Tedavi Ücreti

TEDAVİ ÜCRETİ (ecrüt-tedavi)

Hasta kimsenin hastalığını iyileştirmek için, muayene edip tedavi etmeye çalışan tabibe verilen ücrete "Tedavi Ücreti" denir.

Enes İbni Mâlik (r.a.)'e; vücuttan kan alan Hacamatçı'nın bu iş karşılığında aldığı ücretin helal olup olmadığı konusu sorulduğunda şöyle demiştir: "Peygamber Aleyhis-Selâm vücudun dan kan aldırdı. Ondan kanı Ebû Tay-be adındaki Hacamatçı aldı. Peygamber Aleyhis-Selâm ona iki ölçek zahîre verilmesini emretti.

Hacamatçı kölenin efendisi ile de görüştü. Onlar da Ebû Taybe'nin efendisine vermekte olduğu verginin bir miktarını indirdiler. (Eğer Hacamatçı ücreti haram olsaydı Peygamber Aleyhis-Selâm ona ücret vermezdi). Peygamber Aleyhis-Selâm daha sonra: "Tedavi olduğunuz şeylerin en iyisi kan aldırmaktır. Kan aldırmak sizin en iyi tedavi şekillerinizdendir" buyurdu."1

Ebû Hüreyre (r.a.) de şöyle demiştir: "Hacamatçı Ebû Hind, Peygamber Aleyhis-Selâm'ın başının ortasından kan aldı. Bunun üzerine Peygamber Aleyhis-Selâm; Ebû Hind'in sahihlerine hitaben: "Ey Beyaza Oğulları! Ebû Hind'i evlendiriniz! (Oğullarınıza da) onun kızlarını nikahlayınız! Eğer sizlerin tedavi olduğunuz şeylerin herhangi birinde şifa varsa, o da kan aldırmaktadır" buyurdu."2

Tabiinden Saîdü'bnül-Müseyyeb (r.a.) de:"Bir kimse diğer bir kimsenin kemiğinin kırılmasına sebep olur, kırık sarılır, iyileşir de sakat kalmazsa, kırılmasına sebep olan kimse ancak tedavi ücretini öder. Eğer kırık sarılır, iyileşir fakat sakat kalırsa, bilirkişi tarafından sakatlığı tesbit edilerek, sakatlık derecesine göre tazminat öder" demiştir."3

Hârice b. Ebis-Salt'ın amcası da şöyle bir hâdise anlatır: "Peygamber Aleyhis-Selâm'ın yanına varmıştık. Daha sonra arabdan bir kabilenin yanına vardığımızda, bize: "Haber aldığımıza göre siz, şu zatın (Peygamber Aleyhis-Selâm'ın) yanından hayırla gelmişsiniz. Bizim yanımızda elleri ayakları bağlı bir ruh hastası vardır. Sizin yanınızda buna bir ilaç veya nefes edecek bir kimse var mıdır?" diye sordular. Biz de: "Evet" dedik. Bunun üzeri ne elleri ayakları bağlı bir hasta getirdiler. Üç gün sabah akşam ona Fatiha Sûresi'ni okudum. Fâtiha'yı her okuyuşumda nefesimi topluyor, sonra hastanın üzerine üflüyordum. Sanki bağdan çözülmüş gibi olup iyileşti. Bu nefes etmemize karşılık olarak bana bir miktar ücret verdiler. Ben ise Peygamber Aleyhis-Selâm'a sormadan almam"dedim. Sorduğumda: "Al daye! Ömrüme yemin ederim ki, nice bâtıl (asılsız) nefes etme karşılığında bir şeyler alıp yiyenler vardır. Yemin ederim ki sen, doğru olan bir nefes etme karşılığında ücret almış ve yemiş olacaksın!" buyurdu."4

Ebû Saîdil-Hudrî Hz.'leri de şöyle demiştir: "Bir kere Peygamber Aleyhis-Selâm'ın ashabından otuz kişilik bir cemâat görevlendirildikleri bir sefere gitmişlerdi. Bunlar arap kabilelerinden bir kabilenin yanında konakladılar ve misafir edilmelerini istediler. Fakat bu kabile, sefer halkını misafir etmediler. Bu sırada misafir etmeyen bu kabilenin ağasını (başkanını) akrep soktu. Bütün kabile halkı iyileştirmek için her çareye baş vurmuşlar, fakat hiç bir fayda verememişlerdi. Bunlardan bazıları: "Şurada konaklayıpta misafir etmediğimiz kafile halkına gitseniz, belki bunların arasında çare bilen birisi vardır, demişler. Bunun üzerine kabile halkından bazıları gelerek: "Ey cemâat! Ağamızı (başkanımızı) akrep soktu. Tedavi için her çareye baş vurduk, bir fayda etmedi. İçinizde bu hastayı ilaçla veya nefes etmekle tedavi edecek bir kimse var mıdır?" diye ricada bulundular. Bu istek üzerine kafilenin komutanı olan Ebû Saîdîl-Hudrî: "Evet ben varım, vallahi ben onu tedavi ederim. Fakat biz, sizden misafir edilmemizi istedikte, siz misafir etmediniz. Artık ben sizinle aramızda bir ücret tesbit ve tayin etmedikçe tedavi etmem" dedi. Böylece bir sürü (otuz) koyuna anlaştılar. "Ebû Saîdil-Hudrî, kabîle ağasının yanına gitti ve ona yedi defa Fatiha Sûresini okuyarak nefes etti. (Fatihayı her okuyuşunda ağzında tükrügünü topluyor ve akrebin soktuğu yere sürüyordu). Bunun üzerine adamcağız bağdan çözülmüş gibi oldu, kendisinde hastalıktan bir şey kalmıyarak hemen kalkıp yürümeye başladı. Kabîle halkı da, anlaşmada tayin ve tesbit edilen koyunları verdiler. (Ayrıcada bize süt ikram ettiler). Sefer halkından bazıları: "Bu koyunları aramızda bölüştürünüz" dediler.

Fakat hastayı tedavi eden ve komutan Ebû Saîdil-Hudrî: "Hayır, Peygamber Aleyhis-Selâm'ın yanına varıp bu olup bitenleri kendisine anlatmadıkça, taksim etmeyiniz! Bakalım Rasûlullâh bize ne emreder?" dedi. Yolculuktan dönerek Peygamber Aleyhis-Selâm'ın yanına geldiler ve baştan sona olup bitenleri anlattılar. Bunu duyan Peygamber Aleyhis-Selâm, Ebû Saîdil-Hudrî'ye: "Fatiha Sûresi'nin bu kadar tesirli bir duâ olduğunu, bununla nefes yapılacağını sana kim öğretti?" diyerek taltif etti ve sonra da: "Çok iyi etmişiniz. Şimdi bu koyunları aranızda taksim ediniz. Sizinle beraber bana da bir hisse ayırınız!" buyurdu ve gülümsedi."5

Hacamatçı ücretine, Peygamber Aleyhis-Selâm'ın "Habis" demesi; soğan ve sarmısağa habis demesi gibidir, bu sözle bunların haramlığı kasdedilmemiştir."6

Kaynaklar:
[1]- Müslim müsâgât H. 62. 66; E. Davud icâre H. 3424. 3423; Buhârî büyü 3116. 36; icâre 3153-54; Aynî 5/457-58: Tirmizî büyü H. 1278. [2]- E. Davud nikah H. 2/02. Dârekutni nikah 3/300-301; ayrıca bak Müsnedü Ebî Hanîfe * 547-48; Hattâbî 2/474; Maâlimü's-Sünen 3/100-102 [3]- Nihâye 3/176. [4]- E Davud tıp H. 3896. 3420;
Müsned S/210-211: Dârekutnî et'/me 4/297 H. 100-103: Bağdadi s. 190: Zehebî s. 232. [S]- Buhârî icâre 3153: F. Kur'ân 6/103. tıp 7/22-23; Aynî 5/651. 10/185-86: Müslim selâm H. 65-66: E Davud büyü H. 3418: I. Mâce ticâret H. 2156: Tirmizî tıp H. 2063: Müsned 3/44. 177; S. Kübrâ 61 124. 71243. [6]- I. Kayyım s. 132

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp