Litoterapi Nedir?

Litoterapi Nedir? :

Taşların tedavide kullanımı, gelenek içinde var olan bir uygulamadır

Litoterapi, kristallerin enerjilerinin insan vücuduna yayılarak organizmayı düzene sokmasının bilimi ve sanatıdır. Taşların sağlık üzerine yaptığı etkiler hakkında ortaya konan bilgiler, ilgili sübjektif ve objektif bilim alanlarının tabiatına paralel olarak, doğruluğu ispatlanmış nesnel bilgiler ve doğruluğu ispatlanmamış ancak genelgeçer kabul gören öznel bilgiler olarak ikiye ayrılır. Kristallerle tedavi konusu her zaman şarlatanlık konusu olmuştur. Bunun iki sebebi vardır. Birincisi uygulamayı bilmeyenlerin insanları aldatması, İkincisi imitasyon taşların, gerçekmiş gibi satılması. Sadece kuartz kristali ve akik taşının değil, hemen hemen tüm değerli ve yarı değerli taşların doğal tedavi alanında kullanılması eski dönemlerden günümüze değin süregelen bir alışkanlıktır. Bunlar arasında elmas, zümrüt ve yakut, geleneksel Tibet tıbbının en önemli alternatif tıp pratikleri arasında yer alır. Tibetliler eskiden zümrütü, sıcak deve sütüne katarak zehirlenen insanlara içirmek suretiyle tedavi etmek için kullanmışlardır. Taş vasıtasıyla vücuttaki zehir emilerek, vücuda yayılması önlenmeye çalışılmıştır. Sağlık için kullanılan diğer bir taş ise şifa olmayacağı hiçbir derdin olmadığına inanılan, hastalıklardan korunma anlamına gelen yakuttur. 

Öyle ki sindirim bozukluklarında, sağırlıkta, beslenme sorunlarında yutmak suretiyle tedavi yoluna gidilmiştir

Polonya’da günümüzde dahi yakuttan yapılan içki, solunum hastalıklarında, boğaz ağrılarında ve soğuk algınlığında tedavi yöntemi olarak kullanılmaya devam etmektedir. Bu konudaki ilgi çekici uygulamalardan biri ise, taşların toz haline getirilerek çeşitli yöntemlerle vücuda adapte edilmesidir. Bunlar arasında örneğin ezilmiş yakutun, tütün gibi içe çekilerek solunması, elde edilen tozun, baharatlara karıştırılmak suretiyle ağız yoluyla vücuda direkt olarak alınması ya da yaralı bölgeye sürülerek vücutla temas ettirilmesi de uygulanan yöntemlerdendir. Yakut taşında %8 oranında bulunan “yakut asitinin” organizmada yaşlılığı bile önleyerek vücudun daha sağlam olmasını, kalp kaslarının güzel çalışmasını sağlamasını mümkün kılabileceği ve hatta sigaranın zararlarını belli bir derecede nötrleyerek kanseri önleyebileceği ifade edilmektedir. Eski Hint kaynaklarına göre, taşlar uzaydan gelen yedi tür enerjiyi emerek sindirmektedir. Modern bilimde ise bu yedi tür enerji kavramı henüz hiçbir şekilde açıklanamamıştır.    Ancak uzaydan ve güneşten gelen bazı ışınların, örneğin gamma-ışınlarının, morötesi ışınların taşlara tesir ettiği bilinmektedir (Alkan, 2012, “Kristallerin Enerjisi: Litoterapi”)- Modernlik ve Gelenek: Yapılaşma teorisinde modernlik, tamamlanmış bir süreç değildir. Bu argüman özelde post- modern yaklaşımlara karşı bir itiraz anlamını taşır. Giddens’a göre, klasik sosyolojinin modernlik değerlendirmesinde üç temel sorun bulunmaktadır. Birincisi, modernliğin teşhis edilmesiyle ilgilidir; İkincisi, sosyolojik analizin odağı olan toplumun nasıl tanımlandığı konusudur. Üçüncüsü, sosyolojik bilgiyle modernliğin karakteristikleri arasında var olan bağlantılara yönelik belirlemedir (Esgin, 2008). Giddens, ilk başta klasik sosyolojinin modernliğin doğasına ilişkin toplumsal değişmede tek etmen yaklaşımına itiraz eder. Modemlik çok boyutlu bir nitelik taşımaktadır. Dolayısıyla çeşitli sosyolojik teorilerde yer alan yaklaşımlar yeniden formüle edilmelidir. Bu anlamda Giddens, modernliğin doğası hakkında teorik bir sentez arayışmdadır. İkinci olarak, toplum kavramı ve ulus-devlet bağı önemlidir. Üçüncüsü, modernliğin ürünü olan sosyoloji ile modernliğin karakteristikleri arasındaki ilişkinin önemidir. Bu bağlamda modernliğin ayırıcı dinamikleri, zaman-uzam genişlemesi, yerinden çıkarma mekanizmaları ve kurumsal düşünümsellik kavramları aracılığıyla çözümlenebilir. Yapılaşma teorisi içinde gelenek fenomeninin yerleştirildiği ilk bağlam, rutin kavramsal- laştırmasıdır. 

Rutin, gündelik yaşamda yapanlar tarafından gerçekleştirilen eylemlerin kendi kendini yineler olma niteliğidir 

Yinelenir olma niteliği, toplumun yeniden üretiminin temelini oluşturmaktadır (Giddens, 1999, s. 26). Varlıksal güvenlik duygusunun devamı ve toplumsal hayatın rutin karakteri arasında niçin yakın ilişki olması gerektiğini görmek zor değildir. Rutinin güçlü olduğu yerlerde, davranışın ras- yonalizasyonu aktörün temel güvenlik sistemini, etkileşimde yer alan ve karşılıklı bilgi olarak kullanılan uzlaşmalara bırakır. Giddens’m “yapılaşma teorisi”, öncelikle pozitivizmin sorunlarını aşma girişiminde bir olgu olarak geleneğe başvurur. Klasik sosyolojik teoride sadece modernliğin açıklanmasında bir fenomen, bir araç olarak yer alan gelenek, yeni durumda yine modernliğin karakteristiklerinin açıklanmasında kullanılan bir araç olarak yer edinir; ancak bu sefer sadece bir fenomen olarak değil, bir olgu olarak. “Giddens, sosyal teorinin kendini öncelikle 19. yüzyıl toplum felsefesi ve düşüncesinden kurtarması gerektiğini düşünür” (Tatlıcan, 2005, s. 4). Bu bağlamda ilk olarak “Giddens, sosyal hayatınevrensel ‘yasalar’ı olamayacağını öne sürer. Ona göre, insan davranışları doğa bilimlerinde mümkün olan kesinlikte önceden kestirilemez, zira bu davranışlar insanların niyetleri, amaçları ve onlara bir anlam ve bağlam kazandıran tarihsel olarak değişen anlamlara göre farklılık gösterecektir” (Tatlı- can, 2005, s. 28).    İkinci olarak Giddens, evrimci yaklaşımın tarihle toplumsal değişmeyi özdeşleştirdiğini ileri sürer ve ilerlemeci tarih anlayışını reddeder. Bu doğrultuda da Giddens, sosyolojinin tarihsel açıklama dikotomilerinden tamamen uzak durmaya çalışır; “(Gelenek/Modern) bu tür diko- tomik kavramlar kesinlikle aydınlatıcı olmaktan uzaktır; onların kusurlarının kaynağı, iç-dinamikçi gelişme modelleriyle ilişkileri ve bu ilişkinin sıkça işe karışmasıdır. Daha ziyade üstü örtülü ifade edilen bu iki kabulün, yani bir toplumun kurumsal niteliğinin her şeyden önce o toplumun ekonomik veya teknolojik gelişme düzeyi tarafından belirlendiği ve bu yüzden ekonomik açıdan en gelişmiş toplum veya toplumla- rm belirli bir zaman diliminde diğer toplumlarm sonraki gelişimlerinin mevcut bir imgesini oluşturdukları ön-kabulleri karşısında dikkatli olunmalıdır” (Giddens, 2005, s. 414). “Artık, dikotomik karşıtlık eleştirilerinde, bunun yerine, belirli toplumlarda geleneksel ve modernin muhtemel farklı ‘karışımları’ndan söz edilir” (Giddens, 2005, s. 415). Yapılaşma teorisinde gelenek, “en saf’ ve en masum toplumsal ye- niden-üretim biçimidir.    Geleneğin, yani toplumsal yeniden üretim süreçlerinin egemen konumda olduğu toplumlarda, çağdaş sanayileşmiş dünyadakinden farklı geçmiş, bugün ve gelecek bilinçleri iç içe geçmiştir. “Geleneksel kültürlerde gelenek gibi, ‘zaman’ın da bir zaman bilincine dayalı bağımsız bir boyut olarak görülmediğini söylemek mantıklıdır;toplumsal hayatın zamansallığı, ifadesini, -toplumsal etkinliğin döngüselliğinin egemen konumda olduğu- gelenek tarafından desteklenen geçmiş ve bugünün iç içe geçişinde bulur. Zaman bağımsız ve özü gereği nicelleştirilebilir bir olgu haline gelirken, kuşkusuz kıt ve kullanılabilir bir kaynak olarak görülmeye başlanır” (Giddens, 2005, s. 379). “Gelenekle yönetilen toplumlarda, tekrarın ve yeniden-üretim döngü- sel karakteri, zaman deneyimine ve planlamasına dolaylı olarak ayarlıdır. Ancak, ‘doğrusal zaman bilinci’ egemen konuma geldiğinde bile, kendini asla tamamen döngüsel kılığıyla göstermez. Takvimler ve saatlerin ardışık zaman hareketi içinde yer almaları gibi, günlük, haftalık ve yıllık zaman dönemleri de çağdaş toplumlardaki toplumsal etkinliklerin düzenlenmesinde döngüsel özelliklerini sürdürürler” (Giddens, 2005, s. 384). Giddens’a göre (2001); gelenek geçmişin şimdiki zamanda yaşama ve bu yolla da geleceği belirleme aracıdır ve şu niteliklere sahiptir:    (1) her zaman olmasa da kolektif tören biçimini alan ritüellere dayanır;  (2) tekrarı ve bu yüzden de belirli bir klasikliği içerir;  (3) dolaylı yoldan “ritüel gerçek” kavramını ifade eder. Geleneğin gerçekliği, ortaya çıktığı uygulama kiplerinde verilidir. Bu uygulama, bir şeyi yapmanın geleneksel biçimiyle, akılcı veya bilimsel soruşturmaya dayalı biçimi arasındaki farkların düğüm noktasıdır.  (4) Gelenek her zaman kolektiftir; bireyler kendi ri- tüellerine sahip olabilirler, ama gelenekler gruplara aittir. Bunun sebebi, Maurice Halbwach’m işaret ettiği gibi, geleneğin kolektif hafızanın bir biçimi olmasıdır.  (5) Gelenek, ritü- eller yoluyla deneyimleri aktarır. Gelenek ritüel içerir ve bu durum açısından geleneğin ritüele bağlı yönleri, basitçe onun “düşüncesiz”, otomasyon benzeri niteliğinin bir parçası olarak düşünülebilir. Ama Giddens’a göre gelenek aktif ve yorumcudur. Bu anlamda da Giddens, ritüelin gelenekler üzerinde bütünlük ihsan eden toplumsal yapılar için tamamlayıcı olduğunu öne sürer; ritüel, muhafazanın sağlanmasının pratik bir aracıdır. Ritüel uygulamada geleneği ağma düşürmektedir, ancak ritüelin aynı zamanda gündelik faaliyetlerin pratik görevlerinden az ya da çok açıkça ayrılma eğiliminde olduğunun anlaşılması da önemlidir. Gelenek, sadece belirli insanların tam olarak sahip olabileceği “hakikat”i ihtiva eder. Hakikat lisanın referans özelliklerine değil, tam tersi özelliklerine bağlıdır; ritüel lisanı temsilidir ve bazen konuşmacıların veya dinleyicilerin güçlükle anlayabilecekleri kelimeler veya uygulamalar içerebilir. Hakikat yapısına rağmen değil, hakikat yapısı nedeniyle ritüel doğrunun bir mekanizmasıdır. Ritüel konuşma, ihtilaf halinde bulunmayı veya aksini iddia etmeyi anlamsız kılacak bir konuşmadır -ve böylelikle ritüel konuşma, ihtilaf ihtimalinin azalmasında etkili bir araç barındırmaktadır.    Şüphesiz bu zorlayıcı niteliği için önemlidir (Giddens, 1994, s. 64).Risk: Giddens küreselleşme bağlamında geleneği konu edinirken ilk önce risk temasını ele alır; “Aydınlanmanın kesinlik iddialarının kaynağında, paradoksal olarak daima yer almış olan metodolojik şüphe -radikal şüphe- olduğu gibi açığa çıkmaktadır. Geleceği ne kadar çok kolonileştirmeye çalışırsak, o da bizi o kadar çok şaşırtmaya devam edecektir. Bu yüzden modernliğin girişimlerinde merkezi olan risk nosyonu iki aşamadan geçmektedir. İlk başta, gelecek işgal edildikçe sınırları (hem içe hem dışa) kapamanın bir aracı olan gerekli bir hesabın parçasından başka bir şey değilmiş gibi görünür. Bu biçimde risk, sigorta kuruluşlarının çalışmalarının istatistiksel bir parçasıdır; bu risk hesaplarının çok kesin oluşu, adeta geleceği kontrol altına almada başarılı olunacağının işaretini vermektedir. Harici doğanın ve gelenek tarafından koordine edilen toplumsal hayat biçimleri de dahil olmak üzere pek çok şeyin “verili” olduğu bir dünyada bu risktir. İnsan toplumsallaşması tarafından doğa işgal edildikçe ve hatta “sonlandıkça” ve gelenek çözüldükçe yeni hesaplana- mazlık/tahmin edilemezlik biçimleri ortaya çıkar. Diğer yandan modernlik, küresel düzeyde deneysel hale gelmiştir.    Hepimiz ister istemez, insan faktörleri olarak bir zaman için kendimizin meydana getirdiği -ama düşünülemeyecek ölçüde bizim kontrolümüzün dışında- büyük bir deneyin içine dahil olmuş durumdayız. Laboratuvardaki gibi bir deney değildir bu. Çünkü sonuçlara belirli parametreler içinde hükmedemeyiz. Daha ziyade istesek de istemesek de hepimizin katıldığı tehlikeli bir maceraya benzemektedir. Küresel risklerle dolu büyük modernlik deneyi, geleneği tartışmanın öneminden bahsederken Aydınlanmacı öncülerin akimda olan şey kesinlikle değildi.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp