Osman Müftüoğlu Son Söz: Prof. Müftüoğlu’nun ‘kendi’ Sırları!

Osman Müftüoğlu Son Söz: Prof. Müftüoğlu’nun ‘kendi’ Sırları! : GRİ BÖLGELERE İLGİ DUYARIM!

Hastalarınızla ‘tepeden tırnağa’ ve hatta ruhuna kadar ilgilendiğinizi biliyorum. Müftüoğlu’nun geliştirdiği bir ‘bütünsel’ yaklaşımdan söz edebilir miyiz?Hastalarımı hiçbir zaman odamda karşılamam, onları en az on metre mesafeden kapıda karşılarım. Çünkü hastanın yürüyüşü, içeri girerken yüzündeki ifade, hepsi benim için önemlidir. Onunla konuşurken, anlattıkları kadar bunları ifade edişini, temas kuruş şeklini de gözlemlerim. Her hastayı mutlaka kapıya kadar uğurlar ve yeteri kadar tatmin olup olmadıklarını anlamaya çalışırım. Çünkü insanları bir beden olarak değil, ruh ve bedenden müşekkel bir bütün olarak düşünüyorum.

Müşekkel demek, belirli bir şekil almış ve tekrar eski haline dönemez demektir. Suyla unu karıştırırsınız hamur olur, ama artık ondan ne su, ne de un olur. Bir insan da, ruh ve bedenden müşekkeldir. Ben bu şekli, bu bileşeni anlamaya çalışırım.Size göre modern tıpla ilgili en önemli sorun nedir?Biz hekimler, tıp fakültelerinde bize verilen eğitim gereği, insanın iki halini tanıyoruz: Sağlam insan ve hasta insan. Oysa sağlıktan hastalığa geçiş, yani sağlam bir insanın hasta olması hali beyazdan bir anda siyaha geçmek şeklinde olmaz.Yani, sağlıklı olmakla hasta olmak arasında gri bir bölge var.Evet. Hem de uzun ve kocaman bir gri bölge var. İşte o gri bölgeleri tıp bilimi hastalık olarak tanımlamadığı için ciddiye almıyor. O gri bölgeler benim özel ilgi alanım.Tıp, hastalık ortaya çıktıktan sonra devreye giriyor ve önlemek yerine sadece tedavi etmeye odaklanıyor.

Evet, öyle. Tıp bilimi, bugün ilaç endüstrisi ve teşhis endüstrisi tarafından destekleniyor. Yani, üniversitelerdeki tıp eğitimini, tıp kongrelerini bu iki endüstri sübvanse ediyor ve doğal olarak eğitimi kendi işlerine geldiği gibi şekillendiriyorlar. Hekimlik sanatı bize öğretilirken, yukarıda bahsettiğim gri bölgeler konusunda eğitilmiyoruz. Tıp fakültesinde böyle bir eğitim yaklaşımı yok. “Benim gözüm seğiriyor, elim kolum uyuşuyor, geceleri terlemelerle uyanıyorum,” diye bir doktora gittiğinizde, henüz bir hastalık ve ilaçla tedavi edilebilir bir durum oluşmadığı için modern tıbbın ilgi alanına girmiyorsunuz. Yani, teşhis ve ilaç endüstrisinin ilgi alanına girmiyorsunuz, dolayısıyla da modern tıbbın gündemine girmiyorsunuz.

REKLÂMLARA SİNİRLENİRİM

Bugün markete gittiğinizde raflardaki gıdaların neredeyse yüzde 80’i sağlığa zararlı. Hayatını insanların daha sağlıklı olmasına adamış bir hekim olarak bu konuda ne hissediyorsunuz?Kötü hissediyorum. Doymak, beslenmek için bir şeyler yemek zorundasınız. Yediklerinizin içinde at eti, antibiyotik, katkı maddesi olduğunu düşünmek berbat bir his. Düşünsenize biri size yediğiniz tavukla beraber antibiyotik de yutturuyor.

Bunu bilseniz bile yapacak bir şey yok! Hindi eti yiyeyim bari diyorsunuz, ondan da kuşku duyuyorsunuz. Bu sadece Türkiye’nin sorunu da değil. Dünyanın her yerinde yiyecek içecek endüstrisi çok iyi bir şekilde denetlenmek ve izlenmek zorunda.Gerçekten kafa karıştırıcı bir durum söz konusu, her şeye şüpheyle yaklaşıyoruz. Sizi bu konuda en çok sinirlendiren şey nedir?Televizyonu açtığımda gördüğüm besin reklâmları olabilir. Gofret, cipsreklâmlarına çocukların, hatta hamile kadınların alet edilmesi oldukça üzücü bir durum. Hamile kadın tıka basa tatlı yiyor ve karnındaki bebek, “Daha daha” diye bağırıyor. Büyükannesi torununun ağzına, “Ye gari,” diyerek pizza tıkıyor.

Tüm bunlara izin veren yapılanmayı anlamakta gerçekten zorlanıyorum. Bir taraftan sağlıkla uğraşırken, diğer taraftan bu sağlığı tehdit eden konularda kuralsız, kanunsuz, dikkatsiz ve duyarsız olmayı aklım almıyor.Elinizde sihirli bir değnek olsa neyi değiştirirdiniz?Doğrusu ben elimde sihirli bir değnek varmış gibi hissediyorum ve bu sayede insanlara sağlıklarını yönetme konusunda bilgi aktarıyorum. Çünkü şunu çok iyi biliyorum ki modern tıbbın imkânlarından yararlanmak iyi, ama bundan önce yapmamız gereken şey, sağlığa yönetilebilir bir süreç olarak bakmak. Bana verilen bu büyük fırsat sayesinde, Türkiye’nin en etkili gazetesinde haftanın yedi günü sağlık yazıları yazıyorum. Bu bana Allah’ın verdiği en büyük şanstır ve her gün ilk işim budur.

Yazmak en önemli, en ciddiye aldığım işlerimden biridir.Önümüzdeki on yılın en büyük sağlık sorunu ne olacak?İlk sırada beslenmeyle ilişkili hastalıklar olacak; kilo problemi, kanser, şeker hastalığı, hipertansiyon, damar sertliği, kalp damar hastalıkları artarak devam edecek. Bulaşıcı hastalıklar, mikrobik hastalıklar da yeniden tırmanışa geçip artacak. Çünkü dünya süratle kirleniyor ve biz de hızla kalabalıklaşıyoruz.

TEDAVİ EDEMEZSEM ÜZÜLÜRÜM

Bir hastayı tedavi edememek nasıl bir his?Kötü bir his. Gerçekten çok kötü bir his. Yani bir hastayı tekrar tekrar aynı şikâyetleriyle görmek, mutsuz görmek ve hastanın tedavisi konusunda kendinizi başarısız hissetmek, bir hekimin başına gelebilecek en kötü şeylerden biri. Ve maalesef bu tatsız durum biz hekimlerin başına sık sık geliyor. Tabii, benim de başıma geliyor. Özellikle kronik hastalıklarda tedavide çok zorlandığımız oluyor. Bu noktada çare, hastayı bilgilendirmekte, ona hastalığını yönetmeyi öğretmekte ve onu tedaviye ortak etmekte yatıyor.Geçmişe baktığınızda, hayatınızda bir dönüm noktası olarak nitelendirebileceğiniz bir dönem, bir an var mı?Benim için 1993 yılı bir dönüm noktasıdır. Süleyman Bey’le yaptığımız sohbetler beni her anlamda değiştirdi, diyebilirim.

Süleyman Demirel’in çok önemli bir tavsiyesi vardır, “Arkanıza bakarak önünüzü göremezsiniz” der. Hep arkamıza bakamayız, ama geçmişteki mirasımızı omzumuza almadan da ileriye güçlü gidemeyiz. Yanlışlar da, doğrular da o mirasın içindedir. O yıl benim için her anlamda, fiziksel olarak da, ruhsal olarak da bir dönüm noktasıydı. O yıla kadar kilolu biriydim. Çocukluğum, gençliğim hep kilolu geçti. Obez değildim ama hep tombiştim! Sigara içiyordum, gereğinden biraz fazla alkol tüketiyordum. O yıl Süleyman Beyin bana bilerek yaşattığı bir travmayla sigarayı bıraktım ve ardından 15 kilo verdim.Süleyman Demirel ne yaptı da size bir travma yaşattı?Bana bir gün, “Hastalarının senin sigara kokundan rahatsız olduğunu düşünüyor musun hiç?” diye sordu. Yani kibarca sigara kokumdan rahatsız olduğunu ifade etti. Ve ben o gün sigarayı bıraktım ve bir daha hiç aramadım.

AİDİYETİ ÖNEMSERİM

Yaşantınızda değiştirmek istediğiniz, hoşnut olmadığınız bir şeyler var mı?Sıkıntılı olduğum iki alan var, biri zamanımı iyi kullanmamam, biri de zamanımı başkalarına fazla işgal ettirmemdir. Çok çalıştığım için kardeşlerimle ilişkilerim çok güçlü, çok sıkı, istediğim yoğunlukta değil. Bu beni çok üzen bir konu. İkincisi ise evime, aileme, çocuklarıma, eşime ve kendime ait yeterli bir zaman dilimi yaratamadığım için ve de manevi aidiyetimi dilediğim gibi zenginleştirip güçlendiremediğim için üzgünüm. İnşallah önümüzdeki zamanlarda bunu değiştirmek istiyorum.

Aileniz sizin için ne ifade ediyor?Her şey. Bulunduğum ortamları onların fotoğraflarıyla süslüyorum. Şurada kızımın elle yapılmış bir resmi var, arkamda kızımın, oğlumun, torunumun, eşimin, onların birbirine sarılmış resimleri var. Burada eşimin kocaman resmi var, bana bakıyor. Yani onların varlığını hissettiğim zamanben kendimi daha var hissediyorum. Ait olma duygusu çok önemli, çok güçlü bir duygudur. İşinize ait değilseniz, ailenize ait değilseniz, geleneklerinize, göreneklerinize ait değilseniz, toprağınıza da aidiyetiniz yoktur.

HUZURU YAKINDA ARARIM

Sizin de sık sık tekrarladığınız bir cümle geliyor aklıma; her tohum kendi toprağında yeşerir.Bu benim devamlı altını çizdiğim bir cümledir. Hollyvvoodda uyuşturucularla kaybettiğiniz huzuru, Nepal’de bulamazsınız. Burada, îstanbulda kaybettiğiniz huzuru, Hindistan’a gidip bir ay yoga yaparak da bulamazsınız. Cevapları, huzuru kendi bahçenizde aramanız gerekiyor. Bazen zorlanacak, diklenecek ve hesaplaşacak, bazen de boynunuzu bükeceksiniz. Ama ait olduğunuz yerde yapacaksınız bunları. Tekrar söyleyelim, her tohum kendi toprağında yeşerebilir. Aidiyet sizi rahatlatır, yalnız olmadığınız hissini verir. Ailem, iş arkadaşlarım, cemaat arkadaşlarım, komşularım benimle ilgilenir dersiniz. İnsanların cemaatleşmelerinin nedeni bir yere ait olma isteğinden başka bir şey değildir. Bu kadar güçlü, yalın ve anlaşılır bir duygudur bu.

İNANÇLIYIM

İnsan metabolizmasını tanımak maneviyatı güçlendirir mi sizce?İnsan metabolizmasını tanıdıkça, keşfettikçe, insanın ne kadar mükemmel bir varlık olduğunu daha iyi anlıyorsunuz. Bu, tesadüflerle oluşamayacak bir mükemmellik. Ben bunu sadece evrimle, sadece Darwin’le izah etmenin mümkün olamayacağını düşünüyorum. Bana göre, metabolizmayı ve hekimliği iyi kavrayan birisi, zaman içinde daha güçlü manevi yanları olan birisi haline dönüşüyor.Metabolizma konusuna girmem benim için en büyük şans oldu. Mecburi hizmetimde dâhiliye uzmanı olarak Ankara Numune Hastanesinde çalışırken, beni metabolizma kliniği baş asistanlığına atadılar.

Türkiye’nin ilk metabolizma uzmanı olan Doktor Saliha Yalçının yanında çalışma imkânı buldum. Metabolizmanın insan biyolojisinin, insan kimyasının temeli olduğunu orada gördüm ve bu yolda yürümeye devam ettim.Yazılarınızda maneviyatın, inanç sisteminin insanın var oluşunda ne kadar önemli olduğunu söylüyor ve sık sık bunun altını çiziyorsunuz. Sizin bu anlamdaki yolculuğunuz, şu an vardığınız nokta nedir?Maneviyatla dini yan yana görüyorum. Ama maneviyatın dinin çok daha üstünde konumlandığına, aynı Eckhart’ın dediği gibi; maneviyat avuç ise, dinlerin parmaklar olduğuna inanıyorum. Dini vecibelerimi dört dörtlük yerine getiren biri değilim. Ama manevi açıdan kendimi sürekli zenginleştirmeye çalışıyorum ve bu zenginlik arttıkça dinle olan bağlantım yoğunlaşıyor.

İnançlı biriyim ve inancın insana iyi gelen duygulardan biri olduğunu düşünüyorum.Size neler ilham veriyor?İnsanlar ve okuduklarım. Okuduklarımdan ve insanlardan çok şey öğreniyorum. Bana ilham veren öyle çok insan var ki. Süleyman Demirel, Haydar Aliyev, Osman Bölükbaşı, Ertuğrul Özkök, Fettullah Gülen, Da- lai Lama, André Malraux var. Beni değiştiren tek bir kitap söylemek ise çok zor. Ama beni çok etkileyen bir kitap var; Toksöz Karasu’nun Huzurlu Yaşama Sanatı. Herkesin okuması gereken bir kitap. Amerika’da iyi bilinir ama Türkiye’de çok az kişi tanır.

Karasu, bence ülkemizin dünyaya hediye ettiği en önemli hekimlerden biridir.İstanbul’u nasıl yaşıyorsunuz, nerelere gitmekten keyif alıyorsunuz?Eksiklerimden biri de bu. İstanbul’a geleli neredeyse on yıl oldu. Garip gelecek, ama ben hâlâ Sultanahmet Meydanını görmedim, Aya- sofya Camisini ziyaret etmedim, Topkapı Sarayını gezmedim. Galata Köprüsünden bir iki geçmişliğim var, ama daha Mısır Çarşısına girmedim. Yakın zamanda İstanbul’u keşfe çıkmaya kararlıyım.

KALABALIK SOFRALARI SEVERİM

Sağlıklı beslenme konusunda bir duayensiniz. Gurme bir yanınız da var mı?Yemek yemeyi gerçekten çok seviyorum. İyi yemek yemeyi, lezzetli yemek yemeyi de seviyorum. Hem Türkiye’de hem de yurtdışındaki ziyaretlerde iyi lokantalara gidiyorum. Ama dostlarla olmak, kalabalık olmak hoşumagidiyor. Eşimle baş başa yemeğe gittiğimiz nadirdir. Hep dostlarla oluruz. Kocaman sofraları seviyorum. İtalyan mutfağını severim. Türk mutfağına bayılırım. Sadece Ege mutfağını değil, kebapları da çok severim. Ama ölçülü yemeye çalışıyorum. Karadeniz mutfağı da harikadır. Bence dünyanın en zengin mutfak kültürüne sahibiz. İkinci sıraya İtalyan, üçüncü sıraya ise Çin mutfağını yazarım. Bence genler karıştıkça insanlar nasıl güzelleşiyorsa, mutfakta da durum böyle.

Mutfak kültürleri karıştıkça, harmanlandıkça ortaya inanılmaz lezzetler çıkıyor. Ege mutfağı buna çok güzel bir örnektir.Yazılarınızda, kitaplarınızda hep unutulan değerlerden, aile sofralarından söz ediyorsunuz. Anamur’daki çocukluk günlerinize gidersek, yemek ritüellerinizden birkaç fotoğraf karesi çekebilir misiniz?Biz 7 kardeştik, kalabalık aile sofralarında büyüdüm. O zaman fast-food diye bir şey zaten tanımıyorduk. Benim hayatta tanıdığım ilk fast-food, mahalledeki fırında yapılan peynirli börekti. Eğer bir ödül hak ettiysek, eve o peynirli börekten alınırdı. Çok nadiren yaz aylarında, ailemiz yaylada otururken kasabaya gelmişsek lokantada yediğimiz bir iki tabak yemek vardı bir de. O da ayda yılda bir olurdu.O günleri hatırladığınızda annenizin tadı damağınızda kalan, unutmadığınız bir yemeği var mı?

Benim annem ben iki buçuk yaşımdayken vefat etmiş. Babam annemin vefatından iki sene sonra yeniden evlenmiş, ben annemin vefat ettiğini çok sonra öğrendim. Yörük geleneğinden geliyoruz. Bir arabaşı çorbamız vardı ki, kış gecelerinin en güzel yemeğiydi. Av etinden, genelde de keklik etinden yapılırdı. Susamla pekmezden yapılan samsıra diye bir tatlı vardı. Darı dövmesinden yoğurtlu ya da etli yapılan keşkek vardı. Ben en çok etli nohutu severim.Beslenmeyle ilgili bilgileriniz eşinizin mutfağına yansıyor mu?Yansıyor, kesinlikle yansıyor. Benden, anlattıklarımdan etkileniyor. Televizyon programlarımın hepsini izliyor. Evde çok konuşan biri değilim, o da beslenmeyle ilgili önerilerime televizyondan, gazeteden takip ediyor.Ben “Not alın” diyorum ya sık sık televizyonda, bir seferinde eşim de kâğıt kalem çıkarmış not almış. Çok gülmüştük.

KIRMIZI IŞIKTA GEÇMEYİ HEYECANLI BULURUM!

Sağlıklı beslenmenin şifrelerini çözmüş biri olarak, sizin deyiminizle kırmızı ışıkta geçtiğiniz oluyor mu?Sık sık. Kırmızı ışıkta geçmenin heyecanlandırıcı olduğunu düşünüyorum. Ama prensibim şudur; kırmızı ışıkta bir geçersiniz, iki geçersiniz ama üçüncüde polis sizi sağa çeker ve cezayı keser. Yani sağlığınız sizi sağa çeker, ya baş ağrısı, ya tansiyon yüksekliği ya kolesterol fazlalığı ile bir ceza çıkarır. Ceza yememek istiyorsanız, geçme sürenizi kısa, geçme sıklığınızı da makul tutmalısınız. Bazen yemeği fazla kaçırıyorum, bazen karbonhidratlara yöneliyorum, bazen çok hızlı yiyorum.

Yavaş yemenin ne kadar önemli olduğunu defalarca anlatmama rağmen, özellikle kafam meşgulken çok hızlı yediğimi fark ediyorum. İnsülin direncim olduğu için buna uygun beslenmeye çalışıyorum ve bu problem için metformin kullanıyorum.Besin takviyesi alıyor musunuz?Her gün, Koenzim Q-10 ile Omega-3’ümü almadan evden çıkmam. Mümkün değil! Zaman zaman vitamin ihtiyacıma göre kür yaparım. Kış aylarında B vitamini alıyorum. Çok nadiren vitaminin yanında mineral alırım. Şu sıralar magnezyum alıyorum. Biraz önce bahsettiğim insülin direncim için günde iki bir miligram metformin alıyorum. İnsülin direnci diyeti yapmaya çalışıyorum. İşlenmiş karbonhidratlardan, şeker, un ve nişastadan uzak durmaya çalışıyorum.

YAŞLANMAYI GÜZELLEŞTİRİRİM

Peki egzersiz?Her gün yürürüm. Haftasonları egzersiz süresini daha uzun tutarım. Eğer mevsim müsaitse açık havada yürüyorum. Çok şükür, bunu yapabileceğim Boğaz’da, bahçeli bir evde oturuyoruz. Kışın daha çok yürüme bandında, ama mutlaka 20-35 dakika, çoğu zaman 45 ile 60 dakika arasında yürüyorum. Çünkü dediğim gibi yemeyi seviyorum, yemek konusundaki hatalarımı egzersizi biraz daha artırarak kompanse etmeye çalışıyorum.Yaş almak sizde nasıl bir his yaratıyor, bununla baş etmeyi öğrendiniz mi?Beni hep insanlar yaşlanmayla, yani hayatı uzatmayla uğraşıyor gibi düşünüyorlar. Ama ben aslında hayatı uzatmaktan ziyade hayatın tadını, keyfini uzatmayı düşünen bir insanım ama bunun da öncelikle sağlıklı olmakla bağlantılı olduğunu bildiğim için daha sağlıklı olmanın yollarını insanlara anlatmaya çalışıyorum. Şahsen ben de 50 yaşıma girdiğimde, çok ciddi değişimler yaşadım. Hormonal seviyelerimde, duygu durumumda, uykularımda, fiziki gücümde, kapasitemde. Ama şimdi 60’a yaklaşırken inanın çok daha farklı şeyler yaşıyorum.

Dünyadaki her şey, sadece canlılar değil, cansız olan şeyler de yaşlanıyor. Metallerde bile, metal yorgunluğu olarak bilinen bir durum vardır. Her şey paslanır, oksitlenir ve yaşlanır.Yaşlanmak fiziksel olarak bazı olumsuzluklarla gelse de, tecrübelerin kattığı inanılmaz bir zenginlik de söz konusu.Aynen öyle. Öncelikle yaşlanmayı kabullenmek lazım. Aslında yaşlanmak güzel bir şey. Ben on sene öncesinden daha fazla bilgi ve deneyim sahibiyim. İnsanlarla olan ilişkilerimde daha zarif ve daha dikkatli olduğumu hissediyorum. Yaşlanmak fazlalıklardan kurtulmak, detokslanmak, sivri köşelerin törpülenmesidir. Henry Ford’un söylediği çok önemli bir cümle var: “Dünyanın altından yaşlanmanın getirdiği tecrübeleri çekin, onu kaldıracak hiçbir şey bulamazsınız.”

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp