadır: "Paranormal yetenekler her normal insanda vardır, bunlar henüz gelişip serpilememiştir, o kadar." Nina Kulagina bazen iki saate varan bir konsantrasyona ihtiyaç duymakta ve ancak bu güçlü yoğun odaklanma sonrası beklenen psikokinezi fenomenini gerçekleştirebilmektedir. Buna benzer bir deneyi gerçekleştirmek için, iki saate varan böyle bir yoğun odaklanma kararlılığı, doğrusu hangi normal insanın aklına gelir ki? ·Eğer bunun mümkün olduğu hususunda kendi içinde bir kararlılık söz konusu olmasaydı, Nina Kulagina da böyle bir odaklanma gücü ve dayanıklılığı gösteremezdi! Bu arada paranormal şifa alanında birçok Filipinliyi eğitmiş olan Tony Agpaoa, bir öğrencisine psişik cerrahi yeteneğini öğretebilmenin en önemli ön şartı olarak, bu yeteneğe gerçekten sahip olduğuna inandırmak olduğunu öne sürmektedir.Burada olumlu bir inancın derinliği kendisini, insanın kendi gücüne olan inancında ve başarının mümkünlüğüne olan kararlılığında göstermektedir. İnsan burada pozitif Benlik İmajı'nın merkezi önemini kavrayabilmektedir. Buna karşın insan günümüz dünyasında her alanda ve her yönde, olumsuz Benlik İmajı üzerinde çalışmaktadır. Dolayısıyla her bir bireyin kendi içindeki olumsuz Benlik Imajı'yla ilgili birçok olumsuz sonuçlar ve çıkarımlar meydana gelmekteyken, üretilen ve desteklenen budur. Bununla ilgili birçok sebepler gösterilebilir. Örneğin birçok kimse bunun sorumlusu olarak Freud'un psikoanalizinden gelen kavramları ve değer anlayışlarını göstermektedirki, bu kavramlar ve değerler gerçekten de psikopatlardan yola çıkılarak geliştirilmiş ve bu yetmezmiş gibi, asıl ilişkilerden koparılmış ve farklı bir alana kaydınlarak tamamen farklı şartlar altında sınıflandınlmıştır. Elbette buradan, insanın bir canavar oldu-ğu sonucuna varmak, hiç de zor olmayacaktır, Dolayısıyla insan, asli nitelikler olarak öfke, cinsellik, bencillik ve yıkıcı dürtülerden meydana gelecek ve hayvansal dürtülerden meydana gelmiş bir karanlık bilinçaltı tarafından yönlendirilen, kendi içinden gelen bu dürtüler karşısında tamamen korumasız, adeta iradesiz ve az ya da çok acınacak bir yaratığa dönüştürülecektir.Tüm bunlar psikoanalize yöneltilmiş eleştiriler değil, sadece bunun yanlış kullanımına karşı bir eleştiridir. Psikoanalizi genelde yüzeysel ve hatta hiç tanımayan, fakat yine de kendi dünya görüşleri için bir onayolarak gören ve yanlış anlaşılmış psikoanalitik kavramları soğukkanlılıkla kendi yararlarına kullanan insanlara karşı bir eleştiridir. Çünkü onlar bu kavramları, kendileri gibi katı Batı bilimleri yanlısı bilim adamları tarafından psikoanalizin hoş görülmediği, dışlandığı ve "kural" dışı görüldüğü günlerin tersine, günümüzde sırf "popüler" olduğu için sık sık bunlardan bahsetmektedirler. Ancak, mantal imgelerimiz, yani düşüncelerimizin, imajinasyon güçlerimizin, kararları tarafından ve sonuçta buradan kaynaklanan görüşlerden, sadece davranış biçimlerimiz değil, aynı zamanda bedensel işlevlerimiz de etkilenmektedir. Hatta fiziksel bedenin organik yapılan da zihinsel güçler aracılığıyla biyoplazma alanı üzerinden etki altına alınabilmektedir. Bedenin fizyolojik işlevleri üzerinden açığa çıkan bu alışıldık materyalizasyonların yanında (Dr. Gerlov bunlara dolaylı gerçekleştirmeler ve dolaylı materyalizasyonlar demektedir) paranormaL, doğrudan gerçekleştirmeler ve doğrudan materyalizasyonlar da vardır. Anlaşılan o ki, fikirler ve imajlar burada dolaylı olarak yani bedenin normal fizyolojik işlevleri üzerinden değil, biyoplazma alanları üzerinden doğrudan gerçekleşmektedir.

Bu arada telepati, psikokinezi ve son bölümde verilen materyalizasyon fenomenlerinin en etkileyici örnekleri bile bu yol üzerinden gerçekleşmektedir. Tasavvurun ya da imajinasyon gücünün, bedensel işlevler üzerindeki etkileriyle ilgili burada bazı örnekler de sunalım: Bir hipnotizör, bir deneğin elinin sırtına soğuk bir kaşığın sapını bastırır ve bunu yaparken şu telkinde bulunur: "Korlaşmış bir demir çubuğuyla size dokunuyorum; Bunu tüm kesinliğiyle hissediyorsunuz!" Denek acı içinde yüzünü buruşturur ve kaşık kaldırıldıktan sonra, deri üzerinde belirgin bir kızıllık oluş-muştur. Hatta bazı durumlarda bir yanık izi ya da kabarcığı görülür. Hipnotizör tarafından deneğe gönderilen, bir diğer ifadeyle zihnine indüklenen imaj, biyoplazmatik enerji alanın, yani fiziki bedenin etki-tepki alanına etki etmekte ve bu beyinde ve sinir sisteminde ya da duruma göre bedenin belli yerlerinde tepkiye yol açmaktadır. Ve şimdi de lokal anesteziyi keşfetmiş olan, tanınmış doktor Carl Ludwig Schleich'ın bir deneyimini aktaralım. Bir gün hali vakti yerinde ve oldukça varlıklı bir iş adamı, neredeyse aklını yitirmiş bir vaziyette kendisine gelir ve kolunu kesmesi için adeta yalvarır. Koluna bir tüy batmıştı ve bundan dolayı zehirlenip öleceğine inanıyordu. Kolunun kesilmesinin hayatını kurtarabileceğini iddia ediyordu. Ve şu ana kadar birçok cerrah söz konusu kesimi reddetmişti, tabii ki Schleich da bunu istemedi. Bu arda sözde yara temizlenmiş ve dezenfekte edilmişti ve her şey bir tarafa tamamen önemsiz bir yaraydı, fakat hasta bu takıntılı fikrinden hiç mi hiç vazgeçmemekteydi. Schleich onu muayene eder, iddia edilen yönde somut hiçbir bulguya rastlayamaz. Fakat adam bir sonraki sabah ölür. Yapılan otopsi sonucu, ölüm sebebi belirlenemez ve Schleich'ın tanısı şöyledir: "Histeri sonucu ölüm Düşünsel ve duygusal güçlerin bedensel işlevler üzerindeki olağanüstü etkileriyle ilgili birçok benzer örnekler verilebilir. Fakat bu yolla en ağır hastalıklarda bile şifa bulunabileceği gibi burada inanç ve kesin bir beklenti tarafından taşınan düşüncelerin olumsuz etkilere yol açabileceğini de akla getirmek gerekir. Schellbach ellili yıllarda, tanınmış, yetişkin bir İsveçlinin vakasını bizlere bildirmektedir, Bu kişi çocuk felci sonucu tekerlekli sandalyede yaşamak zorunda kalmıştır. Hastanın ruhun madde üzerindeki gücüne olan sarsılmaz bir inancı ve adeta canlandıncı bir imajinasyon gücü vardı ve tekrar yürüyebileceğine dair tasavvurunu haftalar boyunca canlı tutabilmesi için gerekli olan inancı da ona bu güçler sağlamıştı. Birkaç hafta sonra, hareket kabiliyetleri gerçektende artmaya başladı ki, bu da ototelkin çalışmalarını sürdürmesi için ona güç katmıştı. Altı ay sonra durumu o kadar iyiye gitmişti ki, artık koltuk değneklerinin yardımıyla yürüyebilmekteydi. Daha sonra yürüme yeteneği neredeyse tamamen normalleşmiştir. Bir doktor burada tabii ki şu görüşü savunacaktır: Bir sinir öldüyse, artık tekrar yenilenme söz konusu olamaz ve dolayısıyla bu gibi durumlarda hiçbir iyileşme olanağı yoktur. Şimdi şu ana kadar gözlemlenmiş olan şartlar altında Batı akademik tıbbı açısından, bu elbette doğru bir tespittir. Fakat tamamen yeni şartlar altında, tamamen yeni fenomenler meydana gelebilir. Belirtilen vakada biyoplazma bedeninin enerji alanları üzerinde oluşturulan sürekli etkiler, tamamen farklı bir düşünce tarzıyla öyle bir değişime uğratmıştır ki, anlaşılan zarar görmüş olan sinir ve kas bölgelerinde zamanla bir tekrar yenilenme oluşmuş ve hatta imkansız olarak görülen söz konusu şifada gerçekleşmiştir.Bu tür iyileşmeler Batı insanı için o kadar imkansızdır ki, bizler bunları genelde kale bile almamaktayız. "Aklı başında" tek bir insan bile bunun üzerinde düşünmemekte, böyle bir şeyi denemek hiç kimsenin aklının ucundan bile geçmemektedir. Durum bu olunca altı ay süren ağır bir ruhsal-zihinsel ya da bedensel bir çalışmayı kim üstlenir? Bunlar elbette nadir görülen fenomenlerdir, fakat nadir olu-şu bunları az sayıda insanın deniyor olmasındandır. Ne yazık ki Batı bilim dünyasında nadir görülen şeyler az hatta hiç dikkate alınmamaktadır. Buna karşın Rus bilim adamları, her nadir olayın üzerine adeta atlamaktadırlar, çünkü bilimin yeni alanlarına açılan kapıları bunlar oluşturmaktadır. Nadir olan vakaların da oluş sebepleri vardır, bunlar da doğanın sebep-sonuç ve etki-tepki yasalarına bağlıdır. Dolayısıyla bu vakalarda görülen değiştirilmiş sebep-sonuç ve etki-tepki yasalarını iyice araştırmak ve bunları mümkün olduğunca tanımlamak, bu nadir vakaları ve olayları normal tekrar oluşturulabilir fenomenlere dönüştürmenin yollarını elbette bizlere gösterecektir. Batı'nın modern doktorlarının her biri, psikosomatik ilişkiler hakkında bilgi sahibidir, oysa kısa bir süre önce bile mide ülserini, yani organik bir hastalığı ruhsal kaynaklı bir ilk sebebe bağlamak, çoğu doktor için saçmalıktan başka bir şey değildi.Diğer taraftan Filipinli cerrahlar ne psikolojik ne de psikosomatik yazılar okumamış olmalarına rağmen, düşünsel güçlerin bedene olan etkilerinden sezgisel yolla haberdardır ve belki de bilimlerin ulaşabildiği alanlardan kat kat daha derinlere ulaşabilmişlerdir. Agpaoa iyileşmenin bir ön şartı olarak bir tür inanç gücünden, olumlu düşünsel yaklaşımlardan ve tüm bunların yanında olumlu bir yaşam anlayışının gerekliliğinden söz etmektedir. Olumsuz düşüncelerin ve duyguların enerji bedenin yapı-sında olumsuz etkilerde bulunduğunun ve buradan da fiziki be den üzerinde olumsuz değişimlere yol açtığını bilmektedir. Ona göre bedende görülen hastalık belirtileri, "astral bedende" ya da zihindeki yanlış bir düğmeye basma sonucu ortaya çıkan belirtilerden ibarettir. Dolayısıyla hasta, eğer kalıcı bir iyileşme istiyorsa düşüncelerini de değiştirmelidir. Agpaoa, şifanın ardından hastanın yanlış yaşam tarzına bir çeki düzen vermediği ve bunu olumlu düşüncelerle değiştirmediği takdirde, hastalığın tekrar ortaya çıkabileceğini belirtiyor. Fakat insan için öyle görünüyor ki, eski, yerleşmiş düşünce alışkanlıklarını değiştirmek kadar zor olan başka hiçbir şey yok gibidir. Bundan dolayı Agpaoa, teknik bir yardım olarak hastaları için bir plak oluşturmuştur.Bunun aracılığıyla hasta kendi düşüncelerini bedensel iyileşme ve ruhsal-zihinsel ahenk konusunda programlayacaktır. Plağın adı "Şifacının Meditasyonu". Meditasyon fonotik açıdan çok berrak bir telkin sesiyle İngilizce doldurulmuş ve arka plandan gelen etkili bir müzikle de desteklenmiştir. Plak düzenli ve odaklanarak dinlendiğinde, zihinsel-ruhsal ilk sebepler alanında programlama için şüphesiz olumlu etkiler oluşturacaktır, tabii ki insan kendini buna açarsa. İnsanın kendi bilinçaltına bir hipnotizör yerine plak aracılığıyla telkinde bulunması yöntemi ilk kez 1930 yılında Schellbach tarafından denenmiş ve geliştirilmiştir. O buna Ruhsal ses adını vermiştir. Kişi gevşemiş bir şekilde bir koltuğa uzanıyor ya da bir sandalyeye oturuyor, gözlerini kapatarak tüm rahatsız edici düşünceleri adeta bir düğmeye basarak kapatıyor ve bundan sonra da plaktan gelecek olan sözcüklerin aynı bir hipnotizörden gelen telkinlermişcesine kendi bilinçaltına ulaşacağı ve yerleşeceğinin bilinci ve içsel kararlılığı içinde plağı dinlemeye başlıyor. Hastanın içsel yaklaşımı burada çok nemlidir. Böylece çeşitli davranış biçimleri, aynı bilgisayara yerleştirilen veriler gibi, "telkin plağı" aracılığıyla bilinçaltına yerleştiriliyor. Bunun gibi "uyku plakları" da vardır, bunlar bazı hastalar üzerinde birkaç kez kullanıldıktan sonra uyku etkisi oluşturmaktadır. Uyku oldukça hızlı bişekilde gelmekte, plak uykuyu hem derinleştirmekte hem de uzun tutmaktadır. Başka plaklar da sinirli hastaları sakinleştirmekte ve böylece mide hastalıkları ve kalp krizi gibi rahatsızlıkların önüne geçilmesi açısından büyük bir katkıda bulunmaktadır. İnsan bilinçaltının olumlu bir şekilde programlanması, Batı' da az bir kesim tarafından kabul görmektedir ve bu uygulamalardan çok az kişi yararlanmaktadır. Bunun yerine bilinçaltı kitle iletişim araçlarıyla olumsuz ya da en azından değersiz, hiçbir şey ifade etmeyen ve her çeşit yaratıcı olumlu gelişimi desteklemek bir tarafa bunun önüne set çeken imajlar ve örnekler yerleştirmektedir. Bunlar insanın içinde bulunan büyük imkanların gelişimine adeta engelolmaktadır. Schellbach, insanın elinde olan imkanlarının taş -çatlasa yüzde onunu kulandığını bizlere bildirmektedir.Bu alanlarda çalışan günümüz bilim adamları bununla ilgili çok fantastik gelebilecek oranlardan söz etmektedirler. Bulgar parapsikolog Lozanov kendi telkin biliminde bir ilke keşfettiğini savunuyor ve ona göre bu, alışıldık eğitim ve öğretim yöntemlerinin çok çok üstündedir.169 Batı'nın birçok araştırmacıları Sofya'da bulunan Lozanov Enstitüsü'ne ziyarette bulunmuş ve bu konu hakkında raporlar vermişlerdir, bunlardan bazıları Amerika' dan Dr. Thelma Moss145 ve İsviçre' den Dr.Naegeli Osjord vb Anlatılanlara göre akla gelebilecek birçok alandaki mesleki yetenekler, bir aylık süre içerisinde insana yüklenebilmekte ayrıca bilinçli düşünsel çalışmalara yer verilmeden, yepyeni bir anlayış dilinde, yeni bir lisan doğrudan bilinçaltına aktarılmaktadır. Bu kulağa o kadar inanılmaz gelmektedir ki, insan bu tür iddiaları, genelde hiç incelemeden ve araştırmadan saçmalık olarak bir kenara itme eğilimindedir. Çünkü insanların çoğu daha baştan, böyle bir şeyin olamayacağından emindir ve bu kararlılık onun olumsuz davranışlarının devamını beraberinde getirmektedir. İnsanda potansiyel açıdan var olan bu yeteneklere karşı olan olumsuz kararlı düşünceler, bunların önüne set çekmek tedir. İnsan kendini bu olumsuz düşüncelerden arındırmalıdır.Lozanov yönteminde öğrenci tamamen gevşemiş ve hoş bir müziğin tınılarına kulak vermektedir, bu arada öğretmen ise ona bu yeni lisanı "aktarmaktadır".Ben, yeni bir lisan "aktarırnı" konusunda böyle bir deneyi on dört gün boyunca, plaklar ve kasetlerle mümkün olabildiğince taklit etmeye çalışmıştım ve şu görüşe vardım: Alışık olduğumuz yolla yeni bir lisan öğrenme yöntemimize, Lozanov uygulamalarının büyük bir katkısı vardır ancak bir şartla ki, öğrenci söz konusu gevşeme tekniğine az çok hakim olmalıdır. Burada önemli olan bir diğer nokta da öğrenimin rasyonel yolla gerçekleştirilmediğini kavramak ve bu kanala yönelmemektir. Ayrıca öğrenci kendisini, örneğin hafızasının olabilirlik seviyesinin sınırlı olduğu ya da dolduğu gibi ön yargılardan da arındırmalıdır. İnsan kendine sürekli olarak şu telkinde bulunmalıdır: Hafıza asla sonuna kadar doldurulamaz. Büyük bir olasılıkla trans hali de bizlere, insanın tahmin edemeyeceği imkanlar sunmaktadır, bu gerçek şu ana kadar pedagoglarımızın hiçbiri tarafından ciddiye alınıp araştırılmamıştır. Öyle görünüyor ki, trans halinde insan zihninin önünde yepyeni boyutlar açılmaktadır. Diğer taraftan Batı rasyonel düşünce korsesi içine sıkıştırılmış olan insanda, trans haline geçmek genelde büyük sorunlara yol açmaktadır, hatta bazıları kendi kendine gevşemekte bile zorlanmaktadır.Batı dünyasında trans halinin araştırılması üzerinde az durulmasının sebebi belki de Sigmund Freud'un etkisinden ve onun psikoanalitik okulunun son zamanlarda oldukça hakim olmasından dolayıdır. Çünkü Freud hipnoza karşıydı ve bu konuda oldukça güçlü ve belirleyici bir rol oynamaktaydı. Sonuçta hipnoz ve trans hali birbirine yakın fenomenlerdir. Psikoanaliz insanda elbette birçok yeni açı ve yeni gerçekler keşfetmiş ve bunları gün ışığı nil çıkarmıştır, ancak bu alanın tutucu taraftarları birçok ön yargı ve dogmalar da oluşturmuşlardır. Bunlar insanın önündeki birçok imkanı engellemekte, insana sınırlar koymaktadır, oysa bu alandaki tüm sorunlar başka disiplinlerin yardımıyla aşılabilir. Sigmund Freud'un yaşamının son zamanlarında parapsikoloji alanına yöneldiği gerçeğinin çok az insan tarafından biliniyor olması ve onun bu alanda yaptığı çalışmalarının ve yazılarının çok az bir bölümünün topluma ulaşmış olması çok üzücü bir durumdur.Diğer taraftan son zamanlarda birçok psikoanalitikçinin parapsikolojiye ilgi duymaya başlaması oldukça sevindirici bir durumdur.Sovyet etki alanı içindeki bilim adamları Freud'un psikoanalitiği ile hiç uğraşmadılar. Onlar araştırmalarını Pavlov'un çalışmalarının temelleri üzerine inşaa ettiler. Bu da zoraki olarak hipnoz ve bununla ilgili olan tüm fenomenlerin araştırılmasını beraberinde getirdi.Bu açıdan bakıldığında Doğu Bloğu araştırmacılarının hedeflerinin insanda uyuyan kullanılmamış imkanlara yönelmiş olması ve bu araştırmalarından Batı'ya nazaran daha verimli bilgiler elde etmiş olmaları normaldir. Fakat Sovyet psikolojisi ve psikoterapisinin mi yoksa Batı'nın, ağırlıklı olarak Freud eksenli psikolojisi ya da psikoterapisinin mi "doğru" olduğu kanımca bir evet-hayır kararlılığı içinde cevaplanabilecek bir soru değildir. Batı insanın ruhsal yapısı, büyük bir olasılıkla Freudcu bir psikoanalizin gelişimine ihtiyaç duymaktayken Rus insanının benimsediği yöntemleri de kendilerininkine uygun bir yönelime ihtiyaç duymaktaydı.Rus bilim adamlarının gerçekleştirdiği ve psikologlar tarafından şüpheyle karşılanan birçok araştırmalara da bu açı-dan bakmak gerekir. Buna örnek olarak yapay reenkarnasyon denilen deneyler gösterilebilir. Bunlar, Leningradlı hipnoz UL.-manı Dr. Vladimir Raikov tarafından yıllardır gerçekleştirilmektedir.Bu, temelde spesifik, fakat insandaki Benlik İmajı'nı değiştirerek insanın içinde gizli kalan yetenekleri hızlandı-rılmış tempoda açığa çıkarma açısından oldukça etkili bir yöntemdir. Raikov, deneklerini derin hipnoz haline sokuyor ve her birinin sahip oldukları mesleki yeteneklerine paralel olarak, deney kapsamında bu alanın tanınmış üstatları olduklarını onlara telkin ediyordu. Örneğin bir uçak mühendisi büyük bir uçak mucidinin rolüne sokulmaktaydı. Bunun üzerine o, hiç zaman kaybetmeden, uzayendüstrisi için bir foton roketi tasarımına koyuluyordu. Sonra aynı kişi, ressam İlya Repin'in kişiliğine sokulduğunda öyle resimler oluşturmaktaydı ki, hipnozdan uyandığında resimleri kendisinin yaptığına inanamıyordu. Bu tür hipnoz deneylerinde genelde mükemmeliyet derecesinde kabiliyet ve beceriler açığa çıkmaktadır. En azından deneyden birkaç hafta sonra, deneklerde öyle sanatsal beceriler meydana geliyordu ki, bunların gelişimi normal yol üzerinden gerçekleşecek olsaydı, burada söz konusu olduğundan çok daha fazla zaman alırdı.Anlaşılan O ki bu deneylerde, hipnotizör tarafından deneğe aslında bir yetenek aktarılmamakta, daha çok kişinin içinde saklı olan ve hatta deneğin kendisinin bile beklemediği yetenekler açığa çıkarılmaktadır. Bu yeteneklerin, rasyonel düşünce kalıplarımız ve her birimizin kendi yaşam deneyimleri tarafından oluş-turulmuş olduğu görüşleri engellenmekte ve bunların önüne bir set çekilmektedir. Raikov hipnozu aracılığıyla deneğin bu kendi saklı yeteneğini engelleyen kritik, kişiliğin en derin alanlarına varıncaya kadar durdurulmakta, yok edilmekte ve tahmin bile edilemeyen yetenekler böylece açığa çıkarılarak serbest bırakılmaktadır.Belki de bu yolla psişik cerrahi yeteneği de insanların bir çoğunda geliştirilebilir. Filipin insanı her ne kadar bu yetenek için bir potansiyele sahip ve hatta kaderi adeta önceden biçilmiş olsa da bu, Batı insanının bu tür yeteneklere ve paranormal fenomenlere hiç açık olmadığı anlamına gelmez. Hatta, bunları da gerçekleştirebilir.Amerikalı kiropratisyen Nelson Decker, 1965 yılında aylarca Filipinler' de birçok gözlemde bulunduktan sonra o zamanlarda "Unio Espiritista Cristiana Filipinas"ın en tanınmış şifacısı Eleuterio Terte vasıtasıyla nihayet Tony Agpaoa'ya ulaştı. Onunla birkaç hafta boyunca bir köyden diğerine, bir yerden bir diğerine birlikte seyahat etti. Ve bir gün kendisinin de bu tarzda bir ameliyat gerçekleştirebilmesi amacıyla Tony'nin ameliyatlarında asistanlık yaptı. Agpaoa "Bunun ön şartı belli bir spiritüel yaklaşımdır, buradan yola çıkarak insan dışarıdan kaynaklanan bir 'ilahi gücü' (Prana, Mana, Biyoplazma, Od ya da psikotronik enerjiyi) içine alır ve bunu hastaya aktarır" dedi. Decker ruhsal alıştırmalardan geçmek zorundaydı, meditasyon yapmalı ve konsantrasyon tekniğine hakim olmayı öğrenmeliydi. Birkaç hafta geçtikten sonra Agpaoa, gücü kendisine aktarabileceğini ve işe en ''basit'' ameliyatla yani anestezi olmadan sadece yalın parmakla diş çekmeyle başlayabileceğini belirtti. Decker, çekeceği dişi daha iyi kavrayabilmesi için, diş ile parmakları arasına sadece iki kibrit çöpü yerleştirecekti. Bazı ön şartlar yerine getirildikten sonra Agpaoa bu gücü Decker'e "aktardı".İlk denemede Decker'in eli heyecandan titrediği için, başarılı olunamadı ve böylece dişi Agpaoa kendisi çekrnek zorunda kaldı. Fakat, başka bir hasta üzerinde ikinci deneme Agpaoa'nın yönetimi altında başarıyla tamamlandı ve bundan sonra Decker bu uygulamada artık hiçbir sorun ile karşılaşmadı.

Belirtildiğine göre, Decker bir süre sonra daha zor ameliyatlar da gerçekleştirmiştir.Tony Agpaoa, Decker hakkında söylenen bu haberlerin gerçekliğini, benim önümde doğrulamıştır ve şifacı ayrıca kendi önderliğinde gerçekleştirilen bu müdahaleleri bir tür trans hali olarak tasvir etmiş ve ayrıca, Decker'in etrafında olup bitenden haberi olduğunu da eklemiştir. Fakat, Decker'in ellerinin tamamen kendisinin kontrolünün dışında olduğunu da belirtmiştir. Decker, içinden adeta bir elektrik akımının geçtiğini hissetmiş ve ellerinin altındaki hastanın kanının akışını gördüğü ilk anda neredeyse aklını kaybetmekte olduğunu belirtmiştir. Ancak Decker bu ameliyatları, Tony Agpaoa yakınında olmadığı zamanlarda gerçekleştirememekteydi. Diğer taraftan ameliyatı gerçekleştirebilmesi için, Tony'nin yan odada olması bile onun için yeterliydi. Fakat Decker tek başına hiç ameliyat yapamadı. Dolayısıyla Amerika'ya döndüğünde psişik müdahalelerde bulunamamaktaydı. Bu arada Agpaoa bana "Nelson Decker, bu ameliyatları sadece kendinden kaynaklanan bir güç ile gerçekleştirebilmek için, spiritüel manada henüz yeterince gelişmemiştir" dedi.Anlaşıldığı kadarıyla paranormal yeteneğin güçlü medyomlar tarafından kısa bir süreliğine başka insanlara aktarılması fenomeni, verilen raporlara göre parapsikolojik fenomenlerin örneğin ateş üzerinde yürüme gibi diğer türleri açısından da birgerçektir. Havai kahunaları, kor halindeki lavlar üzerinde, ayakları yanmadan yürüyebilmektedir. Honolulu müzesinin rehberi Dr. Brigham, birkaç yıl önce kahunaların öncülüğünde bu deneyimin aynısını gerçekleştirmişti.s? Önceden tanıttığımız Hintli Kuda Bux da kendi yeteneğini izleyicilere aktarabilmekteydi. Fakat ateş üzerinde yürüyecek izleyicilerin bu yeteneği gerçekleştirebilmesi için, kendisi de orada bulunmalıydı.l'" Kuda Bux'un otuzlu yıllarda Londra'da gerçekleştirdiği böyle bir fenomen filme de alınmıştır. Bu gerçekler, paranormal becerilerin potansiyel açıdan az ya da çok her insanda bulunan ve diğer kişilere aktarılabilir yetenekler olduğuna işaret etmektedir. Ancak bunların tezahür şartları o ya da bu sebepten dolayı az sayıda insanda söz konusudur. Belki de yeteneğin bu geçici "aktarımında" doğrudan aktarılan enerji azdır ve aslında fenomenin gerçekleşmesi için gerekli olan mantal ön şartlar üstat tarafından söz konusu kişiye indüklenmektedir. Bu durumda psişik ameliyatın gerçekleştirilmesinin asıl etkeni belki de seadece mantal yaklaşımdadır, dolayısıyla asıl etken bilincin ve bilinçaltının spesifik hallerinde aranmalıdır, Modern insan, rasyonel düşüncenin etkisi altındadır ve bu etki

gereğinden fazla güçlüdür. Aslında bu doğaldır, zira bizler geli-şim yolum

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp