Tıp Tarihi

TIP TARİHİ (tarihut-tıp)

Tıp ilminin ve tatbikatının ne zaman başladığı konusu ihtilaflıdır. Bazılarına göre tıp ilminin kurucusu Şit Aleyhis-Selâm'dır. Babası Adem Aleyhis-Selâm'dan öğrenmiştir. Bazılarına göre de tıp ilmi tecrübe ve kıyas yolu ile öğrenilmiştir. Tıp ilmini Mısırlılar veya Hintlilerin ortaya çıkardığını söyleyenler de olmuştur. Sihirbazların ortaya koyduğunu veya İdris Aleyhis-Selâm'ın başlattığı görüşünü savunanlar da vardır. Başka bir görüşe göre de; sanatları, felsefeyi ve tıp ilmini ortaya çıkaran İranlı Hürmüz'dür. Diğer bir görüşe göre de Yunanlı Sokrat ve Câlinus'tur.

* Bazılarına göre ise, tıp ilmi Yüce Allah'ın öğretmesi ve ilhamı ile öğrenilmiştir ki doğrusu da budur. Sonradan tecrübe ve kıyas yolu ile edinilen bilgiler de buna ilave edilmiştir. Nitekim Peygamber Aleyhis-Selâm bu ilmin yüce Allah tarafından öğretildiğini açıklamak üzere: "Süleyman Aleyhis-Selâm her ne zaman, namazgahta namaz kılsa, ansızın önünde bir bitki görürdü ve o bitkiye:"İsmin nedir?" diye sorardı. Bitki de: "İsmim şudur" diyerek adını söylerdi. Süleyman Aleyhis-Selâm: "Niçin yaratıldın, ne işe yararsın?" diye tekrar sorardı. O da: "Şunun için yaratıldım" derdi. Eğer bir hastalığa ilaç olarak yaratılmışsa not ederdi. Eğer dikilmek için yaratılmışsa dikerdi..." buyurmuştur."1

İşte böylece ortaya bir tıp kitabı çıktı ve bir çok ilaçları bu kitaptan yazdılar."2 Bu sebeple, insanların ruh ve beden sağlığı üzerindeki çalışmaları, insanlık tarihi kadar eskidir. Bazı insanların ve hayvanların şevki tabii (içgüdü) ile tıbbı, bizzat kendi nefislerinde tatbik ettiklerini görüyoruz. Mesalâ karnı acıkan herkes gıda; susayan herkes de su arar. Isınınca serinlik, üşüyünce sıcaklık ister. Çok yemekten midesi bozulursa, yemekten çekilir. İşte bunlar tıbbın kurallarındandır. Yılan kış uykusundan gözleri zayıflamış olarak uyanır ve Rezene otunu arar, bu ottan hem yer hem de gözlerine sürer, derhal gözleri görmeye başlar. İnsanın da gözleri zayıfladığı zaman, tabibler Rezene kullanmasını tavsiye ederler. Balıkçıl kuşu da kabız olduğu zaman, gagasıyla denizin tuzlu suyundan alarak makadına sürer, lavman yapar. Kırlangıç yavrusu kör olduğu zaman, annesi ona Çin'den kırlangıç otu getirir ve yavru görmeye başlar. Dişi Kerkenez kuşu yumurtlama sırasında zorluk çekerse, erkeği Hindistan'dan kerkes taşı getirir, dişisinin altına koyar, böylece kolaylıkla yumurtlar. Tilki baharın hasta olursa, müshil ot yer ve iyi olur. Kedi dahi bu ottan yeyince çabucak kusar, halbuki kedi ot yemez. Gelincik denilen hayvan, yılanı öldürdüğü zaman, sedef otu yer. Kaplumbağa da, beyaz benekli zehirli yılanı yediği zaman, yabani kekik otu yer. Her şeyi yaratan sonra da ona doğru yolu gösteren Yüce Allah'ın şanı ne kadar yücedir."3

Lokman Hekim:

Lokman Hekim, halk arasında hekimlerin piri olarak kabul edilir. Bu inanç, efsaneden başka bir şey değildir.Kur'ân-ı Kerim ve Hadis-i Şeriflerde açıklandığına göre o, kendisine ilim ve hikmet verilmiş bilgili bir kimsedir. O'nun tıp ile ilgili öğüt ve tavsiyeleri pek azdır. Lokman Hakim olan adı, daha sonra halk arasında Lokman Hekim'e dönüşmütşür. Peygamber olduğunu söyleyenler olmuşsada, doğrusu peygamber olmadığıdır. Kendisine hikmet verilmesi ile ilgili olarak Kur'ân-ı Kerim'de: "Andolsun biz Lokman'a hikmet (akıl, ilim, anlayış ve amel) verdik. Allah'a şükret dedik, her kim şükrederse, kendisi için şükretmiş olur. Her kim de nankörlük ederse, Allah zengindir, onun şükrüne muhtaç değildir, övülmüştür, övülmeye lâyıktır" buyrulmuştur.
(Lokman 12)

* Lokman Hekim; Peygamber Aleyhis-Selâm'dan yaklaşık olarak 1.500 sene kadar önce İsrail Oğulları zamanında, Hz. Dâvud ve Hz. Eyyub devirlerinde yaşamıştır. Hz. Eyyub'un kız kardeşinin veya teyzesinin oğlu olduğu, Hz. Davud'a yetişerek ondan bilgi öğrendiği kabul edilmektedir. Bu dönemde kadılık dahi yaptığı rivayetleri de vardır. Babasının adı ise Bâûrâ'dır. Hz. Lokman kısa boylu, yassı burunlu, siyah tenli, kalın dudaklı, yassı ayaklı, akıllı, anlayışlı, zeki, hikmetli sözler söyleyen bir kimse idi. Marangozluk sanatı ile meşgul olurdu. Terzilik dahi yaptığını söyleyenler olmuştur. Uzun bir ömürsürdüğü ve bin yıl kadar yaşadığı da söylenmektedir. Peygamber Aleyhis-Selâm Lokman Hekim'i övgü sadedinde şöyle buyurmuştur: "Habeşlilerin efendisi dörttür. Lokman Hekim, Necâşi, Bilâli Habeşî ve (Hz. Ömer'in kölesi) Mihcâ"

Lokman Hekim'in Tıpla İlgili Öğütleri:

Oğlum! Sıhhat gibi zenginlik, gönül hoşluğu gibi nimet yoktur" Oğlum! Miden tok iken yemek yeme! Zira tok iken yiyeceğin şeyi köpeğe atman, senin için onu yemeden daha iyidir"

Oğlum! Hasta olmadan önce tabib çağır, tabibe hasta olmadan önce hürmet göster!" Lokman Hekim, helada çok oturmuş olan kimseye: "Tuvalette çok oturmak, karaciğer ve basur hastalıklarının meydana gelmesine sebep olur, vücudun sıcaklığıda başa vurur, işte bu sebeple helada çok oturma!" demiştir.

Diğer Konulardaki Öğütleri:

Oğlum! Allah'a ortak koşma, çünkü Allah'a ortak koşmak büyük bir zulümdür"

* Oğlum! Yaptığın iyilik ve kötülük hardal tanesi ağırlığında bir şey dahi olsa, bir kayanın içinde, göklerde veya yerde bulunsa, Allah mutlaka onu senin karşına getirir. Çünkü Allah latiftir, onun bilgisi her gizli ve her ince şeye ulaşır. O her şeyi haber alır". "Oğlum! Namazı kıl, iyiliği emret, kötülükten vazgeçir ve başına gelen musibetlere sabret. Çünkü bunlar, Allah'ın senin yapmanı istediği kesin işlerdendir."

Kibirlenerek boynunu bir yana büküp yüzünü insanlardan öte çevirme ve yeryüzünde böbürlenerek yürüme. Çünkü Allah, kendini beğenip övünen kimseyi sevmez"
Yürüyüşünde tutumlu ol, orta yürü, ne çok çabuk, ne de çok yavaş gitme, ölçülü hareket et; sesini de kısıp alçalt.

Çünkü seslerin en çirkini eşeklerin sesidir" (Lokman 13. 16-19)

* Oğlum! Borçtan sakın, çünkü borç gündüzleri utanma, geceleri ise üzüntü ve kederdir"
* Oğlum! Büyük kayaları yerinden oynatmak, söz anlamayana söz anlatmaktan daha kolaydır"
* Oğlum! Bütün acıları tattım, fakat fakirlikten daha acı bir şey tatmadım"
* Oğlum! Eğer akıllı bir kimse bulamazsan, cahil bir kimseyi elçi olarak gönderme, sen kendinin elçisi ol"
* Oğlum! Babanın evladını terbiye için dövmesi, ekine gübre veya su vermek gibidir."
* Oğlum! Şeker gibi tatlı olma yutarlar, biber gibi de acı olma tükürürler"
* Oğlum! Tevbeyi geciktirme, çünkü ölüm ansızın gelir"

Lokman Hekim birkaçay Hz. Davud'a hizmette bulunmuştu. Bu sırada Davud Aleyhis-Selâm zırh yapımı ile meşgul oluyordu. Lokman, Davud Aleyhis-Selâm'ın ne yaptığını sormak istedi, fakat susmayı tercih etti. Yapım işi bittikten sonra Davud Aleyhis-Selâm zırhı giydi ve: "Harp etmek için ne güzel bir elbisedir"dedi. Bunun üzerine Lokman: "Susmak hikmet, fazilettir, fakat bunu yapanlar ise pek azdır" dedi.

Yine bir defasında Hz. Dâvud, Lokman Hekim'e bir koyun kesmesini ve en güzel iki organını kendisine getirmesini emretti. Lokman Hekim de kestiği koyunun dili ile kalbini getirdi. Bir kaç gün sonra yine bir koyun kesmesini ve en kötü iki organını getirmesini emretti. Lokman yine dili ile kalbini getirdi. Bunun üzerine Hz. Dâvud: "Kestiğin koyunun en güzel iki organını getir" dedim,, dili ile kalbini getirdin, en kötü iki organını getir, dedim. Yine dili ile kalbini getirdin. Bunun sebebi nedir?" diye sordu. Lokman Hekim ise: "Bu iki organ temiz ve güzel oldukları zaman vücutta bütün organlar temiz ve güzeldir. Kötü oldukları zaman ise bütün organlar çirkin ve kötüdür" diye cevap verdi."4

Kaynaklar:

[1]- Hâkim tıp 41198-199, 402; Bağdadi Tıbbü'n-Nebevi s. 58. Süyûtî Tıbbü'n-Nebevî vr. Ilb; i. Sünni Tıbbü'n-Nebevi vr. 7la, 50/b: Nihâye 2/18; K.enzü'1-Ummâl 213029; ibni Nedim Fihrist s. 398; E. Nuaym vr. 17la. [2]- Bağdadi s. S8. [3]-Zehebi Tıbbü'n-Nebevi s. 230: Bağdadi s. 188; ibni Kuteybe Te'vilü Muhtelifi'l-Hadis s. 231: i. Kayyim s. 73 [4]- Süyûti. ed-Dürrü'l-Mensûr SI 161-163; Beyzâvi Envârü't-Tenzil 21 253-2S5; Hatib Şirbini es-Sirâcü'l-Münir 4/183-190.

Hz. Isa Dönemi: Hz. Isa Öncesi:

Hz. İsa dönemindeki tababeti anlatabilmek için M.Ö.'sine biraz göz atmak gerekecektir. Bu dönemde tababet ilmi ile meşgul olan meşhur Sokrat (Hippocrate)'ı görüyoruz. İstan köyde M.Ö. 460 yılında doğan Sokrat'ın babası da tabib bir kimse idi. O güne kadar sözlü olarak bilinen tıp ilmini Sokrat müteaddit eserleriyle yazıya geçirmiştir. Şu kadar var ki, Sokrat, tıp konusunda yazmış olduğu bu eserlerini felsefeyle iyice karıştırmıştır. İstanköylü bu tabibin Yunanca olarak yazmış olduğu bu eserlerden, Hz. İsa'nın Peygamber olarak gönderildiği Arabistan halkının (İsrail Oğullarının) gereği gibi faydalandıkları kanaatimizce biraz zor gibi gözükmektedir. Çünkü Hipokrat bir Yunan filozofu olduğu gibi, Hz. İsa'da İsrail Oğulları Peygamberidir. Hem dil yabancı ve hem de o günün şartlarına göre Yunanistan ile Arabistan arasında bir hayli uzak mesafe bulunmaktadır. Sokrat'ın yazmış olduğu felsefe ile karışık bu tıbbî eserler, Hz. İsa'dan yaklaşık yüz sene kadar sonra gelen Calinus tarafından felsefeden arındırılarak şerh ve tefsir edilmiştir. İlk olarak Abbasîler döneminde bir kısmı Arapçaya tercüme edilmiştir. Bu bakımdan Sokrat'ın ve Calinus'un bu eserlerinden Hz. İsa dönemindeki İsrailoğulları ile, Peygamber Aleyhis-Selâm dönemindeki müslümanların Yunanca yazılmış bu eserlerden faydalanmaları pek makul gözükmemektedir. Çünkü bu eserlerin Arapçaya tercüme faaliyetleri Abbasiler döneminde başlamıştır."1

Hz. İsa Dönemi:

Hz. İsa'nın peygamberolarak gönderildiği İsrailoğulları döneminde tıp, din adamlarının tekeli altında idi. Bunların nazarında ilm-i teşrih (anatomi)'nin hiç bir değeri yoktu. Çünkü insan vücudu ile uğraşmayı kötü bir şey olarak görüyor ve bununla uğraşmanın haram olduğuna inanıyorlardı. Bu din adamlarının inançlarına göre hastalıklar, Allah tarafından kişiye ceza olarak gönderilen birşeydi. Bununla beraber bazı hastalıkları kötü ruhların meydana getirdiğine veya bir cin'in insan vücuduna girerek kişiyi hasta ettiğine inanıyorlardı. Bunlardan kurtulmak için ise, ancak sihir ve tılsımlar yaptırmak suretiyle tedavi olunabileceğine inanıyorlardı."2

Hz. İsa'nın tıbbî mucizeleri:

Alaca tenli (Abraş) kimseleri iyileştirmesi. Anadan doğma körlerin gözlerini açması,
* Çamurdan kuş sureti yaparak üflemesi, hemen kuşun uçuvermesi,
* Asırlarca önce ölmüş kişileri duâ ederek diriltmesi."3
Bunların dördü de bugün tıbbın âciz kaldığı konulardır.

Hz. İsa'nın Diğer Tıbbî Öğütleri:

Ey İsrail Oğulları! Saf su içiniz, toprakta biten yeşil sebzeleri ve arpa ekmeğini yeyiniz. Buğday ekmeğinden sakınınız. Çünkü sizler onun şükrünü yerine getiremezsiniz."

Ey İsrail Oğulları! Konuşmalarınız hastalıkları gideren şifâ gibi, fakat amelleriniz şifa kabul etmeyen dert gibidir.

Hikmet (ilim) için ehil olan kimseler vardır. Eğer bunu ehil olmayan kimselere vermeye çalışırsanız, zayi etmiş olursunuz. Eğer ehil olan kimseye vermezseniz yine zayi etmiş olursunuz. Sen tabib gibi ol, zira tabib ilacı hastanın gerekli yerine koyar.

Hz. İsa, Havarilerine (yardımcılarına) şöyle demişti: "Sizler yeryüzünün tuzu gibisiniz, bozulmayınız. Her şey ki bozulacak olursa, tuz ile ıslah edilir. Eğer tuz bozulacak olursa, onu ıslah edip düzeltecek bir şey yoktur"

Hz. İsâ ile Hz. Yahya (Aleyhimes-selâm) giderlerken bir köye uğradılar. Hz.İsâ, köy halkından en kötüsünün kim olduğunu, Hz. Yahya'da en iyisinin kim olduğunu sordu. Bunun üzerine Hz. Yahya, İsa'ya: "Niçin kötü kimselerin yanına varmak istiyorsun?" diye sordu.

Hz. İsa: "Çünkü ben (manevî) hastalıkları tedavi eden bir tabibim" diye cevap verdi."4

Kaynaklar:

[1]- Ş. Sâmî, Kâmûsü'l-A'lâm 2/1331. [2]-i. Kayyım. Tıbbü'n-Nebevî Mukaddimesi s. 9- / 0 [3]- Kur'ân-ı Kerîm. At-ü imrân âyet 49 [4]- Süyûtî. ed-Dürrü'l-Mensûr 2/21-29: imâm Mâlik. Muvatta. Sıfatü'l-Nebî H. 27 (2/932)

Câhiliyye Devri:

Bu dönemde tıp, kısa tecrübelere ve kabîlelerin yaşlı erkek ve kocakarıların biIgilerine dayanıyordu. Tıbbî kanunlara, otlara, ot köklerine ve gıda maddelerine dayanan bir tıp değildi. Ancak her hasta kimseyi hastalığı ne olursa olsun dağlamak bir gelenek haline gelmişti.

* Kötü ruhları, hastalıkların sebebi olarak görüyorlar, bunlardan da ancak falcılar ve yıldıznâme'ye bakan kimseler eliyle sihir yaptırmak ve nazar boncukları taktırmakla kurtulunacağına inanıyorlardı. Bu cümleden olarak, bu konuda bazı yanlış inanç ve uygulamalarına bir kaç örnek vermek istiyoruz. Hasta olan bir horoz inlediği zaman, o evdeki erkeklerin hasta olacağına; hasta olan bir tavuk inlediğinde ise, o evdeki kadınların hasta olacağına inanıyorlardı. Bazı câhil araplar, sihirbaz ve büyücülerin okudukları şeylere, tılsımlara ve nazar boncuklarına inanıyorlardı. İnançlarında bir çok evham ve doğruluğu kesin olmayan fikirler yaygındı.

Çocuğun damağında sivilce cinsinden bir şey olduğu zaman, çocuğun başına bir elek konuyor, mahalle evleri arasında çağıra-bağıra dolaştırılıyor, çocuğa rastlayan kadınlar, eleğin içine ekmek parçası, hurma tanesi ve et parçası gibi şeyler atıyorlar, sonra elekte toplanan bu maddeler köpeklere atılıyor, böylece çocuğun bu hastalıktan kurtulacağına inanıyorlardı.

Cahilliklerinin bir örneği de, bir kimsede karasevda hastalığı artıp son safhaya ulaştığında, uylukları arasına dağlama yapılıyor, böylece aşk hastalığının tedavi edildiğine inanılıyordu.

Kuduz hayvanın ısırarak, kuduz hastalığına yakalanmasına sebep olduğu insanın, bu hastalıktan şifâ bulup kurtulması için, kabile reisinin kanının, hayvanın ısırdığı yere sürülmesinin gerekli olduğuna inanıyorlardı.

Yine yanlış uygulamalarından biri de; bir kimsenin deli olup aklını kaybetmesinden korktukları zaman, o kimsenin üzerine kadının kirli adet bezini ve ölü kemiklerini asıyorlar ve böylece deli olmaktan kurtulacağına inanıyorlardı.

Yanlış fikirlerinden biri ise; bir kimseyi yılan, akrep vs. gibi zehirli hayvanlar soktuğu zaman, iyi olması için, o kimsenin üzerine altın-gümüş, pırlanta ve zil gibi süs eşyaları takıyorlar ve şöyle diyorlardı: "Bu kimse; altın-gümüş ve zillerin sesi ile meşgul olup uyumayacaktır. Zira uyuyacak olursa, zehir bütün vücuda yayılır ve böylece ölümüne sebep olur."1

Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: "Câhiliyye devrinde bir kimse bulaşıcı hastalık bulunan bir yere vardığında, elini kulağının arkasına koyar ve eşeğin anırdığı gibi yüksek sesle on defa anırırsa, ona hastalık bulaşmaz" derlerdi."2

Kuduz hastalığına yakalanan kimsenin tedavisi için Padişah'ın (Melikin) kanının su ile karıştırılarak hasta kimseye içirilmesinin faydalı olacağına inanıyorlardı."3

Kaynaklar:
[1]- İ. Kayyim Tıbbü'n-Nebevî mukaddime s 10-12 [2]-Nihaye 3/240: Harb! 1/155. [3]- Faik 3/274

İslâmî Dönem:

Bu dönemde tıp, teşhis ve tedaviye, tecrübeye, otlara, ot köklerine ve gıda maddelerine dayanmaktadır. Aynı zamanda Kur'ân-ı Kerim'de olduğu gibi, bazı hallerde de vahye dayanmıştır. Vahye dayalı olanları, Peygamber Aleyhis-Selâm, Cebrail vasıtasıyla derdi ve devayı, hastalık ve şifâyı yaratan yüce Allah'tan almıştır. İşte yukarıda belirtmiş olduğumuz sebeplerledir ki, hakiki tıp ilmi, hurafelerden uzak olarak, İslâm ile birlikte doğmuş ve İslâm'ın gölgesinde zirveye ulaşmıştır."1

Tıbbın gayesi, mevcut sağlığı korumak veya kaybedilen sağlığı yeniden elde etmeye çalışmaktır. Nitekim Peygamber Aleyhis-Selâm: "Ey Allah'ın kulları tedavi olunuz! Çünkü yüce Allah ölüm ve ihtiyarlıktan başka şifâsını vermediği hiç bir hastalık yaratmamıştır, fakat bu tedavi şeklini bilen bilir, bilmeyen bilmez" buyurmuştur."2

İşte bu hadis-i şerif, insanları tıp ilmini öğrenmeye teşvik etmektedir. Zira tıp ilmi, müekked bir sünnettir. Çünkü Peygamber Aleyhis-Selâm hem kendisi tedavi olmuş hem de başkasını tedavi etmiş ve ettirmiştir.

İmâm Şafiî Hz.'leri de: "İki sınıf insan vardır ki bütün insanlar bunlara muhtaçtır. Birisi din adamları, diğeri ise tabiblerdir" demiştir. İlimleri tasnif ederken de: "İlim ikiye ayrılır. Birincisi dini ilimler, ikincisi ise tıbbî ilimlerdir" demiştir.

* Yine Şafiî Hz.'leri: "Helal ve haramı bildiren fıkıh ilminden (İslâm Hukukundan) sonra, tıp ilminden daha üstün bir ilim dalı bilmiyorum" demiştir.

* Dört Halife, Emevi ve Abbasî Halifeleri zaman zaman tabib ve hastane olmayan köy ve kasabalara seyyar hastane ve tabib göndermişlerdir. Bu tabibleri ve seyyar hastanaleri, hapishanelere, salgın hastalık başgösteren yerlere ve savaşa giden mücahidlerle birlikte de göndermişlerdir."4

Tedvin Devrinde Telif Edilmiş Olan İlk Tıp Kitaplarından Bazıları:
İbni Filite (Filika), Ebü'l-AbbâsAhmed b. Muhammed b. Ali el-Yemenî et-Tabib (Ölümü 231 H.)'nin: "Kitâbü'l-Cima""Rüşdü'l-Lebîb ilâ Muâşereti'l-Habîb"i5

* Abbasî Halifelerinden el-Mütasım Billâh'ın samimi dostu veözel tabibi, Ebü'l-Hasan Ali b. Sehl et-Taberî (ölümü 236 H. civarında)'nin: "Firdevsü'l-Hık-me'si"6

Abbasî Halîfelerinden el-Mu'tezıd Billah zamanı tabiblerinden; İbni Leclâc, Ebü'l-Ferec Muhammed b. Ubeydullah, (ölümü 261 H.)'ın: "Kitâbü'l-Künnâş'Y."7

* Ebû Yakub İshak b. Huneyn el- Mütercim (ölümü 298 H.) Tercüme ettiği kitaplar dışında kendi telifi olarak: "Kitâbü'l-Künnâşi'l-Latîf "Kitâbü'l-Edviyyeti'l-Müfrede" Bu son eserde ilaç adları alfabetik sıraya göre tertip edilmiştir."8

* Tabiblerin biyografisi ile ilgili olarak "Târîhu'l-Etıbbâ" adında eserleri."9 vardır.

Kaynaklar:

[1]- i. Kayyım Tıbb-ı Nebevi mukaddime s. 6. [2]- Bağdadi s (77-/79, Zehebî s. 217-219; Müsned 4/278, K Ummal 10128088. [3]- Bağdadi s. 187; K. Haß 2/89 H. 1765 [4]-I. Kayyım mukaddime s. 46; Taben tarih I 2225. [5]- TT. Arabî s. 369; Kesf. 904; Kehhâie 2/136; Türkiye Yazmaları Tıp Katalogu s. 82. [6]- TT. Arabî s. 369; HA. 1669. [7J-Kehhâle 10/279; HA. 217; Târîhu't-Tıbbı'l-Arabî s. 369. [8]- Fihrist s. 415. [9]- Fihrist 415.

Emeviler Devrinde Meşhur Bazı Tabipler (41-131 H.)

Hâlid b. Yezid b. Muâviye (ö. 85 H.)

Emevî Halifelerinin ilki olan Hz. Muâviye'nin oğlu Yezîd'in oğludur. Felsefe, tıp ve kimya ilimleri konusunda fevkalâde bir şöhret kazanmış filozof bir kimsedir. Tıp ilmini Deylemli tabib Yahya'dan öğrenmiştir. Fakat kimyagerliğini tabibliğine tercih edenler olmuştur. Ayrıca İskenderiye ve Humus Valiliklerinde de bulunmuştur. Hâlid b. Yezid; tabib, şâir, kimyager ve daha bir çok konulara vâkıf; hakîm, zeki, görüşleri isabetli, filozof bir kimse idi. Nitekim kendisine:"Emevîlerin filozofu" diye lakab verilmiştir. Emevî Halîfelerinden Omer b. Abdülaziz ise yine onun hakkında: "Emevî kadınları Hâlid gibi birisini doğurmadı" denilmiştir. Bir çok eserleri vardır.

Abdülmelik b. Ebcer el-Kinânî (Ölümü 100 H. den sonra):

Rivayete göre aslen Antakya ve Harran bölgesindeki Kinâne'den olduğu için "Kinânî" nisbeti ile meşhur olmuştur. Tıp ilmini büyük ihtimalle Antakya ve Harran'daki tıp medreselerinde öğrenmiştir. Daha sonra Mısır'a gitmiş ve orada Mısır Valisinin oğlu Ömer İbni Abdülaziz ile tanışmış ve onun özel tabibi olmuştur. Hatta kendisi hıristiyan olduğu halde Ömer İbni Abdülaziz'in irşâdiyle müslüman olduğu rivayetleri de vardır. Ömer İbni Abdülaziz (99H.'de) Halîfe olunca, tabib Abdülmelik b. Ebcer, Şam'a gelmiş ve aralarındaki samimiyet daha da kuvvetlenmiştir. Bir müddet te Şam'da Halîfe'nin özel tabibi olarak çalışmıştır.Halîfe Ömer İbni Abdülaziz, Halifeliği sırasında Iskenderiyedeki tıp merkezini yeniden ihya ederek tedrisata açtığı gibi, Antakya ve Harran Tıp Medreselerinin yeniden canlandırılması, eğitim ve öğretime açılması için dahi, aslen o bölgeden olan tabib Abdülmelik b. Ebcer el-Kinânîyi müderris olarak görevlendirmiştir. Tabib Abdülmelik b. Ebcer, akıllı, zeki ve filozof bir kimse idi. Yüz hicrî tarihinden sonra öldüğü tahmin edilmektedir."1

Abbasiler Devri (132-656 H.) Bu bölümde Abbasîler Devleti tebeasından olan veya o dönemde meşhur olmuş bazı ünlü tabiblerden bahsetmek yerinde olacaktır.

Ebû Yûsuf Yakub b. İshak el-Kindî (Ölüm 236 H.)

Sahabe Eş'as b. Kays'ın torunlarından olup, İshak b. Sabâh'ın oğludur. Babası İshak; Abbasî Halîfelerinden Mehdî ve Hârûnürreşid zamanında Küfe Valiliği yapmıştır. Yakub ise, Vâsıt veya Basra'da doğmuştur. Daha sonraları Bağdat'a gelerek felsefe, tıp, astronomi, matematik, mantık ve mûsikî gibi ilimler tahsil etmiş, fakat felsefe ve tıp ilminde meşhur olmuştur. İşte bu sebeple kendisine "İslam Filozofu" veya "Arap Filozofu" denilmiştir. Kinde oğulları Kabîlesi'nden olduğu için "Kindî" nisbesi ile meşhur olmuştur. Halîfe Memun (198-218 H.), onu saraya alarak saraydaki diğer ilim adamları ile birlikte onu da himayesine aldı. Memun'un ölümünden sonrada Halîfe el-Mütevekkil tarafından aynı ilgiyi gördü ve ölümüne kadar da bu himaye ile yaşadı. Hayatı boyunca değişik konularda 250 adetten fazla eser yazmış olup, bunlardan 22 tanesi tıplailgilidir. Bu eserlerden bazıları genel tıplailgili olmakla beraber, bazıları belli bir hastalık hakkında yazılmış özel risale veya makalelerdir. Ansiklopedimizde yeri geldikçe bunlara işaret edilmiştir.Yâkub b. İshak el-Kindî nihayet 236 Hicrî yılında ölmüştür. İstanbul Ayasofya Kütüphanesinde 5 adet tıbbî eseri mevcuttur. Bir eseri de İst. Hacı Beşirağa Kütüphânesi'nde vardır."2

Huneyn b. İshak (Ölüm 260 H.) Bağdat yakınlarındaki Hîre şehrinde doğmuş ve iyi bir tahsil yaparak Arapça, Farsça, Süryanice ve Yunancayı öğrenmiştir. Tıp konusunda kendisinden önce yazılmış pek çok kitap tercüme etmiştir. Abbasî Halîfelerinden el-Memun'un özel kütüphanesinde görev almış ve el- Mütevekkil Alallah'ın özel tabipliğine kadar yükselmiştir.Tıpla ilgili tercüme eserlerinden başka göz hastalıkları ve tedavileri konusunda kaleme aldığı "Aşru Makâlât fi'l-Kuhl" isimli on makalesi pek meşhurdur. Göz hastalıkları ve tedavisi ileilgili ilkmüstakil bireser olarak kabul edilir. Yine göz hastalıkları ile ilgili bir makalesi daha vardır ki, on birinci makale olarak bilinir, göz ameliyatlarından bahsetmektedir. Huneyn b. İshak'ın göz hastalıkları ve ilgili bu makaleleri, avrupa dillerine tercüme edilmiştir."3

Ahmed b. Tayyib es-Serahsî (Ölüm 283 H.)

Uzun künyesi; Ebü'l-Abbâs Ahmed b. Muhammed b. Tayyib es- Serah-sîdir.Tıp ilmini yukarıdatercüme-i hâlini verdiğimiz Ebû Yûsuf Yakub b. İshak el-Kindî'den öğrenmiştir. Soykütüğü itibariyle deyine el-Kindî'ye ulaşmaktadır. Tabib Ahmed b. Tayyib; Abbasî Halîfelerinden el-Mûtezıd Billâh'a (279 H.), muallimlik ve nedimlikyapmış, böylece sarayda yüksek makam ve mevkie yükselmiştir. Hattâ Halîfe ile gizli devlet işlerini görüşür, yapılacak işleri birlikte istişare ederlerdi. Ayrıca muhtesiplik görevi de yapmıştır. Tıp ağırlıklı olmak üzere bir çok konuda yazılmış eserleri vardır."4

Ebû Bekir Râzî, Muhammed b. Zekeriya (Ölüm 303 H.) Horasan'ın ReyŞehrindedoğmuş veotuz küsur yaşına kadar burada ilim tahsil etmiştir. Önceleri felsefe-mantık ve edebiyat ilimleriyle meşgul iken, Bağdat'a geldikten sonra tabib Ali b. Raben et-Taberî'den tıp öğrenmiştir. Bağdatta Abbasî Halîfelerinden el-Mûtezıd Billâh (279-289 H.) zamanında yapılmış olup, Halîfenin adına nisbetle el-Mûtezıd = Azudî Hastahanesi denilen bu hastahanede başhekimlik yapmıştır. Kataloglarda bildirildiğine göre, Ebû Bekir Râzî, tıp ağırlıklı olmak üzere felsefe, mantık, kimya vs. gibi çeşitli konularda 200 adetten fazla eser yazmış olup, bunlardan 56 tanesi tıpla ilgili eserlerdir."el-Hâvî" isimli otuz cüz tutarındaki ansiklopedisi ise pek meşhur olup, bir kaç defa basılmıştır. Filozof tabib Ebû Bekir Râzî; tıp, felsefe vs. gibi konularda kendinden sonra gelen İbni Sînâ'ya da eserleriyle müessir olmuştur.Ebû Bekir Râzî, Nebîler ve Velîler konusunda yazmış olduğu eserlerle bir hayli dikkat çekmiştir. Ancak İbni EbîUsaybia'nın "Tabakâtü'l-Etıbbâ" isimli eserinde bildirdiğine göre, bu konudaki eserler; Ebû Bekir Râzî'yi ve onun ulaştığı dereceyi çekemeyenler tarafından düzme olarak yazdırılmış olup, Ebû Bekir Râzî'nin adı kullanılmıştır. Bu kitaplardaki sözler, Ebû Bekir Râzî'ye yapılmış iftiralardan başka birşeydeğildir."5

Bazı hastalıklarla ilgili müstakil olarak yazmış olduğu eserlerinin isimlerini, ansiklopedimizin ilgili maddelerinin sonunda vermeye çalıştık.

Sabit b. Kurra el-Harrânî (Ölümü 288 H.)

Sabit b. Kurra bazı kaynaklara göre 221 Hicrî yılında Harran'da doğmuş ve 288 Hicri de Bağdatta ölmüştür. Tahsilini doğum yeri olan Harran Medre-selerinde yapmış ve pek çok eser meydana getirmiştir.Olgunluk yaşı olan kırk yaşına doğru geldiğinde kendi mezhebi olan Sâbiîliğe karşı sözler söylemeye ve konuşmalar yapmaya başlayınca, kendi dindaşları tarafından dini mahkeme huzurunda yargılan-mıştır. Yapılan baskılar sonunda yeni fikirlerinden vazgeçtiğini açıklamak zorunda kalmıştır. Fakat aynı fikirleri açıklamaya devam edince hayatından endişe etmiş, Mardin ile Nusaybin arasındaki Kefertus Kasabasına kaçmıştır. Orada Musa Oğulları diye ün yapmış müslüman astronom Muhammed b. Mûsâ b. Şâkir ile tanışmış, bu zâtın yardımıyla Bağdat'a giderek Abbasî Halîfesi el-Mûtezıd Billah ile tanışmıştır. Abbasî Halîfesi, Sabit b. Kurra'ya büyük değer vererek önce oğullarına hoca (atabek) olarak tayin etti, daha sonra da sarayda tabiblik ve rasatçılık görevleri verdi. Kendisinden emin birşekilde ölünceye kadar burada yaşadı."6

Sinan b. Sabit b. Kurra el-Harrânî (Ölüm 331 H.)

Ebû Saîd künyesiyle meşhur Sinan b. Sabit; babası Sabit b. Kurra gibi filozof tabiblerdendir. Ayrıca astronomi konusunda da geniş bilgi sahibidir. Önceleri Sâbiî iken sonradan el-Kâhir Billah zamanında müslüman olmuştur. Abbasî Halîfelerinden el-Muktedir Billah ve el-Kâhir Billah ve el-Râzî Billah (295-322 H.)'ın saltanat yıllarında özel tabiblik yapmıştır. Ayrıca Halîfe el-Muktedir Billah'ın annesi Valide Sultan Hastaha-nesinde görev yapmış ve el-Muktedir Billah'ın bizzat kendisinin yaptırdığı hastahanede de görevde bulunmuştur.
Hatta 3 19 Hicrî yılında birtabibin tedavi sırasında bir hastayı öldürdüğü duyulunca, Halîfenin emri üzerine Bağdat ve çevresinde bulunan sekizyüzaltmış küsur tabib bu sayıya saray tabibleri ile pek meşhur tabibler dâhil değildir Sinan b. Sabit b. Kurra tarafından imtihana tabi tutulmuş olup, başarılı olanlara belge (diploma) verilmiş, başarılı olamayanlar ise tababetten men edilmiştir."7

Ammar b. Ali Musullu (ö. 400 H.) Zehrâvî, Ebü'l-Kâsım Halef b.Abbâs (Ölüm 404 H.) Bu iki tabibin hayat hikayesi ve eserleri ile ilgili olarak GÖZ ve CERRAH maddelerine bakınız!

İbni Sînâ, Ebû Ali Hüseyn b. Abdullah b. Ali b. Sînâ, (Ö. Hemedan 428 H.)

Hayat hikayesini bizzat kendisi, öğrencilerinden Cüzcanlı Ebû Ubeyd Abdülvâhıd'e yazdıran İbni Sînâ şöyle demektedir: "Babam aslen Belhlidir. Samanoğulları zamanında Buhârâ'ya gelmiş ve Buhârâ yakınlarındaki Afşana Kasabasındaannemleevlenmiş ve burada yerleşmiştir. Ben ise bu kasabada doğmuşum, benden sonra bir erkek kardeşim daha olmuştur. Sonra ailecek Buhârâ'ya döndük, bu arada Kur'ân-ı Kerîm'i öğrendim ve bazı gramer kitapları okudum. Sonra mantık ve felsefe kitapları okumaya başladım, onaltı yaşlarına geldiğimde ise tıp ilmi öğreniyordum. Gündüzleri başka hiç bir işle meşgul olmuyor, geceleri ise adetâ uyumuyordum, çözemediğim konuları ise rüyamda çözüyordum. Tıpla ilgili olarak yazılmış bütün kitapları okumaya çalıştım. Onsekiz yaşlarına doğru ulaştığımda ise Saman oğullarından Buhârâ Sultanı Nuh b. Mansur hastalanmış, tedavisinde ise, tabibler başarı gösterememişler, benim adımduyulmuş, çağrıldım ve tedavi ettim. Bundan sonra saray kütüphanesinde çalışmama izin verildi. Bu kütüphanede, adını işitipte kendisini göremediğim kitaplarla tanıştım..." İşte bu hâdiseden sonra İbni Sînâpek meşhur olmuştur. İbni Sînâ filozof bir tabibdir. Başta tıp olmak üzere felsefe, mantık, tefsir, fıkıh, astronomi, matematik, kozmoğrafya ve mûsikî gibi konularda yüzden fazla eser yazmıştır. Fakat bunlardan en meşhuru "el-Kânun fi't-Tıbb" isimli ansiklopedisidir. Bu eserin bazı bölümleri veya tamamı üzerinde arapça şerhler, ihtisarlar yapıldığı gibi, avru pa di İleri ne de kısmen veya tamamen tercüme edilmiştir. İlk tercüme I 187 miladi yılında İspanyolcaya yapılmıştır. Osmanlılardan Mustafa III zamanında Tokatlı Mustafa b. Hüseyn tarafından 1179 Hicrî yılında üç cilt hâlinde "Tabhîzü'l-Mathûn" adıyla Türkçeye tercüme edilmiştir. "el-Kânun" nun başlangıç kısmı genel anatomi, ayrıca özel olarak her organın anatomisi, vücuttaki sıvılar ve özel lik-leri, hastalıkları, sinirler, damarlar, adeleler ve bunların görevleri, hastalıkları; müfred ve mürekkeb ilaçlar, Adan Z'ye kadar bütün hastalıklar ve tedavi şekilleri, şifalı bitkiler, ot kökleri, baharatlar vs. gibi tıbbın bütün konuları üzerindedurulmuştur.İbni Sînâ tabip olduğu kadar da filozof bir kimse idi.

Hatta bazıları; Ebû Bekir Râzîile İbni Sînâ hakkında: "Ebû Bekir Râzî tabip filozof; İbni Sînâ ise filozof tabibdir" demişlerdir, böylece Ebû Bekir Râzî'nin tıbbî bilgilerde İbni Sînâ'dan daha üstün olduğu görüşünü savunmuşlardır."8 Ancak İbni Sînâ, "Kitâbü'ş-Şifâ" ve "Kitâbü'n-Necât" isimli felsefe ile ilgili eserlerinde Hipokrat, Galen ve Eflâtun gibi Yunan filozoflarının tesiri altında kalmış olmasından dolayı, önceleri kendi muasırı Ebû Saîd Fazlullah b. Ebü'l-Hayr (ölümü 440 H.) tarafından, daha sonra da Gazzâlî başta olmak üzere birçok islam âli mi tarafından şiddetli bir şekilde tenkid edilmiştir.

İbni Sina'nın Bazı Teşhisleri ve Metodu:

İbni Sînâ teşhisi, hastanın idrar, gaita ve nabzını muayene ederek yapardı. Beyin ve omuriliği saran zarların iltihabını ilk defa etraflı olarak açıklayan o olmuştur. Felç hâdiselerinde, hastalığa sebep olan âmilin dimağdan (dahilî) olması veya haricî bir sebepden olabileceğini farkedip açıklayan odur.

Dimağda meydana gelen sektenin (apopleksy) vücutta kanın çoğalmasından meydana geldiğini açıklayan da yine İbni Sînâ'dır.
Hastalığın bir şahıstan diğer bir şahsa toprak veya su aracılığı ile geçtiğini; Karaciğer apsesini fevkalâde bir şekilde teşhis edip açıklayan da odur. Bağırsaklarda meydana gelen yuvarlak kurtların sebep olduğu kancalı kurt hastalığını ilk açıklayan yine İbni Sînâ olmuştur. Gözün iç kısmındaki adeleleri keşfeden de odur.

Sanlık hastalığının kan kürelerinin (alyuvarlar, akyuvarlar) erimesi veya safra kanallarının tıkanmasıyla meydana geldiğini ilkdefaayırıcı birvasıfla açıklayan İbni Sînâ olmuştur. Akciğer vereminin tavsifini yaparak bu hastalığın su ve toprak yoluyla diğer insanlara bulaşacağını açıklamıştır.

*Birçokcilt hastalıklarını teşhis etmiştir. Tenasül hastalıkları ve özellikle kadın hastalıkları konusunda geniş açıklamalarda bulunmuştur. Kısırlık, mihbel tıkanıklığı, düşük, ebelik, lohusalık humması, özellikle zor doğum sırasında rahmin mikrop kapması ve tedavisi, cenînin erkek veya dişi oluşunun gerçek sebepleri ve bunun erkeğe nisbeti gibi. Doğum sonrasında aşırı kanama meydana gelmesi veya kanamanın bütünüyle kesilmesi gibi sebeplerden dolayı rahimde şişlikler meydana gelebileceği; lohusalık hummasına da yakalanabileceği; zor doğum veya çocuğun rahimde ölmesinden dolayı da rahimde kokuşma meydana gelebileceğinden bahseder.

Şerefüddin Ali b. İsâ el-Kehhâl (Ölümü 430 H.):

Bağdatta yaşamış meşhur göz tabiblerindendir. Önceleri genel anlamda bir tabip iken daha sonra göz hastalıkları ve tedavisi konusunda derinleşerek bu konudageniş bilgi sahibi bir otorite olmuştur. Hatta bu konuda kendi muasırlarından bazılarını ve yunan tıbbının bu konudaki görüşlerini reddetmiş olup kendisi yeni buluşlar ortaya koymuştur. Göz hastalıkları ve tedavisi konusunda "Tezkiretü'l-Kehhâlîn" adında kıymetli bir eser yazmıştır ki, bu eser, yazarın kendi zamanında bir el kitabı olarak kabul görmüş ve okunmuştur. Tabip Ali b. İsâ, ameliyat sırasında uyuşturucu madde ile hastayı bayıltma yöntemini ilk defa uygulayan bir tabibdir, daha önce bu tür uygulamayı, arap veya yunan tabiplerinden hiç kimseolmamıştır. GÖZ maddesine de bak.

İbni Cezele Ebû Ali Yahya b. İsâ b. Ali b. Cezele el- Bağdadî (ö. 493 H.)

Abbasî Halîfelerinden el-Muktedî Biemrillah (467 H.) devrinin ünlü tabiblerindendir. Eserlerinden bazılarını Halîfeye ithaf etmiştir. Tıp ilmini tabip Ebü'l-Hasan Saîd b. Hibetullah'tan öğrenmiştir. Aslen hıristiyan olup sonradan müslüman olmuş ve "Risale fi'r-Reddi ale'n-Nasârâ = Hıristiyanlığa Reddiye" adında bir eser yazmıştır.

Diğer Eserleri: "Kitâbü Takvîmü'l-Ebdân fî Tedbîri Bedeni'l-İnsân" koruyucu hekimlikle ilgili olup Halîfeye armağan edilmiştir. Yine sağlığın korunması ile ilgili "Kitâbü'l-İşâre fî Telhîsi'l-İbâre" adında. Ayrıca tıp ilmini medheden ve bu ilmin şeriate uygunluğunu açıklayan ve tıp ilmi aleyhinde bulunanlara reddiye olmak üzere "Risale fî Medhi't-Tıbbı ve Muvâfakatühû eş-Şer'a ve'r-Reddü alâ men Taana Aleyhi" adında bir risale yazmıştır.

Müslüman Olduğu Yıl:

"Niçin müslüman olduğunu açıklayan bir makale de yazarak, 466 H. de Kudüs piskoposuna göndermiştir. Eczacılıkla ilgili olarak alfabetik sıraya göre tertip etmiş olduğu "Minhâcü'l-Beyân fîmâ Yestâmilühü'l-İnsân" adında; müfred ve mürekkep ilaçları, yiyecek ve içecek gıda maddelerini ihtiva eden bu eseri ise pek meşhurdur. Eczacılıkel kitabıolarak kullanılmıştır."9

İbnü'n-Nefîs, Ali b. Ebü'l-Hazm, (doğumu 607 H.)

Kureyş Kabîlesi soyundan olup Şam'da doğmuştur. Nûreddin Zengi Hastahanesinde tıp ilmi öğrenmiş ve daha sonra Mısır'a giderek Nâsırî Hastahanesinde başhekim olarak çalışmış ve pek çok talebe yetiştirmiştir. Meşhur Cerrah İbnü'l-Kuff, onun öğrencilerindendir. "Şerhu Teşrîhi'l-Kânun" adlı eserinde ki, bu eser İbni Sînâ'nın Kanun isimli eserinin anatomi bölümünün şerhidir, bu şerhte açıkladığına göre, küçük kan dolaşımını (akciğer dolaşımı) ilk keşfeden tabip İbni Nefıs'tir. Yunan tıbbına ve İbni Sînâ'ya bazı konularda tenkidleri vardır. "eş-Şâmil fi't-Tıbb" isimli büyük ansiklopedisi maalesef bize kadar ulaşmamıştır. İbni Sînâ'nın "el-Kânun" isimli ansiklopedik eserini "Mûcezü'l-Kânun" adıyla özetlemiştir. Ayrıca Kânun'a bir de şerh yazmıştır, "el- Mühezzeb fi'l-Kuhl" adında göz hastalıkları ve tedavisi ile ilgili eseri de meşhurdur. "Talebelerin her zaman arayacakları ve tabiblerin rehberi" adındaki eseri ile mukayeseli anatomi konusundaki eserleri de meşhur eserler arasındadır. Fıkıh, mantıkveNahivleilgili eserleri de vardır."10

Kaynaklar:

[1]- Târîhu't-Tıbbı'l-Arabî s 296-308; Şehrizâri Nüzhetü'l-Ervah Z/21: BeyhakS. Felâsıfetü'l-islâm s 39: İbni Cülcül. s. 59-60; i. E. Usaybia 2/171. [2]- Târîhu't-Tıbbi'l-Arabî. II 476-81: Fihrisü Mahtûtâti't-Tıbbı'l-lslâmi fi Mektebâtı Türkiye, s 333 [3]- i. E Usaybia 2/139. 162-165; Kehhâle 4/87. [4]- İ E. Usaybia 2/191-193. [S]-1. E. Usaybia 2/359. [6]-I E. Usaybia 2/197-201; Kesf 1/138, 217. 218. 290. 11/ 1461. 1594; H. Arifin 1/246-248. 673 [7]- i. E, Usaybia 2/201-207 [8]- Târihu't-Tıbbı'l-Arabî 1/544-64:1 E. Usaybia 3/3-29 [9]- i. E. Usaybia 2/260: Kesf 2/1870: Eczacılıkla ilgili eserinden yazma bir nüsha Kayseri Râsid Efendi Kütüphanesi 1242 numarada kayıtlıdır. [10]- Kehhâle 7/58. Tasköprü-zâde. Miftâhu's-Saâde 1/329: Hediyyetü'l-Arifin 1/714; IA. s. 872: Esedî, Tabakâtü's-Şâfıiyye vr. 67a, Kayseri Râsid Efendi Kütüphanesi, no 969 yazma. I. Sübki, Tabakâtü's-Şâfıiyye 5/129: A'lâmü'l-Arab ve'l-Müslimin s 203-205.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp