Taylan Kümeli Stres, Korku Ve Saldırganlık

TAYLAN KÜMELİ Stres, Korku Ve Saldırganlık


Stres mide ülseri ve yüksek kan basıncından, sedef hastalığı ve depresyona kadar birçok sağlık probleminin nedenidir.Bunun tersi de doğrudur. Kanser, kronik yorulma sendromu, romatizmal kireçlenme ve AIDS gibi ciddi, uzun süreli ve tedavisi mümkün olmayan bütün hastalıklar kaçınılmaz olarak aşırı stres yaratırlar.
 
Başlangıç nedeni ne olursa olsun, stresin hastalığa ve hastalığın da daha fazla strese yol açtığı ve bunların aynı şekilde devam ettiği bir kısırdöngü yaratmak çok kolaydır. Bunu mümkün olduğu kadar erken fark etmek ve bu döngüyü tersine çevirmekte yardımcı olacak yolları aramak çok önemlidir.
 

Diyet

 
Duyarlı çocuklarda bazı yiyecekler bir tür çılgınlık durumuna (hiperaktiflik) yol açabilir. Kalp atışının yükselmesi, kan damarlarının büzüşmesi ve kas gerilmesi gibi vücutta stresle aynı semptomları yaratan yiyeceklerden kaçının. Bunlar:
 
• Aşırı alkol.
 
• Kahve ve kafeinli içecekler.
 
• Tatlılar ve şekerli besinler (özellikle akşamları, şeker beyini uyarır ve uykusuzluğa sebep olur).
 
• Aşırı tuz ve pastırma, tuzlama balık, soya sosu gibi tuzlu besinler.Su döngüsünün olmaması sonucunda kalp atışı hızlanır ve kaslar gerginleşir.Bu yüzden bol su içmek gereklidir.Çeşitli bitki çayları da sakinleştirici etkiye sahiptir. Aynı etkiye sahip olan diğer besinler aşağıda sıralanmıştır:
 
• Karpuz, kavun ve balkabağı.
 
• Salatalık.
 
• Kabak.
 
• Taze soğan.
 
• Maydanoz.
 
• Taze çilek.
 
• Yoğurt ve ayran.
 
• Limon suyu ve meyve suyu.Rezene, ısırgan otu ve karahindiba çiçeği daralmış olan kan damarlarının genişlemesine yardımcı olur.
 
Et türündeki yağlı besinler sindirimi zor olduğu için vücudumuzu zorlar.
 
Boyun ve omuzlara yapılan masaj beyne ve omuriliğe giden kan akışını artırır. Bu hipotalamus ve limbik sisteme (duyguları kontrol eder) ekstra oksijen sağlar ve sakinleştirir. Yoga ve meditasyon gibi bireysel yapılan egzersizlere her gün kısa da olsa zaman ayırmak stresle başa çıkmamızda bize yardımcı olur.

Stres Nedir?



Stres, vücudun çeşitli içsel ve dışsal uyaranlara verdiği otomatik tepki.

Stres; fizyolojik ve psikolojik olmak üzere ikiye ayrılabilir. Fizyolojik stres sadece HPA aksı üzerinden etki gösterirken, psikolojik stres varlığında bu aksa limbik sistem de özellikle hipokampus ve amigdala- dahil olmaktadır.

Stres maruziyetin artması; katekolaminler, adrenalin, noradrenalin ve adrenal glukokortikoitlerin sempatoadrenal salınımını artırarak katabolizmayı artırmaktadır. Bunun sonucunda lipolizi ve glikoz reservlerinin mobilizasyonunu artırır. Bu olay, enerji substratlarının dağılımını ve kullanılabilirliğini artırmada rol oynamaktadır. Davranışsal, otonom, immün ve endokrin sistemlerle ilişkili nöronlarda bulunan CRF, memelilerde öğrenme ve duygulanımla ilgili nöronal yapılarda bol miktarda bulunmakta, memelilerde stres yanıtında önemli bir rol oynamaktadır.

HPA aksı kompleks geribildirim mekanizmalarına sahip nöroendokrin bir yolaktır. Bu yolağın, stres maruziyeti sonucu artan aktivitesi hipotalamik corticotropin-releasing hormone (CRH)'ın salınımı ile ilgilidir. Strese tekrar maruz kalma, hipotalamus-pituitary-adrenal (HPA) aksında stres yanıtını düzenleyen önemli bir alandan salınan CRF; hipatalamo-hipofizer portal sistemde taşınarak ön hipofiz bezine ulaşmaktadır. Burada anterior lobun proopiomelanocortin (POMC) üreten hücreleri POMC öncülünün bir son maddesi olan ACTH'ı üretmek için eşzamanlı olarak aktive olur. Dolaşımdaki ACTH adrenal kortekse vardığında, steroidogeneze ve plazma glikokortikoit miktarının artmasına neden olmaktadır.

Korku Nedir?

Korku, bir belirsizlik karşısında tehdit algısı ile tetiklenen rahatsız edici ve olumsuz bir histir. Korku belirli bir ağrı veya tehdit olarak algılanan bir tehdit sonucunda, uyarıcı bir tepki olarak ortaya çıkan yaşamsal bir mekanizmadır. Korku görünüşte evrensel bir duygudur. Herkes bilinçli veya bilinçsiz bir şekilde çeşitli korkulara kapılabilir. Tehlike ile karşılaşan bir kişi korkar ve bu korku sonucunda kaçmak için bir tepki oluşturur ( aynı zamanda kavga et-kaç tepkisi olarak da bilinir.), ancak aşırı durumlarda ( nefret ve terör gibi ) korkan bir kişi donup kalabilir veya felç tepkisi vermesi de mümkün olabilir. John B. Watson, Robert Plutchik ve Paul Ekman gibi bazı psikologlar korkunun temel ya da doğuştan gelen küçük duygu dizilerinden birisi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu dizi aynı zamanda sevinç, üzüntü ve öfke gibi duyguları da içerir. Korku kişide, herhangi bir belirli türde duygusal durum veya anlık bir dış tehdit oluşmadan meydana geldiği takdirde, anksiyete olarak ayırt edilmelidir.

SALDIRGANLIK NEDİR?

Saldırganlık kavramı “Diğer bir canlı yada nesneye yönelik incitici ve rahatsız edici davranışlar” olarak tanımlanmaktadır (Boxer ve Tisak 2005).
Saldırganlığın ne olduğunu herkesin bildiği düşünülebilirse de “Hangi davranışlar saldırgan olarak değerlendirilmelidir?” sorusunun yanıtı üzerinde bir anlaşmaya varılmış değildir. “Saldırganlık başkalarını incitmeyi amaçlayan her türlü davranış ya da eylemdir” şeklinde tanımlanabilir (Freedman, Sears, Carlsmith,1998). Saldırganlık psikolojik zarar verme niyeti taşıyan tüm davranışları da içerir.
Şu durumlar saldırganlığa neden olabilmektedir:
  • Alkol, uyuşturucu kullanımı ve ilaç zehirlenmeleri
  • Beyin zedelenmesinew neden olan kazalar
  • Beyni etkileyen bedensel hastalıklar (karaciğer, böbrek hastalıkları vb)
  • Sara, bunama, vb. Beyin hastalıkları w
  • Psikiyatrikw Şizofreni, mani, paranoid bozukluk, kişilik bozukluğu hastalıklar vb
Saldırganlık durumunu arttıran (tetikleyen) durumlar şunlardır:
  • Erkek olma
  • 15–24 yaş
  • Yoksulluk ve eğitimsizlik
  • Aile ve çevre desteğinin yetersiz olması
  • Geçmişte saldırganlık öyküsüw
  • Çocuklukta şiddete maruz kalma
  • Madde kullanımı
  • Çözümlenemeyen önemli yaşam sorunları
  • Kalabalıklar ve galeyan ortamları
İnsanda ve hemen tüm hayvan türlerinde türün erkek üyeleri kadınlara göre daha saldırgandır. Saldırganlık ve cinsiyetler arasındaki farklılık konusunda yapılan davranışsal gözlemlerde ve araştırmalarda çocukluk döneminde oynanan oyunlardaki şiddet öğesi açısından erkek çocukların daha çok bu tür oyunları tercih ettikleri bulunmuştur. Yetişkin insanlarda yapılan çalışmalarda şiddet suçları ile ilgili istatistikler göz önüne alındığında erkeklerin kadınlara göre daha saldırgan davranışlar gösterdikleri saptanmıştır. Bu farklılıklardan herhangi bir anda kesin olarak sorumlu tutulabilecek belli bir madde izole edilememiştir. Hayvanlar ve insanlar üzerinde yapılan birçok çalışmada ve gözlemde, androjen (erkeklik hormonları) düzeyi ile saldırganlık arasında bağlantı olduğu ortaya çıkmıştır.

Cinsiyet hormonlarının etkisi, özellikle bebek gelişiminin anne karnındaki dönemlerinde daha yoğun olmaktadır. Hayvanlarda bu hormonun daha ana rahmindeyken beynin cinselliğe göre şekillenen alanları üzerine etki ederek saldırgan davranış dağarcığının oluştuğu gösterilmiştir. Diğer yandan kadınlık hormonları örneğin östrojenler, birçok türde kavgacılık davranışını baskılamaktadırlar. Cinsiyet hormonlarının insanlarda saldırganlık davranışı üzerine etkilerini saptamak ise, daha karmaşık ve zordur. Bu konuda hormon uygulayarak deney yapmak ahlaki olmadığından ancak doğal gözlemlere dayanılarak (örneğin anneleri gebelikte yanlışlıkla hormon ilacı kullananlar veya doğumsal bozukluklar nedeniyle herhangi bir hormona aşırı maruz kalmış bebekler ya da normalde olması gereken kimi hormonların yokluğu nedeniyle o tip hormona hiç maruz kalmamış bebekler gibi) bazı sonuçlar çıkarılabilir. Örneğin insanlarda yapılan çalışmalarda androjene duyarsızlıkla giden kimi hastalık durumlarında saldırganlığın azaldığı; buna karşın adrenogenital sendromlu kız çocuklarında (annedeki androjenlerin yüksek seviyede olup bebeği etkilemesiyle çıkan doğumsal hastalık) saldırganlıkla ilgili oyunların arttığı bulunmuştur.

Buna göre, anne karnındayken aşırı dozda erkeklik hormonuna maruz kalmış bebeklerde erkeksi davranışlar, artmış saldırganlık, erkeklerin oynadığı oyunları tercih etme gibi durumlar görülmektedir. Kadınlık hormonlarının etkisi daha tartışmalıdır. Bu hormonlarla da kadınsı davranışlar ve azalmış saldırganlık izlendiğini söyleyen yayınlar mevcuttur. Ancak bu hormonal etkilerin ortaya çıkışı için maruz kalınma dönemi ve miktarı önem taşımaktadır. Aynı cinsiyet içinde de bazı bireylerin diğerlerine göre daha saldırgan olmasını hormonal etkilerle açıklamaya yönelik çalışmalar vardır. Hayvanlarda birçok türde erkeklik hormonuyla saldırganlık arasında pozitif bir ilişki gösterilmiştir. İnsanlarda yapılan bazı çalışmalarda düşük kan kortizol düzeyi ile alışkanlık haline gelmiş şiddet arasında bağlantı olduğu gösterilmiştir.

SALDIRGANLIK KURAMLARI

Saldırganlık eğilimini daha iyi açıklamak için çeşitli teoriler geliştirilmiştir. 4 temel teoriden bahsedilecektir.

 

1) İÇGÜDÜSEL YAKLAŞIM
Saldırganlıkla ilgili “içgüdüsel kuram”ı savunan en meşhur psikologlardan Freud ve Lorenz’dır. Ancak saldırganlığın fonksiyonelliği konusunda tamamen zıt fikirlere sahiptirler. Şöyle ki: Lorenz’e göre saldırganlık güdüsü hayata hizmet ederken; Freud, saldırganlık içgüdüsünün ölümün hizmetinde olduğunu ileri sürmüştür.
Freud’a göre; Saldırganlık davranışı, insan ve hayvan doğasının doğuşundan gelen, genetik kökenli bir içgüdünün dışavurumu olarak gören anlayıştır.
Bireyin davranışı, iki temel güç tarafından yönetilir.
  1. Yaşam içgüdüsü (eros)
  2. Ölüm içgüdüsü (thanotos)
Eros, kişileri haz aramaya ve isteklerini gerçekleştirmeye yönlendirirken, thanatos benlik-yıkımına yöneltir. Bu kurama göre saldırganlık insan doğasının kaçınılmaz bir parçasıdır ve bireyin kontrolü dışındadır.

 

2) KATARSİS KURAMI (BOŞALMA)
Saldırganlık duygularının boşalımına katarsis (boşalma) denmektedir.
Saldırganlık dürtülerinin saldırganlığın açığa vurulması ya da boşaltılması ile azaltılabileceği görüşünüdür. Örneğin; birçok psikoterapist hastalarının anlatamadıkları duygularını anlatmaları için onlara cesaret vermekte ve böylece onların duygusal coşkuları serbest kalarak rahatlamaların neden olmaktadır. Eğer insan saldırgan duygular içersinde ise bu duygularını saldırgan davranışta bulunarak boşaltabiliyorsa, saldırgan davranışta bulunma eğilimi azalacaktır.
Katarsis teorisine göre 2 tür katarsis yaşanır.
  1. Duygusal Katarsis: Uyarılmışlık ve öfkede bir azalma olmasıdır.
  2. Davranışsal Katarsis: Saldırgan olmaya karşı azalan eğilim yaşanmasıdır. (Keskin, 1998).
Saldırganlığın katarsis ile ilgili 3 sonucu bulunmaktadır.
  1. Kızgın kişilerin fizyolojik rahatlaması saldırgan davranışlar ile azalırken, gevşeme saldırgan olmayan eylem ile ortaya çıkabilir.
  2. Saldırgan duygular ile yüklü bir bireyin gerçekleştirmek istediği saldırgan davranış, başka bir birey tarafından gerçekleştirilirse saldırganlıkta azalma olur.
  3. Saldırgan eylemleri izlemek, kızgın kişilerde saldırganlığı artırır 
3) ENGELLEME – SALDIRGANLIK MODELİ
Saldırganlığı içgüdü kuramından farklı bir biçimde açıklayan engelleme-saldırganlık modelinde, saldırganlık bir dürtü olarak görülmüştür. Bir içgüdünün tersine, dürtü her zaman varolan, sürekli artan bir enerji kaynağı değildir.
Bu enerji modeline göre, kişi saldırgan davranmaya güdülenir, ancak bu güdülenme doğuştan faktörlerle değil, engellenmenin yarattığı bir dürtüden kaynaklanır. Engelleme, kişinin amaca yönelik davranışının dışsal olarak bloke edilmesi demektir. Engellenme, bireyin dış çevre-sinden gelebileceği gibi, iç dünyasında yaşadığı çatışmalar sonucu da meydana gelebilir Engellenmenin dozu veya amacı gerçekleştirme isteğinin gücü, saldırganlık eğiliminin gücünü de belirlerken, sonuçta karşılaşılacak olan cezanın büyüklüğü, doğrudan saldırganlığı azaltmaktadır. 

 

4) SOSYAL ÖĞRENME KURAMI
En kabul gören saldırganlık kuramlarından biriside; Albert Bandura nın öncülüğünü ettiği sosyal öğrenme yaklaşımıdır.
Bu yaklaşıma göre; kişiyi saldırganlığa iten güçler içsel olmaktan çok dışsaldır. Bu kuramın dışsal etkenlere daha büyük önem versede, kişiyi yalnız çevre etkenlerine (ödüller, cezalar) tepki veren güçsüz bir organizma olarak görmemiştir. Bu kurama göre, çevre  kişi arasında çift yönlü bir etkileşim söz konusudur. Hem çevre etkenleri davranışları şekillendirip etkiler, hem de çevre davranışlarından etkilenir 
Öğrenmenin saldırganlığın türü ve miktarı üzerinde önemli etkisi olduğunu ileri sürmüşlerdir. Bu kurama göre çocuklar, saldırgan davranışları gözlem ve taklit yoluyla öğrenmektedir. Saldırganca tepkilerin ödüllerle pekiştirilmesi ise, saldırganlığın güçlü bir alışkanlığa dönüşme-sine neden olmaktadır. Ödüllendirilme dışardan olduğu gibi, bireyin kendi içinde duyduğu bir doyum ve gerilimden kurtulma duygusu da olabilir. 

AİLEDE ŞİDDET VE SALDIRGANLIK

Şiddet ve saldırganlık farklı birer olgu gibi değerlendirilse de, konu ile ilgili çalışmalara bakıldığında, şiddet ve saldırganlığın birbirinden bağımsız kavramlar olmadığı görülür.
Şiddet, insanda doğal olarak var olduğu kabul edilen saldırganlık eğiliminin bireysel ya da toplumsal boyutta, ancak diğerine zarar verecek biçimde dışa vurulması, yansıtılması olarak tanımlanabilir.

Aile içi şiddet, ailenin bir üyesinin ailenin diğer üyelerine karşı gösterdiği her türlü saldırgan davranıştır. Aile içi şiddet yalnız kaba kuvvet kullanılmasını ifade eden bir kavram değildir. Kişiyi isteği dışında belli bir biçimde davranmaya zorlayan her türlü tutum ve davranış aile içi şiddet içinde değerlendirilmelidir. Sanıldığından çok daha yaygın olan aile içi şiddet, insanların ruh sağlığını olumsuz etkileyen bir etmendir.
Kuşaktan kuşağa aktarılan, her zaman basitçe şiddetin kendisi değil, bu durumu çevreleyen duygusal atmosferdir. İçselleştirilen öfke, korku ve çökkünlük duyguları, kişinin tutum ve davranışlarını yaşam boyu etkileyebilmektedir. Şiddet ve ihmal sonucu oluşan ruhsal yapı, çoğu kez yine çeşitli biçimleriyle şiddeti doğuran bir saldırganlık kaynağı olabilmektedir.

 

Aile içinde çocuğa yönelik şiddet, çocukta fiziksel yaralanmalara yol açmasının yanı sıra bilişsel, davranışsal, sosyal ve duygusal işlevler üzerinde de zararlar yaratmakta ve aile içinde istismarın tüm genetik hastalıkların toplamından daha çok insanın yaşamına zarar verdiği bildirilmektedir. Çocuğun aile içinde şiddete uğramasında birçok etkenin birlikte rol oynadığı gözlenir. Bu etkenler, ailenin içinde bulunduğu ortamın sosyokültürel, ekonomik, psikolojik ve iletişimsel özelliklerinin ürünü olup çocuğun sosyoekonomik, kültürel düzeyi düşük bir aileden gelmesi anne-babanın evlilikle ilgili -ayrılık, yalnız başına anne veya baba olma vb.- sorunları, ve anne-babanın çocuğa ve çocuğun da annebabaya karşı olumsuz tutum ve davranışlar sergilemesi gibi etkenlerin çocuğun aile içinde şiddete uğramasında ve saldırgan eğilimler göstermesinde öne çıkmıştır. Çocuğun şiddete uğrama ve saldırgan olma olasılığını artıran bu özellikler, çoğunlukla çevresel etkenlerle etkileşime bağlı olarak ortaya çıkan niteliklerdir.

Çocuğun şiddetten etkilenme biçimi ya da şiddete nasıl tepki vereceği ise yaş ve bilişsel gelişimine bağlı olmaktadır. Şiddete uğradığı saptanan çocuklarla yapılan araştırmalarda, çocuklarda gözlenen davranış bozuklukları sinirlilik, umutsuzluk ve psikolojik patolojiler nedeniyle ağır kişilik ve davranış bozuklukları, huysuzluk, hırçınlık, tedirginlik, suça yönelen davranışlar, başkaları ile rahat iletişim kuramama, antisosyal ve saldırgan davranışlar olarak belirlenmiştir.

Aile içinde annenin saldırganlığa maruz kaldığı durumlarda ise, çocuğun örselenmesi annenin şiddete maruz kalması bittikten sonra da sürmektedir. Bu çocuklar yardıma gereksinimi olan, yaralanmış, berelenmiş bir annenin bakımını üstlenmek zorunda kalabilmektedirler. Bu yalnızca fiziksel bir bakım üstlenme durumu ile sınırlı değildir. Fiziksel şiddete maruz kalan kadınlarda psikiyatrik bozukluklar en basitinden depresyon oranı yüksektir. Bunun yanı sıra, çocuk da içinde bulunduğu ortamın havasındaki bu çökkünlük duygularını içselleştirir. Ayrıca çökkün bir anneden psikolojik olarak ayrılmak ve birleşmek çocuk için iki ayrı zorluk taşır. Birincisi yeterli doyuma ulaşmayan çocuk tam olarak ne beklediğini bilemeden anneye yapışır. İkincisi çökkün bir anneyi kendi haline bırakıp da kendi yoluna gitmek isterse suçluluk duyar.

Aile içi şiddetin sessiz tanığı bir anlamda annesine annelik yapma gereksinimi duyacaktır. Sonuç olarak, rollerin değiştiği bu çarpık ilişki özerkliği sınırlandıran sağlıksız bir ilişkidir. Ayrıca her çocuk babasını olumlu anlamda güçlü biri olarak görme ve o şekilde özdeşim yapma gereksinimi içindedir. Oysa şiddet uygulayan baba, çocuğun dünyasında güven ve sevgi kaynağı değil; korku kaynağı, öfke kaynağı, tutarsız ve güvenilmez biri haline gelir. Çocuk için bir diğer güçlük, şiddet uygulayan baba imgesi ile ailenin bakımını üstlenen, çocuğa sevgi duyan baba imgesi arasındaki gidiş gelişlere değişimlere uyum sağlama güçlüğüdür. (Vahip, 2002). Anooshian’a (2005) göre Bu çocukların iletişimlerinde saldırganca bir tutum izledikleri ve kendilerini sosyal ve duygusal yönden izole etme davranışları sergiledikleri gözlenmektedir.

Saldırgan davranışların oluşmasında taklit önemli bir süreçtir. Bir çocuk yada genç öfke ve saldırganlık düzeyini kontrol edemeyen ve bunu sağlıksız şekilde ifade eden ana babasını gözlediğinde, sözle saldırmayı, insanlara bağırmayı ve katı bir şekilde eleştirmeyi öğrenir. Böylece çocuğun ve gencin saldırgan davranışı, başkalarında gözlediği davranışlar tarafından biçimlenir 

ARAŞTIRMALAR

ABD’de 12-16 yaşları arasında erkek ergen suçlularla yapılan bir araştırmada ergenlerin geldikleri aile çevresinin şiddete açık, öfkeli ve saldırgan davranışları sık gösteren aileler oldukları bulunmuştur . Benzer şekilde, Yavuzer (1996) suç işleyen çocuklarla yaptığı çalışmada çocukların büyük çoğunluğunun ana baba baskısı ve fiziksel şiddete açık ortamda yetiştiklerini belirlemiştir. Anne ve babaların, birbirlerine ve çocuğa karşı hoşgörüsüz davranmaları, çocukların ve gençlerin hoşgörüsüz olmasına yol açmaktadır. Azarlanan, sürekli cezalandırılan ve dövülen çocuk kendisini değersiz bulmakta, kendisini değersiz bulan çocuk da kendine ve başkalarına karşı saldırganca davranabilmektedir.

Bandura ve Walters’in 1959′ da yaptığı araştırmalar, ana babanın uyguladığı otoriteye dayalı katı disiplinin çocukta saldırganlık ve başkaldırma gibi olumsuz tutumları ortaya çıkarttığını göstermektedir. Nitekim bugünkü araştırmalar da, ana babanın kısıtlayıcı, çocuğa özgürlük tanımayan, kendi düşüncelerini empoze eden ve onun adına kararlat- alıp uygulamaya çalışan katı tutumlarının, çocukta isyankarlığa ve saldırganlığa neden olduklarını göstermektedir. Ayrıca çocuğa karşı dayakla terbiyenin olduğu kadar, aşırı koruyuculuğunda çocuğu saldırganlaştırdığı görülmüştür .

Ülkemizde konu ile ilgili yapılan araştırmalardan bir olan Uluğtekin’in (1977) çocuğa karşı yargılayıcı olan, fiziksel şiddet kullanan, çocuğu dinleyip anlamaya çalışmayan annelerin çocuklarının güvensiz, tedirgin ve saldırgan davranışlar gösterdiği bulunmuştur. Gürkaynak (1976), saldırgan davranışları büyüğü tarafından ödüllendirilen çocukların, saldırgan davranışlarında artma olduğunu tespit etmiştir.
Araştırmalar, algılanan denetim odağının problem davranışlarla ilişkili olduğunu göstermektedir. Japonya’da yapılan bir araştırmada, dış denetime önem veren anababaların çocuklarının daha saldırgan ve suça daha eğilimli oldukları bulunmuş, çocuklara yeterli benlik kontrolü kazandıramamanın bunda etkili olduğu düşünülmüştür.
Bazı araştırma sonuçlarına göre. ise, ilgisiz ve tutarsız davranan anne ve babaların çocuklarında saldırgan davranışların fazla olduğu görülmektedir. Öfke kontrolü zayıf ve saldırgan davranan gençlerin genellikle aile içinde sosyalleşmelerinin yetersiz olduğu düşünülmektedir. Ergenin bu tür davranışlarının nedeni olarak özel bir ebeveyn davranışı saptanamamasına rağmen, ebeveynlerin ilgisiz ve tutarsızlığından dolayı saldırgan gençlerin kabul edilebilir ve kabul edilemez, davranışları arasındaki sınırı anlayamaz hale geldikleri görülmektedir.

Bazı aileler saldırganlığı kendini savunmak için öğretirken, çoğu^aile yaptıklarını saldırganlığı öğretmek olarak algılamaz. Aileler saldırgan yada yaramaz davranışı kontrol etmek amacıyla verdikleri cezalarda, farkında olmadan saldırgan davranışların hayata geçmesine katkıda bulunurlar (Tuzgöl, 1998). Buna göre övülen iyi davranışlar çocukları tarafından nasıl öğreniliyorsa cezalandırılan kötü davranışlarda öğrenilebilir. Burada önemli olan davranışın altının çizilmiş olmasıdır.

Nitekim Keskin ve arkadaşlarının (2000) bir grup ergen üzerinde ailelerin benimsediği terbiye yöntemine çocukların tepkisini incelediği araştırmada, azar ve dayağın, sadece %2 oranında caydırıcı etkiye sahipken, deneklerin %32′sinde nefret ve intikam arzusu uyandırdığı görülmüştür.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp