Tabib

TABIB (hekim, medicus)

Lügat anlamına göre; yaptığı işlerinde, kendi konusundaki çalışmalarında üstad ve meharetli olan kimseye "Tabib" denir, çoğulu ise "Etıbba"dır. Daha sonraları, hastaları tedavi etmekte meharetli, hazık ve mütahassıs olan kimselere'Tabib" denilmiştir. Kelimenin bu anlamına göre, tabib denilince "Mütehassıs Tabib" anlaşılmaktadır. Fakat her tabib, mütehassıs değildir."1

Tabib kelimesi, genel anlamda kullanılmasından dolayı hekim'i, göz doktorunu, cerrahı, sünnetçiyi, hacamatçıyı, sargıcı (kırık-çıkıkçı)'yı, dağlamacıyı ve lavmancıyı da içine almaktadır. Bunlar gerek insan tedavi etsinler, gerekse hayvan farketmez. Ancak her hastalığın ayrı bir bölüm halinde incelenmesi ve isimlendirilmesi daha sonraları (İslâm'ın ilkdeviHerinden sonra) meydana gelmiştir. (İ. Kayyım s. 210)

Tabib, hastanın tedavisine vâsıta olan kimsedir. Nitekim birdefasında İbrahim Aleyhis-Selâm: "Ey Rabbim! Hastalık kimdendir?" diye sorduğunda; "Bendendir" buyurmuş. İbrahim Aleyhis-Selâm bu kez: "Ya şifa kimdendir?" diye tekrar sorunca, Hakk Teâlâ: "Bendendir" buyurmuş. Bunun üzerine, İbrahim Aleyhis-Selâm: "Mademki hastalık sendendir, şifa da sendendir, peki tabibin arada işi nedir?" deyince, yüce Allah: "Tabib, benim verdiğim şifayı, kendi (onun) eliyle gönderdiğim kimsedir" buyurmuştur.

* Bazan da tabib, bütün gayretlere rağmen hastayı tedavi edip iyileştirmekten âciz kalır. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Hayır hayır (dünya ahirete tercih edilemez). Ne zaman ki can, köprücek kemiğine dayanır.

(Yanında bulunanlar tarafından bir çare ve şifa bulunması ümidiyle): "Bu hastayı tedavi edecek bir tabib yok mu?" diye sorulur. (Can çekişen kimse ise) bunun gerçek bir ayrılış olduğunu anlar ve ne yapacağını şaşırır. İşte o gün sevkedilecek yer, sadece Rabbinin huzurudur"buyrulmuştur. (Kıyamet 26-30)

Mütehassıs Tabib:
Mütehassıs tabible ilgili olarak kısa bir açıklama yapmak istiyoruz. Şöyle ki: Sahabe'den Zeyd b. Eşlemin anlattığına göre, bir kimse yaralanmıştı. Kan kaybından dolayı ölmesinden korkuluyordu. Bu sırada Enmar Oğullarından iki (tabib) kimse çağırdılar. Gelen tabibler yaralıyı muayene etmek istediklerinde, Peygamber Aleyhis-Selâm, onlara: "Hanginiz tabibliği daha iyi biliyor?" diye sordu. Onlar: "Yâ Rasûlallah Tıpda (şu andaki müdahalede) fayda var mıdır?" dediler. Bu sözü duyan Peygamber Aleyhis-Selâm: "Derdi veren Allah, dermanını da vermiştir. (Fakat bu dermanı, şifayı mütehassıs olan bilir, olmayan bilmez)" buyurdu."3 Bunun üzerine hastaya müdahale edip tedavi ettiler ve hasta iyileşti."4

Tabib Abdullatif Bağdadî der ki: "Bu hadis-i şeriften anlaşıldığına göre hastaya mütehassıs tabib çağırmak veya hastayı mütehassıs tabibe götürmek lazımdır. Aksi halde tabib, hastayı daha da hasta eder."5

Hz. Ömer'in oğlu Abdullah hastalandığı zaman, yakın dostu Nâfi'ye şöyle demiştir: "Ey Nâfi! Bana kan hücum etti (tansiyonum yükseldi). Benim için elinden geldiği kadar kan almasını iyi bilen bir kimse arayıp bul! Sakın bulacağın o kimse, pek yaşlı ve pek genç birisi olmasın! (Mütehassıs birisi olsun)! Çünkü ben, Peygamber Aleyhis-Selâm'dan işittim, şöyle buyurdu: "Aç karına kan aldırmak daha faydalıdır. Kan aldırmakta şifa ve bereket vardır. Vücuttan kan aldırmak aklı ve belleme gücünü de artırır.."6

Hastalığın başlangıç, ilerleme, en son noktaya ulaşma ve gerileme gibi safhaları vardır. Mütehassıs tabibin bu safhaları ve her safhada kullanılması gereken ilaçları bilmesi lâzımdır."7

* Mütehassıs tabib, hastayı kolay şekilde tedavi etmek mümkün iken, daha zor bir tedaviye başvurmaz. Önce hafif ilaçlardan başlayıp tesirliye doğru giderek tedavi etmeğe çalışır, ancak hafif ilaçlarla tedaviye başladığı zaman hastanın kuvvetinin yok olmasından korkarsa, o zaman kuvvetli ilaçlarla tedaviye başlıyabilir. Tedavide tek bir görüş, tek bir ilaç üzerinde ısrar etmez. Zira hastanın mizacı, aldığı ilaçlarla bağışıklık kazanır ve tesir etmez olur. Gıda maddeleri ile tedavi imkanı varken ilaçlarla tedavi yoluna başvurmaz. Hastalığın sıcaktan veya soğuktan meydana geldiğini iyice teşhis etmeden tedaviye başvurmaz. Sonucundan endişe edilen birşeyi denemeye girişmez. Neticesinin zararlı olmayacağı bilinen bir şeyin tecrübe edilmesinde ise bir sakınca yoktur.
Eğer bir hastada birkaç hastalık birleşirse: Birinin iyileşmesi, ötekinin iyileşmesine bağlı olduğu durumlarda, şişlik ve yara gibi. Önce şişlik tedavi edilir. Hastalığın birinin, diğerinin sebebi olması durumunda, tıkanıklık ve ateşli bulaşıcı hastalık gibi. Önce hastalığa sebep olan şey (parazit) giderilir.

* Hastalığın birinin diğerinden daha önemli olduğu durumlarda ise, biri azgın iltihaplı, diğeri ise müzmin (kronik) hastalık gibi. Önce azgın iltihaplı hastalık tedavi edilir. Bununla beraber diğer hastalıklar da gözetim altında tutulur.

* Eğer hastalık ile araz (belirti) birleşecek olursa, önce hastlık tedavi edilir. Ancak araz kulunç ağrısı gibi kuvvetli bir ağrı olursa, önce ağrı teskin edilir, sonra hastalığın tedavisine çalışılır. Eğer hastanın aç bırakılması veya oruç tutması halinde vücuttaki zararlı maddeleri dışarı atarak tedavi olması mümkün olursa, ilaç kullanılarak bu tedavi yapılmamalıdır."8

Mütehassıs Tabibin, Tedavi Konusunda Aşağıdaki Hususlara Dikkat Etmesi Lazımdır:
Hastalığın türü, hangi hastalıklardan olduğu? Hastalığın sebebi, en büyük etkenin ne olduğu? Hastanın gücü, kuvveti; hastalığa karşı dayanıklı mıdır, yoksa mukavemetsiz midir? Hastanın tabii mizacı nedir?

Normal mizacı dışında, meydana gelebilecek mizacı neolabilir, araştırmak. Hastanın yaşı kaçtır? Alışkanlıkları nelerdir? Mevsim hangi mevsimdir, hastanın mizacına uygun olup olmadığını araştırmak. Hastanın memleketi ve yaşadığı toprak cinsi nedir? Tedavi sırasındaki hava şartları nelerdir? O hastalığa zıt (onu tedavi edici panzehir) ilacın tesbitini yapmak. İlacın kuvvetini ve derecesini tesbit etmek, hastanın kuvveti ile ilacın kuvvetini mukayese etmek.

Bütün gayesinin sadece mevcut hastalığı gidermek olmayıp, daha büyük ve tedavisi daha güç hastalıkların meydana gelmesine engel olmaya çalışmak. Zararsız, ilaçlarla tedavi etmeye çalışmak, gıda maddeleri ile tedavi etme imkanı varken ilaç kullanmamak; basit (müfred) ilaçlarla tedavi edilmesi mümkün iken, mürekkep (birkaç maddeden yapılmış) ilaçlarla tedavi etmemek. İlaç yerine gıda maddeleri ile; mürekkep ilaç yerine basit ilaçlarla tedavi eden tabib ne güzel tabibdir.

Hastalığın tedavisinin mümkün olup olmadığına dikkat etmek; eğer tedavisi mümkün değilse, tabib mesleğini ve şahsiyetini korur, gerçeği uygun bir dil ile söyler, para kazanacağım diye ona faydası olmayan ilaçları tavsiye etmez.

Hastalık olgunlaşmadan önce onu boşaltmaya, çıkarmaya çalışmamalıdır. Olgunlaşma zamanı beklenmeli, ondan sonra boşaltmaya veya çıkarılmaya çalışılmalıdır. Tabip; gönüllerin ve ruhların hastalıkları ve tedavisi konusundada bilgi ve tecrübe sahibi olmalıdır. Bu bilgi hastalıkların tedavisinde önemli bir esastır. Çünkü vücudun ve tabiatın rahatsızlığının ruha ve kalbe tesir ettiği bilinen bir gerçektir. Eğer tabip; ruh ve gönül hastalıklarını ve tedavisini bilecek olursa, kamil (mütehassıs, olgun) birtabib demektir. Bu konuda bilgi ve tecrübesi olmayan; tabii hastalıklarda mütehassıs olsa bile, yine de yarım tabib olmaktan kurtulamaz.

Hastaya; çocuğa davranır gibi yumuşak davranmak. Tedavi sırasında tabii ve ilahi ilaçlar kullanmak. Zira mütehassıs tabibler ilaçla tedavi edilemeyen bazı hastaları, moral vermek suretiyle tedavi ederler. Olgun tabib, hastalığın tedavisinde her şeyden faydalanır. Tedavi sırasında şu esasları da dikkate almak gerekir. Mevcut sağlığı korumak. Mümkün olursa, kaybedilen sağlığı geri getirmek. Mümkün olduğu kadar hastalığı gidermek veya azaltmak. Daha tehlikelisini gidermek için iki zarardan en az zararlısına razı olmak. Daha büyük fayda elde etmek için iki faydadan daha az faydalının yok edilmesine razı olmak. İşte tatbik edeceği esaslar bunlar olmayan her tabib, tabib değildir9 Nitekim Peygamber Aleyhis-Selâm, mütehassıs tabibe işaret ederek: "Ey Allah'ın kulları! Tedavi olunuz. Zira yüce Allah şifasını vermediği hiçbir hastalık yaratmamıştır. Fakat bu hastalık ve şifayı mütehassıs olan bilir, olmayan bilmez" buyurmuştur."10

Hadis-i şerifte ilmi konularda derinleşmeye ve konunun mütehassısı olmaya teşvik vardır.

Tabibin Sorumluluğu:
Yine bu konuda Peygamber Aleyhis-Selâm: "Herhangi birtabib, daha önce tecrübesi görülmemiş bir konuda tedavi yaparak hastaya zarar verirse, verdiği zararı ödemek (tazminat vermek) zorundadır" buyurmuştur."11

* Hz. Ali de bir konuşmasında: "Ey Tabibler ve Baytarlar topluluğu! Sizlerden her kim bir insanı veya bir hayvanı tedavi etmek isterse, icazet (diploma) alsın! Zira herhangi bir tabib veya baytar icazet almadan, tedavi etmeye kalkar da, o hastaya zarar verirse, verdiği zararı ödemek mecburiyetindedir" demiştir."12

Hz. Ömer (r.a.) de; çocukları sünnet eden sünnetçilerin çocuğun sünnet mahallinden bir miktar fazlaca kesmesi üzerine, verdiği zararı tazmin ettirmiştir"

* Ebü'l-Müleyh (r.a.) demiştir ki: "Sünnetçi bir kadın, bir kızı sünnet etmişti. Kızcağız hemen öldü. Durum Hz. Ömer'e bildirildi. Ömer, sünnetçi kadına: "Nasıl sünnet ediyordun?" diye sordu. Kadın: "Evvelki yaptıklarım gibi yaptım" dedi. Bunun üzerine Hz. Ömer: "Az kesip, yerinde fazla bıraksaydın olmaz mıydı?"dedi ve sünnetçi kadına, ölen kızın diyetini (tazminat) vermesi ile hükmetti"13-14

* Selmân-ı Fârisî, Ebü'd-DerdâHz.'lerine şöyle bir mektup yazmıştır: "Bana ulaşan haberlere göre, halkı tedavi eden tabib olmuşsun! Eğer iyileştirirsen ne güzel; şayet ehliyetsiz bir tabib isen; bir insanı öldürmekten sakın, bu sebeple günaha girer ve cehenneme gidersin!"15

Abbasî Halifelerinden el-Muktedir Billah (295-320 H.) bütün tabiblerin imtihana tabî tutulmaları için emir vermiş, ancak imtihanı kazananların tabiblik yapmalarına izin vermiştir. Halife el-Muktedir bu uygulamasıyla bütün devletlere öncülük etmiştir. Nitekim Sabit b. Sinan şöyle bir hâdise anlatır:

*"319 Hicri yılında; mütehassıs olmayan bir tabibin, hastanın tedavisinde yanlış bir uygulama yaptığı ve hastanın öldüğü haberi Abbasi Halîfesi el-Muktedir'e duyulunca; valilerinden İbrahim b. Muhammed'e emir vererek; babam Sinan b. Sabit b. Kurre'nin imtihanından geçmeyen tabiblerin, tababetten men edilmesini istemiştir."16

Netice:
Tabiblik ehliyet ve sorumluluk isteyen bir meslektir. Bu sebeple ehliyetsiz tabib veya ehliyetli olduğu halde, hastanın veya yakınlarının izni olmadan tedavi yaparken hastaya zarar veren tabib; tazminat (diyet) vermekle yükümlüdür."17

Kaynaklar:
[1]-Kamus 1/354: M. Vasit 2/549. [2]-Mevâhibü'l-Ledüniyye 2/140. [3]- M. Sevi vr 2la: ayrıca bak. Muvatta ayrı 2/943-44 H. 12: Zürgânî şerhu'l-Muvatta 5/357: M Zevâid 5/99: Bağdadî s 183: Zehebî s. 223-24: Hadis Mürseldir. Müsned 5/371. [4]- Tıfâşîvr. 5/a: E. Nuaym vr. 10/ab, I l/a: i. Sünnî vr. 4la. [S]- Tıbbü'n-Ncbevîs. 183 [6]- i. Mâce tıp H. 3487-88: Hâkim tıp 4/409: E. Nuaym vr. 52/b. [7]- i. Kayyım s. 213 [8]- a.g.e. s. 214 [9]- a.g.e. s. 210-213 [10]-Müsned 4/278: ayrıca bak Müsned 1/377. 443. 453: Nesîmî 3/384 [II]- E. Davud diyat H. 4586-87: i. Mâce tıp H. 3466: K. Ummal 10/28222: E. Nuaym vr. 14la: I. Sünnî vr. 6la [12]- Abdürrezzak 9/470-72 H. 18047 [13]- a.g.e. 9/470 H. 18045 [14]- ibrahim Harbi 2/SS3: ayrıca bak. Abdürrezzak 9/470 H. 18045 [IS]- Muvatta vasıyyet H. 17: Nihaye 3/110. [16]- Tabakâtü'l-Etıbbâ 2/204. [17]-ayrıca bak. i. Kayyim s. 208 ve islam Hukuku ile ilgili eserler

İslâm'ın İlk Dönemlerindeki Meşhur Tabiblerden Bazıları:

Haris İbni Kelede es-Sekafî:
Aslen Tâifli olup Sakîf kabilesindendir. İran'da Cündüşapur tıp medresesinde tahsil görmüştür. Peygamber Aleyhis-Selâm, hasta olan sahabileri tedavi için Hâris'e gönderirdi. Hatta bir defasında Mekke'de hasta olan Sâd İbni EbîVakkas'ı ziyarete gittiğinde: "Allah'ın şifa vermesini temenni ederim"dedikten sonra, Haris İbni Kelede'ye hitaben: "Sâd'ın hastalığını tedavi et!" buyurmuştur. Bunun üzerine Haris, Sâd İbni Ebî Vakkas'ı muayene ederek: "Geçmiş olsun, korkulacak bir şey yok, hurma macunu ile süt pişirilerek yenilmesini tavsiye ederim" demiştir."1

Haris, meşhur bir tabibdir. Bu şöhre-tinden dolayı kendisine "Tabîbü'l Arab" diye unvan verilmiştir. Doğru olan görüşe göre Hz. Muâviye devrinde ölmüştür. Haris İbni Kelede'nin İs-lâm'dan önce İran Kisrâsı Nûşirevân-ıÂdil ile aralarında tıpla ilgili olarak geçen konuşma pek meşhurdur. Bu konuşma bir risale haline getirilmiştir. Fakat bu konuşmanın bir düzmece olduğunu iddia edenler olmuştur.

Tıpla İlgili Bazı Sözleri:
Bir defasında Hz. Ömer, Haris İbni Kelede'ye: "Sıtma nedir?" diye sorduğunda; "Bataklık ve sivri sinektir" diye cevap vermiştir."2
"Tedavi nedir?" diye sorulduğunda ise; "Perhizdir" diye cevap vermiştir."3 "Dert nedir?" diye sorulduğunda da: "Yemek üstüne (tok karına) yemek yemektir" demiştir."4 "Perhiz tedavinin başı, mide ise hastalıkların evidir. Her bedene alışık olduğu şeyler veriniz!"5

* Haris İbni Kelede, devamlı olarak gölgede otururdu. Sebebi sorulduğunda: " Güneş rüzgarı keser ve bozar; elbiseyi yıpratıp eskitir, insan vücudundaki gizli hastalıkları da açığa çıkarır" derdi."6

*"Her kim ömrünün uzun olmasını istiyorsa, günün ilk yemeğini erken yesin, akşam yemeğini de öne alsın. Hafif elbise giyinsin, cinsî münasebeti de az yapsın!"
"Dört şey bedeni yıpratır. Tok karına cinsî münasebette bulunmak, yine tok karına hamama girmek, kurutulmuş et yemek, yaşlı kadınla cinsî münasebette bulunmak"

* Haris İbni Kelede, ölüm döşeğine düşünce, ahbabları başına toplanmışlar ve ona: "Senden sonra tıpla ilgili olarak ne yapacağımız konusunda bize tavsiyede bulun!" diye ricada bulunmuşlar. O da: "Genç kadınlarla evleniniz, meyveleri tam olgunlaşmadıkça yemeyiniz, vücut hastalığa tahammül gösterdiği müddetçe ilaç kullanmayınız! Her ay bir kere midenizi temizleyiniz (mideyi temizlemek aç kalmak, oruç tutmak, kusmak veya ishal ile olur). Çünkü bu temizlik balgamı eritir, safrayı yok eder, et bitirir. Sizden biriniz öğle yemeği yediği zaman, akabinde bir müddet uyusun! Akşam yemeğini yedikten sonra ise en az kırk adım yürüsün!" demiştir.

Dımad b. Sa'lebetü'l-Ezdî: Akıl Hastalıkları (Ruhî Hastalıklar)'nı tedavi etmekle meşhur olmuş bir tabib olup aslen Yemenlidir. Şık ve temiz giyimleri ile meşhur, Yemen'in Ezd Kabilesi'nden Dımad adında rûhânî bir tabib, Mekke'ye gelmişti. Bu tabib hastalara okuyup nefes yapardı. Bazı serserilerin, Muhammed Aleyhis-Selâm'a deli dediklerini işitince; varayımda Muhammed'e nefes yapayım, belki Allah bu sayede ona şifa verir diye düşünmüştü. Dımad, bizzat kendisi sözüne devamla der ki: Bu düşünce ile Muhammed'in yanına vardım: "Ben, hastalara okuyup nefes yaparım Allah da dilediğine şifa verir. Gel sana da nefes yapayım" dedim. Bunun üzerine Peygamber Aleyhis-Selâm: "Şüphesiz ki hamdü sena Allah'a mahsustur. O'na hamd eder, O'ndan yardım dileriz. O'na inanır, O'na güveniriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü işlerimizden Allah'a sığınırız. Bir kimseye Allah hidayet verirse, onu kimse saptıramaz. Birini de Allah şaşırtırsa, ona yol gösteren bulunmaz. Ben şahadet ederim ki Allah'tan başka tanrı yoktur. Yalnız o vardır, eşi ve ortağı da yoktur. Muhammed de O'nun kulu ve peygamberidir"dedi. Bu sözleri işitince Dımad; Peygamber Aleyhis-Selâm'a: "Tekrar eder misiniz?" dedi. Peygamber Aleyhis-Selâm da tekrar etti. Bunun üzerine Dımad: "Vallahi ben; falcıların, büyücülerin ve şâirlerin sözlerini işittim, fakat böylesini hiç işitmedim. Bu kelimeler deniz enginliğinde mânâ taşıyor" dedi ve Peygamber Aleyhis-Selâm'a: "Ver elini sana bîat edeyim, müslüman olayım" diyerek elini uzattı ve Rasulullah'ın mübarek elini sıkarak müslümanlığı kabul etti"8

Ebû Rimse et-Temîmî (Rifâa b. Yesribî):
Ebû Rimse adındaki bu tabib, aslen Arabistanlı olup, Teymür Rebâb Kabilesindendir. Peygamber Aleyhis-Selâm'ın iki omuzu arasında kırmızı bir ben olan "Nübüvvet Mührünü" ameliyatla kesip almak istemiş, fakat Peygamber Aleyhis-Selâm buna rıza göstermemiştir. Hâdiseyi EbRimse bizzat kendisi şöyle anlatır: "Müslümanlığı kabul etmek üzere Medine'ye geldim. Peygamber Aleyhis-Selâm'ı hiç görmemiştim. Üzerinde yeşil bir elbise olduğu halde çıka geldi. Bu sırada ben, yanımda bulunan oğluma: "Allah'a yemin ederim ki bu gelen Peygamber Aleyhis-Selâm'dır" dedim. Oğlum, Rasulullah'ın heybetinden korkup titremeğe başladı. Ben hemen: "Yâ Rasûlallah! Ben tabib bir kimseyim. Doğrusu babam da tabibdir. Hulasa biz tabib bir aileyiz. İnsan vücudunda bulunan ne bir kan damarı ve ne de bir kemik bizim için gizli değildir, hepsini biliriz. İki omzunuz arasında bulunan şu rahatsızlığı bana göster! Eğer çıkıntılı bir yumru şeklinde ise onu kesip yerinden çıkarır sonra ilaçla tedavi ederim" dedim. Peygamber Aleyhis-Selâm ise: "Hayır, onun tabibi Allandır" buyurdu."9

Tabip Ebû Rimse; Peygamber Aleyhis-Selâm'ın iki omuzu arasındaki peygamberlik mührünü görünce; onu rahatsız edici bir çıban veya bir ur zannetmiş ve müsaade ederseniz ameliyatla tedavi edeyim demiştir. Ebû Rimse, Cerrah Tabib olarak meşhur olmuştur."10

Şemerdel b. Kubâb en-Necrânî:
Necranlı olan bu tabib, Medine'ye geldiğinde Peygamber Aleyhis-Selâm'ın huzuruna vararak: "Ey Allah'ın Rasûlü! Anam babam sana feda olsun. Câhiliyye Devrinde ben kavmimin kâhini idim. Şimdi ise tabiblik yapıyorum. Hasta kimseler tedavi için bana geliyor. Tedavi konusunda nasıl bir yol takip etmem gerekir?" diye sordu. Bunun üzerine Peygamber Aleyhis-Selâm: "Kan almak, eğer mecbur kalırsan yaraya dağlama yapmak; fakat sakın (müshil) ilaç olarak sütleğen (şübrüm) kullanma! (Zira o zehirlidir.) Sana sinamekiyi tavsiye ederim. Hastalığı teşhis etmedikçe, hiç kimseyi tedavi etmeye çalışma!" buyurmuştur. Bu tavsiyeleri işiten Necranlı tabib: "Seni hak peygamber olarak gönderen Allah'a yemin ederim ki, sen tıbbı benden daha iyi biliyorsun" demiştir" (el-isâbe 2/155-56).
SİNAMEKİ - SÜTLEĞEN md. de bak.

Ebû Mezkur (veya Ebû Müzekkir):
Peygamber Aleyhis-Selâm devrinde Hımyer Dili ile bazı hastalara nefes etmek suretiyle tedavi ederdi. Allah'ın izni ile faydalı da olurdu. Bir defasında Peygamber Aleyhis-Selâm nasıl nefes yaptığını öğrenmek istemiş, o da arzetmişti. Bunun üzerine Rasulullah (s.a.v.): "Böyle nefes yapmakta bir sakınca yoktur" buyurmuştur."11

Muhammed b. İdrîs eş-Şâfiî: Dört mezhebden, birinin kurucusu olan Şafiî Hz.'leri, Peygamber Aleyhis-Selâm'ın soyundandır. Dini ilimlerde bir otorite, Arab edebiyatında pek mahir olmakla beraber, tıp ilminde de büyük bilgi sahibiydi.

Şafiî Hz.'lerinin Tıpla İlgili Bazı Sözleri:
"İki sınıf insan vardır ki bütün insanlar bunlara muhtaçtır. Birisi din adamları, diğiri isetabiblerdir"

* İlimleri tasnif ederken de: "İlim ikiye ayrılır. Birincisi dini ilimler, ikincisi ise tıbbi ilimlerdir "demiştir. "Helal ve haramı bildiren fıkıh ilminden sonra, tıp ilminden daha üstün bir ilim dalı bilmiyorum."13

*"Dini meselelerini halledecek bir âlim, hastalandığın zaman tedavi edecek bir tabibi bulunmayan bir beldede eğleşme!"

*"Veba hastalığı için menekşeden daha iyi faydalı bir şey bilmiyorum."14

*"Tabib kimse üç şeye çare (deva) bulamaz. Ahmaklık, tâûn ve ihtiyarlık."15

* Dört şey bedeni kuvvetlendirir, et yemek, güzel koku koklamak, cinsî münâsebet olmaksızın çok yıkanmak, keten elbise giymek. Dört şey de bedeni zayıflatır. Cinsî münasebeti çokyapmak, aşırı üzüntülü olmak, aç karına çok su içmek, fazla ekşi yemek. Dört şey gözü kuvvetlendirir. Kâbenin karşısında oturmak, uyuyacağı zaman göze sürme çekmek, yeşilliğe bakmak, oturup kalktığı yeri temiztutmak. Dört şey gözü zayıflatır. Pis şeylere bakmak, asılmış kimseye bakmak, kadının fercine bakmak, Kıbleye arkasını dönerek oturmak. Dört şey de cinsî münasebet gücünü artırır. Kuşeti, su teresi, fıstık ve keçiboynuzu yemek.

* Dört şey zekayı geliştirir. Lüzumsuz sözleri terketmek, misvak kullanmak, iyi kimseler ile oturup kalkmak, âlimler ile oturup kalkmak."16

* On altıyıldan beri doyasıya yemek yemedim, ancak bir defasında doyasıya yemiştim, hemen kustum. Çünkü çok yemek, vücuda ağırlık getirir, kalbi karartır, zekayı giderir, uyku getirir, sahibini ibâdet yapmaktan alıkoyar."17

* Yine Şâfıî Hz.'leri, müslümanların tıp ilmini ihmal etmelerine çok üzülür ve şöyle derdi: "Müslümanlar, ilmin üçte biri demek olan tıp ilmini ihmal ettiler de onu Yahudi ve Hiristiyanlara bıraktılar."18

Kaynaklar:
[1]- Tabakâtü'l-Etıbbâ 2/13; el-isâbe 1/288: el-istîâb 1/ 289: ibni Sâd 5/507: E Nuaym vr. I l/b. [2]- Nihaye 5/23. [3]- Menhecü's-Sevî vr. 3/b: Nihaye 1/46: el-isâbe 1/288. [4]- i. Kayyım mukaddime s. 12: el-isâbe 1/288. [S]- i. Kayyım s. 172. [6]- M. Sevi vr. 3/b: el-isâbe 1/288 [7]- i. Kayyım s. 448-449: M. Sevîvr. 3/b. [8]- Süyûtî. el-Hasâisü'l-Kübrâ 1/334: Müsned 1/302: i. Sâd 4/241: el-İsâbe 2/210: el-lstiab 2/217-18: E. Nuaym vr. 12/b: i. Sünnîvr. 5la. [9]-Müsned 2/228, 41163: el-isâbe 4/70. E. Nuaym vr. I l/a. 15/ b: i. Sünnî vr. 4/a. [10]- Tabakâtü'l-Ettbbâ 2/23-24: M.T. Ttbbi'l-Arabî 1/244. [II]- el-isâbe 4/177: Hakim Tirmizî Nevâdiru'l-Usûl s. 123: Nesîmi 3/155: E. Nuaym vr. 98/a. [13]- ibni Ebî Hatim Adâbü'ş-Şâfiî s. 321-24: Bağdadî s. 177-179, 187: Kesfü'1-Haß 2/89. [14]- Adâbü's-Şâfiî s. 322, 324. [IS]- a.g.e. s. 324 dipnot [16]-a.g.e. s. 323: \. Kayyım s. 449 [11]- Adâbü's-Şafiî s. 106 [18]- a.g.e. s. 321-324: Bağdadî s. (77-/79, 187: K. Haß 2/89 H. 1765.

İslâm'ın İlk Dönemlerinde Meşhur Olmuş Bazı Kadın Tabibler:

Hz. Âişe (r.a.): Aişe'nin kızkardeşi Esmâ'nın oğlu Urve, bir defasında teyzesine: "EyTeyzeciğim Tabibliği nereden ve kimden öğrendiniz?" diye sorduğunda, Aişe: "Ey Kardeşimin oğlu! Ailemizden bir kimse hastalandığı zaman, Peygamber Aleyhis Selâm ona ilaç tavsiye ederdi, ben de onu öğrenip diğer insanlara tavsiye ederdim" diye cevap vermiştir."1

* Yine Urve (r.a.) şöyle demiştir: "Hela ve haram konusundaki bütün ilimlerde Edebiyat ve Tıp ilminde Aişe'den dah bilgili bir kimse bilmiyorum. Bir defasında "EyTeyzeciğim! Tıp ilmini kimden öğren diniz?" diye sorduğumda şöyle cevap verdi: "İnsanların, hastalandıkları zaman, birbirlerine tavsiye ettikleri ilaçları
dikkatle takip ettim ve öğrendim."2

* Yine Urve (r.a.) bir defasında: "Ey Teyzeciğim! Zekanıza şaşmıyorum, çünkü Peygamber Aleyhis-Selâm'ın eşi ve Ebû Bekr'in kızısınız. Edebiyata ve geçmiş zamanlara ait bilginize de şaşmıyorum. Zira Ebû Bekr'in kızısınız, çünkü o insanlann bilgililerindendir. Fakat tıp ilmindeki bilginize şaşıyorum, onu nasıl ve kimden öğrendiniz?" diye sordu. Bunun üzerine Aişe eliyle Urve'nin omuzuna vurdu ve şöyle dedi: "Ey Urve! Peygamber Aleyhis-Selâm son zamanlarda hastalandı. Etraftan Arap (ve acem) tabibler geldiler. Bunlar Peygamber Aleyhis-Selâm için ilaç tavsiye ederlerdi. Ben de tavsiye edilen o ilaçları uygulardım. İşte ondan öğrendim."3

Hz. Aişe'nin Bazı Tavsiyeleri: Peygamber Aleyhis-Selâm'dan sonra bu ümmette ilk meydana gelen hastalık çok yeme hırsıdır. Çünkü insan çok yediği zaman karnı büyür, vücudu şişmanlar, kalbi zayıflar ve şehveti artar"4

Yediğiniz yemekleri Allah'ı zikrederek ve namaz kılarak sindirip eritiniz! Tok karına yatıp uyumayınız! Eğer böyle yaparsanız kalpleriniz tembelleşir, yorgun düşer."5

Şifâ binti Abdullah el-Kuraşiyye: Hicretten önce Mekke'de müslüman oldu. İlk muhacirlerden ve Peygamber Aleyhis-Selâm'a ilk biat edenlerdendir. Kadınların zekilerinden ve âlimlerinden olup, asıl adı Leylâ olmakla beraber, yaptığı tedavilerle pek faydalı ve başarılı olmasından dolayı Şifa Hanım diye meşhur olmuştur. Kendisi Kureyş Kabilesinden olması sebebiyle Peygamber Aleyhis-Selâm onu sık sık ziyaret ederdi. Hatta eşi Hafsaya okumayı, yazmayı ve Ekzama (nemle) hastalığına karşı nefes ederek tedavi etmeyi de öğretmesi için rica etmiştir. Peygamber Aleyhis-Selâm, Şifa Hanım ve oğlunun oturması için Medine Çarşısı içinde bir de ev vermiştir. Hatta Hz. Ömer çarşı pazarın denetiminde onu görevlendirmiştir. Bilhassa cilt hastalıklarının tedavisinde meşhur olan Şifa Hanım hicretin 20. yılında vefat etmiştir. Şifa Hanım tedavi sırasında şöyle duâ ederdi: "Ey bütün insanların Rabbi olan Allahım! Hastalık ve rahatsızlığı, zarar ve ziyanı sen gider."6

Ümmü Atıyye el-Ensâriyye:
Asıl adı Nesîbe (veya Nüseybe) binti Kaabdır. Diğer bir künyesi de "Ümmü Umâre"dir. Peygamber Aleyhis-Selâm ile birlikte yedi savaşa katılmış, hastaları ve yaralıları tedavi etmek gibi görevlerde bulunmuştur. Kız çocuklarını sünnet etmekle de meşhur olan Ümmü Atıyye, Hz. Ebû Bekir'in Halifeliği zamanında vefat etmiştir."7 SÜNNET OLMAK maddesine de bak.

Uhud Savaşından sonra yaralıları tedavi ile ilgili olarak şöyle bir hadise anlatır: "Savaştan sonra müslümanlardan bir kimse: "Haydin "Hamrâül-Esed" mevkiine gidilecektir" diye seslendi. Bir gece burada kaldık, sabaha kadar tedavi maksadıyla yağlı bez parçaları ve taş ısıtıp yaralarımızın üzerine koyduk..."

Ümmü Atıyye: Uhud, Hayber, Huneyn, Yemâme vs. gibi savaşlar ile Hudeybiye ve Umretül-Kaza seferlerine katılmış ve Yemâme savaşında eli kesilmiştir."8

Rüfeydetü'l-Eslemiyye: Sâd İbni Muâz, Hendek savaşında kolundan yaralandığı zaman, Peygamber Aleyhis-Selâm: "Onu mescidin içinde, Tabib Rüfeyde'nin çadırına alınız da, böylece onu yakından takib edeyim" buyurmuştur. Peygamber Aleyhis-Selâm, mescidde Sâd'a akşam uğradığında: "Nasıl akşamladın?" diye sorar, sabah uğradığında ise: "Nasıl sabahladın?" diye hal hatır sorar, Sâd'da durumunu bildirirdi."9

Tabib Rüfeyde Hanım mesciddeki bu çadırda Sâd İbni Muâz'ı ölünceye kadar tedavi etmeye çalışmıştır. Kendisini müslümanlara hizmet etmeye adamış olan bu hanım bazı savaşlara da katılmıştır. Mesciddeki bu çadır ilk İslâm Hastahanesi olarak kabul edilmiştir.

Küaybe binti Sâd el-Eslemiyye:Mescid-i Nebevî'nin bir köşesine kendisi için kurulmuş olan çadırda hastaları ve yaralıları tedavi etmiştir. Hayber savaşına da katılmış olup, Rüfeydetü'l-Eslemiyye ile birlikte çalışmışlardır. (i.sâd 8/271)

Zeyneb Hanım, Evd Oğulları Tabîbesi:
Bedevi Araplar arasında efsanevi bir şöhrete ulaşan Zeyneb Hanım Emevî Devri tabiblerindendir. Tababetle ilgili konuları ve ilaçları gayet iyi biliyordu.
Bilhassa göz hastalıkları ile yaraları tedavi etmede şöhret kazanmıştır. Bu konuda Hammad b. İshak, bir kimsenin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Yakalandığım göz iltihabından dolayı gözlerime sürme çekmesi, ilaç damlatması için Evd Oğullarından tabibe bir kadının yanına vardım. Gözlerime ilaç damlattı Sonra bana: "İlacın gözlerine iyice emilmesi için sırt üzerine biraz yat!" dedi. Yattım. Sonra şâirin: "Uzaktaki Evd Oğulları tabibesi Zeyneb'e kendimi göstermedim (muayene ettirmedim) diye ölmem mi gerek?" şiirini okudum. Bunun üzerine kadın güldü ve sonra bana: "Bu şiirin kimin hakkında söylenmiş olduğunu biliyor musun?" diye sordu. Ben:"Hayır, bilmiyorum" dedim. Kadın: "Vallahi benim hakkımda söylenmiştir. Şairin kasdettiği Zeyneb benim, Evd Oğulları tabibesiyim" dedi. Daha sonra bana:"Bu şiiri söyleyen şâir kimdir, bilir misin?" diye tekrar sordu. Ben yine: "Hayır" dedim. Kadın: "Amcanız Ebû Simâk el-Esedîdir" dedi."10

Kaynaklar:
[1]- İbnü's-Sünttivr. 6/a: Zehebî s. 231: E. Nuaym Tıbbü'n-Nebevîvr. IS/b:i. Sünnî vr. 6la. [2]- Hâkim müstedrek 4/1I: Abdüllatif Bağdadî s. 189: Zehebî s. 230: E. Nuaym vr. ISI a. [3]- Müsned 6/67: Ş Müsned 221124: A. Bağdadî s. 180: Zehebî s. 220: Nesîmî 3/178: E. Nuaym vr. 15la: I. Sünnî vr. 6la: Hâkim müstedrek 4/197: i. Sünnî vr. 6/b. [4]- lerğıb 31 137. f5J- AV Zevâid S/30: C. Sağır 1/30: F. Kadir 1/458: Romuz s. 67. L Ukûl 1/443-444. [6]- E. Davud tıp H. 3887: Hâkim müstedrek 4/56-57: Müsned 6/372: el-isâbe 4/341-42. 402: el-istîâb 4/340: i. Kayyım s. 13: M.T. Tıbbı'l-Arabı 1/244: İbni Sâd 8/268. 8/84: E. Nuaym vr. 85a: I. Sunnı vr. 4la f7J- M.T TıbbU-Arabî 1/245: ayrıca bak Müslim ahad H. 142: İ. Mâce cihad H. 2856: el-isâbe 4/353. 403. el-istîâb 4/353. 404. 417. fSJ- ibni Sâd 81412-16.455-56: el-isâbe 41353. 403: istîâb 4/353. 404. 417. [9]- E. Mufred 2/490-91: el-isâbe 4/302. 396: i. Sâd 3/425-428. el-lstıab 4/311. 397: i. Hisam 2/239 [10]- Tabakâtü'l-Etıbba 2/35-36: Nesîmî 3/394.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp