Kahve Fincanları ve Tophane İşi Fincanlar

Kahve Fincanları ve Tophane İşi Fincanlar : Kahve gibi bir maddenin sunulmasında sağlıklı ve pratik bir çözümün seramik ve porselen gibi ürünler aracılığıyla olduğunu pek çok belge yazmaktadır. İlk fincanların Çin ya da Çin benzeri seramiklerden üretildiği, Osmanlı minyatürlerinde görülmektedir. Hatta 1640 tarihli Osmanlı narh defterlerinde fincan isteminden sıkça söz edilmektedir. Tabaklı güllü paşa fincanı ya da acem fincanı gibi adların geçtiği belgelerden, İznik'te fincan üretiminin yapıldığı anlaşılmaktadır. Osmanlı döneminde Avrupa'dan ithal pek çok porselen kahve fincanları da belgelerde belirtilmiştir. Özellikle 18. yüzyılda Almanya'nın ünlü Meissen'inin de içinde bulunduğu Saksonya' dan dan porselen fincanların ithal edildiği belgelerde kayıtlı-dır dır. Hatta çok beğenilen bu Saksonya porselenlerinin taklitleri üretilmeye başlanmış ve Sevr' den de ustalar getirilerek üretimler yapılmıştır."

Ülkemizde kahve fincanı, İznik dışında Kütahya' da, Çanakkale'de ve İstanbul Eyüp'te de bir dönem üretilmiştir. 19. Yüzyıldan itibaren kullanılan kulplu fincanların, daha önceleri Avrupa' da kullanıldığı ve Türkiye'ye de o kanalla girdiği sanılmaktadır.

Kulplu fincanların en iyi örnekleri, tamamen yerli karakterli Tophane işi lüleci çamurundan üretilmiştir. 19. yüzyıl sonlarına tarihlenen kendine özgü süslemesi ve form özelliklerine sahip olan Tophane işi fincanların üretimi, İstanbul'un Tophane semtinde Ki-lığ Ali Paşa Camii'ni geçtikten sonra Kapıiçi'ne giderken sağda Lüleciler Çarşısı olarak bilinen yerde yapılırmış. O zamanlar Hendek denilen mahalle yani Kumbaracılar yokuşunun aşağı tarafına kadar devam edermiş. Lüleci Hendek, Arasta sokağı da denilen bu mahallede 1760 yılında Sultan III. Mustafa 0757-1774) zamanında lüleci esnafı kurulmuş ve başlarına kâhya tayin edilerek lonca listesine girilmiş. Bilindiği gibi eskiden her sanat dalında çalışanlar bir loncaya tabiydi, İstanbul'da en son kapanan lonca da Lüleciler Loncası' dır

Lüleci Hendek sokağındaki bu çarşıda bir zamanlar 60 kadar dükkân çalışırmış. Bunlardan on beş tanesi sadece lüle satarmış. Diğer dükkânlarda ise satış yerlerinin altında bulunan bodrum katında üretim yapılırmış. Bunun iki sebebi vardı; birincisi lüleciler meslek sırlarını müşteriye göstermek istemezlerdi, diğeri ise seramik çamurlarının kurumaması için nemli bir ortamın sağlanmak istenmesiydi. Bu bodrumlann bir köşesine kuyu kazılır ve bu kuyuya lüleci çamuru getirilerek biriktirilirdi. Çamurlar burada yoğrularak depolanırdı. Çamur, dinlenerek plastik bir hal alırdı. Böylece çamur, kıvama gelir, daha kolay şekillenebilirdi. Dükkânların bodrum katında bulunan atölyelerin diğer kısmında ise üretim için kullanılan çamur tornası ve kalıplar yer alırdı. Ayrıca aynı yerde seramikleri pişirmek için kullanılan odunlu fırın da bulunurdu."

Lüleci çamuru iyi dinlendirilmiş, süzülmüş özel bir topraktan yapılırdı. Bu çamur, eskiden İstanbul'da Okmeydanı diye bilinen yerden alınırrnış fakat sonraları bu arazi askeri bölge olunca girilemediğinden elde edilememiş. Bu sebepten Van'dan getirilen ve Gülbahar ismi verilen kırmızı toprağın ise astarlama işinde kullanıldığı belirtilir .

Tophane' deki bu atölyelerde o zamanlar lüleci çamuruyla tepsiler, fincanlar, ibrikler, yazı takımları, hokkalar ve çay takımları gibi daha pek çok formlar üretilmiştir. Bu formlarda kendine özgü bir süsleme tarzı dikkati çekmektedir. Lüle seramik olmasına rab-men diğer seramiklerden farklı bir görüntüye sahiptir. Çünkü üzeri sırlı veya sırsız bütün seramiklerden farklı olarak, sadece bir astar tabakasıyla kaplandığı halde sırlanmış gibi parlak bir görüntüsü vardır. Çoğunlukla çamur tornasında üretimi yapılan özellikle kahve takımlarında, formların üzeri kalemle süslenir, mühür bası-lir ve kendi renginde bir astarla astarlandıktan sonra fırınlanırdı. Fırınlamadan sonra tekrar astarlanıp çuha parçaları ile ovularak parlatılırdı. Üzeri altın varaklarla süslenen bu formlar, derecesi düğ-şak olarak tekrar fırınlanırdı. Daha sonra tekrar ovularak parlatılır ve satışa hazır hale getirilirdi. Kiremit rengi üzerine altın yaldızla süslenen bu formların siyah renkli olanları da vardır. Siyah renkli olanların süslemesinde ise altın yerine gümüş tel ile kakma olarak süsleme yapılırdı. Zemin rengi siyah olan bu formlar, saman dumanı ile yakılan bir fırında indirgeme yapılmak suretiyle fırınlanırdı. Çok ender olarak devetüyü renginde olan formlar da bulunmaktadır. Bunlar da, yaldızla süslenirdi.

Bu çok özel üretim şekilleri olan formdan yapan ustalar, eserlerine imza atmışlardır. Hemen her formda usta ismine rastlamak mümkündür. Ahmet Ağa, İbrahim Hüsnü, Nabi, Haki, Salih, Sadi bu ustalardan birkaçıdır. Mühür şeklinde imzalan bulunan bu formlar, bugün Topkapı Sarayı Müzesi'nde sergilenmektedir.

Sonuç

Yaklaşık 450-500 yıldır içtiğimiz kahve, neredeyse milli içeme-imiz olmuş ve dünyada Türk adının sıkça geçmesine böylece ününün yayılmasına imkân vermiştir. Avrupa ülkeleri kahveyi Türklerden almışlardır, ancak kendi tarzlarıyla sunmaktadırlar. Bu nedenle gerçek tadını bilenlerin sayısını söylemek zordur. Bu gün hala Türk kahvesi hazırlanışı, pişirilişi ve sunuşuyla; araç ve gereçlerinin kullanımıyla törensel bir gelenektir. Sitil takımı, örtüsü ve cezve, geleneğimizin önemli bir parçası olan kahve ikram törenlerinde kullanılan araç ve gereçler olarak hatırlanmaktadır. Günümüzde kahve ikram töreninde kullanılan ve kahve içme keyfinin önemli bir parçası olan fincanlar ise hala kahve içiminde vazgeçilmez bir araçtır.

Öte yandan kahve ikramı, dostlukların kurulmasında ve pekişmesinde önemli yer tutar. Bugün her Türk evinde bu ikram büyük önem taşır. Kahvenin kabulü de ikram edeni onurlandırır. Dilimizde "kahvesi içilir olmak" ve "bir kahveni içerim" deyişleri bunu ifade eder. Paylaşılan kahvenin süreklilik arz eden bir anlamı vardır. Barışı, dostluğu, sevgiyi ve saygıyı simgeler. "Bir fincan kahvenin kırk yıl hatırı vardır" sözü, özlü bir biçimde bunu anlatır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp