Vejetaryen beslenmenin insanın ruhsal gelişimine etkisi

Vejetaryen beslenmenin insanın ruhsal gelişimine etkisi

İnsanoğlunun ruhsal evrimini artırmasını amaçlayan bütün dini ve kültürel akımlarda, Müslümanlıkta, Hıristiyanlıkta, Uzakdoğu dinlerinde, belli bir bilinç düzeyini aşmış kişiler peygamberler, bilge kişiler, yogiler diğer canlıları öldürüp yemekten uzaklaşmışlardır.

Bu, insanın kendini yaratan kaynakla daha iyi ve kuvvetli bir bağlantı kurması için büyük avantaj oluşturmuştur. Modern bilimin, Einstein'dan beri yeni yeni keşfetmekte olduğu, evrenin sadece kuvantum titreşimciklerinderı meydana geldiği ve en sonunda bilincin de titreşimlerden oluştuğu ve bu titreşimierin maddeye dönüşebildiği gerçeğini, evrenin doğasını bilen yogiler çok önceden keşfetrnişlerdi. Çok değişik dalgaların bulunduğu evrende katı, sıvı ve gaz biçimindeki maddeler, ses, ışık ve düşünce olarak tanımlanan fiziksel olaylar, sadece farklı frekanslarda titreşen dalgalardır. Aynı şekilde besinlerin de kendine özgü farklı frekanslarda titreşimleri vardır. Bu titreşimler onu yiyen kişinin bedenini ve zihnini kuvantum düzeyinden etkiler. Besinlerin etkilerini uzun sürelerde deneyimleyen bu bilge kişiler; kendilerine uygun beslenme tarzına geçmişler ve et yemekten uzaklaşmışlar. Eski Mısır'ın din adamları asla et yemezler, Yunan filozofları Eflatun (Plaron}, Sokrates, Pisagor vejetaryen beslenmenin doğruluğunu savunurlardı. İnka uygarlığının temel özelliklerinden birinin de vejetaryen beslenmeyi benimsemeleri olduğunu biliyoruz.

Hindistan'da, Buddha da öğrencilerini et yemerne konusunda uyarırmış. Taocu ermişler gibi, ilk Hıristiyan ve Yahudiler de vejetaryenmış. Kitabı Mukaddes'te açıkça bildirilmiştir: ... "Ve Allah dedi: işte bütün yeryüzü üzerinde olup tohum veren her sebzeyi ve kendisinde ağaç meyvesi olup tohum veren her ağacı size verdim; size yiyecek olacaktır." (Tekvin, 1/29) Daha sonra etle ilgili bir bal' daha vardır: ... "fakat eti onun canı olan kanı ile yemeyeceksiniz." (Tekvin, 9/4) Ve İsa da şöyle demiştir: " ... Canavarca öldürülerek insanın bedenine giren her kurban, orayı kendi mezarı haline getirir. Gerçeği söylemek gerekirse, kim katlederse kendisini öldürür ve kim öldürülmüş eti yerse, ölünün bedenini yemiş olur." Hindistan'da da Hindular, her zaman et yenmesini yasaklamış-tır. İlk kanun koyucusu Manu söyle demiştir: "Etin, yaşayan varlıklara kötülük yapılmadan elde edildiği asla kabul edilemez. Bir kişi varlıklara zarar verirse, cennetin mutluluğuna ulaşamaz." Kuran'da ölü hayvanların, kan ve etin yenmesi, birçok şartlara bağlanmakta veya yasaklanmaktadır. Hz. Muhammed de öz yeğenine ve öğrencilerine: "Midenizi hayvanlar için mezar haline getirmeyiniz" der. Genel olarak ele alındığında, Müslüman toplumunun bu olumsuz etkiye maruz kalma açısından daha şanslı olduğu söylenebilir. Çünkü İslami yöntemlere göre kesilen etlerde daha az toksin bulunmaktadır.

Birinci neden hayvan ani bir şokla öldürülmez, en büyük damarı boynundan kesilerek, içindeki kanın büyük bir kısmı boşaltılır. Böylece ölüm sırasında kana karışan birçok olumsuz maddenin, hiç olmazsa önemli bir kısmı dışarıya akıtılmış olur. Oysa Batı toplumundaki şok öldürmede, bedende kalan kanda ve ette yüksek düzeyde ama bulunması daha mümkündür. İkinci neden, İslami kesim sırasında usulüne uygun olarak okunan duaların, özel kuvantum frekans ve titreşimlerinin, hayvanı ayrı bir bilinç düzeyine, adeta bir kabullenmişliğe, sakinliğe sokmasıdır. Üçüncü bir neden de, hayvanın kesilmeden önce ayak tırnağının arasındaki bir noktaya kesik atılmasıdır. Bu bir akupunktur noktasıdır. O nokta uyarıldığı zaman, hayvanda acı hissi büyük ölçüde azalır. Bütün bunlar etin toksik etkisini kısmen azaltır. Deniz dibini tarayarak toksinleri temizleyen midye ve benzeri kabuklularla, tamamen ama dolu bir hayvan olan domuz gibi birçok hayvan da, o yoklukta bile, mekruh veya kesin yasak ilan edilmiş. Geri kalanlara özel bir kesim tekniği getirilmiştir. MS VII. yy koşullarında, yiyecek olarak sadece hayvansal gıdaların ve hurmanın bulunduğu Arabistan çöllerinde, hayvansal gıda tüketimine bağlı zararları azaltmak için ancak bu kadarı yapılabilmiş. Çünkü etin alternatifi yokmuş.

Fakat günümüz koşulları daha farklı, her an, her yerde bol miktarda tahıl, sebze, meyve ve süt ürünleri bulabiliyoruz. Bütün bunlardan çıkan sonuç; yeryüzünde şimdiye kadar yaşanmış hemen tüm dini ve felsefi akımların önerisinin, hayvanları yemene veya daha az tüketme yönünde olduğudur. Genelde daha sağlıklı olmak ve evrimleşmek isteyen bir kişi için, bedenin içersine ikinci bir beden sokmamasının daha doğru ve yararlı olduğu düşüncesindeyim. Ayrıca geçmişte ve günümüzde yaşayan birçok dahirıin, sanatçının, politikacının, müzisyenin ve bilim adamının, Leonarda'dan, Einstein'a kadar, zirveye imza atmış pek çok kişinin vejetaryen olduğunu vurgulamak, sanıyorum, et yemeyen kişilerde beslenme bozukluğuna veya zeka düzeyinde eksiklik olacağına dair iddiaların geçersiz olduğunu kanıtlar.

Bitkiler ise genelde çok yavaş, duygusal tepki gösterir. Çok geniş bir zaman dilimi içerisinde, son derece yavaş toksin salgılarlar. Ağaçlar ve bitki alemi uyku bilincindedir. Bu yüzden olumsuz herhangi bir madde salgılamazlar. Ancak bitkinin tümünü tüketmiyorsanız, sürekli olarak, örneğin bir ağacın aynı dalından yaprak koparıyorsanız veya sürekli olarak aynı tarafını kesiyorsanız, uzunca bir süre sonra, o bitkinin o dalında da veya o ağacın o kısmında da olumsuz bazı maddeler veya toksinler oluşmaya başlar. Afrika'da araştırma yapan botanikçiler, zürafaların sürekli olarak kendilerine kolay gelen aşağıdaki dalları veya hep aynı ağacın aynı dallarını yemediklerini, her gün bir sonraki ağaca geçerek ve ara ara yükseklik değiştirerek beslendiklerini gözlemlemişlerdir . Yaptıkları araştırmalarda, bir ağacın hep aynı tarafının dalı yenildiği veya koparıldığı takdirde, zamanla o kısmın toksin oluşturduğunu, hastalık yapabileceği için, hayvanın onu yemediğini bulmuşlardır. Vejetaryen kişilere yöneltilen eleştirilerden biri de, hayvanlar da, bitkiler de canlı olduğuna göre, ikisini de yemek arasında pek bir fark olmadığıdır. Fakat daha önce açıkladığım gibi, bu, bilimsel olarak doğru değildir. Çünkü bitkiler acı çekmiyor, ayrı bir bilinç halinde ve düzeyinde, uyku bilincinde oldukları için tüketildiklerinde, toksin oluşturmuyor, insan bedenine zararlı herhangi bir madde üretmiyorlar. Ayrıca biz çoğu zaman bitkilerin kendisini değil, onun ürününü veya bir bölümünü, yani elma ağacını değil, elmayı, tüm fidanı değil, fasulyesini yiyiyoruz. Veya o bitkinin normal evrimini tamamlayıp, zaten yok olacağı bir dönemde onu tüketiyoruz. Örneğin karpuzu, çileği, armutu, enginarı, baklayı olgunlaşmadan koparmamak iyi olur; böylece hem bitkinin daha iyi ürün vermesini sağlarsınız, hem de zaten kısa bir süre sonra, doğadaki yaşam süresini doldurduğu için çürüyüp yok olacağından, onu tüketmekle ona bir zarar vermemiş olursunuz.

Oysa bir hayvan, öldürüleceği zaman, çok yoğun bir şekilde, negatif maddeler salgılar; kuvantum düzeyindeki duygular, düşünceler, endişe, korku ve heyecan vücutta bazı olumsuz maddelere dönüşür. Bir köpeğin aniden size doğru koşarak gelmesi, sizde korku duygusunun adrenalin salgılanmasına yol açıyorsa, yani hisler maddeye dönüşüyorsa, hayvanlar da his düzeyinde daha derin sezgilere sahip oldukları için, öldürüleceklerini hissettiklerinde şiddetli bir negatif duygu karışımıyla kimyasal hormon salgılarlar. Bunlar da kana geçerek maddeye dönüşür. Bu hayvanın etini tüketen kişi de, bu negatif maddeleri bedenine almış olur. Buna bağlı olarak, uzun süre et ağırlıklı beslenildiği zaman bedende birçok olumsuz etkiler görülür. Bu negatif maddeler bedene sürekli ve yoğun olarak girdiği takdirde, olumsuzluklar sadece bedenle sınırlı kalmayıp, kişinin bilincinde bulanıklılıklara ve ruhsal yapısında daha saldırgan bir tabloya yol açar. Vejetaryen beslenme, belli bir süre sonra insanın ruhsal, zihinsel ve duygusal yapısında bir incelme ve saflaşma yapar. Vejetaryen olan kişilerde, daha olgun bir ruhsal yapı gelişimi, doğaya daha fazla sahip çıkma, davranışlarında hayvanı dürtülerin giderek yok olması ve saldırganlığın giderek azalması gözlemlenmektedir. Vejetaryenlerin genel olarak davranışları, tepkileri daha ince, daha insancıldır. Bugün için çok iddalı bir söz gibi gelebilir; fakat gelecekte, dünya barışı için, insanoğlunun vejetaryen olmasının hem çok önemli, hem de gerekli bir aşama olacağını vurgulamak isterim. Daha önce yamyamlığı yaşayıp terk eden insanoğlu, şimdi de, önce kırmızı eti, zamanla da diğer canlıları yemeyi terk edecek ve giderek barışçıl, daha az saldırgan bir canlı türü olacaktır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp