Vasküler Biyolojide Endotel Hücresinin Yeri Ve Rolü

Vasküler Biyolojide Endotel Hücresinin Yeri Ve Rolü : On dokuzuncu yüzyılın ilk yarısından başlayarak gittikçe artan sayıda araştırıcı, kan damarlarına ilgi duymaya başlamıştır. Bu konuda Ernst Brücke'ün (1857) oldukça ilginç tümcesi, bu gün çok iyi bildiğimiz önemli gelişmelerin ilk uyarısıdır. Brücke, "canlı organizma damarlarının son derece özel bir mekanizma ile dolaşımdaki kanı sıvı halinde tuttuğunu" ifade ederek bu olayın yaşamdaki önemini vurgulamıştır. Başlangıçta, damar duvarının iç yüzünü kaplayan ve kanın koagüle olmadan akışını sağlayan bir bariyer olarak düşünülen endotel'in, koagulasyon mekanizmasına olan katkısı dışında, damar tonus ve permeabilitesi regülasyonu, angiogenezis, lö- kosit ve trombosit fonksiyonları, bakteri fagositozu ve bir çok endojen biyoaktif maddenin oluşum ve yıkım yeri olduğu gösterilmiştir.Endotel hakkmdaki ilk tartışmalar bu hücrelerin adlandırılması üzerinde olmuştur.

"Endotelium" adını ilk veren His'dir (1865). Endotel hücresinin, mukozaların iç duvarını örten epitel hücrelerinden farklı bir morfolojik görünümde olması ve tamamen farklı karakterde bir hücre gibi telakki edilmesi nedeniyle Latince kaynaklı "endothelium" adı verilmiştir. Ancak uzun yıllar bu adlandırma diğer morfologlar tarafından kabul görmedi ve hatta aralarında alay konusu oldu. Örneğin Hyrtl (1878) bu adlandırma için "etimolojikcanavarlık" diyecek kadar ileri gitmiştir.Endotel hücresinin bir bariyer olmasının çok ötesinde önemli fonksiyonel özelliklerinin de olabileceği olasılığı 1920'li yıllarda bazı deneysel ve klinik-patoloji gözlemlere dayanılarak başlatılmıştır. Şöyle ki:

1. Eğer bir bölgenin damar endoteli yapay olarak ortadan kaldırılırsa, bu bölgede damar düz kası proliféré oluyor.

2. Endotel harabiyeti, sepsiste, myokard enfarktüsü ve yaygın hemorajik lezyon- larla seyreden patolojik durumlarda sık görülüyor.

3. Eklampsi ve C vitamini yetersizliğinde damar endotelinde harabiyet veya önemli morfolojik değişiklikler görülüyor.

4. Trombozis oluşumunda endotel hücresi harabiyeti ile fibrin ve trombositler arasındaki ilişki dikkati çekiyor.

Tüm bu morfolojik değişiklikler endotel hücresinin bir bariyer olmasının çok ötesinde önemli hümoral fonksiyonlarının da olabileceğini telkin etmektedir. Bu yüzyılın başlarında endotel ile ilgili çalışmalar daha çok morfolojik özellikleri üzerine yoğunlaşmış, 1920- 1930'lu yıllardan sonra bu hücrelerin bazı önemli hümoral aktiviteleri olabileceği koa- gülasyonla ilgili hematologların dikkatiniçekmiştir. Ancak endotel hücresinin hümoral aktivitelerine yönelik çalışmalar 1973 yılından sonra labil arakidonik asit (AA) metabo- litlerinin, özellikle prostasiklin in (PGI2), Vane tarafından keşfedilmesinden sonra hızla artmıştır.Her ne kadar üniform bir görünüm sergiliyorsa da, endotel hücresinin, gerek şekil ve gerekse büyüklük bakımından organlara göre bazı morfolojik farkları olduğu da bilinmektedir. İleride daha detaylı olarak bahsedileceği gibi organlara göre endotel hücresinin hümoral aktiviteleri de farklılıklar göstermektedir.

Ayrıca endotel hücresi gerek morfolojik ve gerekse biyokimyasal aktiviteleri bakımından yaşam süresince önemli değişiklikler göstermektedir. Bu bakımdan pulmoner vasküler endotelyumun neonatal dönemden sonra gösterdiği değişiklikler son derece çarpıcıdır. Bu gelişmeler akciğer dokusundaki oksijen basıncı ve kan kompozisyonunun değişmesi ile endotel hücresinin direkt olarak maruz kaldığı kan volümü ve pulsatil basınçtaki artma ile yakından ilgilidir. Bahsedilen bu üç faktör endotel hücresinin fonksiyonlarındaki değişikliklerin tetiklenmesini sağlamaktadır. Böylece biyokimyasal, biyofiziksel ve biyome- kaniksel faktörler belirli bir düzen içinde endotelyumun fonksiyonlarını etkiliyerek kardi- yovasküler sistemin fizyolojik homeostazisine önemli katkı sağlamaktadır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp