Kelasyon Terapisi
DUYDUGUMUZ HASTALIK HİKAYELERİ genelde ulusal bir soruna işaret etmeyen bölgesel hikayelerdir, bu yüzden hepimizi ilgilendirebilecek olan tehlikeleri gözden kaçırmak çok kolaydır. Arizonalı bir aile, ev yapımı çanak çömlek almak için güneye, Meksika'ya gider. Aldıkları renkli bir sürahi o kadar güzeldir ki aile her gün kullanır. Sürahiyi yıkayıp içine portakal suyu koyarlar ve her sabah kahvaltı sofrasında ona bakmaktan keyif alırlar. Bir süre sonra aile bireyleri kendilerinde değişiklikler fark etmeye başlar. Düşünmekte zorluk çekerler. Sık sık, genelde ağır olmak üzere başlan ağrır. İnsanlar, davranışlarını beyinleri zarar görmüş hastalarınkine benzetir.
Anlaşılan en çok hastalanan en küçük çocuklardır; dikkat süreleri kısalır, notları düşer, beden hareketleri beceriksizleşir. Bir doktora gösterilip hastalığın, beyin tümörü ve benzeri sorunlardan kaynaklanmadığını garantilemek için testler yapılana kadar çocuklar belki de kalıcı beyin hasarı yaşamıştır. Hekim sonunda ancak öteki olasılıkları eledikten sonra sorunun nedenini bulur. Aile kurşun zehirlenmesi geçirmektedir, nedeni ise renkli sürahidir. Toprak sürahinin kurşun bazlı boyası, portakal suyundaki sitrik asit nedeniyle kurşununu içeceğe salmıştır. Portakal suyunu içen aile de kurşunu yutup zehirlenmiştir.
Buna benzer trajedileri, Doğu ve Orta Batı bölgelerinde eski evler alan aileler de yaşadı. Bu evlerdeki boyalar kurşun bazlıydı ve zaman içinde boya kırıntıları pencere içi gibi yerlerde biriktikçe çocukların parmaklarına bulaşıp yutuluyordu. Bazen bu tehlike check-up'lardaki rutin görüntüleme işlemlerinde fark ediliyordu. Böyle olursa çocuklar uzun süreli zarara uğramadan kurtarılabiliyordu. Ama bazen sorun ancak çocuk kalıcı beyin hasarına uğradıktan sonra fark ediliyordu. Metal zehirlenmesinin başka bir nedeni de eski tesisat borularıdır. Kurşun boru dirsekleri, bakır borular ve diğer noktalardaki metaller, önceki bölümlerde gördüğümüz gibi içtiğimiz ve yemek pişirdiğimiz suya karışır.
Eser halindeki metallerin bu kadar yaygın olmadığı bölgelerde bile çevre önemli bir unsur olabilir. Bazı işyerlerinden havaya karışan maddeleri soluruz. Bu madde çoğu zaman görünmez, tatsızdır ve kokusuzdur ya da o kadar alışmışızdır ki havayı "normal" sanırız.
Kalsiyum da genellikle gözümüzden kaçan sorunlar yaratabilir. Herhalde size doğumunuzdan beri kalsiyumun ne kadar değerli olduğunu öğretmişlerdir. Anne ve babanız, "Sütünü iç, kemiklerin güçlenir, dişlerin sağlıklı olur" demiştir. Menopozdaki kadınlara bol bol kalsiyum almaları söylenir, bu yüzden kalsiyumlu antiasit tabletleri çiğneyebilir ya da her öğün süt içebilirler. Bilinçli davranıp brokoli gibi bol kalsiyumlu gıdalar da tüketebilirler. Çünkü herkes onları yaşlandıkça kemik yoğunluğunun azalacağı konusunda uyarmıştır. Ama erkekler de dahil olmak üzere tüm orta yaşlılar için kalsiyum alımının yanısıra ağırlık da çalışmak çok daha iyidir. Hafif ağırlıklar bile etkilidir.
Sorun, kalsiyumun size karşı da tavır alabilmesidir. Elbette bu almamanız gerektiği anlamına gelmez, mutlaka almalısınız. Kalsiyum bedende en çok bulunan mineraldir, yüzde 99'u da kemiklerdedir. Ama hem yaşamınızı kurtarabilen hem de boğarak öldürebilen su gibi, kalsiyumun da kötü yanı vardır.
Kalsiyumla bağlantılı en ciddi sorunlardan biri, damarlarda plak birikmesidir. Yağlar, kolesterol ve diğer maddeler, kalsiyumla birbirlerine bağlanır ve büyük ve orta boy damarların duvarlarına yapışır. Plak tabakası ne kadar kalınlaşırsa kanın akabileceği geçit o kadar daralır. Çoğu kişi bu sorunun kendileri için tehlike oluşturup oluşturmadığını merak eder. Sorunun kaynağının başka unsurlar, özellikle de yağlar olduğunu sanırlar. Ama gerçekte antioksidan eksikliği yaşayan herkes bu sorunla karşı karşıya kalabilir. Plağın oluşmasını ve büyümesini engelleyen antioksidanlardır. Yani az yağlı beslenip sağlıklı olduğunuzu düşünebilirsiniz ama antioksidan düzeyiniz düşükse güvende olmazsınız.
Başlangıçta sorunun farkına varamayabilirsiniz. Sonra göğsünüzde ağrı ya da sıkışma hissi başlayabilir. Ağrı sol tarafınıza, sol kolunuza ya da çenenize vurabilir. Belki yorulursunuz ya da nefes nefese kalırsınız. Ağrı çok şiddetli değilse de herhalde fazla çalıştığınıza kanaat getirirsiniz. Aslında angina pektoris ya da hatta sıkı bir kalp krizi geçiriyorsunuzdur. Yaşlılık anlayışımız o kadar değişti ki, sağlık kulüplerinde aerobik yapmak, tenis ya da softball oynamak ya da koşmak gibi bir spor yapan ellili ya da altmışlı yaşlarında kadın ve erkekler görmek artık sıradan sayılıyor. İş yaşamı sanki bugünlerde daha yoğun ve çoğu kişi her zamankinden daha çok çalışıyor. Kültürümüzde yorgun olmak normal sayılıyor. Hatta yorgunluk çok çalıştığınızı kanıtladığı için neredeyse onur madalyası sayılıyor. Sonuç olarak plak birikmesinin semptomları görmezden geliniyor. Semptomların yaşam biçiminizden kaynaklandığı sanıldığından teşhisi konulmayan bir kalp hastalığınız olabilir.
Kalp hastalığının ilk hafif belirtileri, önce mide yanması ya da hazımsızlık sanılabilir. Dolayısıyla acılı yemekten vazgeçer, Çin lokantasında bile sadece az baharatlı yemekleri yersiniz. Damarlarınızda, kalsiyumla yapışmış plak gitgide kalınlaşır, damarlarınızı gitgide daraltır. Paradoks bir şekilde, sağlığınız için gerekli kalsiyum hasara dönüşmüştür. Uzuv kangreni gibi diğer kan dolaşımı sorunları da yaşlandıkça ortaya çıkar. Böylece dönüp dolaşıp bedeni sağlığın düşmanı haline gelen minerallerden temizleme ihtiyacına ulaşırız.
Sağlığımızı tehlikeye atan toksinler, metaller ve minerallerden kurtulmanın bir yolu, kelasyon terapisidir. Bu çok az invazif bir terapidir, ameliyat riskini almanız gerekmez. Bunun yerine ağızdan kelasyon terapisi görebilirsiniz, yani dükkanlarda satılan bir ürünü yutabilirsiniz, ya da hekim damardan bir kelatör (EDTA) verebilir. Bunu birazdan açıklayacağım. Anjin denilen göğüs ağrısı hastalarına yıllarca ameliyat önerildi. Anjin hastası olan biri, her fiziksel etkinlikte bulunduğunda göğsünde ağrılı bir basınç ya da sıkışma hisseder. Kalbe kan taşıyan damarların plaktan tıkanması, yani arteroskleroz, kalbe gerekli oksijenin ulaşmaması demektir. Anjin son derece tehlikelidir ve doktorunuzun yakından izlemesini gerektirir. Geleneksel olarak, ameliyat gerekli görülene kadar hastalık ilaçla tedavi edilir. Sonra hastaya koroner arter bypass ameliyatı ya da koroner arter dilasyonu (anjiyoplasti) yapılır. İki ameliyat da genelde başarılı olsa da ameliyat mümkün olduğunca kaçınılması gereken bir travmadır. Anjin ya da diğer kalp hastalıklarının ameliyatla tedavi edilmelerinde sorun, hasta anestezi altındayken göğüs kafesinin açılmasıdır. Genel anestezi altında yapılan her ameliyat, "büyük" ve yaşamsal tehlike yaratabilecek ameliyat sayılır. Kimse hastanın nasıl reaksiyon göstereceğini tam olarak kestiremez, bazı hastalar anesteziden ölmüşlerdir. Risk küçük, özellikle de gerekli ameliyatın yapılmamasının oluşturduğu riskten az olsa da bir sorundur.
Tahmin edebileceğiniz gibi, "göğsü kırmak", yani kalbi ortaya çıkarmak için göğüs kafesini açmak tüm bedeni etkileyen bir travmadır. Üstelik hem ameliyat süresi boyunca, hem de drenaj tüplerinin bedenin içinde bırakıldığı nekahat döneminde hastayı enfeksiyon riskine sokar. Ayrıca kalp, ameliyat için durdurulduğunda kullanılan kana oksijen veren ve pompalayan kalp-akciğer makinesi de kalp ameliyatı hastaları için sorun yaratır. Ameliyatın sonunda kalp tekrar çalıştırılacağı zaman, kalbin atması için şok verilir ve makine kapatılır. Ne yazık ki pompa görevi yaptığı sürece makine mikser gibi çalışır, alyuvarları parçalar ve bazen uzun süreli hasara yol açar, hastanın bedenine geri verilen kan ın anormal 'şekilde pıhtılanmasına da yol açabilir. Küçük emboliler (kan pıhtıları) oluşup beyne ulaşırsa küçük inmelere yol açar. Bazı hastalar bilinçlerini tekrar kazandıkları zaman sevdikleri kişileri ve diğer önemli bilgileri tam hatırlamadıklarını farkederler. Çoğu sonradan hatırlar. Bazıları terapiye ihtiyaç duyar. Bazılarının da aileleri sevdikleri yaşamda olduğu için sevinse de kişiliğindeki büyük değişmelere üzülür.
Bugünlerde, kalp-akciğer makinesinin yol açtığı zararın büyük bölümü ameliyattan önce ve sonra pıhtılaşmayı önleyici ilaçların verilmesiyle önleniyor. Bu ilaçlar pıhtılaşma tehlikesini en aza indirse de tam olarak uygun dozlarda alınmazlarsa kanı sulandırıcı özelliklerinden dolayı başka sorunlar yaratabiliyor. Bu tehlike de hastanın aklı karışıksa, yani özellikle yaşlı ya da daha önce küçük inmeler geçirmişse baş gösteriyor. Son olarak, kalp ameliyatı geçiren herkesin ameliyattan iki hafta sonrasına kadar depresyon geçirmesi söz konusu. Bu biyolojik bir tepkidir. Nekahat dönemindeki hasta, belki de hiç üzücü olmayan bir işin ortasında nedensiz yere ağlamaya başlayabilir. Bu ciddi değildir ama yine hepimizin önlemek istediği bir şeydir. Güvenli ve mantıklı bir seçenek bulunduğu takdirde ameliyattan kaçınılması için nedenler bunlardır.
"Kelasyon terapisi" ya da bu az invazif terapiye tıp terminolojisinde verilen adıyla etilen diamin tetraasetik asit (EDTA) terapisi bazı anjin sorunlarını pek az riskle giderir. Temel fikir, kelatör olarak bilinen bazı kimyasal maddelerdir. Bunlar yabancı cisme yapışarak onu bedenden atarlar. EDTA damardan verilen ve kelatör işlevi gören bir kimyasal maddedir. Sarımsak, C vitamini ve pektin gibi ağızdan alabileceğiniz kelatörler de vardır. Ama damardan verilmesi yöntemi çok daha etkili kılar.
Süper japon yapıştırıcıların piyasaya sürüldüğü dönemi hatırlıyor musunuz? Bazı reklamlarda, bir vince o müthiş yapıştırıcının bir damlasıyla tutturulmuş, havada sallanan bir otomobil görülüyordu. Ürünü almak için dükkana gittiğinizde ise satıcı kişi, masa ya da sandalyeye yapışıp kalma riski çok yüksek olduğundan yapıştırıcıyı nötralize eden maddeden de bir tüp almanızın iyi olacağını söylemişti. Bu aslında oje çıkarmak için kullanılan asetonun bir çeşidiydi ve yapıştırıcının gücünü azaltabiliyordu.
Arterosklerozda, kolesterolü, yağları ve damarları tıkayan plağı oluşturan diğer maddeleri birleştiren yapıştırıcı kalsiyumdur. Kelatörler, kalsiyuma yapışıp bedenden atarak bir anlamda aseton işlevi görürler. Kalsiyum yoksa biyolojik yapıştırıcı da yoktur. Plak parçalanarak güvenli şekilde bedeninizden akıtılıp atılır, damarlarınız da ameliyatsız açılmış olur.
EDTA kelasyon terapisinin pek bilinmemesinin nedeni, kardiyologlara bu yöntemin normalde öğretilmemesidir. Bunun yerine onlara invazif kalp işlemleri yapmaları tavsiye edilir. Anjin tedavisi için invazif yöntemlerin kullanılması gerektiği inancına ilk karşı çıkanlardan biri, 11 Kasım 1992 tarihli Amerikan Tıp Birliği Dergisindeki yazısıyla Dr. Thomas Graboys idi. Harvard'tan mezun bir kardiyolog olan Dr. Graboys, kendilerine anjiogram, yani kalbi ve kalp damarlarını görmek için kullanılan bir damar sondası işlemi yapılması gerektiği söylenmiş olan 168 anjin hastasını incelemişti. (Anjiogram invazif bir işlemdir).
Dr. Graboys önce ekokardiogram (ses dalgaları), efor testi ve her hastanın 24 saat boyunca taktığı kalp monitörü yardımıyla teşhisin doğru olup olmadığını kontrol etti. 168 hastanın tümünü kontrol ettikten sonra da 134'ünün sonda işlemine ihtiyacı olmadığını saptadı. Daha ciddi sorunları olmayan, tam ciddi bir kriz öncesinde bulunmayan diğer hastalarla da iki ay boyunca farklı ilaç uygulaması gibi yöntemler denedi. Bu sürenin sonunda sadece altı hastanın anjioplastiye ihtiyacı olduğu belirlendi. Dr. Graboys'un savunduğu düşünce, invazif yöntemlerin çoğu zaman gereksiz olduğuydu. EDTA kelasyonunu savunmadıysa da bu yöntem incelediği hastaların çoğuna yararlı olabilirdi. Yalnızca altısının kalbi başka seçenek bırakmayacak kadar kötüydü.
Bu son derece önemlidir! Kalpleri hala sağlıklı olan bazı hastaların kalp damarlarının tamamen tıkanabildiğini ve bu tıkanmanın ameliyatsız giderilebildiğini artık biliyoruz. EDTA kelasyonu sadece damarlardaki plak oluşturucu kalsiyum birikintilerini akıtmakla kalmaz, fazla bakır ve demiri de temizler. Bu da çok önemlidir çünkü daha önce gördüğümüz gibi bakır ve demir fazla miktarda bulundukları zaman damarlarınıza zarar verebilecek olan serbest radikallerin oluşumunu harekete geçiren minerallerdir. Böylece EDTA bir işlemde iki önemli iş görür.
Toksik metallerin yol açtığı kan dolaşımı sorunlarının tedavisi için kullanılan ağızdan kelasyon terapisi güvenli ve etkili kabul edilir. Alzheimer hastalığı, artrit, multipl skleroz ve Parkinson hastalığının tedavilerinde kullanılır ve hem hekimlerin, hem de hastaların ifadesine göre son derece etkilidir. Kanıtların çoğu vakadan vakaya değişen türde de olsa, yöntemin belirli sorunlar yarattığı görülmemiştir.
Damardan yapılan EDTA kelasyon terapisi farklıdır. Bu tedavi konusunda, bilincinde olmanız gereken tartışmalar dönmüştür. Önce biraz bilgi. Bir ilaç şirketi belli bir tedavi geliştirdiği zaman süreli patent alır. Şirket patente sahip olduğu sürece, tedavinin uygulanması için mümkün olduğu kadar çok farklı yol bulması karınadır. EDTA patentinin ilk sahibi olan Abbott laboratuarları, patent hakkını otuz yıl kadar önce yitirene dek bu tedavi yöntemini son derece girişken bir şekilde kullandı. Sonra EDTA hakkı kamuya geçince, araştırmaya devam etme nedeni kalmadığından şirket EDTA'yı özel sektöre teslim etti. Ne yazık ki özel sektörün genel finansörleri olan ilaç şirketleri patentli ürünler üzerine çalışmaları desteklerler, kar getirmeyecek olanları değil. Bu yüzden EDTA üzerine araştırmalar için büyük paralar bulunamadı. Ayrıca EDTA kelasyon terapisi kalp cerrahları tarafından da kabul görmedi. Yaşamını, kesip biçerek kazanan birinin, invazif olmayan yöntemleri savunmasını bekleyemezsiniz.
EDTA kelasyon terapisinin deney ve uygulama alanlarında düşüşünü durduran olay I972'de gerçekleşti. O yıl EDTA kelasyon terapisini uygulayan bir grup hekim Amerikan Tıpta İlerleme Koleji'ni kurdu. Amaçları, diğerlerini eğitmekti. Terapinin yaşaması ve yavaş yavaş daha çok kabul görmesinin nedenlerinden biri budur. Bir dönem EDTA terapisinin böbrek yetmezliği ve ölüme neden olduğunu itiraf etmek gerek. Kelatör fazla hızlı enjekte edilmişti ve içindeki bir toksik faktör böbreklere zarar verdi. Ama bu araştırma ve uygulamanın ilk evrelerinde gerçekleşti.
Sonraları EDTA kelasyon terapisi için uygun işlem belirlendi ve Food and Drug Administration on yıldan uzun bir süre bu terapisinin güvenliği üzerine yapılan araştırmaları destekledi. Okuduğuma göre, yapılan beş yüz binden fazla EDTA kelasyon terapisi uygulamasında hiç ölüm yaşanmadı ve çoğunda ters yan etkiler de görülmedi. Ayrıca bu terapinin kalp anjininin yanısıra çoğu damar hastalığına da iyi geldiğine dair kanıtlar var. Gördüğüm eleştirilerin çoğu ise son yıllarda EDTA kelasyon terapisinin güvenliği ve etkisi üzerine yapılan çok sayıda araştırmanın sonuçlarını dikkate almıyor.
Elbette EDTA kelasyon terapisi keyfe göre başlatılmaz. Önce, sıkı bir muayeneyle böbrek fonksiyonu, kolesterol, kan, karaciğer fonksiyonu, elektrolitler ve glikoz incelenir. Göğüs kafesinin röntgeni çekilmeli ve kandaki mineral ve BI2 miktarının analizi yapılmalıdır. Böbrek ve kan testi gibi bazı testler kelasyon terapisi boyunca tekrar tekrar yapılacaktır. EDTA kelasyon terapisinin uygulama şekli durumunuza göre değişir. Normalde her biri üç saatlik olmak üzere haftada iki kez tedavi görürsünüz ve ihtiyaçlarınıza göre ek beslenme alırsınız. Genellikle bunlar mineraller, C vitamini ve magnezyumdur. Normalde kullandığınız vitamin ve ilave maddelere ek olarak, terapi süresince bedeninizi B vitaminleri, çinko ve kromla güçlendirseniz iyi olur.
Kelasyon terapisi gerektirecek sorunlarda, işe beslenmenizi ve ek maddelere yaklaşımınızı değiştirerek başlayabilirsiniz. Kelasyon terapisi süresince ise atılan gerekli mineralleri de almanız gerekir. Pekmez gibi doğal bir kaynaktan demir; alfalfa ve yosun ile ek çinko alın. Ama çinkonun yanısıra mutlaka sülfürlü gıdalar tüketin, çünkü çinko, sülfürün etkisini azaltır. Bunun için hepsi bol sülfürlü olan baklagiller, soğan ve sarımsak yiyin.
Beslenmeniz, genelde kalp hastası ya da yüksek kolesterollüler için tavsiye edilen türden olmalı. Bol bol lifli gıda ve distile suyun yanısıra gerekli amino asitleri içeren protein içeceği ya da hapları da unutmayın. Aldığınız maddeler eksiksiz olsun. Örneğin amino asitler ancak hepsi birden alındığında tam etki gösterir. Tek başlarına pek işe yaramazlar. Ayrıca beslenmeniz manganez yönünden de zengin olsun, çünkü bu kalsiyumun damar duvarı hücrelerine girmesini engelleyen bir kelatördür. Kepekli un, kuru bezelye, Brezilya kestanesi, arpa ve pekan fıstığında bol manganez bulunur.
Kelasyon terapiler hakkında bilgi bulmakta sorun yaşıyorsanız, bu kurum size yardımcı olacaktır: American College for the Advancement of Medicine P.O. Box 3427, Laguna Hills, CA 9265.