Şiirde Kahve

Şiirde Kahve : Kahve, bugün dünyanın dört bir tarafında, değişik adlarla ve sunumlarla insanların hayatında yer almaktadır. Bunların içinde yapılışı, pişirilmesi ve sunumu ile farklılığını ortaya koyan bir kahve var: Türk kahvesi. Tadı, kokusu, köpüğü, kendine has pişirme yöntemi, içildiği zaman ve mekanlarla birlikte Türk kahvesinin, kendi etrafında bir medeniyet yarattığını söylemek yanlış olmaz.

Türk kahvesi bir içecek olmanın ötesinde, zihnimizde farklı duygulan ve anlan çağnştırır: Mutluluğun eşlik ettiği keyfi tamamlarken, efkan ve yorgunluğu gideren bir anlamı yüklenir. Kahve, aile kurmanın ilk adımında ciddiyet ve ağırbaşlılığı üstlenirken, aym zamanda paylaşılacak en mahrem sırlann, gelecekten beklentilerin dile getirilmesine bahanedir. Kahvenin, ölçüsü kaçan bir yemekten sonraki rahatsızlığa, akşamdan kalmanın baş ağrısına çare olacağı düşünülür ve ondan şifa umulur. Türk kahvesi, ikram ettiklerirnize verdiğimiz önemi simgeler.

Bugün bu kadar sevilen ve içimi yaygınlaşan Türk kahvesi, acaba geçmiş yüzyıllarda, Osmanlı toplumunca nasıl karşılanmıştır ve hangi içecek alışkanlığının yerini alması sebebiyle eleştirilmiştir? Bu düşünceyle, kahve etrafındaki tartışmaların yoğunlaştığı 17. yüzyıl divanlarından örnek beyitler seçerek bu yazıyı yazmayı planladık.'

17. Yüzyılda Kahve ile Bade Aresinde

ilk vatanı Habeşistan olan kahve, 16. yüzyılda Osmanlı Devleti'nin sosyal hayatına girmiştir.' Kahve tüketiminin Osmanlı toplumunda gittikçe artması, gerek tarihi gerekse edebi kaynakların dikkatini çeken bir konu olmuştur. Seyyid Hasan, 1661-1665 yılları arasında yazdığı Sohbetname adını taşıyan güncesinde, sıksık kiminle kahve içtiğini kaydeder ve sabah yaptığı işlerden "kahveden sonra" anlamında gelen ''bade'l-kahve'' diye bahseder." Bununla birlikte, 17. yüzyılda kahvenin Osmanlı toplumunda ne kadar yaygınlaştığını, yabancı seyyahlardan Claes Ralamb, Jean Thevenot ve Jean Tournefourt'un seyahatnamelerinde de görebiliyoruz.

Seyyah Jean Thevenot, seyahatnamesinde kahvenin öğütülme sinden, nasıl içildiğine kadar ayrıntılı bilgiyi okuyucuyla paylaşır. Thevenot, ayrıca fakir zengin fark etmeksizin herkesin günde iki veya üç fincan kahve içtiğini söyler, kahvenin kocanın karı-sına temin etmek zorunda olduğu zaruri ihtiyaç maddelerinden olduğunu da ekler." 17. yüzyılda Osmanlı Devleti'ne İsveç elçisi olarak gelen Ralamb, kahve içme yasağına karşın Türklerin kahveyi "brandy" niyetine içtiklerini, seçkin kişilerin evinde kahve dolu bir ibriğin sürekli kaynadığını söyler." Yine aynı yüzyılda, Osmanlı topraklarına bitki toplamak için gelen [oseph de Tournefort ise Mudanya yakınında gittiği kaplıcada içilen kahveden bahseder.

İçimi yaygınlaşmakla beraber kahve, 17. yüzyılda, toplumsal düzenin bozulmasına etken olarak görülmüş, dini ve siyası: otoriteler tarafından kahveye olumsuz bir anlam yüklenmiştir. Kahvenin rengi, kokusu, kavrulması, ikramı ve zararları gibi konular, 17. yüzyılda zihinleri oldukça meşgul etmiştir. Kahve hakkındaki bu düşünceler, manzum bir fetvaya da konu olmuştur. Bu fetva,İştipli Vaiz Mehmed Efendi'nin yazdığı 12 beyitten oluşan "Su/al-i Beray-ı Kahve" başlıklı dilekçedir. İştipli Vaiz Mehmed Efendi'nin kahve konusunda şu şüpheleri vardır: Kahve şarap gibi elden ele devreder; şarap gibi sarhoşluk verebilir; soğuk ve kurudur, bedene zarar verebilir; kahve pişiren kişi içine haram bir şeyler katabilir ve de kahve içen insanlar ayıplanabilirler. Bu dilekçeye, Şeyhulislam Bostanzade ise "Cevab-ı Hazret-i Molla Efendi eş-Şehir Bostanzade" başlığında ve 52 beyitten oluşan manzum Egerçi kahvenün bir gfıne vardur alemi amma bir fetva ile cevap vermiştir. Bostanzade. manzum cevabında, bu şüphelerin hepsinin bir kuruntudan ibaret olduğunu söylemekle beraber, İştipli Vaiz Mehmed Efendi'nin şüphelerine de tek tek mantıklı cevaplar vererek kahvenin zararlı ve günah olmadığını hatta belirli bir miktar içilince, balgama, baş ağrısına, remed adı verilen göz hastalığına iyi geldiğini, zihni açtığını, sıkıntıyı aldığını söylemiştir."

İştipli Vaiz Mehmed Efendi'nin manzum dilekçesine dikkat edildiğinde kahvenin şarapla karşılaştırıldığı görülür. Dini endi- şeyle fetvaya yansıyan bu düşünceler, 16. yüzyıldan itibaren di vanlara da edebi bir tartışma olarak girmiştir. Divanlarda kahvenin söz konusu edildiği bazı beyitlerde, şairlerin kahve ile şarabı karşılaştırdıkları, kiminin kahveyi, kiminin ise şarabı övdükleri görülmektedir. Öncelikle 16. yüzyıldan iki örnek vererek konuya girmek istiyoruz. Şairlerin sultam Baki, kahvenin verdiği zevki kabul eder ama ona göre iki kasez'kadeh şarabın verdiği zevk bambaşkadır:

1582 şenliğinden bir kahvehane. Minyatür aımntısına baktığımızda kahveninşimdiki fincanlardan farklı olarak büyük ve kulpsuz Çin tarzı kaselerde içildiği görülmektedir.

Bir başka 16. yüzyıl divan şairi Nev'i, insanların kahvenin lezzetini. şarabın lezzetine değiştiklerini; meyhanedeki eğlence yerine de kahvede efsane dinlemeyi tercih ettiklerini söylemiştir:

Kahveye tebdil idüp cam-ı şarabun lezzetin
Bağladılar savt ü nakşun yirine efsaneyi

17. yüzyıla geldiğimizde ise Vahyi; kahve redifli gazelinde, sevgilinin meclisinde şarap yerine artık kahve içildiğini, bu sebeple şarabın kahveyi kıskandığını dillendirmiştir:

Olalı lazıme-i meclis-i hüban kahve
Aldı reşk-efken-i cam-ı mey-i rahşan kahve

Kahve ile şarap karşılaştırılırken, divan şairlerinin üzerinde durdukları önemli bir ayrıntı renk konusudur. Kahvenin, kırmızı şarap gibi albenili olmayan siyaha yakın rengi, şairler tarafından biraz da hor görülerek anlatılır. Nabi'nin lale renkli şarabın, siyah yüzlü kahve kadar yaygın olmadığını söylediği aşağıdaki beyti, bu bakımdan dikkate değerdir:

Ruhsar-ı lale-reng ile hayfa değül şarab
Rüy-ı siyah kahve kadar iştiharda

Başka bir 17. yüzyıl divan şairi Haleti. orijinalolan şu beytinde şarabı güneşe, kahveyi de siyah rengi sebebiyle tutulmuş aya benzetmiştir:

Ele cam-ı mey al görmek dilersen rnihr-i rahşanı
Ana nisbet tutulmış aya benzer kahve fincanı

Divan şiirinde rakib, aşık ile maşükun arasına giren kişidir ve aşığın yaklaşamadığı kadar sevgiliye yakındır . Aşık kimliğine bürünen divan şairleri rakibi; akrep, diken, domuz, köpek, şeytan, yılan ... vb. olumsuz benzetmeler çerçevesinde divanlarda söz konusu etmişlerdir." Rakible ilgili bu benzetınelere kahve de katılır. Hisali; kara yüzlü rakibi, kabuklu Yemen kahvesine; "meyhanenin pirinin kızı" olarak adlandırdığı kırmızı şarabı da gül renkli yanakları olan sevgiliye benzetir:

Kahve-i kışr-ı Yemen oldı rakib-i rü-siyah
Duhter-i pir-i mugarı bir çehresi gül-gün nigar

Osmanlı Devleti'nin İstanbul, Kahire ve Şam gibi büyük şehirlerinde ortaya çıkan kahvehane, her ne kadar kahve evi anlamına gelse de sosyal hayat ve sosyal ilişkileri yansıtan bir mekan olmuştur. Osmanlı Devleti'nde kahvehanenin bu fonksiyonu pek çok yerli ve yabancı araştırmacının da dikkatini çekmiş, konu üzerinde birçok araştırma yapılmıştır."

Osmanlı' da ilk kahvehanenin tam olarak ne zaman açıldığını söyleyebilmek güçtür fakat Hafız Hüseyin Ayvansarayi'nin "Kahvehane mahall-i eğlence" ifadesiyle düşürdüğü tarih mısraı, kahvehanelerin açılmasıyla ilgili 1551 yılını göstermektedir." Bu tarihten itibaren kahvehaneler yaygınlaşmaya ve Osmanlı toplumunun hayatında önemli bir yere sahip olmaya başlamıştır. Ancak Osmanlı geleneksel toplum kültürünü şekillendiren saray, medrese ve cami dışında, "sivil" bir anlayışla ortaya çıkan kahvehane, 16. ve 17. yüzyılların İstanbul'unda. pek sık rastlanmayan bir tepkiyle karşılaştı. ''Miskinlerin buluşma mekanı ve fitne yuvası" olarak görülen kahvehaneler, başta iktidar olmak üzere toplumun çeşitli kesimlerinin tepkisini çekti. 1567 yılında başta Suriçi İstanbul'u olmak üzere İstanbul'daki bütün kahvehaneler kapatıldı.

" 16. yüzyılın önemli alimlerinden Ebussuud'un fetvalarına bakıldığında, "oyun" ve "eğlence" ile ilişkilendirilen kahvehaneye karşı olumsuz bir tutum göze çarpmaktadır:

Mes'ele: [Kahvehanelere ehl-i heva cem' olup, ayrı meclis kurup, satranç ve tavla ve bunun emsali malaya'ni kelimat edip, bu ettiklerinin hurmetini hatıra getirmeyip, istihfaf edip, bu makille hal ile kahve helal i'tikad edenlere şer'an ne lazım olur?

El-Cevap: [Cümlesine subhanehü ve te'ala hazretlerinin, melaike-i kiramın ve cumhur-i ehl-i islamın la'neti lahik olur.]"

Mes'ele: [Padişah-i din-penah (zılli zallli ilah) hazretleri, kahvehaneleri kerrat ve merratla men' etmişler iken, memnu'lar olmayıp, taife-i evbaştan ba'zı kimseler veeh-i ma'aş için kahvehaneler tutup, hengameleri genn olmak için yanlarına yalın yüzlü şakirtler alıp, tavla ve satranç gibi ba'zı alat-i lehv ü tarab müheyya ve müretteb edip, şehrin ehl-i neva, siyehkar ve sade-rüy hali'ül-izarları cemi olup, berş afyon ve bengi ma'cün ekı eyleyip, üzerine, kahveler içip, kıvamlarında oyuna ve fünün-i ekazibeye iştigal eyleseler,eda-i salat-i mektübede ihmal eyleseler, şer'en zikrolan fürüşlara ve kahve-nüşlara ve men' ü define kadir olup men' etmeyen haki me ne lazım olur?

Ebussuud'un fetvalarından yapılan yukarıdaki alıntılarda,kahvehaneye "taife-i evbaş" yani halkın rağbet ettiğinin altı çizilir.Kahvehanenin yaptığı, birbirine karışan müdavimleri ve siyasi fonksiyonu ile klasik meşruiyet anlayışını bozmaktı, Diğer bir ifade ile kahvehane, klasik toplum anlayışının çözülmesinin bir yansımasıydı.

" Kahvehane karşısındaki bu tutum, 17. yüzyılda da devam etmiştir. LV. Murad'ın, kahvehaneleri topyekun kapatmaya yönelik şiddetli ve kapsamlı girişimlerde bulunduğu ve sadece Eyüp ve çevresinde 120 kahvehane kapatıldığı belirtilmiştir."
17. yüzyıl divan şairlerinin şiirlerinde söz konusu ettikleri, kahve ile şarap arasındaki karşılaştırmalar. kahvehane ve meyhane arasında da yapılır. Kahvehanede tütün ve nargile içilmektedir. Sabit, kokmak fiilini "koklamak" ve "giyeceklerine koku sinmek" anlamında kullanarak kahvehanede hem keyif ehlinin sigara içtiğini hem de üzerlerine bu kokunun sindiğini söyler:

Nüş eyleyüp duhan-ı mümessek zemanede
Erbab-ı keyf cümle kokar kahve-hanede

Başka bir beytinde de meyhanedeki sakinin meclisi ile kahvecinin kahvesini karşılaştıran Sabit; sakinin meclisini, kahvecininkine üstün tutar:

Ehl-i keyfe var iken bezm-i latif-i sm
Ne kadar zevk virür kahveci gibi pesnit

Başka bir 17. yüzyıl divan şairi Nisari, Sabit'le aynı fikirde değildir."Kahvede dostlar ile İngiliz/i" içelim, meyhanede ayyaşlar ile düşkün olma." anlamına gelen şu beytinde kahvehane tarafında olduğunu söyler:

İçelüm kahvede yaran ile İngilizi
Olma bemler ile mey-gedede zar u zebün

17. yüzyılın önemli divan şairlerinden Atayı, hamsesi içerisinde yer alan Saklnlime adlı mesnevisinde kahve-bade karşılaştırması ile birlikte kahvehane-meyhane karşılaştırması da yapar. Atayi'ye göre meyhanenin kasrı yıkılsa, kahvehane onun yerini tutamaz. Kahvehanenin fincanları başkent ise meyhanenin cam kadehleri İskender'in aynasıdır. Şarap; eğlence ve nimetlerin anaparasıdır. Kahve ise gam kuruntusunun sermayesidir. Meyhane, çeşit çeşit işlerle neşe doludur. Kahvehanede ise efsane uyku getirir. Meyhane saf muhabbetle temiz ve doğrudur. Kahvehane, kötülükler ve dedikoduyla keder arttırandır:

Harab olsa ger kasn mey-hanenürı
Yerün tuta mı kahve-hanenun
Anun pay-i taht ise fincanlan
Bunun camı mir'at-ı İskerideri
Kadeh re's-i mal-i safa vü ni'arn
Bu sermaye-i mili bulya-yı gam
Eder bunda pür-neşve nakş-ı amel
Verür anda efsane hab-ı kese!
Bu safi muhabbetle sıdk u safa
Mesavi vü gıybetle ol gam-feza"

Divan şairlerinin şiirlerinde söz konusu ettikleri gerek' kahvebade gerek kahvehane-meyhane karşılaştırmaları, öncelikle divan edebiyatı geleneği içerisinde bize edebi malzeme sunar. Fakat bu edebi malzeme, dönemin sosyal ve siyası durumu içerisinde değerlendirildiğinde daha işlevli bir hale gelmektedir. Bu yazıda, bu düşünceden hareketle divanlara (bir de mesneviye) yansıyan kahve-bad e ve kahvehane-meyhane karşılaştırmaları üzerinde duruldu. Bununla birlikte, şiire yansıyan bu kahve-eade ve kahvehane meyhane karşılaştırmalarında. doğrudan, kahve ve kahvehane karşısında alınan siyasi tedbirlerden ziyade -bu tedbirlerin bade ve meyhane için de geçerli olduğu düşünülünce- divan şiiri geleneğinin daha etkili olduğunu söylemek daha doğru görünmektedir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp