Mutluluk Arayışı

Mutluluk Arayışı

Çocukluğumuzu düşündüğümüzde hepimizin içini bir mutluluk kaplar. O günleri hep özlemle anarız. Tüm ilişkilerimiz güzeldi o zaman. Hata yapsak da, çocuk olduğumuz için bizi kolayca affederler, biz de üzüntümüzü bir günden ötekine taşımazdık. Üzüntümüzü, sevincimizi anında yaşar, bizi sevenleri sever, sevmeyenlerden uzak dururduk. Bizi eleştirdiklerinde hatalıysak bir daha aynı hatayı yapmamaya özen gösterir, haklıysak eleştiriyi kaale almamayı gayet iyi becerirdik.

Sonra, ilkokul çağımız geldiğinde, sanki bu doğal mutlu yaşantımıza bir şeyler olmaya başlar. Can sıkıntısı, öfke, sinirlilik,huysuzluk gibi bizi zaman zaman mutsuz eden huylar ediniriz. 15-16 yaşımıza kadar bu olumsuz duygularımız gelişerek bizim karakterimizi oluşturur. Kimimiz korkak, kimimiz hırslı, kimimiz kıskanç, kimimiz alıngan, kimimiz utangaç, her ne olacaksak, daha doğrusu, senaryomuzu nasıl yazmışsak öyle oluruz. Sonra da senaryomuza uygun arkadaşlar bulur, senaryomuza uygun iş kurar, senaryomuza uygun evlilikler yaparız. Ömür boyu senaryomuzdaki rolümüzü oynar, onun dışındaki bir yaşam şeklini hiç düşünemeyiz bile. Eğer hırslıysak, zengin ve mevki sahibi olmak istiyorsak senaryomuz bellidir. Zengin ve mevki sahibi olmanın yollarını toplum zaten belirlemiştir. Oysa Krishnamurti'nin dediği gibi, gerçekte diğer kişilerden daha iyi durumda olmayı istemek, adaletsizliği otomatik olarak davet eder. Krishnamurti 'ye göre, "daha çok istediğinizde, eşitlik ilkesini çiğnediniz" demektir. Bundan sonrası nasıl olsa gelir. Zengin de olursunuz, mevki sahibi de, şöhretli de. Ama bütün bunlarda "sahip olmak" esastır ve bu yaklaşım da kökenini adaletsizlikten alır. Bu yüzden bize doyum ve mutluluk vermez. Hep daha çok elde etmek zorunda hissederiz kendimizi.

Bir de denge ve eşitliğe dayanan, yani "sahip olmak" değil de, 'olmayı", yani kendimiz olmayı, toplumun koyduğu değer yargılarına göre değil de, olmamız gerektiği gibi olmayı amaçlayan doğal yaşam tarzı vardır. "Olmayı" amaçladığınızda, yani gerçekten yaşamanız gerektiği gibi yaşamayı hedeflediğinizde, tüm senaryoları bırakırsınız. Artık oyun oynamazsınız, artık acı-masız olmazsınız, artık başkalarını ezerek yükselmek istemezsiniz. Çünkü amacınız "sahip olmak" değildir. Diğerlerinden daha fazla sevgi, daha fazla dost, daha fazla mal ya da mülk istemezsiniz artık. Yaşamanız; rahat ve mutlu yaşamanız için elbetteki bir eve, yeterli paraya, giysi ve eşyalara sahip olmanız gereklidir. Ama bunlara ihtiyacınız olduğu için elde edersiniz, diğerlerinden daha rahat yaşamak için değil. Tıpkı "çiçeklerin açmaları gerektiği için açmaları" gibi; siz de çalışmanız gerektiği için çalışır, kazanmanız gerektiği için kazanır, insanca yaşamanız gerektiği için insanca yaşarsınız.

"İyi tutku yoktur". Nitekim en iyi tutku sandığımız "çalışmak" ve "sevmek" tutkularını ele alalım. Çalışmak tutku olduğu zaman, doyum olmaz. Hep daha çok, daha çok çalışmak istersiniz. Doyum asla gelmez. Sevmek de öyle. Sevmek bir tutku haline geldiğinde; hep daha çok sevmek ve daha çok sevilmek istersiniz. Ama doyum bir türlü gelmez , Başka sevgiler, başka sevgililer ararsınız. "Hepsi bu kadar mı?" dersiniz. Mevki sahibi olmak da öyle. Başbakan olursunuz, ancak aradığınız huzur ve mutluluk dahi gelmemiştir. Daha değerli, daha başarılı, daha çok sevilen, daha uzun süreli bir başbakan olmak istersiniz. Oysa amacınız sadece "olmak", yani kendiniz olmak, yani "olmanız gerektiği gibi olmak" olsa, doyum anında gelir ve siz mutlu bir başbakan olursunuz. Artık, diğerlerinden daha iyi bir başbakan olmak için değil de, öyle olmanız gerektiği için iyi bir başbakan olursunuz. İşte o zaman tıpkı nerede olursa-olsun "bir gülün bütün güzelliğiyle açtığı" gibi, siz de bütün güzelliğinizle siz olursunuz. Diğerleri istediği için değil de, öyle olmanız gerektiği için.

Çocukluğumda herkes gibi, ben de çok mutluydum. Yedi yaşına kadar olan hayatımın hatırladığım kadarını, gerçekten yaşamam gerektiği gibi yaşadım. O zamanlar yaşıyor olmak, mutlu olmam için yeterliydi. Sevincimi ve üzüntümü anında yaşar; kırgınlık, kin, nefret gibi duygular biriktirmezdim. Hiç kimseyle yarışmadan, daha çoğu istemeden, coşku ve istek duyarak yaşardım. Ancak, ilkokula başlar-başlamaz gerek evde, gerekse okulda ilk öğrendiğim şey, diğerlerinden daha iyi bir öğrenci olmam gerektiğiydi. Daha çalışkan, daha akıllı, daha başarılı, daha terbiyeli olmalıydım. Bu "daha çok" isteği, tam 45 yaşına kadar Sürdü. Kırk yaş civarında yanlış yolda olduğumu, aradığı m şeylerin "sahip olmak" değil de sadece huzur ve mutluluk olduğunu anlamıştım. Çünkü sahip olduğum hiçbir şey bana yetmemiş-ti. Üniversite bitmiş, çok cazip bir mesleğe sahip olmuştum.Sonra "ihtisas yapmam gerek, her doktor gibi" diye düşündüm.İç hastalıkları ihtisasını tamamladım. Ama aradığım huzur hala görünürlerde yoktu. Sonra, endokrinoloji ve metabolizma hastalıkları ihtisası yaptım. O da yetmedi. "Daha çok para kazanırsam belki mutlu olurum" diye düşündüm ve muayenehane açtım. Muayenehanede çalışmaya başlayınca, o zamana kadar fark etmediğim bir şeyi fark ettim. Hastalarımın çoğunun en önemli sorunu stresti ve ben bununla nasıl başa çıkılacağını bilmiyordum.

Bazen sakinleştirici ilaçlar yazıyordum, bazen de hastalan psikiyatrisi arkadaşlarıma gönderiyordum. Ancak, her iki durumdan da hastalar memnun kalmıyorlardı. Çünkü psikiyatrisiler de genellikle sakinleştirici yazıp, hastayı evine gönderiyorlardı. Hasta sakinleştiriciyi aldığı sürece nispeten rahatlıyor, ama sonra şikâyetleri tekrar artınca yine bana geliyordu. Her seferinde, hastaya şikâyetlerinin stresten kaynaklandığını söylememe rağmen hiç fayda etmiyordu. Çünkü hasta, "elinde olmadığını, ne yapması gerektiğini bilmediğini" söylüyordu. "Psikosomatik" dediğimiz bu tür hastalıkların dışında birçok iç hastalıklarının en önemli nedeni de yine strestir. Yani bu hastalıkların tam olarak iyileşmesi için stresi yok etmemiz gerekir. Ama nasıl? Ben kendi stresimle başa çıkamazken hastaların stresine nasıl yardımcı olabilirdim ki? Bu konu beni sürekli rahatsız ediyordu. Strese çözüm arayışı içindeydim. Bir gün, Acar ve Zühal Baltaş'ın Stres ve Baş açıklama Yolları isimli kitabı elime geçti. Okuduktan sonra, strese bir çözüm olabileceğini anladım. Evet, Baltaşlar'ın da dedikleri gibi "bizi mutsuz eden şey yanlış inançlarımızdı." Mesela: "Hata yapmak çok kötü bir şeydir" ve "her şey kusursuz olmalı" inancı bunlardan birincisidir. Oysa, davranışların kusursuz olması için, önce düşüncelerin kusursuz olması gerekir.Doğru ve berrak düşünce ise, ancak ve ancak düşüncenin kaynağı ile ilişki kurmakla mümkün olur. Aslında insanın doğal hali budur. Ancak çevrenin etkisi ile doğallığını yitirdiği için, bu kaynakla ilişkisi kopar. Doğru düşünebilmek için yeniden bu kaynakla ilişkiye girmemiz gerekir. Daha önce de bahsedildiği gibi Maharishi Mahesh Yogi bunu "kendiliğinden doğru eylem" olarak tanımlıyor. Buna anlaşmanın en kolay yolu ise, muntazam olarak sabah-akşam her gün T.M. yapmaktır. Bu düzeye ulaşıncaya kadar hata yapmak kaçınılmazdır. Yapacağımız şey T.M. ile "kendiliğinden doğru eyleme" doğru yol almak, bu arada elimizde olmadan yaptığımız hataları da hoşgörüyle karşılamaktır. Yanlış inanç lafımıza bir diğer örnek: "Bir insan ya iyidir, ya da kötüdür." Oysa bir insan hiçbir zaman tamamen kötü değildir.

Yani Ouspensky'nin dediği gibi: "Hiç kimse, hiçbir zaman kötülük olsun diye, kötülük adına bir şey yapmaz. Herkes daima her şeyi, kendi anladığı şekliyle iyilik adına yapar." çünkü iyiliği anlayış herkeste farklıdır. Ouspensky'ye göre evrensel ve daimi bir anlayış gelişmeye kadar da bu böyle olmaya devam edecektir. Peki o halde evrensel ve daimi bir anlayışı nasıl elele edebiliriz? Yanlış inançlarımızdan, yanlış ön yargılarımızdan kurtulmadan bu mümkün mü? Kız çocuklarının okumalarının günah sayıldığı bir köyde yetişmiş bir baba, kızını okula göndermemekle ona kötülük yapıyor denebilir mi? Bu babaya "kötü" diyebilir miyiz?Stresi yenmek için ilk önce, yanlış ön yargılarımızdan kurtulmamız gerektiği açıktır, ama nasıl? Bütün bunları kendimize anlatabilmenin bir yolu olmalıydı. Acar ve Zuhal Baltaş, kitaplarında solunum egzersizi önemişler. Denemeye karar verdim.Kitapta tarif edildiği şekilde aylarca uyguladım.

Gerçekten de bir şeyler değişmeye başlamıştı. Hayata bakış açım genişliyordu.Ancak bu teknik, hem çok zaman istiyordu, hem de uygulaması çok zordu. Bu nedenle diğer stres giderici teknikleri araştırmaya başladım. Yaklaşık olarak on iki yıl önce de T.M'yi denemeye karar verdim. Solunum egzersizi ile mukayese edilemeyecek kadar kolay ve etkili bir yöntemdi. On iki yıldır muntazam olarak her sabah ve her akşam 20 dakika T.M. yapıyorum. Bu zaman zarfında hiç atladığım olmadı. Benim için elimi yıkamak kadar büyük bir ihtiyaç. Nasıl her gün kirlendiği için ellerimi yıkamak zorundaysam, sabah-akşam T.M. yapıp zihnimi de temizleme zorundayım. Bunun yerini tutabilecek hiçbir şey yok, ne müzik,ne arkadaş, ne eğlence, ne de hayatta en çok zevk aldığım şey olan kitap okumak, kesinlikle T.M. 'nin verdiği rahatlamayı, T.M. 'nin verdiği huzuru vermiyorlar. Her geçen gün yararını daha çok görüyorum. Her geçen gün kendime daha çok yaklaşıyorum. T.M. 'ye başlamadan önce gerçekten mutsuzdum ve gerginlik içindeydim. Hep daha çok isterdim. Açgözlüydüm. Gerek mesleki, gerekse maddi açıdan hep daha çok yükselmek, hep daha çok kazanmak peşindeydim. Daha çok kazanırsam, daha iyi mevki ye gelirsem daha mutlu olacağımı sanırdım. Hep gergin ve hep bir bekleyiş içindeydim. T.M. 'ye başladıktan sonra tüm dünya görüşüm değişmeye başladı. Mutlu olmak için daha çoğa ihtiyacım olmadığını anladım. Çünkü mutluluk; yaşıyor olmanın ve yaşanılan anın içindeydi.

Eğer siz de "daha çok" peşindeyseniz, bilmelisiniz ki, tüm dünya sizin de olsa yeterli gelmeyecektir. Diğer gezegenlere el atmadıkça mutlu olamayacağınızı düşünürsünüz, Oysa daha çoğa "sahip olmak" değil de sadece "olmak", yani kendiniz olmak önem kazandığında, o aradığınız doyum, huzur ve mutluluk anında gelir. Kendiniz olabilmenin en kolay yolu ise, T.M. yapmaktır. çünkü T.M. 'yi öğrendiğiniz gün kendinizle baş başa kalmayı da öğrenirsiniz ve kendinizi tanımaya başlarsınız. Düşünce ürünü olan tüm olumsuz duygularınızı birer birer tanırsınız: Nefreti, düşmanlıkları, kırgınlıkları, kıskançlıkları, şüpheyi, güvensizliği ve bunları büyüklerinizden, öğretmenlerinizden. televizyondan, sinemadan, gazete ve romanlardan nasıl öğrendiğinizi anlarsınız. Bütün bunları gördüğünüz anda da bu yapay duygular birer birer kaybolurlar. Bunları nasıl yarattığınızı, sevdiğiniz kişiden nasıl nefret etmeye başladığınızı, nasıl kıskançlık krizine girdiğinizi, nasıl sıkıntı ve acı duyduğunuzu idrak edersiniz. Bunu idrak edince de, acı sona erer. çünkü Çiçero'nun dediği gibi "acıyı tanımamış olmak en büyük acıdır," Kendinizi tanıyınca, yaşam senaryolarınızı artık apaçık olarak görürsünüz. Hoşunuza gitmeyen kısımları değiştirmek için çaba bile gerekmediğini anlarsınız. Çünkü siz bu olumsuz duygularınızı fark ettiğinizde, onlar birer birer kaybolacaklardır. Geriye; güzellik, neşe, sevgi, dostluk ve mutluluk kalacaktır.

Ondan sonra da tıpkı çocukluğunuzda olduğu gibi doğal, içten ve olmanız gerektiği gibi olur, yaşamanız gerektiği gibi ya-şarsınız. "Çocuklaşmadan çocukluğu yaşamak" tabiri bu durumu gayet iyi açıklar. Artık çocukluğunuzdaki kadar mutlu olur, tıpkı çocukluğunuzdaki gibi; düşmanlık, kin ve nefret biriktirmezsiniz. Sizi istemeyenleri unutur, sizi sevenlerle birlikte olursunuz. Kimseyi yargılamazsınız. Çünkü artık diğer insanların davranışlarını ve oynadıkları oyunları daha iyi anlarsınız. Senaryolarını apaçık görürsünüz, tıpkı kendi senaryonuzu gördüğünüz gibi. Ama unutmayın ki, herkes ancak kendi senaryosunu değiştirebilir. Başkası adına, bunu siz yapamazsınız. Bunun içinde bu kişilerin önce "olmaları" gerekir. Yani "bütünleşmeleri",yani "gerçek iç desteğe" dönmeleri, yani "kendilerini bulmaları", yani "kedilerini bilmeleri" gerekmektedir. Bir kez "kendinizi bilme" yolculuğuna çıktınız mı, her şey değişmeye başlar. Her geçen gün, kendinize olan güveniniz daha çok artar. Her geçen gün, iç potansiyelinizin daha çoğunu kullanmaya başladığınızı görürsünüz. Her geçen gün daha sağlıklı, daha olumlu, daha hoşgörülü, daha neşeli ve daha mutlu olursunuz. Artık mutlu olmanın ne anlama geldiğini anlarsınız. Sadece kendiniz olarak, sadece kendinizi tanıyarak, sadece kendi iç potansiyelinizi fark ederek ve sadece yaşamanız gerektiği gibi yaşayarak her şeyi elde edersiniz. Çünkü artık, diğerlerinden daha zengin, daha ünlü daha saygın olmak istemezsiniz. Çünkü artık bilirsiniz ki, her insan saygındır, her insan rahat yaşamalıdır, her insan mutlu ve huzurlu olmalıdır. Yani güzel yaşamak, sadece sizin değil, herkesin hakkıdır. İşte bütün bunları idrak edersiniz.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp