Rosales’in Şifacıları

Rosales‘in Şifacıları :

Rosales'in Şifacıları

Cerrahı olabildiğince uygulama halindeyken görmek istediğimizden, Agpaoa bizim için bir Rosales gezisi planladı. Rosales, ovada küçük bir şehirdir. Burası, daha önceden de sözünü ettiğimiz "Unio Espritista Cristiana Filipinas" cerrahlarırun merkezidir. Birliğin tüm Filipinler'e yayılmış dört yüzün üzerinde küçük merkezleri bulunmakta ve buralarda bellirli bazı gecelerde şifa tedavileri gerçekleştirilmektedir. Bunlar kilisede yapılan bir ibadetin hemen ardından uygulanmaktadır. Yüzyılımızın başlarında kurulan birlik, 1948 yılından beri ülkenin her yerinden hastaları kabul etmektedir. Birliğin yönetmeliği, oldukça etik bir seviycdcdir. Cerrahlardan, hastalara karşı beklentisiz ve benliklerini geride tuttukları bir vericilik istenmekte ve yaptıklarına karşılık, hastalardan ücret talep etmeyi üyelerine yasaklamaktadırlar. Oysa bu şifacıların büyük bir bölümü, bizim anlayışımıza göre oldukça ilkel şartlar altında yaşamaktadır. Agpaoa, gerçekleştirdiği ameliyatlara karşılık olarak hastalardan bağış kabul etmesinden dolayı daha önceleri tenkit edilmekteydi. Fakat öğrendiğimize göre, artık birliğin cerrahları da her tür bağışı ve ücreti kabul etmekteler. Bunlar genelde düşük bağışlardır, çünkü psişik şifacılar tarafından tedavi ve ameliyat edilen Filipinliler'in çoğu fakir insanlardır. Tüm Rosales şehri fakir bir izlenim veriyordu. Büyük bir binanın önünde durduk ve Agpaoa bize, bu bir kilisedir dedi. İçeriye girdiğimizde hiç beklenmedik bir görüntüyle karşılaştık. Banklar üzerinde hastalar yatıyor ya da oturuyorlardı. Önde, kiliselerde sunağın bulunduğu kısımda bir yükselti, bir sahne ve basit bir masa bulunuyordu. Sahnenin üzerinde sarı, beyaz bir bayrakla bir de sancak asılıydı ve bunun üzerinde bir yazı bulunuyordu: "Unio Espiritista Cristiana Filipinas". Etrafı hafif bir elektrik ışığı ile aydınlatılan masanın üzerinde bir hasta yatıyordu ve başında da Agpaoa ile aynı tarzda çalışan bir cerrah bulunuyordu. Tam biz oraya vardığımızda cerrahın, hastanın karın bölgesinde çalışmak üzere olduğunu gördük. Bayan hasta açık gözlerle öylece yatıyordu, hiçbir acı duymuyordu. Başı, oldukça kullanılmış bir incil üzerine yerleştirilmişti, anlaşılan bu incil ameliyatlarda bir baş yastığı olarak hizmet vermekteydi. Şifacı, kanlı dokuyu uzaklaş-tırdı ve bunun ardından sol elini bedenin içinden çıkardı, kan benzeri sıvı temizlendikten sonra geriye hiçbir yara izi kalmamış-tı. Cerrah ellerini bir teneke tas içinde yıkamaya koyulmuştu bile.Ameliyat masası ve etrafı genç bir kız tarafından temizlendi ve işini tamamlayınca elinde bir temizlik kovası ile birlikte kilisenin yan kapısından çıktı ve gözden kayboldu, ta ki bir sonra ki ameliyat için gerekli olan temiz su ile geri dönünceye kadar. Biz daha etrafımıza bakamadan masanın üstüne, yeni bir hasta yatmıştı bile. Ameliyatlar adeta fabrikasyon usulü, bir saat içinde on beş ila yirmi arasında, seri bir şekilde bitirilmekteydi. Bu arada masanın üstüne iki yaşında, korkudan ağlayan bir bebek getirilmişti. Bebeğin karın bölgesinden pıhtılaşmış kan alındı. Ardından gelen akli dengesi bozuk bir hasta zapt edilmeye ve yatıştırılmaya çalışılıyordu. Bu gerçekleşince kafasındaki bir rahatsızlık tedavi edildi. Şifacının ifade ettiği şekliyle, "weak lungs" yani "zayıf ciğerliler" denilen çeşitli hastalar, birbiri ardına sırtlarından ameliyat edildiler. Cerrah burada yüzeysel bir iş-lemde bulundu ve "blood clots" yani kan kütleleri, pıhtılaşmış kan- dediği şeyi bedenden arındırdı. Anlaşılan hastalara ellerle "manyetizma" tedavisi uygulanmaktaydı. Bir tedavi daha gerçekleştirdikten sonra cerrah bir ara verdi ve bu arada bizde onunla tanıştırıldık. Adı Marcelo Jainar'dı, fakat ona sadece Marcelo diyorlardı. Marcelo kırk beş yaşlarındaydı ve kendisinin belirttiği üzere 1954 yılından bu yana şifa dağıtıyordu. O Agpaoa'dan tamamen farklı bir adamdı. Agpaoa gibi iyi İngilizce konuşamıyordu. Altı çocuklu bir ailesi vardı ve birkaç pezo için gün boyunca ameliyatlar gerçekleştiriyordu ve çok daha ilkel denebilecek şartlar altında yaşıyordu. Ameliyat masasının yanında bir masa daha vardı, bu masada muhasebe ve zabıt işlerine bakan aynı zamanda ameliyatlara karşılık verilen bağışları kabul eden birisi oturuyordu. Hastaların çoğu o kadar fakirdi ki, hiçbir bağışta bulunamıyorlardı, bazıları ise ellerinde sadece birkaç Centavo tutmaktaydılar. İlaçlar da bu masada verilmekteydi. Biz Marcelo ile dışarıya, kilisenin önüne çıktık ve biraz sohbet ettik. Burada yalnız perşembe ve cumartesi günleri olmak üzere haftada iki kez ameliyat yaptığını belirtti. Kendisine başvuran insanlar çok fakir oldukları için, doktora gidememekteydiler. Kendi inşa ettiği kilisesinde gerçekleştirdiği ameliyatlardan hiçbir bedel talep etmemekteydi. Marcelo dürüst, iyi kalpli ve alçak gönüllü bir izlenim uyandırıyordu. Bu samimi insanı, işini iyi bilen bir sihirbaz olarak düşünmek doğrusu kanımca olanaksızdır. Dediğine göre, kendisindeki bu şifa yeteneği aniden gökten üzerine inmiş, "Pavlus'a dönüşen Saulus'un üzerine inen Tanrı'nın ışığı misali". Bundan önce, kendisi de kiliseye lanetler yağdırırmış. Marcelo ile tekrar kiliseye girdik ve içeride bir başka cerrahın ameliyatta bulunduğunu görünce, buna hiç şaşırmadık. Bu Carlos'du, oldukça genç bir şifacıydı ve çalışma tarzı diğerleriyle aynıydı. Onun gerçekleştirdiği bazı müdahalelerde, Marcelo da gözlemlerne fırsatı bulamadığım bağırsak dokuları ve bağırsak bükümleri tamamen belirgin bir şekilde görünmekteydi. Mareelo'nun en ilginç iki ameliyatı, ünlü göz ameliyatlarıydı. Bir hasta, sağ gözüyle hiçbir şey göremediğini, belirtmişti. Masaya uzandı, başını önceden belirttiğimiz İncil'in üzerine koydu. Başının altına ayrıca, kanın aşağıya akmasını engellemek için bir de havlu yerleştirildi. Bunun ardından hastanın kulaklarına birer tampon konuldu. Marcelo yalın bir şekilde, sadece işaret ya da orta parmağıyla göz bebeğinin kenarından göz yuvasına girdi.Bunun içinde çomakla bir şeyler karıştırırmış gibi bir izlenim veriyordu. Aşırı hassas bir izleyici, gördüklerinden dolayı kesinlikle bir şok yaşardı. Epey bir kan aktı. İkinci bir göz ameliyatında her şey çok daha sertti. Bu hastanın gözünde bir perdelenme ya da katarakt vardı. Göz bebeği açık beyazdı, yani bir aksu hastalığı söz konusuydu. Marcelo parmağıyla gözün etrafında öyle oynayıp duruyordu ki, bunun sonucunda gözün etrafı kanlı bir deliğe dönüşmüştü. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi Marcelo bir de baş parmağıyla göz bebeğine doğru üst üste güçlüce sanki pompalar gibi bastırıp duruyordu. Kan, hastanın tüm yüzüne sol gözünün içine kadar yayıldı. Yardımcı bir bayan hızla müdahale ederek sağlıklı sol gözü kuruladı. Paranormal ameliyatlarda söz konusu olan, bu alışılmışın dışında büyük miktardaki kan üzerine daha sonraki bir bölümde detaylı bir şekilde değinece-ğim. Doku ya da buna benzer şeylerin gözün içinden çıkıp çıkmadığı, kan miktarı ve pıhtılaşmış kan kütleleri sebebiyle tespit edilemiyordu. İş tamamlandı ve göz temizlendi, hasta ayağa kalktıktan hemen sonra daha iyi görebildiğini ifade etti. Fakat bu iddianın deliloluşturması açısından pek bir değeri yoktu; çünkü beyaz leke halen daha yerinde duruyordu. Benim burada hayret ettiğim konu, şifacının bu kadar şiddet içeren yöntemiyle, göründüğü kadarıyla göze bir zarar vermememesi ve hastanın hiçbir acı duymamasıydı. Bir sonraki tedavi tekniği de anlayışları tamamen zorlamaktadır. Bazı hastaların bedenleri -çoğunun karın bölgesi- açılmıştı ve göründüğü kadarıyla her birinin içine ilaca batırılmış olan bir tampon yerleştirildi. Bunun ardından yara hiçbir iz geriye bırakmadan kapandı, bu arada "tampon", bedenin içinde kaldı. Hasta bu tamponların çıkartılması için yeniden çağırılacaktı. Gördüğümüz başka bazı hastalarında bedenlerine sekiz gün önce ameliyatla, aynı tamponlardan yerleştirilmişti. Şimdi bunlar, bizim gözlerimizin önünde büyük bir kan kütlesi olarak tekrar dışarıya alınıyordu. Bu sırlarla örtülü, şüpheli, garip tampon olayına nasıl yaklaşacağımızı doğrusu biz de bilmiyorduk, fakat son günlerde gördüklerimizden sonra, artık bunu da pek şaşırmadık doğrusu.Altı ay sonra bir Alman grupla, yine bu Rosales kilisesinde gerçekleşen bir deneyimi konuştuğumuzda tüm dikkatimizi konuya yönelttik. Bu grupta bir parapsikoloji araştırmacısı ve yazarı olan Rudolf E. Passian de bulunuyordu, ki o deneyimlerinin gerçekliğinin daima arkasındadır ve sözüne güvenilir bir insandır.Aşağıda onun kendi raporunu sunuyoruz. Burada yazılanlar, bizim bundan altı ay önce yaptığımız gözlemleri desteklemektedir. "Mayıs 1971 yılında, söz konusu Filipinli bıçaksız cerrahları kendi gözlerimle görmek ve bunlarla ilgili bilgi edinmek amacıyla Filipinler'e seyahat ettim. Paranormal fenomenlerle uzun bir zamandır ilgilenmekteyim.

Bir Alman bayan, bir teknisyen ve bir Avusturyalı doktor ile birlikte kendimize bir Filipinli gezi rehberi bulduk. Bu rehber bayan, beyi ile birlikte bizi iki taksi ile Lowland bölgesinde bazı psişik cerrahlara götürecekti. Sonuçta Rosales'e geldik, orada 'Unio Espritista Cristiana Filipinas' kilisesine vardık. İlk psişik ameliyatlarımızı burada gözlemledik. O sırada bir bayan şifacı çalışmaktaydı. Grubumuzdaki teknisyen bundan önce Güney Amerika'da. yerlilerin gerçekleştirdiği inanılmaz bazı şeyler deneyimlemişti. Orada, beyazlarla ilk kez karşılaşmış olan bir kabilenin reisi ile tanışmıştı. Bu reis de, teknisyenin belirttiklerine göre, açıklanması ve kavranılması güç bir yöntemle ameliyatlar gerçekleştirmekteydi. Bedeni yalın ellerle açmıyordu, fakat bunu gerçekleştirmek için kullandığı araç, yine de bizler için şaşırtıcı olan bir bambu çubuğuydu. İltihap ve dokuları da bununla bedenden çıkarmaktaydı ve son olarak da aynen Brezilyalı Hose Arigo gibi eliyle ameliyat bölgesinin üstünde pas yapıyordu ve ardından yara kapanmaktaydı! Bu teknisyenin savaş sırasında bağırsağında bir ur gelişmiş-ti ve bunu görünür bir şekilde bağırsak çıkışına kadar itebilmekteydi. Acı verici bu rahatsızlık, onda her hafta kanamaya sebebiyet vermekteydi. Bir buçuk yıl önce Almanya'da ameliyat olmuştu, fakat ameliyatın başarısı kalıcı olmamıştı. Agpaoa'nın yardımıyla bu yumrudan kurtulmayı umuyordu. Rosales kilisesine geldiğimizde, Filipinli bayan rehberi miin de teşvikiyle teknisyenden, giysilerini çıkartması ve masaya uzanması istendi. O bu teklife önce sıcak bakmadı fakat bir süre sonra kabul etti. Bayan şifacı, teknisyenin karnını bildiğimiz tarzda açtı. Bize eşlik eden Alman bayan sandalyenin üzerine çıkmıştı ve ameliyatı oradan filme alıyordu. Fakat çok geçmeden ameliyatın görüntüsüne dayanamayıp midesi bulanınca, filmin devamını ben çekmek zorunda kaldım ve dolayısıyla ameliyatı tüm dikkatimle gözlemlemem biraz zorlaştığı için bazı detayları kaçırdım. Ameliyat tamamlandıktan sonra, hastaya bedenine bir tampon yerleştirildiği söylendi. Etrafta bulunanlar, ameliyat bitmek üzereyken şifacının eline bir tampon aldığını, bunu ellerinin arasında tutarak hastanın bedeni üzerinde bir aşağı bir yukarı sürttüğünü, bunu yaparken dalgın dalgın etrafa bakındığını ve anlaşılan bu arada tamponu bedenin içinde kaybettiğim belirttiler. Şifacı ise, tampon bedenin içinde ve bu pamuk manyetik etki taşıyor üstelik birkaç gün içinde bedenden çıkartılmalı, diyordu. Bu demek oluyordu ki, hasta buraya gelmek için bir kez daha zahmette bulunmalıydı. El çabukluğu mu, yoksa gerçek bir fenomen mi? Materyalizasyon ve demateryalizasyon fenomenlerinin var olduğunu ve bunların gerçek olduğunu, konuyla ilgili eski kitaplardan biliyorum. Bunlar günümüz kitaplarından daha detaylı ve verimlidir . fakat her şeye rağmen, doğrusu ben tüm bu olup bitenlere inanamadım; ayrıca belirttiğim gibi, film .çekmem gerektiğinden dikkatim de dağılmıştı. Olayı öylece oluruna bırakmıştım. Urdaneta'da şifacı Juanito'ya yaptığım ziyaretten sonra tekrar Manila'ya döndük. Gezi rehberimiz bizden ayrılırken, teknisyeni n tamponu çıkarttırması için muhakkak Rosales'deki şifacıya gitmesi gerektiğini, üstüne basa basa belirtiyordu. Fakat teknisyen bu sözde tamponu pek dikkate almadı. O Agpaoa'ya gitmek ve bağırsak yumrusunu aldırmak istiyordu ve bunun için birkaç günlük zamanı kalmıştı, çünkü teknisyenin Filipinler'de bulunma süresi oldukça kısaydı. Bir sonraki gün Baguio'da Agpaoa'nın yanındaydık. O sırada yanında, içinde bazı yabancı hastaların da bulunduğu kalabalık bir gezi grubu vardı ve Agpaoa'nın işi başından aşkındı. Buna rağmen Agpaoa'nın teknisyenin rahatsızlığıyla ilgilenmesini sağlayabildik. Ön incelemede, iki doktor gözlemci olarak bulunuyordu. Bağırsak çıkışı yakınlarındaki bir tümörün varlığı kesindi. Agpaoa: 'Burada, iki ya da dört günlük aralıklarda iki ameliyat yapmam gerekiyor yoksa kanamalar yeniden başlayabilir' dedi. ilk ameliyat hemen aynı gün hem de otelodasında gerçekleştirildi. Orada olup bitenler şunlardı: Hasta bedeninin üst kısmı çıplak olarak sırt üstü uzanmıştı. Ameliyat başlayacaktı. Fakat o an Agpaoa şu soruyu sordu: 'Bu hasta en son ne zaman tedavi yatağa doğru geri geri gitti ve oturdu. Kafası karışık ve kararsız görünüyordu.

Biz, teknisyeni n Rosaleıoı'dekandırıldığını ve ameliyatı aslında orada yaptırmak isteklediğimizi açıklayabilmek için elimizden geleni yapıyorduk. Sonunda Agpaoa kararını verdi. Konsantre olduğu apaçık bir şekilde görünüyordu. Şinıdi Rosales'deki iş arkadaşından daha iyi iş çıkarabildiğini kanıtmak için harekete geçtiği izlenimine kapıldık. Ameliyat karın bölgesinde gerçekleştirildi, anında bedenin içine girmişti, ellerinir, altı kan içindeydi ve bedenin içlerine doğru girdiğinde oluşarç o tanıdık 'şap şap' sesleri duyuluyordu. Tony parmaklarıyla Yoğurur gibi yaptığı hareketlerini uygulamaktaydı, ardından ellerini biraz araladı. O an ben, Rosales'deki 'yapılan işi' gördüm. Tampon açığa çıktı, kan kırmızı sı rengindeydi ve etrafı pıhtılaşmış kan kütleleri tarafından sarthydı. Tonyendişe içinde, nefesi kesilircesine bir an durdu ve sordu: 'Bu ne?' Bizim ise, bir kez daha bunu diğer şifacının yaptığını belirtmekten başka bir çaremiz kulmamıştı. Bu sefer Agpaoa kendini çabuk toparladı ve İsviçreli asistanına talimatlarını bildirdi. O da Agpaoa'nın kullandığı tek ilaç olan uzun bir kıskaç ile yaranın içinden tamponu çıkardı ve kovanın içine attı. Asistan bayan bize açıklamada bulundu Bazı şifacılar, bedenin içine hasta maddeleri çekmesi için manyetizmalı tampon yerleştirirler. Fakat bu tampon çıkartıldı.' Bunun ardından Tony bildik yöntemle ameliyat etmeye devam etti ... Hastanın Filipinlıer' den ayrılmasına üç gün kalmasına rağmen, Agpaoa teknisyene, elinden gelen her şeyi yapacağı sözünü verdi. Son müdahale de böylece teknisyenin Baguio'dan uçuşundan son bir gün önce sabahın erken saatlerinde yapıldı. Bu bir pazar günüydü ve bi zbu ameliyatı 16 milimetrelik kamera ile çektik gördü?' O an ben, eğer Agpaoa bizim Rosales'deki 'bir başka şifacıya' gittiğimizi öğrenirse, ameliyatı gerçekleştirmeyeceğinden ve reddedeceğinden korktum. Ve hasta da bir süre önce Almanyada ameliyat olduğundan, biz: 'Bir buçuk yıl önce, dedik. Tony tüm kararlılığıyla: 'No, no, no!', dedi ve 'bu çok kısa bir süre önce olmalı!' Bize artık, Rosales'deki bir başka şifaaya gittiğimizi söylemekten başka bir çare kalmamıştı. Bazı isimleri verdik ve Tony, ameliyata başlamak için eğilmiş pozisyonda duruyorken, en yakın Teknisyen ameliyatın ardından sadece son bir kez daha kanama yaşadı ve bir daha sorunu olmadı. Şu an sağlığı yerindedir ve neredeyse bir yıl tamamlanmak üzeredir. Hiçbir sorun baş göstermemiştir!"Rudolf E. Passian'ın raporunu da aktarmış olduk.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp