Anadolu İlaçları

Anadolu İlaçları :

Anadolu ilaçları, Anadolu'da yetişen bitkilerden, Anadolu halkının yaptığı sağaltıcı. iyileştirici birleşmelerdir, buluşlardır. Bunlar eskiçağdan günümüze değin sürüp gelen bir geleneğin ürünleridir. Anadolu'da yetişen bitkilerden yapılan ilaçların, bugünkü belgelere göre en eskileri, çoğu Hititlerden kalmadır. Hititlere göre ilaçların yapıldığı bitkilerin özünde birtakım gizli güçler, tanrısal erkler vardır. Bitki bir tanrısal gücün görüntüsüydü, bu yüzden de kutsaldı. Nitekim, Anadolu'da yetişen bitkilerin, ağaçların çoğunun eski çağdan beri kutsalolduğunu, tanrısal bir özle donatıldığına inanıldığıru biliyoruz. Sözgelişi çınar, çarn, kayın, meşe, defne, kiraz, kızılcık, kızılağaç, ardıç, kestane, ceviz, sarıçam, söğüt gibi ağaçlar; üzüm, incir, buğday, arpa, darı, elma gibi yemişlerle ekinler; yonca, nane, kekik, dereotu, eğreltiotu gibi otlar; gelincik, menekşe, nergis gibi çiçekler kutsal sayılıyordu. Bunların yansıttıkları birer tanrı, birer tanrıça vardı. Sözgelişigelincik çiçeği Suriye yönlerinden Anadolu'ya gelen Attis(Adorıis) adlı tanrıçanın: yonca, menekşe ise Ana tanrıçarun Kupapa (Kçiübele)'nin çiçeği idi.

Hitit dirıinde her tanrının, tanrıçanın bir bitkisi, bir çiçeği, bir ağacı vardı. Hititler bolluk veren tarırılann otlarında, bitkilerinde, çiçeklerinde birer koruyucu gücün olduğuna inarırlardı. Bildiğimiz keterı'e Hititler kattan'ya derlerdi.Keten sözü (bugünkü Türkçede geçen) bundan türemiştir. Bu bize Hititlerin keten dokuduğunu, ondan giyecek yaptıklarını gösteriyor açıkça. Hititler bildiğimiz "bira'ya siyesar dediklerine göre bira yapmayı da biliyorlardı. Sümerler biraya kaş diyorlardı. Bu söz Hitit dilinde de geçiyor.

Hititlerde ağaç, bitki gibi varlıklardan, hayvanlardan (hayvanların yağından, etinden, kemiğinden. tırnaklarından) ilaçlar yapılıyordu. Bitkilerin dışında kalan hayvanların da çoğu kutsal varlıklardı. Hitit tanrılarının yönetimi, koruyuculuğu altında yaşarlardı. Bunlardan ancak sankurmis (rahip)denen din görevlileri ilaç yapabilirdi. Onlar, gizli güçleri bildikleri, onlarla konuşup anlaştıkları için, ilaç yapma yeteneği bulunan kimselerdi. Eski Anadolu ilaçlarının yapımı gibi türleri de değişikti. İlkin ilaç insan gövdesine giren kötü ruhu kovmak için girişilen bir eylem niteliğindeydi. Bugünkü anlamda bir etkisinin varlığına pek inanılmazdı. Her ilacın özünde bir tanrısal varlığa sığınma, insanüstü, doğaüstü bir güçten yardım dileme vardı, Bir ilaç, hangi toplumda yapılırsa yapılsın, belli bir insan güvencini, doğa ile kurduğu bağlantıyı dile getirir. Do-ğaya inanmayan onun gücünü değerini bilmeyen bir toplumda ilaç bakımından yaratıcı, bulucu başlar de yetişmez. İnsan doğaya ısındığı, onun ışığında aydınlandığı oranda kendinide, çevresini de, yaşadığı toprağı da tanıyabilir. Toprağı tanımak, onun özünde gizlerin güçleri bilmekle, anlamakla olur. Bu bakımdan ilk ilaç yapan ya da yapmaya kalkan doğaya en yakın olan, onu tanımak anlamak özlemiyle yanankimsedir. Tanrılar, ne denli güçlü olurlarsa olsunlar, insanlara doğanın dışında bir nesne veremezler. Tanrının insana vere bileceği ne varsa doğanın içindedir. İnsan da doğada gördü-ğünden, . tanığından başkasını tanrısından isteyemez, dileyemez. Doğada olmayanı isternek insan gücünü aşar, do-ğada olmayanı vermek de tanrıların elinden gelmez. Anadolu insanı doğa ile öz öze, gönül gönüle yaşıyordu. Bu nedenle canı çektiğini, özlediğini, doğadan istiyor, doğada, yaşadığı toprakların üzerinde arıyordu. Bu tutum yalnız Anadolu insanına veri değildir, eskiçağın bütün toplumları doğayı sevtyor. onunla koyun koyuna, kucak kucağa yaşıyordu. Başıağrıyan, dizleri titreyen, dili tutulan, doğumda güçlük çeken, bir yeri kırılan doğada gördüklerinden birine sığınıyor, otlardan, sulardan, ağaçlardan taşlardan, çiçeklerden yardım istiyordu. Tuttuğu dal işine yararsa, yediği yemiş, içtiği su, gölgesinde yattığı ağaç ona bir tatlılık, bir iç açıklığı verirse ona başının üstünde yer veriyor, onu kutsal sayıyor, onda tanrılık bir özün, insanüstü bir gücün bulunduğuna candan inanıyordu. İşte insanı ilaç yapmaya iten bu doğada karşılaştığı varlıklardan duyduğu sevinç, mutluluk, sağladığı yarardır. Bunlar ancak deneyle elde edilebilirdi,öyle de oldu.

İ.Ö. 1700 yılında Hititliler üzümü yedi, sıktı suyunu içti bir başkalık, bir tatlılık buldu kendinde. Bunu daha önce Anadolu'da yaşayan insanlardan, bugün için adı sanı unutulmuş kimselerden öğrendi, bu bir tarih gerçeğidir. Ancak üzümle Tanrılık bir güç, kutsal bir öz gören ilk Anadolu insanı, elirnize geçen yazılı belgelere göre, Hitit oldu. Hitit insanımuris dediği üzüm salkımını kutsal saydı, onu evrene bolluk saçan Tanrının eline verdi, Tanrının sakalını üzümleştirdi. Sonra döndü üzümden hastalıkları giderici, sağaltıcı ilaçlar yaptı. Gene Hitit insanı melit dediği baldan yarar gördü, melit (bal)ı yapan arıyı kutsal saydı. Onu birtakım hastalığın giderilmesinde kullandı. Durum günümüzde de öyledir. Bal birçok hastalığın sapıtılmasmda bir halk ilacı olarak kullanılır ondan türlü türlü ilaçlar yapılır. Bu, o çağ insanının yaşadığı doğa ortamı dolayısıyla, gerekliydi. O çağın insanı başka türlü düşünemezdi, edemezdi. Bugün biz Anadolu insanları içinde ateş yaktığımız, yemeğimizi pişirdiğimiz, suyunu ısıttığımız, ısındığımız ocak'ımıza saygı gösteriyoruz, ona ayrı bir önem, başka türlü bir değer veriyoruz. Daha doğrusu onu bilmeden kutsal sayıyoruz. Yeni değildir bu saygı, bu ocak sevgisi ülkenizde, içimizde. Hititlerin hassas diye andıkları bu ocak kutsaldı. Ayrı bir saygı, sevgi gösterilirdi ocağa. Güneş Tanrı-ıyla Tanrıçasıyla, yıldırırnla, şimşekle, sözün kısası ateşlegili bütün varlıklarla, olaylara bağlantısı vardı ocağın. Hitit-lerin yıkılışından biı:kaç yüzyıl sonra Anadolu'da kurulan yeni yöntemlerce de ocak kutsaldı. Ünlü Anadolu bilgesi Herakleitos (İ.Ö. VI. y.y.) ateşi bütün varlığın özü (arkhe) saymıştı. Oysa ondan epey önce, İ.Ö. VII. yüzyılda İran'da ateşi kutsal sayan, Zerdüştlük diye anılan bir din vardı. Ondan çok daha önce Hititlerde Pahhur adı ile kutsanan bir tanrı vardır. Bu ateş, ocak tanrısıdır. Ateşle, ocakla ilgili bütün işler onun yöntemi, denetimi altındadır. Hititlerden biraz daha önce yaşamış Sümerlerde de ocak kutsaldı. Sümerler ocağa guannı derlerdi. Ocakla ilgili ilaçları, sağaltma yöntemleri vardı. Anadolu'da ilaç yapmada büyücülükte ocağın önemi büyüktür. Ancak halk bunun nedenini bilmez. Ocağın sıcaklığı ile güneşin sıcaklığı arasında köklü bir bağlantı kurar, ateşi ocağı kutsal sayar.

Ocakla, ateşle ilgili ilaçlar genellikle okuyup üflerne,tütsülerne biçimindedir. Hasta ocağın başına getirilir, daha önce ocağa atılan kemik, kabuk, tohum, kozalak türünde ne varsa, hastayı sağaltacağına inanılan ne ortaya konmuşsa, ateşe atılır. Onların yanması sonucu çıkan duman hastaya koklatılır, hasta onları derin soluk alışverişlerle içine çeker.Bu arada okunur, üflenir. Bu sağaltma yöntemi bugün de Anadolu'nun birçok yerinde uygulanır,yapılır. Daha doğrusu Hitit tanrısının yerini bir başka tanrı alır. Hititlerde sankunnis denen din görevlisinin yerini rahip, haham, papaz, hoca, cinci gibi çağa uygun görevlilerin başında bulunan kimseler alır. Bu durum bir tarih gerçeğidir, doğanın gösterdiği doğrultuda bir gelişimdir. İnsan kendi çevresinden yavaş yavaş dışa doğru bir açılma, bir yayılma gösterir. Bu yayılma yaşamakla ilgili bir deneme sonucudur.

Anadolu inançları yaşama ile bağlantılı denemelerin, uygulamaların ürünüdür. İlaç yapımında kullanılan ne varsa zamanla denenmiş, yararı saptanmıştır. Hititler ma hlas dedikleri asmayı (üzüm asmasını) kutsal sayarlardı. Bu kutsallık asmanın özündeki yararlılıktan doğuyordu. Asma insana yıkım getiren, öldürücü nitelikte bir bitki olsa Hitit toplumunda, Hitit inançlarında yaygın bir yeri olmazdı. İnsanlık tarihinde insana yıkım getiren, ağulu, öldürücü bitkiler arasında kutsal sayılan yok gibidir. Bundan da kutsallığın kökeninde insan için bir yararlılık saklıdır. İnsana yararı olmayan, insanın işine yaramayan bir nesne kutsallık taşımıyor halk inançlarında. Bu tür bitkilerden, doğa varlıklarından ilaç da yapılmıyor pek.

Anadolu ilaçlarının yapımında bitkilerle hayvanlardan yaralanıldığını, bunların birer kutsal varlık olduğunu daha önce söylemiştik. Şimdi de ilaç yapmaya yararlı olan kutsal hayvanları sayalım. Hititlerce mus (yılan) kutsal bir hayvandır. Sümerceden Hititçeye geçen bu mus sözünden anlaşıldı-ğına göre Hititler komşularından esinlerımiş, yararlanmışlardır ilaç yapımında. Yılanın dişleri, gömleği, gözleri bir takım hastalıklara iyi gelir denir. Günümüzde bile yılanın baş ile kuyruk yanlarını atıp ortasını alır (ağulu yerleri atılır) iyice pişirdikten sonra yiyen insanda mayasıl olmaz, birtakım deri hastalıkları geçermiş. Bu derıendiği söylenen bir olaydır. Ancak bu yeni olmasa gerek. Hititlerde çok kutsal sayılan bir iliuyanka adlı yılan vardı. Bu bir dev büyüklüğündeymiş. Kartallarla savaşırmış. Bu yılan öyküsü Mısır'da da vardı. Şimdi üzerinde durulması gereken konu şudur: Yılandan ilaç yapılıyor, yarar sağlanıyor. Eskiçağda yılanın kutsal sayıldığı özbirliği vardır. İnsana yaran dokunan bir nesne kutsallık kazanabiliyor insan düşüncesinde. Yoksa önce kutsal sonra yarar gelmiyor. İlkin yarar, sonra kutsallık geliyor.

Hititler bal'a melit derlerdi. Bundan tatlı anlamına gelen meliddus sözü türetilmiş. Bu sözün gerçek anlamı da ballı (bal gibi tatlı) demektir. Balı yapan an kutsaldı, sevilen, sayı-lan bir hayvandı. Eski Mısır'da an, kannca yaraların dikilmesine kullanılırdı. Özellikle baldan ilaç yapılır, hastalıklarınsağaltılması yoluna gidilirdi onunla. Baldan bugün de ilaç yapılıyor. Arada görülen benzerlik kutsallık, ilaç yapımı, eskiden olduğu gibi balın bugün de yaralı oluşu, ilaç yapımına elverişli sayılışı gelişigüzel bir durum olmasa gerek. Neden bugün ilaç yapımında yararlanılan bitkilerin, hayvanların çoğu eskiçağda Hititlerce, Sümerlerce, Mısırlılarca kutsal sayılıyordu ya da neden eskiçağda kutsal sayılan varlıklardan bu gün ilaç yapılıyor? Bu sorunun karşılığı gene kendi içindedir.

Bugün Anadolu halkı geleneklere, göreneklere dayanarak birçok ilaç yapıyor. Bu halk ilaçların çoğunun çağdaş hekimlikte de yararlı oldu kamsı yaygındır. Halk bunlan belli kitaplardan okuyup öğrenmemiştir. Çünkü bu ilaçların çoğu yazıya bile geçmemiştir. Peki bu ilaç geleneği nereden geliyor dersirıiz? Karşılığı açık, yaşamdan. Halk göre göre öğreniyor, öğrendiğini uyguluyor, gene göstere göstere geleceğe aktarıyor. Halk kanısına göre romatizmaya an sokması iyidir. Romatizmalı bir insamn ağrıyan yerini an sokarsa ağrı geçermiş. Bu denenmiş bir olaydır, öyle söyler Anadolu halkı. Annın saygı görmesinde bu türden yararlı olayların etkisi açıktır. Anadolu ilaçlannda en ilgi çekici yan sürekliliktir. Günümüzün halk ilaçlanm incelerken, insan ister istemez, daha gerilere, uzak geçmişe doğru gidiyor. Eskiçağın inançlanyla günümüz halk ilaçlan arasında köklü bir bağlantımn bulunduğunu görüyor. Eskiçağda kutsal sayılan bir bitkinin bir biliniyor. Hindistan'da birtakım yılanlara tapılıyor, onlara tanrı gözüyle bakılıyor. Yılanla yapılan ilaçların özünde bu eskiçağdan kalma kutsallığın etkisi açıktır. Bugün kartal büyü yapımında da, nazar değmesinde, ilaç yapılışında da yararlı sayılır. Özellikle kartal gözü göz değmesine iyi gelir, büyüde çok işe yarar. Oysa Hititler kartala haras derlerdi. Kartalonların inancına göre kutsaldı. Kurt, gerek dişleri, gerek tırnakları, tüyleri ilaç yapımına, büyüye, göz değmesine elverişli, yararlı sayılır. Luvi dilinden Hititçeye geçen vetnas sözü kurt anlamına gelir. Hititlerde bu hayvana kutsaldı. Demek kutsallıkla ilaçlar arasında bir bağlantı, bir hayvanın bugün· ilaç yapımında yararlı olduğu görülüyor. ıHitit kabartmalarında görülen hayvanlardan biri de ayıdır. Bugün ayı ayağından ilaç yapılıyor. Özellikle ağrilara iyi geldiği söylenir. Gene Hitit kabartmalarında fare, tavşan, türlü türlü kuşlar görülür. Günümüzde bu hayvanların halk ilaçlarının yapımında kullanıldığı biliniyor.

Sıvılardan, sulardan, bitkilerden yapılan ilaçların (halk ilaçlarırıın) daha etkili olsun diye ay doğduğu gecelerde ayaza konduğunu biliriz. Oysa Hititlerde ay tanrısı Kaşku, Hurilerde Kuşuk, Samilerde Sin birer iyilik Tanrısıdır. İnsanların yardımına koşar, onları korur, sıkıntılı günlerinde ellerinden tutar, kötü ruhları kovar bu tanrılar. Şimdi ilacın ayaza kon ması ile bu iyilik tanrıları arasındaki bağlantı çıkıyor ortaya.

Günümüz halk inançlarında olduğu gibi, eskiçağda da hastalıkların, büyük yıkımların Tanrılardan geldiği kanısı vardı. Özellikle salgın hastalıklar öfkelenen, belirsiz bir neden yüzünden insanlara kızan kötülük Tanrılarının insanların başına getirdikleri korkunç yıkımlardı. Bunun en güzel örneğini kral Murşil (i.Ö.1334-1306) ağzından Tanrılara söylenen yakarışlı, içli şiirdir. Hitit ülkesinde çıkan bir veba salgını yüzünden Tannlara sığınıyor kral, onlara yalvarıp yakarıyor salgını kaldırsınlar diye.

Yumuşasın yüreğiniz yeniden kovun uzaklaştırın

Bu vebayı Hattiler ülkesinden

Bu dizelerde vebanın ortaya çıkışı, öfkelenen Tarırılann insanları cezalandırışı olarak beliriyor. Nitekim biraz aşağıda şöyle diyor kral:

Soyumun suçunu taşıyorum sırtımda ailemin

Ey Tannlar efendilerim benim

Dirlik düzenlik verin ortalığa şimdi

Acıyın bana ey Tanrılar efendilerim bağışlayın

Ben size sığınışım işte

Yalvarırım size dinleyin beni bir kötülük yok

İçimde eskilerin suçundan yaptıklarından sorumlu

Tutmayın beni onlar ölüp gitmişler çoktan ben

Babamın günahını çekemeyeyim artık ... Yakarış daha uzayıp gidiyor. Eski bir suçtan dolayı Hatti ülkesinin başına gelen yıkımdan Tanrılara sığınıyor kraL. Aradan binlerce sene geçmesine karşılık Anadolu halkı-nın inançlarında, geleneklerinde, göreneklerinde (bu konuda) önemli bir değişme olmamıştır. Özellikle kuraklık dönemlerinde halkın hocaların, cinlerin yönetimi altında yağ-mur duası'na çıkışı bunu gösterir açıkta. Bir doğa olayının karşısında Tanrıya sığınma eğilimi Anadolu insanıyla yaşıttır yaşadığımız topraklar üzerinde.

Bugün Anadolu halkı yağmur suyu ile yıkanmayı u-ğurlu, yararlı sayar. Saçları uzatır, saçların dökülmesini önler, kırıklığı, baygınlığı giderir, insana bir ıçaçıklığı, bir yumuşaklık verir yağmur suyu. Böyle inanır halk onu bir ilaç olarak kullanır. Hititlerin heyus dedikleri yağmur, onların inançlarına göre kutsaldı. Tanrıların insanların yararı için gönderdikleri bir yarar, bir bolluk kaynağıydı. Nitekim tektanrıcı dinler, özellikle İslam dini yağmura rahmet dedi (halk arasında böyle söylenir. Yağmur yağıyar yerine, rahmet yağıyor denir.) Rahmet sözü yardım, acıma, iyilik etme, yararlı olma anlamlarını içerir Arap dilinde.

Anadolu ilaçları, yalnız Anadolu kaynaklı değildir. Komşu ülkelerden öğrerıilmiş, edinilmiş ilaçlar vardır Anadolu ilaçları arasında. Bunların başında Anadolu kökenli olma yan bitkilerden, tozlardan yapılmış ilaçlar gelir. Genellikle Anadolu ilaçları Hindistan, İran, Mısır, Mezopotamya, (Sümer, Akad, Babil) uluslarından edinilmiş denemeler, aktarmalar karışmış, kaynaşmıştır. Hititçede geçen Sümerce, Akadça sözlerden, din kavramlarından, birtakım özel adlardan (bitki, hayvan) anlaşılıyor bu. Ancak, Anadolu halkı dışarıdan aldığına yenilerini eklerniş, onları geliştirmiştir de. Söz gelişi ilkçağda Bergama'da yaşayan, sonra batıya göçen Galenos (İ.S.2. yüzyıl) adlı hekimin yaptığı ilaçlar vardır. Ancak Galenos'un bu ilaçlan kendisinden çok önce, Anadolu'nun Ege adalarındayaşamış (İstanköy) Hippokrates (İ.Ö.460-377)'den aldığı biliniyor.

Anadolu'da yapılan ilaçlar zamanın akışı içinde yeni yeni denemeler, görenekler sonucu boyuna artmıştır. Bilinmeyen bir otun, bir tozun bulunuşu, bir yemişin, bir çiçeğin denenişi, bir rastlantı sonucu yenen nesneden doğan yararhalk düşüncesinde yeni yeni ilaçların yapımını sağlamıştır. Bunu yakın çağlarda Anadolu'ya getirilen mısır, domates, patates, kahve, çay gibi bitkilerin ilaç yapımında kullanılmasından anlıyoruz açıkça. Kanın durdurulmasına yarayan tütünün Anadolu'ya birkaç yüz yıl önce getirildiği biliniyor. Halk bunun belli yerlere yaradığını bulmakta, öğrenmekte gecikmemiştir. Bu olay bize halk düşüncesinin sürekli biryaratış akışı içinde olduğunu bildiriyor. Anadolu'da ilaç yapımı bölgelere göre değişir demiştik. Bu değişme bitki örtüsüyle, doğal yapı (çevrenin) ile ilgilidir. Ayrıca ilaçla inanç arasında da sıkı bir bağlantı vardır. Sözgelişi Bergama yörelerinde yapılan ilaçlarla, Doğu Karadeniz ya da Doğu Anadolu bölgelerinde yapılan ilaçlar arasında birtakım başkalık, ayrı-lık görülür. Damarotu denen ot Doğu Kandeniz yörelerinde olur. Yaralara (suyu) iyi gelir. Anadolu'nun başka yörelerinde bu ot pek görülmez. Bu nedenle ilacı da bilinmez. Anadolu halk ilaçlannın İslam dininden önceki dönemlerde olanları çoktanrıcı din inançlarırıa, İslam dininden sonraki dönemlerde uygulananlar da tektanncı (İslam anlayı-şı açısından) inanç lara uygun olarak düzenlenir. Sözgelişi İslam dininin yasak (haram) saydığı nesnelerden pek ilaç yapılmaz. İslam dininin ilaç yapımında uygun, yararlı gördü-ğü bitkilerin, tozların çoğu da gene eski çağlardan kalmadır.Kur'anda adı geçen incir, zeytin, nar, hurma gibi ağaçlardan önceleri de yararlanılıyordu.

Anadolu'da kullanılan halk ilaçlarının çoğu geleneklerle, göreneklerle, çağlardan çağa aktarılmakla yayılmış tutunmuştur. Kur'arı'da, hadislerde (Peygamber Hz. Muhammed'in özdeyişlerinde) geçen bitkilerle yapılan ilaçların kimi Arapça'dan yapılan çeviriler sonucu, hocalar, cinciler aracılı-ğıyla yayılmış, benimsenmiştir. Din kitaplarında adı geçen birtakım otlardan yapılan bu ilaçların da eskiçağlarda bağlan-tısı vardır. Arabistan'da zeytin, incir, hurma gibi nesnelerin çok eski dönemlerde, Tevrat'ta bile kutsallığını gösteren sözler vardır. Üzüm de öyledir.

İslam dini Anadolu'da yayılmaya başlayınca, onun önem verdiği bitkiler, orılarla yapılan ilaçlar değer kazandı. İslam büyüklerinin, bilginlerinin bitkilerle, ilaçlarla ilgili sözleri derlenip öğrenilmeye başlandı. Hadis, tefsir kitaplarında adı geçen bitkiler önemsendi. İslam inançlarına göre önemli sayılan, ilaç yapımında kullanılan doğa varlıkları genellikle şurılardır; tuz, kına, incir, üzüm, ayva, hurma, mercimek, yumurta, hindiba, turunç, hardal, nergis, mantar,pirinç, reyn, nar,sinemak,sarımsak,çörekotu, dereotu, zeytinyağı, kabak, üdi hindi, misvak, bal, küL, kavun, patlıcan,bakla, et, inek sütü. Arapların burıların dışında ilaç yapmakiçin çok bilgileri olmadığı anlaşılıyor. Nitekim bitkilerin Arabistan'da yetiştirememelerinin de anıldığı göz önünde tutulursa kiminin dışarıdan, komşu ülkelerden geldiği görülür. Güney'den gelen bu ilaç gereçlerinin yanı sıra eskiçağdan kalma ilaç yapım geleneklerinde de birtakım değişmeler oldu. İlaç yapılırken uygulanan okuyup üflemeler Arapça yapılmaya başlandı. İslam dini yavaş yavaş ilaç yapımında etkisini gösterdi. Böylece ilaç yapımı eski "denenmiş kişilerin" elinden çıkıp hocaların, cincilerin, ermişlerin eline geçer oldu. İlaç yapılan bitkilerin özünde bulunduğuna inamlan gizli sağaltıcı güçlerin yerini "Allah" aldı. Bütün gizli güçler "Allah'ın yö netimi altında" iş görmeye başladılar.

Bu tutum doğadan kopmanın başlangıcıdır. Eskiçağ insanı ilaç yaptığı bitkinin özünde bir doğa gücünün bulunduğu kanısındaydı. Sağaltıcı güç somuttu, ilaç yapılan bitkinin içinde saklıydı. İslam dini bunu kaldırdı attı. Bitkinin özündeki doğaL, sağaltıcı güç dışta kaldı, doğanın ötesinde, evrenin sonsuzluğunda bilinmeyen Tanrı'nın eline geçti. Artık insana yarayan ilaç özü bitkide değil "Allahtadır denir oldu. Böyle koptu Anadolu insanı doğadan. Bu kopuş ilaç yapılan bitkilerin de azalmasına yol açtı. İlaç yapmaya kalkan kimse işine yarayacak bitkiyi doğada değil de Kur'arıda peygamber sözlerinde, İslam büyüklerinin özdeyişlerinde aramaya koyuldu. İlaç yapımına yarayan varlıkların kimine "haram", kimine "mekruh" dendi'". Bu tutum, bu gökten indiği söylenen kitaba, buyruğa kesinlikle uyma gereği Anadolu'da bitkilerden,hayvanlardan ilaç yapımını sınırlandırdı. Sözgelişi alkollü içkiler toptan yasaklandı (İslam dininde sekr veren, insanı keyiflendiren içkiler), içilmesi, yenilmesi büyük suç sayıldı. Oysa daha önceki çağlarda bunlardan ilaç yapılır, hastalıkların giderilmesinde yararlı olurdu. Burada ilaçlarla inanç arasında bir gerginlik ortaya çıkıverdi. İlkin inançla ilaç birbiriyle iyice bağdaşıyordu. İlaç yapılan nesneye karşı bir saygı, bir yakınlık inancı vardı. O nesnede insana yararlı bir özünsaklı kaldığı inancı yaşıyordu. Sonra bu inanç sarsıldı, sınırlandı. Tektanrıcı bir dinin "yasak" koyduğu bitkinin, hayvanın ilacı da "yasakm sınırları içine giriverdi.

Görünüşte önemsiz gibi gelir insana bu din yasağı. Bir bitkinin, bir hayvanın yenmesi, ilaç yapımında kullanılması yasaklanırsa bundan ne çıkar gibi bir düşüneeye kapılabilir insan. Biraz üzerinde durunca bundan çok önemli sonuçların çıktığı anlaşılır açıkça. İlkin insan dinin koyduğu yasaklarla doğadan, çevresini kuşatan kimi doğa varlıklarından uzaklaşıyor. Onları çevresinden uzaklaştırıyor. Başlangıçta sınırsız olan doğal çevresini bile bile sınırlandırıyor. Çevresini saran doğa varlıklarının sayısını azaltıyor. Hayvanların kimine "haram", kimine "mekruh" diyerek bir kaçınmanın, bu kavramlarla nitelenen yanına bile sokulmamanın gereğini sürüyor ileri. Haramların, mekruh (iğrenç) ların sayısı arttıkça insanın çevresindeki doğa varlıkları, yararlanılması gereken nesneler azalıyor demektir. Bu sımrlama, kendi kendini yoksun bırakmadır. Sözgelişi XVI. Yüzyılın ünlü din bilgini sayı-lan Ebussuud Efendi'nin verdiği fetvalarla ilginç sözler, yasaklar vardır. Bunlardan birkaçım görelim: "İstakoz ve kerevit (büyük karides) ve midye ve istıridyenin ekli helal olurmu (yenmesi uygun düşer mi?), Elcevab keraheti tahrimi ile mekruhtur (yasaklanan iğrenç nesnelerdendir, yenmez).' "Zeyd (erkek) mütalaaya kuvvet için yahut hazm-ı taam içün kahve içse helal olur mu (yenmesi uygun düşer mi?), Elcevab; keraheti tahrimi ile mekruhtur (yasaklanan iğrenç nesnelerdendir, yenmez)". "Zeyd (erkek) mütalaaya kuvvet için yahut hazm-ı taam içün kahve içse helal olur mu (düşünmeyi okumayı güçlendirmek ya da yemeği si:ndirmek için kahve içse yaraşır mı?) Elcevab: Feseka alet-i levh-ü fücur ile içtikleri mekruhu adam istimal mi ider? (ortalığı bozup karıştıran kimselerin oyup oynayıp eğlenirken içtikleri iğrenç nesneyi insan kullanır mı?) Burada kahvenin de yasaklandığı m söylüyor. Oysa İslam dininin doğuşundan sonra bulunmuş, Kur'an'da adı bile geçmez. Ebussuud Efendi adı geçen deniz hayvanları yamnda kahve, afyon, boza, haşhaş, macun, esrar gibi birtakım nesneleri de yasaklarınştır. Bunların çoğu ilaç yapımında kullamlır. Kimi din bilginleri bunların ilaç olarak Anadolu ilaçlan, eskiçağlarda, insanla doğa arasında sürüp giden bir kaynaşmanın, bir birliğin sağlanmasına yol açıyordu. Bir ottan mı ağulandı onu giderecek ilacı gene ottan yapıyordu. Elini ayağını bir taş mı kesti, kanını gene o taşın üzerindeki yosunla durduruyor, yarasını onunla sağaltma olanaklannı anyor, buluyordu. İlacın yapıldığı ot, hayvan eskiçağ insanı ile doğa arasında bağlantı kuruyor, birlik sağlıyordu. Eskiçağ insanı doğada bulduğu ottan yaptığı ilacın özünde saklı tannsal gücün ilaçla kendi gövdesine girdiği kanısındaydı. Alınan ilaçla tannlaşan bir yanı vardır eskiçağinsanının, böyle sanırdı boyuna. Tektarıncı dinler bu inancı ortadan kaldırdı. İlacırı gücünü doğada değil de doğanın dışında, ötesinde arama yoluna koyuldu. İslam düşünürleri ilaç yapma konusunda Hz. Muhammed'in birtakı~ sözlerini aktanrlar. Sözgelişi, "İncir yiyiniz".Uçmaktan bir yemiş geldi, onun adına incir denir dersem yalan değil, sözünden dönmem. İncir basura iyi gelir". Şu sözden dolayı İslam hekimleri, ineiri basur ilacı olarak kullanırlar. Oysa incir, İslam dininden çok mu çok yüzyıllar önce ilaç yapımında kullanılıyordu. İslam dinine eskiçağdan, ilk çağdan geçmiştir. Ayva yerseniz yürek darlığını giderir, balgamı söker, yüreği besler güçlendirir. Gebe kadın yerse doğacak çocuğu güzelolur." Muhammed'in bu sözünden ayvanın ne denli yararlı bir bitki olduğu söyleniyor. Ayvanın yaran da eskiçağdan beri, özellikle İran'da biliniyordu. "Pirinç insana yararlıdır, sağlık esenlik verir." Bu da bir hadistir (Hz. Muhammed'in sözü). Ancak pirinç Arabistan'a Çin'den gelmiştir. Onun yaranna Araplardan yüzyıllarca önceden Çinliler bilirdi. "Nan içindeki zanyla birlikte yiyin, mideyi arıtır, güçlendirir, yararlıdır." Bu sözlerde dile gelen yarar da İslamIıktan çok önce İran'da deneyle saptanmıştı. "Kim sabahlan aç karnına Medine hurması yerse o gün boyunca ona ne ağu etki eder, ne büyü." Hurmanın da insana yararlı olduğu eski çağlarda bilinirdi.kullanılmasına bile karşıdır.

Bu yasaklarla insan çevresinden, doğadan sınırlı da olsa kopuyor, koparılıyor. Eskiçağın insanı doğa ile iç içe getiren yaşama anlayışı ortadan kaldırıyor. İnançlar insana yardımcı, yararlı olacak yerde onu baskı altına alıyor, davranışlarına, eylemlerine birtakım gereksiz yasaklar koyuyor.

İslam dini bu bitkilerde yarar vardır yiyin derken, dahaçok, Arabistan'da yetiştirilenleri, Tevrat'ta adı geçenleri anıyor. Daha önceki çağları, Arapların adı geçen bitkilerden ilaç yapıp yapmadıkları pek bilinmiyor. Ancak, Kur'an'ın koyduğu yasalara bakılırsa İslam dininden önce büyü, fal yoluyla hasta sağaltına işlemleri yapılıyordu. Özellikle Mısır'da yapılan eski ilaçlardan Arapların etkilendiği düşünülebilir.

Anadolu'da uygulanan halk ilaçlarının kimi de Şaman inançlarının izlerini taşır. Bunlar daha çok Asya'dan gelen boyların benimsedikleri Asya kökenli ilaçlardır. Özellikle Yörükler, Tahtacılar gibi eski toplum yaşayışını sürdüren Türk boyları bu tür ilaçları kullanmaktadır. Bunların kendi aralarında uyguladıkları büyüler, okuyup üflemeler de Şaman inançlarının etkisini taşır. Gene Anadolu'da yaşayan Tatarların sütten, at etinden, kısrak sütünden yaptıkları bütün ilaçlar Asya kökenli olup Şamanlıkla ilgilidir.

Anadolu'da bitkilerin, hayvarıların dışında sulardan, su köpüklerinden yapılan ilaçlar da vardır. Sözgelişi kutsal sudenen ayazma (Yunanca aigiasma'dan) kimi hastalıkların giderilmesinde yararlı, etkili sayılır. Bunun kökünde eskiçağ-lardan, suların kutsal sayıldığı dönemlerden kalma inançizleri saklıdır. Bu kutsal sular (ayazmalar) birkaç türlüdür. Kiminin üzerinde ince, kırmızımsı bir pas örtüsü vardır. Bu genellikle madensuyudur. Bunun demirli manganezli olduğu söylenir. Bu tür sular kemik hastalıkları, büyümeme, çocuk larda yürüyerneme gibi olaylar karşısında iyi sayılır. Kimi ayazmaların üzerinde de zeytinyağını andırır bir örtü olur. Bu da sancılara, iç ağrılara, uyuza, deri hastalıklarına yararlı sayılır. Kimi ayazmaların üzerinde de zeytinyağını andırır bir örtü olur. Bu da sancılara, iç ağrılara, uyuza, deri hastalıkları-na yararlı sayılır. Başka türden bir ayazma daha vardır. Bu içme suyu görüntüsünden olup' biraz acıdır. Buna genellikle acı su denir. Sindirim, mide ağrıları, barsak ağrıları, barsak bozuklukları için etkili olduğu söylenir. Bu tür suların başına çokluk topluca varılır. Hasta çocuklar (hastalığın türüne göre) suda yıkanır, su içilir. Büyükler de gereğinde bu su ile yıkanır, bol bol içerler. Anadolu'nun bütün bölgelerinde bu türden kutsal, yaralı sular vardır. Bunlar çok eski çağlardan kalma doğa varlıklarıdır. Bu suların çevresinde yılın belli günlerinde, özellikle yaz aylarında, dernek adı verilen şölenler, eğlenceler düzenlenir. Trabzon ili yörelerinde yaylalardayazın böyle büyük dernekler düzenlenir. Eskiden din, dil ayrılığı gözetilmeksizin, bu derneklere bütün yerliler katılırdı. 1923'ten sonra Hıristiyan halkın o yörelerden göçmesi üzerine şimdi yalnız Müslüman yerliler bu derneklere katılı-yor. Aşırı dinciler, çalgıya, oyuna karşı çıktıkları için bu derneklere gelmezler, bu gibi eğlenceleri yasak (haram) sayarlar. Böyle kutsaL, yararlı sayılan suların, ağaçların, kayaların çevresinde toplanmak, dernek yaparak hastalıklardan, yıkımlardan kurtulmayı dilernek, bu düşünceyle törenler düzenlemek eskiçağdan kalmıştır. Hititler, onlardan sonra gelen öteki Anadolu ulusları, sözgelişi Bergamalılar, Urartular yılın belli günlerinde törenler düzenler, yeryüzüne iyilik etsin, bolluk yaratsın. kıtlıkları, yıkımları kaldırsın diye tanrılara yakarılardı. Aydın-Manisa yörelerinde düzenlenen mesir bayramı bu eskiçağ geleneklerinin bir kalıntısıdır. Eskiçağ insanı kendini doğanın bütünlüğü içinde buluyordu. İslam dininin insanı doğada konuktur, bir yolcudur. Bir süre konaklayıp göçecektir. Bundan dolayı bütün dünya davranış-ları, tutumları eylemleri bu yolculukla sınırlıdır. Yapacağı ilaç ancak bu yolculuk süresi içinde yararlı olma gereğindedir. Onun geleceğe etkisi yoktur; yasaklanan nesnelerden yapılırsa suçtur öte dünya için. Buna karşılık eskiçağ insanı-nın yaptığı, kullandığı ilaç, içinde yaşadığı evrenle bağlantılı-dır. Onu evrenin bütünlüğü ile birleştirir niteliktedir. Eskiçağ insanının aldığı ilaç onunla evren bütünü arasında köklü bir varlık bağlantısı kurar. İlacı doğanın bütünününe katıldığına inanır eskiçağın Anadolu insanı. Bu inanç günümüzde gene yaşıyor, ancak boyası biraz değişiktir. Halk ilaçlannın yapımında tutulan yol çağdaş bilim anlayışına uygur. değildir, daha çok eski deneylere dayanır. Bu deneyler de genellikle yaran sağlanan olaylardan doğmuştur. Anadolu'da ilaç yapımını gerektiren geleneklerin iki ana bölüme aynıdığı görülür. Birincisi eskiçağlardan gelen, çoktanrıcıı dinlerin egemen olduğu dönemlerin anlayışını yansıtan doğacı gelenek. Bu gelenek insanla doğayı bir bütün olarak görmenin sonucu doğdu. Ancak bu görüş bilinçli değil, duygulara, sezgilere dayanan bir inanç niteliğindedir. İkinci gelenek tektanncı dinlerin doğuşundan sonra din kitaplarına dayanan yolu içerir. Bu yol insanla evren arasına sınır ı:0Ymuş, iyileştirici gücü daha önce de söylendiği gibi ilaç yapılar. nesnenin özünde değil, evrenin ötesinde olan bir tannda arar. Birinci gelenek deneylere dayandığı için öz bakımından pek değişmemiştir demiştik. İkinci gelenek Tann anlayışına, din kurallanna dayandığı için boyuna değişir. Hocalann, cincilerin tutumuna bağlıdır. Öyle ki Harıefi, Malik'i, Şafii, Hanbeli,Şii gibi köklü İslam dinine dayanan mezheplere göre inançlarda değiştiğinden ilaç geleneği de değişir. Eskiçağ ilaç geleneklerine kanşan yalnız İslam dinine uygun okuyup üflemeler,muskalar, hamayıllardır. İlaç yapımında önemli bir değişim olmamıştır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp