Ruhsal Şifacılar Etrafında Dönen Tartışmalar ve Karşıt Görüşler

Ruhsal Şifacılar Etrafında Dönen Tartışmalar ve Karşıt Görüşler :

Ruhsal Şifacılar Etrafında Dönen Tartışmalar ve Karşıt Görüşler

1971 yılının Mayıs ayı ortalarında tahminen yirmi kişilik bir grup hasta Agpaoa'yı görmek için Baguio'ya uçtular. Stern ve Revue isimli Alman dergilerinin röportajcıları ile birlikte Hamburglu dahiliye doktoru Peter Wartenberg ve Breisgau'daki Freiburg Üniversitesi Psikoloji Dalları Enstitüsü profesörü Hans Bender gruba eşlik etmekteydi. Wartenberg ve Bender'in gezi masrafları Stern dergisi tarafından karşılandı. Belli bir görüş göz önünde bulundurulmadan seçilen yirmi hastalı bir "ekip", birkaç röportajcı, kameramanlar ve bunların araç gereçleri, ayrıca akademik tıp adına görevlendirilmiş iki Batılı bilim adamı... Tüm bunlar, Agpaoa'nın ameliyatları ve bunların objektif bir şekilde değerlendirilmesi açısından tam anlamıyla elverişsiz koşullardı. Objektif bir değerlendirme ön yargısızlığı gerektirir. Bender'in birlikte çalıştığı yakın bir iş arkadaşı daha Bender Filipinler' e uçmadan önce bu "kansız ameliyatları" bir hile ve göz boyamaca olarak "yansıtan" bir film çekmişti. Bu gerçek göz önünde bulundurulduğunda, söz konusu bu iki bilim adamının ön yargısızlığına elbette şüpheyle bakılır. Sonuçta akademik tıbbın ameliyatları da bir filmde göz boyamaca ve hile olarak gösterilebilir, fakat bu, gerçek ameliyatların olmadığı ve şüpheli olduğu anlamına gelmez.Grup Filipinler' de aşağı yukarı on dört gün kaldı. Geriye dönüşün hemen ardından Neuen Revue dergisinde, Agpaoa hakkında olumlu bir makale yazıldı. "Bundan beş hafta sonra Stern, Agpaoa'nın ameliyatlarını hile olarak yansıtmaya çalışan büyük resimlerle desteklenmiş bir haber yayınladı ve tabii ki hastaların çoğu büyük bir hayal kırıklığı yaşadı. Başlık "Hızlı Parmaklı Şifacılar Ülkesiydi. Resimli haber olayları ironik, hatta alaya alır bir tarzda yorumlamaktaydı. Şimdi gelelim şu sözde hileye. Stern iki sayfayı kaplayan bir fotoğraf basmış ve bu, Agpaoa'nın hilesini ortaya çıkartmaktaymış. Resmin yorumu şöyle; Agpaoa şeffaf, renksiz bir plastik kaplamayı (folyo) karın bölgesine yaymakta ve bu bastırılmış karın üzerinde belirgin bir şekilde görünmekteymiş. Dergide şunlar yazıyor: "Ameliyatla dışarıya alınan organlar bu ince yaygıdan çıkartılmaktadır. Tony bunları tampon ve pamuk yardımıyla karın boşluğunda serinkanlılıkla hazırlamakta ve bunları bir de hastaya göstermektedir. Bunun hemen ardından da yardımcısı bunları çöp kovasının içine atıp ortadan kaldırmaktadır.Karın boşluğunu bir süre ovduktan sonra, burada hile yoluyla kana benzer bir sıvı birikintisi oluşturuyor. Açıklama: Tony ıslak pamuğu sıkarak bundan belli bir renk sıvısı çıkartıyor, bu başlangıçta suya benzemekte ve hastaya daha önceden sürülmüş olan bir ikinci madde ile bir araya getirilince bu kırmızıya dönüşmektedir! Şimdi aslında plastik bir kaplama ile, pamuk ve renk özleri yardımıyla rüzgar hızıyla, insan doku ve organlarının gerçek bir imitasyonunu oluşturmak bile ancak paranormal yolla açıklanabilir bir durumdur. Ocak ayında Baguio'da bulunduğumuz esnada, ameliyatları gözlemleyen üç doktor da vardı. Hatta bunlardan biri daha kesin patolojik bilgilere sahipti. Agpaoa'nın bedenden çıkarttığı dokuları biz bizzat kendi elimizle dokunarak inceledik. Tabi ki doku bilimsel bir araştırma gerçekleştirmeden bunların spesifik açıdan, bedenin neresinden kaynaklanan doku ya da organlar olduğu tespit edilemez. Fakat üç doktorun ve bir kimyagerin plastik folyo, pamuk ve renk özleri ile hayvan ya da 'insan dokularını birbirinden ayıramayacağını iddia etmek hiç de akla yatkın değildir. Hatta patolojik açıdan eğitimli bir doktor, bazı vakalarda bu ameliyatla alınmış dokuyu bir "toplar damar" olarak (bu bir hemoroit ameliyatıydı) ve "tipik bir prostat dokusu" olarak tanımıştı (bu ise prostat bölgesinde gerçekleştirilen bir müdahaleydi). Plastik folyo olayı adeta bir hayalet gibi daha uzun bir zaman ülkeyi gezip duracaktı. Aşağı yukarı altı ay sonra, Dr. Naegeli Osjord ve onun parafizik alanında uzman bir iş arkadaşı, dergiye bu söz konusu fotoğrafın da oluşturulduğu asıl filmi kı-sa bir süreliğine araştırmaları için kendilerine verip veremeyeceklerini sordular. Cevap olarak, bu film değil bir diadır dendi. Bunun üzerine Dr. Naegeli Osjord söz konusu diayı geçici olarak vermelerini rica etti.

Evet dendi, ancak birkaç rica ardından nihayet yirmi dia zar zor gönderildi, fakat bunların hiçbirisi konuyla ilgili değildi. Yani asıl dia bunların içinde değildi. Diğer sorulara ise cevap alınamadı. Stern dergisinde çıkan bu haber sonrası yazılan birçok makale bu plastik folyo üzerine kuruluydu ve karşı konulmaz bir delil olarak kullanılmaktaydı. Ancak bugüne kadar, hiç kimse bir tane bile olsa bu "folyolardan" getiremedi. Oysa bu arada binlerce Avrupalı ve Amerikalı oradaydı. Agpaoa'yı gözlemleyerek folyoyu aradılar. Bu konu üzerine, bir sonraki bölümde değinecek ve bunun ne olduğunu açıklayacağız. Şimdi hastalara sürülen merhem ya da sıvı içinde, pamuktan tedarik edilen ve suyla temas ettiğinde kan benzeri bir sıvı oluşturan renk özleri bulunduğu iddiasına gelince, şunları söyleyebiliriz: Merhem Asya kaynaklı şifa otlarından üretilmiştir.Ben Agpaoa'nın çalışma odasında bulunan bu merhemlerden birkaç kutu Avrupa'ya dönerken beraberimde getirdim ve hastalara arasıra sürülen sıvıdan da birkaç şişeye sahibim. Ve halen daha bekliyorum ki birisi gelsin ve bana suyla bu sıvıdan, kan gibi pıhtılaşan ve kana benzeyen bir sıvının nasıl yapıldığını göstersin. Bu arada bir de iddia edilen şu sözde "hileli pamuğa" kısaca değinelim. Bu öyle bir pamuktur ki, içerisinde, belli şartlar altında kırmızıya dönüşen renk özleri bulundurmaktadır. Pratisyen doktor Sigrun Seutemann kendi yanında getirdiği pamuktan ameliyat anında Agpaoa'ya birçok kez uzattı ve o da bunu hemen anında oracıkta kullandı. Bu ameliyat ve burada açığa çıkan kan diğer ameliyatlarda görülen kandan hiçbir farklılık göstermemektedir. Bunun dışında, Agpaoa'yı ya da başka şifacıları birçok ameliyatta sabırla ve ilgiyle izlemiş olanlar bilirler ki, bu miktarda kan, söz konusu pamuğun emebileceği o birazcık sudan çıkartılamaz. Ayrıca bazı ameliyatlarda hiçbir pamuk da kullanılmamıştır! Bir bilim adamı ortaya bir iddia (hipotez değil) atıyorsa, bunu kanıtlayabileceğinden emin olmalıdır. Bu basit iddialar üzerinde azıcık bile düşünmeden ve bunları öylece ortaya atmadan önce, merhem ya da pamukta bulunabilecek bu sözde renk özleri, elbette laboratuvar şartları altında incelenmeliydi. Ancak burada ön yargıdan kaynaklanan tutarsız tahminlerden yola çıkılarak kararlar verilmiştir. Üstelik ciddi bilimsel bir teste tabi tutulmadan ve sonuçta bazı şeylerin farkında olmayan milyonlarca okur, bunları kesin gerçekler olarak ele almış ve ileride oluşturacağı kararlarında bunları kullanmıştır. Bu tür manipülasyonların ne gibi sonuçlara sebebiyet verebileceğini, bir bilimsel dergide yayımlanan makale apaçık bir şekilde gözler önüne sermektedir. Schweizerische Bulletin für Parapsychologie (İsviçre Parapsikoloji Dergisi), Kasım 1971 sayısında, "Geistesoperationen - echt oder Betrug" - Ruhsal ameliyatlar gerçek mi göz boyamaca mı? isimli makalede şunlar yazıyor: " ... Prof. Bender ve iç hastalıkları Doktoru Wartenberg tarafından verilen açıklamalardan (Stern 6.7.1971) ve diğer söylenmiş olanlardan yola çıkarak Agpaoa'nın en azından çoğu vakada hileye başvurduğunu söyleyebiliriz. Fakat bilimsel dergilerin, magazin dergilerine dayanarak yazılarını oluşturması oldukça düşündürücü bir durumdur ve bunu yapan, bir tek yukarıda alıntıladığımız dergi değildir.Filipin ameliyatlarındaki fenomenleri doğru bir şekilde de-ğerlendirebilmek ve anlayabilmek için, parapsikoloji alanında pratik deneyimlerin yanında iyi niyetli bir anlayışa, yorgunluk bilmez bir bilgi arayışına ve özellikle de sabıra ihtiyaç vardır. Mümkün olduğu kadar çok ve çeşitli ameliyatı ve cerrahı gözlemledikten sonra ancak bunları analiz etmek gerekir. Bu yeni süreçlerin bütünsel bir açıklaması, Psi araştırmacılarının görevi olmalı. Stern ekibiyle yolculuk eden parapsikolog, Baguio'da sadece birkaç gün kalmış yalnızca Agpaoa'nın ameliyatlarını gözlemlemiş ve başka hiçbir cerrah ile tanışmamıştır. Bu paranormal süreç içinde açığa çıkan kanın, söz konusu durum altında insan kanı özelliğine sahip olmadığını grubumuz Ocak ayında çoktan tahmin etmişti. Bununla ilgili magazin dergilerinin belirttikleri ise, bir kan lekesinin araştırılması sonucu bunun gerçek kan olmadığıdır. Ve sorulması gereken soru, bunun gerçekte ne 0lduğu ise, bugüne kadar hiçkimse tarafından sorulmamıştır! Dergilerde verilen kalyumrodanid ile demirklorid birleştiğinde kan kırmızısı bir renk oluşturduğu iddiası yanıltıcı bir bilgidir ve okuyucuyu yanlış yola sevk etmektedir. Bu kesinlikle demirklorid ve rodanid değildir. Öyle olsaydı analizde bulunan kimyacı bunu hiçbir zorlukla karşılaşmadan tespit ederdi! Şimdi, Doğu'nun ve Batı'nın Psi araştırmacıları tarafından, şifacının ellerinin çeşitli biyolojik süreçlere etkide bulunabildiği kanıtlandığı ve şifacıların ve medyomların bazı maddelerde, sırf konsantre olma yoluyla kimyevi değişimlere yol açabildikleri de şu zamanlarda biliniyorken, Filipinli cerrahIarın gerçekleştirdiği ameliyatlarda görülen bu süreçlerde de ameliyat kanında kim yevi değişirrtlerin aynı yöntemle oluşturulabilmesine şaşmamalı ve artık olasılık dışı görülmemelidir. Parafiziksel fenomenlerin varlığı bilimselolarak kanıtlandığında ki bunlar çoktan kanıtlanmıştır. parakimyevi süreçlerin mümkün olduğunu kabul etmemek oldukça akıl dışı olacaktır. Şimdi Agpaoa'nın şifa başarılarına dönelim. Stern dergisinde yayımlanan makalenin Agpaoa'nın şifa ba-şarılarına bakışı birçok vakada görüldüğü gibi kesinlikle hastaların ifadelerinden farklılıklar göstermektedir. Söyleşinin son bölümünde verilen örnek kimyacı Arnold Koops vakasıdır. Bu vakayla ilgili kelimesi kelimesine şunlar belirtilmektedir: "Kimyacı Arnold Koops bağırsağımiaki bir yumru dolayı-sıyla rahatsızlık çekmekteydi. Tonyonu ameliyat ederken, profesörün, doktorun ve iki gazetecinin yanında bulunmasına hiçbir itirazı yoktu. Biz tahta karyolanın hemen yanında bulunuyorduk. Bunu hesaba katmamıştı, fakat bizi göndermekten de çekiniyordu. Sonra kestane büyüklüğünde bir yumruyu bağırsağın içine doğru bastırmaya çalıştı. Ayrıca bunu birçok pamuk ile örtüyordu. Bay Koops başını Tony'e doğru çevirdi ve onu cesaretlendirdi: 'Durma. Devam et, yarın eve uçmak istiyorum.' Bunun üzerine Tony kızgın bir şekilde Dr. Wartenberg'e bakarak şöyle dedi, ameliyatı bir sonraki sabaha ertelemeliyim. Sabah saat altıda otele Bay Kroops'a uğradı ve orada şahitsiz çalışıyordu. Hasta döndükten sonra bize telefonda şunları bildirdi: 'Yumru halen daha önceden bulunduğu yerde.' 10 Temmuzda saat altı otuz'da Frankfurt havaalanından inananlarla birlikte bir uçak Manila'ya doğru kalkmıştı. Hepsi Tony'nin onları iyileştireceğine dair yemin ediyorlardı! Hastaların adları, kişilerin özel hayatına girmeme maksatıyla değiştirilmiştir. Doğru isimler redaksiyon tarafından bilinmektedir."Burada bir önceki bölümü aklınıza getirin. Orada parapsikolog yazar Rodolf E. Passian'ın deneyimlerini aktarmıştık. Onun raporunda bir teknisyenle ilgili verdiği verileri, Stern söyleşisindeki kimyacı Koops'unkiler ile örtüşmektedir. Bununla ilgili olarak Passian'ın raporunu buradaki konularla alakalı noktalar açısından tekrarlıyor ya da genişletiyoruz: "Bir sonraki sabah Baguio'da Agpaoa'nın yanındaydık. O sı-rada onun yanında kalabalık bir gezi grubu vardı, bunların içinde bazı yabancı hastalar bulunuyordu ve Agpaoa'nın işi başından aşkındı. Buna rağmen Agpaoa'nın, teknisyenin rahatsızlı-ğıyla ilgilenmesinisağlayabildik. Ön incelemede iki doktor, gözlemci olarak bulunuyordu. Bağırsak çıkışı yakınlarında bir tümör vardı, bu kesindi. Agpaoa, "İki ya da dört günlük aralıklarda, iki ameliyat yapmam gerekiyor yoksa kanamalar yeniden başlayabilir." dedi. İki doktor, Agpaoa'nın böyle bir açıklama yapma sebebini, ameliyatı onların gözü önünde yapmak istememesinden kaynaklandığını düşündüler. Biz bu ön yargılı düşüncelerinden dolayı bu iki doktora kızgındık ve dolayısıyla onları diğer belirleyici ameliyatlara çağırmadık." İlk ameliyat hemen aynı gün gerçekleştirildi ve burada Rosales şifacısı tarafından yerleştirilen tampon yok edildi.

Bu süreç tüm detaylarıyla anlatılmıştır ve bunu burada tekrarlarnayacağız. Passian takiben şunları belirtmektedir: "Son müdahale de böylece teknisyeni n Baguio'dan uçuşundan bir gün önce sabahın erken saatlerinde, 6 ila 7 arasında yapıldı. Bu bir pazar günüydü ve biz bu ameliyatı 16 mm. Kamera ile çektik. Tony tavuk yumurtası büyüklüğündeki yumruyu çekti aldı.Teknisyen bu ameliyatın ardından, Filipinler'den döndükten kısa bir süre sonra sadece bir kez kanama yaşadı ve bu da sondu. Sağlığı yerindedir. Neredeyse iki yılı tamamlanmak üzeredir. Şu ana kadar hiçbir sorun baş göstermemiştir!" Buna şimdi bir de bir bayan hastanın vakasını ekleyelim. Bu, stern makalesinde "Bochumlu Bayan John" olarak verilmiştir. Bu bayan Baguro'ya vardığında durumu genel olarak çok kötüydü. Büyük bir safra kesesi taşı vardı; kan tahlili ve bilgisayar tarafından değerlendirilen kan testi ile birlikte doku testleri de aynı ölçüde olumsuzdu. Ve karnın alt kısmından kaynaklanan ilerlemiş bir kanser öncesi dönemine işaret etmekteydi. Bu tahlil ve araştırma sonuçları Filipin'e seyahat etmesinde büyük bir etkendi ki, ayrıca hastanın belirttiğine göre böbrek rahatsızlığından dolayı, narkozu kaldıramamakta, ya da narkoza karşı büyük bir korkusu vardı. Bunun dışında uzun yıllardan beri her iki gözünün ağ tabakalarında bozukluk vardı ve oldukça kalın camlı bir gözlük kullanmaktaydı. Bayan John, Filipin seyahatinden çok yorgun düşmüş bir şekilde geriye döndü ve röntgen sonuçlarından safra kesesindeki taşın Agpaoa tarafından alınmadığını öğrenince hayal kırıklığına uğradı. Agpaoa bayan üzerinde toplam yedi müdahalede bulundu. Dolayısıyla karnın alt kısmıyla alakalı müdahalelerden de pek iyi bir sonuç beklememekteydi. Ancak bu arada tahlil için gönderilen kan ve doku örneklerinden cevap geldi. Bu, bilgisayarda değerlendirilmiş tayfsal çözümleyici bir kan araştırma sonucuydu ve burada iyiye doğru belirgin bir değişim söz konusuydu. Tıbbi kanser testleri her zaman güvenilir olmasa da, iyiye doğru belirgin olumlu bir değişimin tespiti, bu yorucu ortam göz önünde bulundurulduğunda elbette dikkate değerdir. Bu yorucu şartlar altında gerçekleşen bir iyileşmede, psikojen teorisinin açıklayıcı bir niteliğe sahip olabilmesi şüphelidir. Ayrıca hastanın safra kesesi taşıyla alakalı hayal kırıklığı buna eklenince hastanın Tony'ye körü körüne inanmadığı açıktır. Hastanın durumu bundan sonra da tayfsal çözümleyici kan tahlili ve araştırmalarıyla takip edildi, durum tedricen daha iyiye doğru değişime uğramaktaydı, bayan kilo almaya ve daha hareketli olmaya başladı. Göz ameliyatı da aynı ölçüde başarıyla tamamlanmıştı. Ameliyatın hemen ardından, daha düşük bir gözlük kullanması gerektiğini fark etti. Daha sonra gerçekleştirileri göz muayenesi, görme yeteneğindeki belirgin iyileşmeyi onayladı.Stern dergisinde sadece alınamayan safra kesesi taşından söz edildi, Agpaoa hanesine yazılması gereken diğer iki olumlu nokta hakkında ise, sessiz kalındı. Stern gezisinin hastaları hep bir ağızdan, Filipinler' de bulundukları sürece grubun atmosferinin çok gergin olduğunu belirttiler ki, bu da Agpaoa'yı işinde engelleyen oldukça güçlü bir etkendi. Agpaoa daha hemen baştan kendisine karşı duyulan güvensizliği ve ön yargıyı hissetmiştir.Psişik yeteneklerin, medyomun ruh haline ve orada bulunan diğer kişilerin yaklaşımlarına bağlı olduğunu bu kitapta önceden işledik. Psişik yetenekler gerçekten de bazı durumlarda tek bir kişinin etkisiyle bile bloke edilebilir, ancak şunu aklımızdan çıkarmayalım ki, bu söz konusu kişinin olumsuz bir karaktere sahip olduğu anlamına gelmez. Stern makalesinde ironik açıdan yaklaşılarak şöyle deniyor: "Tony, Dr. Wartenberg'in 'şifayı bozan titreşimler' yaydığını ve bunun da onun işini engellediğini iddia etmektedir." Leningradlı bilim adamı Eduard Naumov, medyom Nina Kulagina ile uzun yıllar içinde edindiği deneyimi ardından şunları belirtmektedir: "Duyguların, medyomların becerileri üzerine büyük bir etki gücüne sahip olduğunu bazı bilim adamlarına açıklamak gerçekten de çok zor. Bu bilim adamları insanın, istediğin zaman açabileceğin ve istediğin zaman da kapatabileceğin bir makineden ibaret olduğunu sanmak ta dır. Kendi etki alanlarının da medyoma etki edebileceğini, sanki bile bile görmemezlikten gelmektedirler. Bu bilim adamlarının bazıları, psikoloji ve biyo enformasyona gerekli önemi göstermemekte ve güvensizlik, antipati gibi etkiler yaymaktadırlar ve medyom da bunları yakalamaktadır. N ormalde psikokinezi becerisini her zaman sergileyebiliriz. Fakat izleyicilerin arasında olumsuz yaklaşımlı bir insan varsa, medyom fenomeni açığa çıkarabilmek için genelde dört hatta yedi saate ihtiyaç duyar; buna karşın etrafında dostane yaklaşımlarda bulunan insanlar olduğunda ise, sadece beş dakika yeterlidir." Almanya'dan gelen grubun daha ilk gecesinde Agpaoa'nın başına gelen de büyük bir olasılıkla budur. Otelde bir hastayı orta kulağından ameliyat edecekti. Bundan iki yıl önce Almanya' da gerçekleştirilen yanlış bir uygulama sonucu .

Bayan L. H'nin kulağında iltihaplanma meydana gelmişti, sonuçta kulak zarı patlamış ve tekrar iyileşmemişti. Bundan bir yıl sonra bir Alman üniversite kliniğinde bölgesel narkoz altında gerçekleştirilen iki buçuk saatlik bir ameliyatta kulağa plastik yerleştirildi. Fakat bu tam oturmamıştı ya da kapalı değildi ve sonuçta öyle rahatsızlıklara sebebiyet verdi ki, Ocak 1971 yılında aynı klinikte yapılan bir araştırma sonucunda yeni bir ameliyat kaçınılmaz olmuştu.Dostluk kurduğu bir bayan doktor aracılığıyla Agpaoa ve onun ameliyatlarını duydu. İyi bir sonuç alınmasının belirsiz olduğu kendisine belirtilmesine rağmen, bu bayan Baguio'ya gelmişti. Agpaoa hastayı bir sandalyenin üzerine oturttu. Ameliyata başlar başlamaz seyirciler sel gibi üzerine doğru akın ettiler ve fotoğrafçıların flaşları patlamaya, röportajcıların kameraları vırıldamaya başladı. Agpaoa o kadar rahatsız oldu ve sinirlendi ki manyetik tedaviyi yarıda bıraktı ve ameliyatı bir sonraki güne erteledi. Agpaoa sabahın erken saatlerinde otelde göründü. Ameliyat, hastanın odasında gerçekleştirildi. Yanlarında Agpaoa'nın bayan asistanından başka hiç kimse yoktu. Hasta ameliyatı kendi gözleriyle görsün ve takip edebilsin diye Tony, hastayı bir aynanın önündeki sandalyeye oturttu. Konsantre olduktan sonra, başının üzerinde mayetik paslar uyguladı ve sonra hastanın sol kulağının arkasına hafifçe parmaklarıyla bastırdı. Hasta o an, başından ve boynundan aşağıya doğru akan kanı gördü. Hastanın belirttiğine göre, kısa bir süre sonra Agpaoa bayanın kana bulanmış plastik kulak tamponunu şu sözlerle masanın üstüne koydu: "Bunu doktorunuza geri verin." Olaya oldukça şüpheli yaklaşan hasta, Agpaoa'nın başarısından hiç de emin değildi. İki gün sonra Çin denizine yüzmeye gittiğinde farkına varmadığı oldukça yüksek bir dalga dolayısıyla yüzme simitinden suya düştü ve bonesi başından çıkarak kulaklarına su girdi. O an hastayı bir korku sardı, çünkü normalde anında bayılması gerekiyordu. Fakat şaşkınlık içinde hiçbir şey olmadığını gördü. O an anladı ki, Agpaoa tarafından sadece plastik tamponu uzaklaştırılmamış, bununla birlikte kulak zarındaki delik de kapatılmıştı. Bu iyileşme, daha sonra Almanya'daki doktoru tarafından doğrulanmıştır.Agpaoa'nın ameliyatı gerçekleştirmesinden iki yıl sonra, hastaya telefonla kulağının durumunu sordum ve her şeyin yolunda olduğu yanıtını aldım. Kulak zarı sağlamdı. Agpaoa'nın bu muhteşem başarısı, yani umutsuzca bir oraya bir buraya sallanan zarı büyük bir olasılıkla psikokinetik yolla tekrar kapaması, en fazla iki dakikasını almıştır. Buna karşın Agpaoa'dan önce bir üniversite tıp ekibinin bu kulak ile iki saat uğraşmış olduğundan ve sonuçların başarısızlığından, Stern makalesinde elbette hiç söz edilmemiştir.Bu seyahat grubunun diğer hasta raporları, anlattıklarımıza yeni bir şey katmayacağından bunlara değinmeyeceğiz. Agpaoa, tıp ve bilimin anlayışı içinde açıklanamaz olan birçok şifa fenomenini sergileyebilir. Bazı müdahalelerini olumsuz sonuçlar takip etmektedir, fakat bunlar genelde onun kendi ameliyatından kaynaklanan olumsuzluklar değildir. Stern söyleşi siyle okuyucuya tamamen farklı ve yanlış bir izlenim sunulmuştur. Tek taraflı bir yaklaşım sonucunda belli bazı noktaların vurgulanmaması ve diğerlerinin de anlatılmaması ile,bir olay tamamen değiştirilebilir ve olduğundan daha farklı bir şekilde yansıtılabilir. Fakat sadece bu olsa iyi, bunun yanında hiç olmamış olan şeyler de iddia edildi. Ayrıca Filipinler' de Agpaoa dışında başka birçok şifacının bulunduğu da söylenmedi. Bu magazin söyleşisinden sonra Agpaoa'ya karşı adeta bir cadı avı yürütüldü. Söz konusu Stern dergisi yayınlandıktan sonra, 10 Temmuz 1971'de bir başka grup daha Baguio'ya doğru yola çıktı. Bu grupta yirmi beş Alman hasta bulunmaktaydı ve bunlara, bir Alman televizyon ekibi eşlik etmekteydi. Bu ekip de Agpaoa'yı hile yaparken yakalamak maksadıyla yola çıkmıştı. 2 Ağustos 1971 yılında "Report" programında bu gezi haber yapıldı. Buradaki tasvir ve anlatımlar da şahitlerin belirttikleriyle örtüşmemektedir. Her iki tasvir ve anlatıları birbiri ardına aşağıda sunuyoruz. Kendi kararınızı kendiniz oluşturun. İlk olarak "Report" programı içinde, sunucu Immo Vogel tarafından verilen haberin metnini sunalım.

"Tony Agpaoa, dünyanın her yerinde manşet olmuş bir Filipinli pirinç köylüsünün oğludur! Bu otuz iki yaşındaki adam hakkında daha şimdiden, kendisinden daha yaşlı diğer şifacılardan çok daha fazla efsaneler oluşturulmuştur. En çarpıcılarından biri; çıplak eliyle, narkozsuz bir şekilde insanın karnını açabilmesi, tıpta alışık olduğumuz hijyen şartları olmamaksızın ve geriye hiçbir yara izi bırakmadan ameliyat yapabilmesidir. Bu mucizevi şifacı, Filipinler'de yedi yaşından beri ameliyat yapmaktadır. Altı yıldır Amerika, Avustralya ve Japonya'dan yüzlerce hasta ona gelmektedir. Bu yıl ilk kez Almanya'dan da yardım arayan insanlar geldi. Freiburg'dan bir turizm şirketi gezinin aracı-lığını yapmaktadır, uçak bileti, tam pansiyon ve geçmek bilmeyen acılara karşı şifa umudu da bunun içindedir. Temmuzun ortalarında bir Alman turist grubu daha, tüm umutlarıyla birlikte Manila'ya uçtu. Uçuştan önce hastaların hepsini muayene eden ya da önceden onların tedavilerini üstlenen doktorlardan hastalar hakkında bilgiler aldık.Bayan W.Bu kadının sağ böbreği daha önce ameliyatla alınmıştı. Sol böbreğinde büyük bir böbrek taşı bulunmaktadır. Durum ağır! Baselli Bay A.: Sağ gözünde oldukça ilerlemiş bir cam tabakası bulanıklığı var. Bay A. bunun dışında bir de sol bacağındaki varisini göstermek istiyor.Şifacı Iürgen Eski bir baş yaralanmasından kaynaklanan rahatsızlığı çekmektedir. Sağ göz bebeğindeki deformasyon bunun gerekçesini oluşturuyor . Bu üç hasta diğer on iki hastayla birlikte on altı saatte Frankfurt'tan Manila'ya uçtular. Tony Agpaoa 'nın kilisesi, Manila' dan araba yolculuğuyla yedi saat daha uzakta bulunmaktadır. Tony Agpaoa daha iki yaşındayken (televizyon redaksiyonunun istemeyerek yaptığı bir hatası) katolik kilisesinden ayrılmış ve kendi inanırlarını etrafında toplamıştı. O zamandan beri kendini Tanrı'nın kudretinin aracı olarak görmektedir. Kendisini İsa ile karşılaştırmaktan çekinmemektedir. Bir tür ibadet ile hastalarını ameliyata ya da duruma göre tedaviye hazırlamaktadır.Din, mistisizm, batıl inanç ve kendi şifa öğretisinin karışımından oluşan bir ibadet şekli vardır. Ruhsal yaşamını düzene sokmaya hazır olmayan, yani ruhunu arındırmayanlar, şifa bularnama tehlikesiyle karşı karşıyalar. Her şifa, ameliyat denilen ve bir iki dakika içinde bedenin içinden bir şeyler çıkartılıyormuş gibi görünen bir süreç ile başlamaktadır. Tony teşhis ile uzun uzadıya uğraşmamaktadır. Anlaşılan iyi bir spirit için her şey ortada. Ameliyat esnasında bedenin hasta olan bölgesinin, sarı bir titreşim yaydığı ve hastanın etrafında bir kuvvet alanı oluşturduğu söyleniyor. Ayrıca tüm bu şifa sürecini dünya dışı bir güç ile yapmakta ve bu gücü başında topladığını belirtmektedir. Çıplak eliyle milyonlarca mikrobu yok edebildiği de söylenmektedir. Dolayısıyla da hijyen olmayan şartlar altında yaptığı ameliyatlarında hijyen sorunu çıkmamakta ve tedaviden hemen sonra hastalar gezilerine kaldıkları yerden devam edebilmektedir. Gücünün nereden geldiğini ve herkesi iyileştirebilip iyileştiremediğini ona sorduk.'Dua ediyor, meditasyon yapıyor ve konsantre oluyorum. Şifada bulunmadan önce çok dua ediyorum ve ameliyat etmeden önce kendimi her seferinde bu göksel olaya hazırlarım. Bu dünyada inancı olan insanları, bizler iyileştirebiliriz diye düşünüyorum' Sağlam bir inanç, bilim ve araştırmanın yerine geçecek. Sonuçta sözde açık bir karnın içine girme denemeleri, bölge üzerine gerilen bir kaygan, folyo benzeri bir materyal tarafından engellenmiştir. Yani beden açılmamıştır. Mucizevi şifacıya bir yem attık!Sorumuz: 'Telkin yoluyla bir psikojen şifa olayı gerçekleştirebilmek için, ameliyatları gerçekten yapıyormuş gibi mi gösteriyorsunuz?' 'Hayır, vakaları bu şekilde ameliyat etmek zorundayız. Baş-kalarını ise ototelkin yoluyla iyileştiriyoruz. Daha başkalarını ise, ifade ettiğimiz tarzda uzaktan şifayla. Bunun gibi bizde daha birçok şifa yöntemleri vardır. Biz hiç kimseyi değiştirmiyoruz, onlara etkide bulunuyoruz, daha fazlası değiL. Hasta bize güvendiği sürece onu iyileştirebiliriz.' Üst üste defalarca sorduktan sonra nihayet fışkırtılan kırmızı sıvıdan bir örnek aldık. Bu örneği ne zaman, nerede ve kimden alacağımızı Tony belirledi. Buna rağmen diğer başka beş ameliyata ait örneklere de ulaştık ve bunların hepsini araştırdık.

Gündüz saatlerinde yaptığı ameliyatlarda ortaya çıkardığı materyallerin doku örneklerinin alınmasına asla izin vermemekteydi. Bu materyalleri neden incelettirmediğini Tony çok iyi bilmektedir. Şimdi göreceğiniz görüntüler, karın bölgesinin açılmasının çok iyi bir hile olduğunu göstermektedir. Karın yüzeyine bir tür folyo germektedir. İyice bakıldığında, folyonun parmakları arasından nasıl kaydığı. apaçık bir şekilde görülmektedir, işte bu folyo yaranın açıldığı izlenimini yaratmak içindir! Burada iyice görmektesiniz, işaret parmağının tırnağı altında! Bir başka ameliyatta da, folyon un işaret parmağının sağ arasından kaydığı apaçık bir şekilde görünmektedir.Karın üzerindeki folyoyla ilgili Agpaoa'mn yaptığı açıklama bunun, yaranın üstüne yerleştirdiği bir koruma katmanı olduğuydu. Bunun ektoplazma, yani materyalize olmuş dünya üstü bir güç olduğu ve onun bunu kendi başından çıkardığını söylemektedir, ayrıca bu sadece birkaç seçilmiş kişi için görünürdür. Varis ameliyatı gibi başarısını anında gösterebileceği vakalarda gücü elden gitmekte, ya da örneğin şifanın haftalar sonra görünür olacağı gibi mazeretler oluşturmaktadır. Bay A'nın ameliyatı ardından varisleri halen daha önceden olduğu gibi görünmekteydi. Uyluk bölgesindeki yumru aracılığıyla ise, inançsız bir insanı bile ikna edebilirdi. Ameliyat ardından bacak incecik oluverseydi, artık onun gücünden hiç kimse şüphe duymazdı. Fakat o, başarı için haftalar geçmesi gerektiğini belirtmektedir, yani Alman turistler emin bir uzaklıkta tekrar evlerinde bulunduklarında. Asistanı, gerekli ilaçları yanında getirmeyi unuttuğu için et beni gibi basit bir şeyi yok etmeyi başaramayacağını belirtmekteydi.Bazı insanlar şifa görememektedir, çünkü onlar bir işaret ya da bir mucize görmeden inanmazlar. Agpaoa'nın bir insanı neden iyileştiremediğini açıklayan yirmi beş tezinden biri de buydu. Biz görmeye gelmiştik, inanmaya değil ve gerçekten de mucizeler gerçekleşmedi.Bunun dışında Agpaoa bizim ona inanmamızı elinden geldiğince zorlaştırdı. Bize işimizi bile rahat bir şekilde yaptırmayan, dokulardan örnek vermeyen ve bizi ameliyat etmeyen bir adama nasıl inanalım.Bir başka tezi: Affedilmez bir ruha sahip olan kişi, iyileştirilemez. Ve ben inanıyorum ki, bizler bu anlamda gerçekten affedilmez bir ruha sahibiz. 'Size inanmayan insanlar hakkında ne düşünüyorsunuz?' 'Zamanı gelince onlar da aydınlanacaklar! Er ya da geç onlar da hakikati bulacaklar!' Hakikat tahmin edilenden daha çabuk gün ışığına kavuştu. Heidelberg'deki Adli Tıp Enstitüsü Tony'nin bize verdiği kan örneklerinde en azından insan kanı tespit etti. Ancak bu iki kan örneği gruplarından en az biri, hastanın kan grubuyla örtüşmemekteydi. Tarafımızdan gizlice alınmış olan diğer kan örneklerinin hepsi olumsuz sonuç verdi: İnsan kanı değil! Fakat bu hileli ameliyata rağmen, hastaların bir çoğu kendini ameliyatın ardından daha iyi hissetmekteydi." Şimdi bunu hastaların uçakta eve dönerken sorgulanması takip ediyor. Biri dışında hastaların hepsi kendilerini çok çok daha iyi hissettiklerini belirtiyorlar. "Almanya'dan yola çıkmadan önce olduklarından daha kötü durumda bulunan iki hasta vardı. Onun yardımına en çok ihtiyaç duyan bu hastalara şifacı yardım edemedi. Tanrısal şifa gücüne sahip bir pirinç köylüsünun oğluna dair yeterince araştınlmamış bu göz boyayıcı haberler; bu kandıncı umut, onları Filipinler'e kadar sürüklemişti. Fakat bazıları kendilerini gerçekten iyi hissetmekteydiler. Freiburg Parapsikoloji Enstitüsü'nden parapsikoloji profesörü Bender da, Agpaoa'nın bu ameliyatlarını hile olarak tanımladı. Peki kendini iyi hisseden çoğu hastaların bu durumunu, o nasıl açıklamaktadır?" Hans Bender hastaların iyileşmesini hastanın iyileşmeye olan inancına yani psikogeneze bağlamaktadır. Çünkü hastaların burada Tony'ye duydukları büyük bir "inanç" söz konusudur. Bu da sonuçta yine Bender tarafından şifacının yaygın prestijine dayandırılmaktadır. Agpaoa'nın bedeni açtığı iddiasına o karşı çıkmaktadır. Cerçek organik hastalıkların ruhsal şifacılar tarafından iyileştirilmesine oldukça şüpheyle bakıyordu ve dikkatleri Stern makalesindeki bayan John'un safra kesesi taşına çekiyordu. Bir başka hastada da prostat rahatsızlığı halen daha mevcuttu. Kendini iyi hisseden ve güçlenmiş bir şekilde geriye dönen bu hastaların, rahatsızlıklarını kontrol ettirmek için doktorlarına, belki de acı gerçeği öğrenmekten korktukları için başvurmamalarından dolayı Bender endişe duyuyordu. Sunucu programı şu sözlerle kapadı: "Uçuştarı önce kontrol ettirdiğimiz ve kendilerinden dönüş için de aynı yönde bir onay aldığımız bu hastaların çoğu, eve döndükten sonra gerçekten de kontrol edilmeyi reddettiler.

Bugün bir Alman grup daha Agpaoa'ya geldi. Ağır hastalar şifa bulma umuduyla bir kez daha ameliyatlarının zorunluluğunu anlatabilmek için dertlerini şifacının önüne sermektedir." Tüm bu anlatılanlara karşı, şimdi bu aynı gezi hakkında Sigrun Seutemann tarafından anlatılanlara bir bakalım. Karlsruheli pratisyen şifacı Sigrun Seutemann bizzat kocası ile birlikte bu gezi grubunda bulunmaktaydı. Sigrun Seuternann'ın anlattıkları, diğer gezi üyeleri tarafından da doğrulanmıştır."Imrno Vogel'in yönetiminde, içinde Alman televizyonunun röportajcıları da bulunan gezi grubu indikten ve Baguio'daki yerlerine yerleştirildikten sonra, Agpaoa hemen ertesi gün hastaların tedavilerine başladı. Televizyon röportajcıları da ameliyatlarda bulunuyordu. Gruptaki hastalar Stern dergisinin en son sayısı yanlarında Baguio'ya gelmişlerdi. Bu dergide Agpaoa bir hilekar olarak yansıtılıyordu. Buna göre o, bir plastik folyo ile beden açma hilesi gerçekleştiriyordu. Bu haber tabii ki Agpaoa'ya anında ulaştırıldı. Fakat Agpaoa buna rağmen röportajcılara istedikleri en yakın bölgeden ve istedikleri her açıdan film çekme izni vermiş-ti. Ben bu ameliyatların hepsinde bulundum. Televizyon ekibinin ve grubun diğer üyelerinin filme aldığı tüm müdahaleler,milimetrelik kameralar ile çekildi. Filmlerin hiçbirisinde bir plastik folyo görünmemektedir. Agpaoa'nın ameliyatlarında bulunanlardan röportajcılar dahil hiç kimse, tüm dikkat ve çabalarına rağmen böyle bir plastik folyo tespit edememiştir, oysa ameliyatlar esnasında da onlara sürekli olarak bu sözde folyoyu göstermeleri için teşvikte bulunuluyordu. Ancak gizlice tedarik edilen kan ve doku örneklerini almalarına Agpaoa izin vermedi. Örnekler gizlice alınmaya devam edilince ve Agpaoa bunu fark edince, televizyoncuları birkaç günlüğüne ameliyatlara almadı. Agpaoa birbiri ardına birçok ameliyat gerçekleştiriyordu, bunların büyük bir bölümü zorlu ve de ağır vakalardı. Bunlardan bir tanesi benim üzerimde kalbin tam olarak pulmonal (akciğere ait) kapakçığında gerçekleştirdi-ği bir kalp ameliyatıydı. Burada söz konusu olan rahatsızlık, arteriografi yoluyla yani damar grafisi çekilerek kanıtlanmış bir damar farklılaşmasıdır. Bu rahatsızlık altı yaşımdan beri bende vardı ve son zamanlarda gitgide ağır angina-poctoris benzeri rahatsızlıklara yol açıyordu ve gittikçe daha da büyüyordu. Ameliyat baştan aşağıya bir başarıydı ve kalp ile ilgili tüm rahatsızlıkları da ortadan kaldırdı. Bu arada televizyon ekibi de boş durmak istemiyordu ve Manila'daki Alman Konsolosluğu'na giderek Agpaoa'nın hilesinin açığa çıkarılması için yardım ve yollar aranıldı. Burada onlara, mesleğini Manila'da icra etmekte olan ve bilimsel çalışmalarıyla tüm dünyada büyük bir saygınlığa sahip Alman asıllı Filipinli ünlü hekim Dr. Lothar Lissner tavsiye edildi. Dr. Lissner o ana kadar Agpaoa hakkında hiçbir şey duymamıştı buna rağmen, bu hilenin açığa çıkartılmasında yardımda bulunmak için anında gönüllü oldu. Kendisine sunulan yüksek bir ücreti geri çevirdi, çünkü o zaman objektif olamayacağı-nı söyledi. Kararını hiçbir etki altında kalmaksızın vermek istiyordu. Sadece Baguio'daki otel masrafların ödenmesine razı oldu. Agpaoa televizyon ekibiyle yaptığı sözleşmede, gözlemci olarak hiçbir Filipinli doktorun bulunmaması konusunda anlaşmıştı, dolayısıyla röportajcılar Dr. Lissner'i tesadüfen Filipinler' de bulunan bir Hong Konglu doktor olarak tanıttılar. Agpaoa ağır hastaların bakımını yapmaları için iki Filipinli hemşire ayarlamıştı. İşte kader bu ya, bu hemşireler stajlarını Dr. Lissner'in yanında tamamlamışlardı ve tabii ki onu Baguio'da görünce, anında tanıdılar. Böylece Dr. Lissner'in kimliği açığa çıkmış oldu. Bir sonraki gün Agpaoa ameliyatlara başladığında Manilalı doktordan haberdardı, fakat doktorun ameliyatlarda gözlemci olarak bulunmasına hiç itiraz etmedi. ilk ameliyat umutsuz bir kanser vakasıydı. Agpaoa ona sadece dört haftalık bir zamanının kaldığını söyledi, fakat zor durumunu biraz daha hafifletebileceğini belirtti.

Ameliyattan önce Agpaoa, Dr. Lissner'in önüne çıktı, kollarını kıvırdı ve bir şeyler saklayıp saklamadığına bakması için, kendini kontrol ettirdi. Lissner hiçbir şey bulamadı. Agpaoa ameliyata başlayınca doktora gözleriyle ameliyat bölgesine daha çok yaklaşmasını ve gördüklerini anlatmasını rica etti. Doktor yarayı, bedenin açık olduğunu, şimdi de açığa çıkarılmış olan idrar borusundan bir parçayı ve bunun üzerinde de bir kaz yumurtası büyüklüğünde tümör gördüğünü anlattı. Agpaoa tümörü açığa aldı, gevşetti ve sonunda bunu tamamen çıkararak Dr. Lissner'in eline yerleştirdi. Tümör beden ısısındaydı ve olması gerektiği gibi de kokuyordu. Bunun ardından yara Agpaoa tarafından yine aynı yöntemle kapatıldı. Dr. Lissner başlarda oldukça şaşkındı ve kafası karışmıştı. Daha sonra birlikte, hastanın idrarı kontrol edildi ki, bu daha önce tümör tarafından bloke ediliyordu. Kurtarılamaz olarak görülen böbrek, işlevini yeniden kazandı.Sonra Dr. Lissner kendisini ameliyat edip edemeyeceğini Agpaoa'ya sorma cesaretini gösterdi. Uzun bir süredir burnundaki poliplerden dolayı rahatsızlık çekmekteydi. Agpaoa kabul etti. Ben de asistanlık yaptım. Dr. Lissner'in karısı da orada bulunuyordu. Hastanın boynu, büyük bir havlu ile sarıldı, Agpaoa burnu sırt tarafından açtı. Doktorun biraz endişeli görünen karı-sına kocasının burnuna içeriden bakması için ricada bulundu. Sonra Agpaoa polipleri açığa çıkardı ve bunları küçük bir kıskaç ile sarmam için beni teşvik etti, ben de sardım. Sonra Agpaoa ellerini tamamen çekti ve burun yine kapalıydı. Her şey belki de sadece iki dakika sürdü. Dr. Lissner epey bir kana bulanmıştı. Yüzü yıkandı, bunun ardından kısa bir süre şaşkın ve rengi benzi solmuş bir şekilde öylece oturdu, hiçbir acı hissetmiyordu. Şimdi burnunun nasıl nefes aldığını denemeye başladı ve coşku içinde, yirmi yıldır ilk kez bu kadar iyi nefes alabildiğini belirtti. Ameliyatın sonunda Agpaoa eline biraz pamuk aldı, bunu kanayan yaraya bastırdı ve sonra pamuğu Dr. Lissner'e verdi: 'Bunu araştırttınız!' dedi. Ancak doktor pamuğu televizyonculara ileterek laboratuvarda araştırıldıktan sonra bilgilendirilmesi için rica etti. Dr. Lissner onlardan hiçbir cevap alamadı. Bunun ardından doktor dinlenmesi için bir süreliğine odasına çekildi, daha sonra orada televizyoncular ve bir Amerikalı ile birlikte uzun bir görüşme yaptı. Geriye döndüğünde gözlerinde bir şeylerin normalolmadığını ve ameliyat ardından gözlükleriyle gözlüksüz olduğundan daha kötü görmeye başladığını belirtti. Dr. Lissner dört hafta sonra bana bir mektup gönderdi ve burada, Manilalı bir göz uzmanına başvurduğunu ve bu doktorun da kendisine daha düşük numaralı bir gözlük yazdığını belirtti ve tüm şaşkınlığına rağmen, tekrar on beş yıl öncesindeki gibi görebildiğini de buna ekledi. Dr. Lissner bu gerçeği gören doktoruna yazılı olarak onaylattı, durum doktor için de tamamen açıklanamaz bir vakaydı.Manilalı doktor bunu takip eden günlerde daha birçok ameliyat gözlemledi. Onunla birlikte Lowland'a da gittik ve orada Rosales cerrahIarı Marcelo ve Carlos'u gözlemledik. Ancak onun için en inandırıcı ve en sansasyonel olan ameliyat, şifacı Mercado tarafından gerçekleştirilendi. Mercado "Unio Espiritista Cristiana Filipinas"ın en iyi cerrahı olarak bilinir ve Agpaoa'nın tarzında ameliyat etmektedir. Tanıdık başka birkaç kişiyle birlikte, önceden haber vermeden Mercado'yu ziyarete gittik. Kilisesinde ameliyat yapıyordu ve tahminen otuz hasta daha sırada bekliyordu. Olanları bir süre gözlemledikten sonra, içeriye genç bir kadın getirildi. Dr. Lissner Filipinler de çok sık görülen korkulu Douglas-apsesini anında teşhis etti ve bana, kanaatince hastanın kayıp bir vaka olduğunu belirtti. Mercado diğer tüm hastaları bekletti ve kadını ameliyat masasına yatırtt

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp