Sıkça Sorulan Sorular

Sıkça Sorulan Sorular :

Kavraması en güç düşüncelerden biri kişinin gerilimi yaşamından çıkarmak zorunda olmadığıdır.

(İnsanlar sorarlar; "Kişiliğimi nasıl değiştirebilir, endişe ve öfke üretmekten nasıl kurtulabilirim?")

Benim tedavi yöntemimin gereklilikleri bunlar olsaydı, elde ettiğim iyileşme oranı sıfır olurdu. Sorun kişinin duygularını değiştirmek değil, kişinin onların varlığını kabul etmesi ve beynin ağrı sendromu aracılığıyla kişinin bu duyguları var olduğunun farkına varmasını engellemeye çalıştığının anlaşılmasıdır. Verimli bir tedavi yolunda bilginin nedenönem taşıdığını anlamak için kilit nokta budur.)

("Yaptığınızın bir plasebo olmadığını nereden biliyorsunuz?"

Bu harika bir soru ve kafamı da daima meşgul etmiştir çünkü bizim yaptığımız bunun bir plasebo tepkisi olmasından özenle kaçınmaktır. Plasebo tedavisi neredeyse her zaman geçicidir ve bizim aradığımız ağrıya kalıcı çözüm bulmaktır. Dolayısıyla bir plasebo tedavisi bizi asla tatmin etmeyecektir. Bu çok sık karsımıza çıkar. İnsanlara geniş bir yelpazede bedensel tedavi seçenekleri, birkaç günlüğüne iyi hissetme olanakları sunulur, ancak bunun ardından bir tedaviye daha gerek duyulur (ve elbette bu arada bedensel faaliyet korkuları da asla aşılamaz). GMS programının plasebo tepkisi yaratmadığını söyleyebilmemi sağlayan bir neden de hemen hemen tüm hastaların belirtilerinde kalıcı düzelme gözlemiş olmamdır.

İkinci neden ise plasebo tepkisinin kör inanca dayalı olmasıdır; hastalar kendi rahatsızlıkları ve tedavinin ardındaki mantık konusunda ya çok az şey bilir ya da hiçbir şey bilmezler. Yaptıkları açıkça hekimlerine güvenmekten öte bir şey değildir. Oysa GMS programında uygulanan eğitim bunun tam aksidir. Hastalara gerçek anlamda rahatsızlık konuşmalarda ne biliyorsam öğretirim; tanıyı mantığa uygun ve tutarlı bulmalarının bir şart olduğu yolunda uyarmam; dolayısıyla onları soru sormaya teşvik ederim. Onların iyileşmesi bilgi ve farkında lığa bağlıdır. Onlar iyileşme sürecine etkin olarak kanlarlar. Bu her şey olabilir ama plasebo süreci değildir.

Belki yaptığımızın bir plasebo olmadığı gerçeğini gözler önüne seren en güçlü kanıtımız pek çok kimsenin sadece bu kitabın öncülü olan Mind Over Back Pain'i okuyarak dahi ağrılarının tam ve kalıcı çözüme ulaştığını bildirmiş olmasıdır. Burada başka bir kimsenin müdahalesi, hastabakıcılığı söz konusu değildir; salt yalın, içi dolu bilgi söz konusudur. Ve artık bunun GMS'yi zihinden silen şey olduğunu da anlamış bulunmaktayız.

("Fizik tedaviyi uyguladığınız tedavi programından neden çıkardınız?")

Buna daha önce de değinilmişti ancak yinelemekte fayda var. Az önce de söylendiği gibi fizik tedavi de dahil her tür bedensel tedavi yöntemi plasebo etkisi yaratabilir. Biz bundan kaçınmaya çalışıyoruz çünkü bunun sonucu geçicidir. Ancak bundan daha mutlak bir neden daha mevcuttur. İnsanların bedenlerine odaklanmayı bırakıp psikolojik açıdan düşünmelerini sağlamaya çabalıyorsam, onlara fizik tedavi önererek kendi tedavi yöntemimle çelişmiş olmaz mıyım? Bunun farkına varmak ve bu öneriden vazgeçmek için cesaretimi toplamak uzun zamanına aldı, ne de olsa herkes gibi bana da öğretilen bedensel tedavilere bağlı kalmamdı.

Fakat artık "saflaşmanın" yani sadece eğitim programına bağlı kalmaya başlamanın ne kadar güç gerçekleştiğini anımsamak için belleğimi zorlamam gerekiyor. Aslında vurgulanması gereken bir diğer nokta da, hastalarıma sırtlarını korumak ya da ona destek olmak amacıyla yaptıkları bedensel hareketlerin tümünü bırakmalarını öğütlememin nedeni de yine aynı olduğudur. Dikkatlerini ağrı veren bölgeye yoğunlaştırmak adına hiçbir şey yapmamalıdırlar.

Aynı şekilde hastalara eğilmenin, bir şey kaldırmanın doğru yolu diye bir şey olmadığı, kişinin yumuşak sandalye ya da yataklardan uzak durmasına gerek olmadığı, korse ya da kemerlerin gereksiz olduğu, açıkçası sırt ağrısı kültürünün bir parçası olan uyan ve yasaklanan temelsiz olduğu, çünkü GMS'nin zararsız bir durum olduğu ve sırtta yapısal bir sorun olduğu anlamına gelmediği öğretilmektedir. Koşu omurga için zararlı değildir, sırt ağrısı zayıf karın kaslarından kaynaklanmaz, güçlü sırt kaslar sırt ağrısının önüne geçmez; sırtı bükmenin, kurbağalama ve kelebeklere yüzmenin hiçbir sakıncası yoktur; insanoğlu dik yürümeye alışıktır (homosapienler ve onların ataları bunu üç ila dört milyon yıl arası bir süre boyunca yapmıştır); kısa bacak sırt ağrısına neden olmaz.

Bu örnekler daha da artırılabilir.

("GMS' yi sık kullanılmayan kasların aşırı çalıştırılması sonucu oluşan ağrıdan nasıl ayırabilirim?")

Bunu yapmak oldukça kolay. Alışkın olmadığınız bedensel bir faaliyette bulunup da ertesi sabah kol ve bacaklarınızda ağrıyla uyandığınızda bu iyi tür bir ağrıdır ve genellikle bir sonraki gün kaybolur. GMS ağrısı pis bir ağrıdır ve kaybolacak olsa bile, bu kolay kolay gerçekleşmez.

("Ne tür hareketler yapabilirim?")

Ağrı dindiğinde kişi her şeyi yapabilir, ne kadar güç gerektirirse o kadar iyidir. Elbette kişinin bu tür hareketlere başlamadan önce doktoruna başvurması gerektiği de açıktır. Ancak bu hareketlerin sırt için değil genel sağlık nedenleriyle yapılıyor olması gerekir.
("Diyelim ki ağrı alt sırtı terk etti ancak boyun ve omzumda baş gösterdi. O zaman ne yapacağım?")

("Altı ay ya da bir yıl sonra ağrım tekrarlarsa ne yapmalıyım?")

Derhal psikolojik nedenlere göz atabilmemiz için hastalarıma zaman kaybetmeden beni aramalarını öneriyorum. Bunun anlamı genellikle hastanın ya bir topluluk buluşmasına katılması ya da beni muayenehanemde ziyaret etmesi anlamına geliyor.

("Peki ya bipnozi Bu zihne istenenin yaptırılması için iyi bir yöntem değil mi?")

Geçici bir süre için, evet, ancak bizim aradığımız kalıcı bir tedavidir. Yakın bir zamanda Stanford Tıp Okulu'nda yapılan bir çalışmayla ve The American Journal of Psychiatry'de (Amerikan Psikiyatri Dergisi) gayet güzel gösterildiği üzere hipnoz kimi hastalarda ağrının gözle görülür biçimde azalmasını sağlamıştır. Kanser hastalarında olduğu gibi amacınız ağrının tedavisiyse o zaman tercih edilir bir yoldur. Ancak benim hastalarıma üzerine basa basa söylediğim şey, benim ağrıyı tedavi etmediğimdir! Bu belirtisel tedaviye girerdi ki bu da yetersiz tıp demektir. Ben ağrının kökeninde yatan rahatsızlığı tedavi ediyorum. Tüm bilgilerime dayanarak söyleyebilirim ki, hipnozun bu süreçte bir etkisi olmayacaktır. Konu gitgide tartışmak istemediğim, benim canımı yakan bir noktaya geliyor.

Ancak çok büyük önem taşıdığından bunun da tartışılması gereklidir. Bu, ülke çapında son yirmi yılda kurulan yüzlerce klinikte "kronik ağrı"nın nasıl tedavi edildiği konusudur. Temel bakış açısı, ilk olarak hekim olmayan biri tarafından ifade edildiği gibi, kronik ağrının aynı, başlı başına bir rahatsızlık olduğu, bunun psikiyatrların deyimiyle hasta ağrıdan "ikincil kazanım" sağladığı için yapısal bir rahatsızlıktan kaynaklanan ağrının abartılı bir biçimi olduğudur. Yani ağrı onlara ilgi, para ya da dünyadan kaçış gibi psikolojik yararlar getirmektedir. Hastaların bu davranışı, tıp sistemi, aile ve arkadaşlar tarafından teşvik ediliyor olması yüzünden geliştirdiği tahmin edilmektedir. Tedavi ağrısız davranışı destekleyip bunun aksini cezalandırarak oluşumunu engellemek üzere tasarlanmıştır.

Psikoloji öğrencileri bu görüşleri, bu tür şartlanmaları anlattığı çalışmasıyla büyük üne kavuşan B. F. Skinner' dan anımsayacaklardır. Klasik Pavlovyen açıdan insanın şartlanabilir bir varlık olduğu yaygınca bilinen bir gerçekse de, Skinneryen ilkeleri insanlara uyarlama konusunda oldukça dikkat edilmelidir. Benim hastalarım da ikincil kazanım öğeleri genellikle görülse de bunlar hiçbir şekilde işler durumdaki birincil psikolojik etkenlere girmez. İkincil kazanırsa böylesi büyük bir rol yüklemek her tür bastırılmış hissin temel sorun.olduğunu yadsımak ve bu kitapta tanımlandığı gibi ağrının psikolojik-fizyolojik bir süreçten kaynaklandığı gerçeğini kabul etmek yerine mutlak yapısal bir rahatsızlıktan ileri geldiğini söyleyerek eşdeğerde bir hataya düşmek olacaktır.

Bu ağrı kliniklerinin hastalarına kimi zaman yardımcı olmakla birlikte onları nadiren tedavi edebilmelerinin nedeni budur.

("GMS tedavi programı vis medicatrix naturae (doğanın iyileştirme gücü), ya da diğer bir deyişle bedenin kendi kendini iyileştirme yetisine bir örnek midir?")

Bir açıdan kesinlikle öyledir. Ancak öte yandan, bunun yaralandığımızda, zehirlendiğimizde ya da bir hastalık kaptığımızda devreye giren, olağan kendi kendini iyileştirme sürecinin sınırlarını aşan bir yanı vardır. Bu özel bir bedensel rahatsızlığın, psikofizyolojik bir sürecin nasıl tersine çevrilebildiğine dair bir örnektir. Son bölümde, sonunda araştırmacı tıbbın ilgisini çekmeye başlayan bir konu olan bu ve diğer beden-zihin etkileşimlerini el alacağız.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp