Düşünümsel Modernlik Nedir?

Düşünümsel Modernlik Nedir? :

Düşünümsel Modernlik


Batılı toplumlann Yeniçağ tartışmaları içinde gelişen Post-Modern yaklaşım karşısında yaşanılan gerçekliği yine bir kırılma ve kopuş nosyonu çerçevesinde değerlendirerek modernliğin farklı bir evresine girildiğini ileri süren yaklaşımlar ortaya çıkmıştır. Kuramsal açıdan bu yaklaşımlar, sosyolojinin modernlik teorisini gözeten yeniden biçimlendirilmesidir.

Bu kuramcılar, modernliğin bu evresinde “düşünümsellik” (reflexive) derecesiyle, modern toplumlann kendi üzerlerine düşünmek zorunda kaldıkları ve aynı zamanda gerisin geri kendi üzerlerine düşünme yeteneğini geliştirdikleri bir noktaya vardıklarını kastederler. Bu yaklaşıma göre modernlik, kendisini şimdiye kadar dar bir şekilde “sanayi toplumu” olarak görmüştü. Gelgeldim, sanayi toplumu çok eksik anlamda moderndir; feodal kalıntıların süreklilik arz etmesinden ötürü değil, kendi pratikleri ve kuramlarının Aydınlanma tarafından tasarlandığı haliyle modernliğin evrensel ilkelerini yadsımasından ötürü sanayi toplumu “yarı-modem bir toplum”dur.    Bu bağlamda düşünümsellik tartışmaları içinde “risk toplumu”, yeni bir toplum tanımı olarak karşımıza çıkar. Risk toplumu açısından, klasik sanayiciliğin çizdiği yolda devam etmenin kendi kendini yok etme riskine atılmak olduğu kabul edilir. Şimdi gerekli olan daha az sanayileşme, ama buna karşılık daha fazla modernleşmedir -modernlik ilkelerinin, kapitalist sanayi toplumunun tehlikeli ölçüde kısıtlayıcı pratiklerine ve perspektiflerine daha fazla uygulanması. Bunun sonucu, Bauman ve Huyssen’in Post-Modem perspektiflerinin de tasarlandığı gibi, modernliği kendisinin sınırlı bir kısmına kölelik etmekten kurtarmak, rasyonel düşünüm ve çok-cepheli gelişim açısından taşıdığı potansiyeli sonuna kadar serbest bırakmak olacaktır.    Tıpkı modernleşmenin 19. yüzyılda feodal toplum yapısını çözmüş ve sanayi toplumunu üretmiş olması gibi, bugün de modernleşme sanayi toplumunu çözmekte ve başka bir modernlik doğmaktadır. Bugün, gelişkin Batı dünyasında modernleşme kendi ötekisini tüketti ve kaybetti ve şimdi de işlevsel ilkeleriyle birlikte bir sanayi toplumu olarak kendi öncüllerini kemiriyor. Modemlik-öncesi deneyiminin sağladığı ufuk içerisinde, modernleşmenin yerine düşünümsel modernleşme geçmektedir.

Düşünümsel modernleşme


1.Alman toplum kuramcısı Ulrich Beck''''in, ileri aşamadaki modernliğin, "kendi konusu haline gelmesi''''ne işaret etmek üzere tasarlayıp geliştirdiği bir terim.
Beck''''in bu terime yüklediği anlam kısmen şöyle ifade edilebilir: Teknolojilerin (doğa, toplum ve kişilik alanlarındaki) gelişimi ve kullanımı sorunu, o anda kullanılan ya da potansiyel olarak kullanılabilecek teknolojilerin siyasal ve ekonomik ''''yönetim'''' riskleri yüzünden -bu tür tehlikelerin, özellikle tanımlanan ilginin boyutlarına göre keşfedilmesi, kabul edilmesi, üzerine gidilmesi, kaçınılması ya da gizlenmesine bağlı olarak- gölgede kalmaktadır".

Beck''''in toplumsal değişim dönemleştirmesine göre, basit modernlik sanayi toplumunun gelişimiyle eşanlamlı görülürken, yeni düşünümsel modernlik risk toplumunun ortaya çıkışıyla; yani, bilginin çoğalmasının her yerde "imal edilmiş belirsizlik" yarattığı (ekolojik felaket riski), dolayısıyla bilimsel uzmanlıktan, giderek bilimin daha önceki uygulamalarının etkilerini katlanılabilir hale getirmesinin istendiği bir durumla eşanlamlıdır.
Sanayi toplumu öncelikle malların üretimi ve dağıtımıyla ilgiliyken, risk toplumu sadece teknolojik süreçlerin uygulamalarından kaynaklanan fiziksel risklerle değil, aynı zamanda riskli organizasyonel etkinlik ve toplumsal ilişkilerin sonuçlarıyla da bağıntılı olan "kötülükler" ya da tehlikelerin yönlendirilmesi etrafında örgütlenmiştir.

Bir süreklilik ve süreksizlik karışımı (örneğin, Yeşil Hareket''''in ortaya koyduğu bilim eleştirisindeki gibi) olarak düşünümsel modernlik, sanayi toplumundaki toplumsal ve siyasal örgütlerle kurumlara dayanan ve onlara göndermede bulunan kolektif vicdan biçimleri"ne (sınıf kültürü ve ailedeki roller) son vermektedir.
Beck''''e göre, "1950''''li yıllarda Max Weber''''in toplumsal sınıf kavramının içine yerleştirdiği, piyasanın aracılık edilip statünün şekillendirdiği ortak yaşam deneyimlerinin istikrarsız birliğinde bir ayrışma görülmeye başlamış, bu bütünlüğün farklı unsurları (örneğin, belirli piyasa fırsatlarına bağımlı maddi koşullar, geleneğin ve precapitalist yaşam tarzlarının etkinliği, komünal bağlar ve mobilite engellerine dair bilinç, ilişki ağları, vb.) yavaş yavaş parçalanmıştır."
Demek ki "toplumsal eşitsizliğin bireyselleşmesi" şu anlama gelmektedir: "Bir şekilde atfedilmiş olan sınıf biyografileri, refah devleti koşullarında aktörün kararlarına dayalı düşünümsel biyografilere dönüştürülür."

Dolayısıyla herkes, giderek artan bir biçimde farklı toplumsal kimlikler, yaşam tarzları, kanaatler ve gruplar ya da alt-kültürler düzeni arasından bir seçim yapma riskini göze almak zorundadır. Toplumsal sınıflara bağlılıklar gün geçtikçe zayıflamakta, insanlar, aile ya da komşuluğun sağladığı geleneksel destek ağlarından kopmakta ve çalışma eylemi, bir çatışma ve kimlik oluşumu odağı olarak önemini yitirmektedir.
Atfedilen farklılıklar (etnisite, toplumsal cinsiyet, yaş ve milliyet gibi), yeni yaşam tarzları ve sınıfsal dayanışmaların yerini alan benlik anlayışlarının temeli haline gelmiştir.
Marksist terimlerle ifade edersek, bu durum, sınıfların olmadığı, ama yeni ve hâlâ oluşum sürecindeki farklılaşma ve eşitsizlik biçimlerini içinde barındıran bir kapitalizmdir.

Beck''''in bu ünlü düşünümsel modernleşme yorumu, bazı çevrelerde, esas olarak postmodernizmin eleştirisi olarak bir hayli dikkat çekmiştir. (Beck, toplumsal yaşamın akılcılaşmasının ters ve ters işlevsel etkilerinin, akılsallığın reddiyle değil, "akılsallığın radikalleşmesi"yle anlaşılabileceği ve yönlendirilebileceği kanısındadır.)

Bazı yazarlar ise, bu kavramın -Anthony Giddens''''ın geliştirdiği yapılaş(tır)ma kavramı gibi- (nitekim Beck güven ve kimlik hakkındaki fikirlerini Giddens''''la ortak çalışması içinde geliştirmiştir (Ulrich Beck, Anthony Giddens ve Scott Lash, "Reflexive Modernization") ampirik temellerden yoksun olmakla kalmayıp, esasen ilkesel olarak test edilemeyecek ölçüde yüksek bir soyutlamayı yansıttığını iddia etmişlerdir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp