Patolojide Beden Kimyası Kavramının Egemenliği

Patolojide Beden Kimyası Kavramının Egemenliği :

Alexander tıp bilim çevresinin eleştirilerine, çalışmasında sunduğu güçlü bilimsel yöntemlerle karşılık verdiğini düşünmüştü. Ayrıca sağlık ve hastalıkta duyguların rolünün göz önüne alınacağı ve enine boyuna inceleneceği yeni bir çağa adım atmak üzere olduğumuzu da öne sürmüştü. Ancak ne yazık ki bu gerçekleşmedi. Freud'un hevesli ve yetenekli öğrencileri tıp sahnesinden silindi, tabii bununla beraber duyguların belirli tıbbi rahatsızlıklardan doğrudan sorumlu olduğu ve diğerlerinde de önemli rol oynadığı düşüncesi de öyle.

Kartezyen tıp düşünürleri bir defa daha egemenliği ellerine geçirdi ve duygular tıbbi araştırma sahasından çekildi. Alexander ve çalışma arkadaşlarının kurduğu Psychosomatic Medicine (psikosomatik Tıp) adlı tıp dergisi öncelikli ilgi alanı laboratuar ve istatistikler olan çalışanlarca devralındı. Söylediklerine göre bir şey laboratuarda incelenemiyorsa "bilimsel" değildi, bu yüzden de zihin-beden düşüncesi bilimsellik dışıydı ve inceleme konusu olamazdı.

Yıllar geçtikçe bedensel-kimyasal tıp görüşü öyle ağır basmaya başlarlı ki psikiyatrlar kendilerini biyolojik psikiyatr olarak çağırmaya başlarlı; iddialar ise duygusal hastalıkların beyin işlev irideki kimyasal bozukluklardan ileri geldiği ve yapılması gereken tek şeyin her bir bozukluğa özgü kimyasal kusurun özünün keşfedilerek ilaçlarla düzeltilmesi gerektiğiydi. Onlara kalırsa depresyon ve kaygı (anksiyete) sadece beyin kimyasındaki ayar yanlışlardır.

Doğal olarak ilaç üretici ve satıcılar bu gelişmeden memnun kalıcı ancak bu süreci başlatan onlar değildi; bunu psikiyatri çevresi başlatmıştı.

Bu tür düşünüşteki en açık yanılgı, elbette beyinde olağan ya da olağandışı duygusal durumlarla ilişkili pek çok kimyasal değişimin tespit edilebileceği ancak bun1ann neden değil duygusal durumların işleyiş ya da sonucu olduğunu yadsımasıdır. Eğer birini kimyasallarla tedavi ediyorsanız yaptığınız neden yerine belirtiyi tedavi etmek olduğundan yetersiz tıbba örnek teşkil edecektir.

Örneğin, Bay Jones endişeli bir kimsedir çünkü maddi çalkantılarla karşı karşıya kalmakta, bunun üzerine de çeşitli kaygı belirtileri göstermektedir. Doktoru ona durumunun gerçekleriyle başa çıkmanın yollarını önermek yerine yatıştırıcı bir ilaç yazmaktadır. İşte bu yetersiz tıptır.

Son otuz beş yıl içerisinde patolojide beden kimyasına dair görüşlerin egemen olduğu bir ortama geri dönüş yapılmıştır. Bu noktada genel geçer tıbbın zihin-beden etkileşimine olan ilgisi tamamen ortadan kalkmış görünmektedir. 1985 Haziranı gibi yakın bir zamanda en saygın yayınlarımızdan biri olan The New England Journal of Medicine 'da yayınlanan yayıncı yazısında bu konuya dair bildiklerimizin çoğunun gelenekten öte olmayacağı söylenmektedir.

Bu yazı dünyanın dört yanından protesto yağmuruna tutulmuştur çünkü bu alanda iyi araştırmalar ortaya konmaya başlanmış durumdadır. Ancak bu aslında sadık Descartes takip çilerinin kendinden eminlikleri ve kibirlerini yansıtmaktadır. Neyse ki aynı derecede önemli bir İngiliz tıp dergisi olan The Lancet'te 1985'in bunu izleyen ayında yayıncının, makalesinde zihin-beden etkileşimi alanında yapılan çalışmalar hakkında yorumlarda bulunması ve tıp çevrelerini bu konuya daha dikkatle eğilmeye çağırmasıyla birlikte bir denge sağlanmıştır.

Bu yazıda da bu alanda araştırmayı destekleyici bir tavır olmamasına karşın New England Journal'daki yazıdan çok daha nesnel ve bilimsel olduğunu söylemek mümkündür.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp