Hz. Peygamber’in Manevi (psikolojik) Tedavi Yöntemi

Hz. Peygamber’in Manevi (psikolojik) Tedavi Yöntemi :

İslam, ruh ve akıl sağlığına büyük önem vermiştir.

Bunun yolu da, strese yol açan ve insanın maneviyatını çökerten sebeplerin ortadan kaldırılmasıdır. İslam’ın, Allah’a ve kadere imanı, şiddet, sıkıntı, musibet ve hastalık durumlarında sabrı, ümitsizliği ve intiharı haram kılması, geçim sıkıntılarını hafifletmek için insanlara yardımlaşmayı emretmesi, kumar, faiz gibi toplumun huzurunu bozan her türlü kötülüğü yasaklaması, hep akıl ve ruh sağlığını korumaya yöneliktir.

A. Allah’a İman

Allah’a iman, iman esaslarının ilk şartı olup diğer bütün iman şartları bu esasa bağlıdır. Allah’a iman olmadan peygamberlikten, vahiyden, kitaptan, meleklerden, ahiret vb. inanç esaslarından bahsetmek mümkün olmaz. Allah’a imanın iki yönü vardır: Birincisi, Allah’m varlığı ve birliğine iman; İkincisi, isimlerine ve sıfatlarına imandır.Hz. Muhammed’in getirmiş olduğu İslam’ın temel gayesi, her yönüyle tevhidin gerçekleşmesi, onun zıddı olan şirkin ortadan kaldırılmasıdır. Çünkü şirk, Allah’m kuluna olan sevgisine en ağır ihanettir.Tevhidin itikadi boyutu yanında sosyal ve ahlaki boyutu da vardır. Zira birden fazla ilahın kabulü kalplerde bir ayrılık meydana getirir. Herkes gücünün üstünde kabul ettiği değişik bir varlığa inanırsa bu itikat, topluma sirayet edecek ve insanların kabul ettiği tanrılar adedince, belki de ondan daha fazla, farklılıklar ve ayrılıklar meydana gelecektir. Halbuki tek olan Allah’a inanmak, ruhlarda bir bölünme meydana getirmediğinden, iç huzurun teminatı olur,bu huzur elbette topluma da yansır ve kardeşlik bağının da çok güçlü olmasını sağlar.Kur’an’ın tevhıd ilkesi çerçevesinde üzerinde durduğu noktalardan biri de yanlış Allah tasavvurudur. Bu yanlış ilah tasavvurlarının temelinde uzak ilah tasavvuru yer alır.Halbuki yakın ilah tasavvuru, Allah’ın her an işte ve oluşta olduğu, devamlı olarak insanları gözetim ve murakabe altında tuttuğu Kur’an’ın açık beyanıyla ortaya konulmuştur: “Eğer kullarım sana benim hakkımda sorular sorarlarsa, (bilsinler ki) ben çok yakınım; dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm.”Hz. Peygamber(sav), hadis-i şeriflerinde mümini topluma huzur veren faydalı kişi olarak tarif etmiştir:“Müminlerin iman açısından en mükemmel olanı, ahlakı en iyi olanıdır.”“îman yetmiş türdür. En üstünü ‘Lâ ilâhe illâllahtır, en aşağısı da yol üzerinde insanlara eziyet verecek bir şeyi kaldırmaktır. Hayâ da imanın bir bölümüdür.”“Allah’a yemin olsun ki, hiçbir kul, kendi nefsi için istediği güzelliği kardeşi için de istemedikçe tam iman etmiş olmaz.”Bu hadisler, ahlaki bakımdan olgun ve huzurlu bir toplum için imanın önemini vurgulamaktadır. Huzurlu bir aile ve toplumda da psikolojik ve manevi hastalıklar ortaya çıkmaz.

B. Allah’a İbadet

İslam’da bütün ibadetler, sadece Allah’ın emri olduğu için yerine getirilir. Ancak bununla birlikte ibadetlerin müminlerin beden ve ruh sağlığına büyük katkı sağladığı da göz ardı edilemez bir gerçektir.İslam’da dinin direği olarak kabul edilen “namaz”ın aynı zamanda sağlık açısından çeşitli faydaları vardır. Hz. Peygamber, karnı ağrıyan Ebu Hureyre’ye namaz kılmasını tavsiye etmiştir. Ebu Hureyre diyor ki: “Resulullah(sav) beni, uyurken gördü, karınağrısından kıvranıyordum. Bana, ‘Karnın mı ağrıyor?’ dedi. Ben de, ‘Evet, Ya Resulullah!’ dedim. ‘Kalk, namaz kıl. Çünkü namaz şifadır’ buyurdu.Müminin miracı olarak bilinen namaz, bütün ibadetler arasında en önemli yeri işgal eder. Bu yüzden Kur’an’da namaz üzerinde çok durur. Namaz, Hz. Peygamber e(sav) emredilen ilk ibadettir. Namaz ve zekat Kur’an’da birlikte zikredilseler de namaz daima önce geçer.Namazın, insana birçok manevi ve psikolojik faydası vardır. Namaz, insanı günahtan korur ve böylece kişinin olgunlaşmasına imkan verir. Namaz, özellikle cemaatle kılındığında sınıf, renk ve ırk gibi bütün farklılıkları eşitler ve Müslümanlar arasında birlik ve beraberlik sağlar. Namazın mümine kazandırdığı en önemli özellik Allah’a saygıdır (huşu). Bundan dolayı İslam’da içki yasağı, Allah’a karşı saygısız hareketleri ve konuşmaları önlemek için önce namazda başlamıştır. Namaz, insanda birtakım yüksek ahlaki niteliklerin gelişmesini sağlar. Bunlardan biri ve en önemlisi sabırdır: “Sabır ve namazla Allah’tan yardım dileyin.”Kur’an’da namaz, önemli ibadetler ve erdemlerle birlikte iyilik (birr)kavramı içinde zikredilir. Namaz, insanı ahlaksızlık (fahşâ) ve kötülükten (münker) alıkoyar.Bizzat namazın kendinde iman sağlığını, dünya ve ahiret saadetini koruması dışında, beden sağlığını koruma, bedendeki atık ve fazlalıkları eritme bakımından da faydalar vardır. Aynı şekilde geceleyin kalkıp namaz kılmak da sağlık açısından faydalıdır ve birçok müzmin hastalığa engel olan hususlardan biridir. Bu, beden, ruh ve kalbe en fazla canlılık veren şeydir.Cemaatle namazın, bir diğer faydası da bu sayede zengin-fakir, yönetici-halk vb. toplum katmanlarının eşitliğini sağlaması ve insanların birbirinden üstün olmadığını göstermesidir. Bütün cemaat Mustafa zengin-fakir aynı safta durur; icabında zengin arka safta fakir ön Karataş safta olur. Bu şekilde camideki bütün insanlar Allah’ın önünde eşit olduklarını fiilen dile getirmiş olurlar. Cemaatle kılınan namazda,insanlar birbirlerinin durumuna vâkıf olurlar. Zenginler, fakirlerin durumlarıyla ilgilenme imkanı bulurlar. Böylece toplumsal kaynaşma, barış ve güven hasıl olur. Bu da psikolojik açıdan sağlıklı bir topluma namazın katkısını ortaya koymaktadır.Modern bilimsel araştırmalar, namazın insan sağlığına pek çok faydasını ortaya koymuştur. Bunlardan bazılarını şöyle özetleyebiliriz:

• Namaz, hayat enerjisi üretir.
• Bedeni güçlendirir. Vücuttaki kemikleri ve eklemleri hareket ettirdiği için onları sağlamlaştırır.
• Bel ağrılarını önler.
• Varis hastalığına engel olur.
• Kalp çalışmasını düzenler.
• Damarları genişletir ve hücrelere esneklik kazandırır.
• Sindirim sisteminin çalışmasını arttırır ve kabızlığı önler.
• Mafsal iltihaplarını önler.
• Artoz ve kireçlenme gibi eklem hastalıklarını ve adale tutulmalarını önler.
• Hastalıklara karşı vücut direncini güçlendirir.
• Organların kusurlarını giderir, güzelleştirir ve onlara esneklik kazandırır.
• Hafızayı kuvvetlendirerek dikkat melekesini artırır.
• Vücudun bütün organlarının dengeli bir şekilde büyümesini ve gelişmesini sağlar.
• Kamburluğa mani olur.
• Kan dolaşımını düzenler ve tenefüsü canlandırır.
• Ani hareketlerin yol açtığı arızalara karşı mukavemet kazan- Şifalardırır. Kitabı
• Sinir sistemini güçlendirir.
• insana huzur ve sükunet kazandırır.
• insanı devamlı zinde ve dinç tutar.
• Gözü, göz tansiyonundan, katarakt ve karasu hastalıklarından korur.
• Mide ve safraya faydalıdır.
• Uykuyu düzenler.
• Vücuttaki statik elektriklenmeyi engeller.

İslam’a temel ibadetlerden biri olan orucun da sağlık açısından birçok faydası vardır. Oruç da, sağlığı koruma, beden ve nefse spor yaptırma yollarından biri olarak kabul edilmiştir.Orucun, hastalıkların en tesirli ilacı olduğu söylenmiştir.Oruç (savm), “fecirden güneşin batmasına kadar Allah’ın rızası maksadıyla yemek, içmek cinsi münasebetten nefsi alıkoymaktır.”Orucun müminlere farz kılındığı, şu ayette ifade edilmektedir: “Ey iman edenler! Sizden öncekilere farz kılındığı gibi size de oruç farz kılındı. Umulur ki korunursunuz.”Kişi, fecirden güneşin batışına kadar aç kalarak, yoksulların durumunu idrak ederek onlara yardımcı olur. Bu eğitim bir ay boyünca devam eder. Oruç, insana iradesini kuvvetlendirme alışkanlığı kazandırır, insana gerektiğinde alışkanlıklarından vazgeçmeyi öğretir. Oruç, yılda bir ay da olsa zengin ile fakir arasında bir eşitlik temin eder. Zenginlere yoksullara acıma hissi verir.Modern bilimsel araştırmalar, orucun insan sağlığına pek çok. faydasını ortaya koymuştur. Bunlardan bazılarını şöyle özetleyebiliriz:

• Oruç, insan vücudunda biriken zehirleri giderir.
• Beyni aktifleştirir ve beyin hücrelerini çalıştırır.
• Kan damarlarının çeperlerine yapışan yağlar atılır.
• Psikolojik hastalıklara karşı etkilidir.
• Fazla kiloları ve şişmanlığı önler.
• Uyuşturucu ve sigara bağımlılarını tedavi eder.
• Eklem ağrılarına faydalıdır.
• Vücuda enerji sağlar.
• Sindirim sistemine faydalıdır.

Mali bir ibadet olan zekatın da hem fert hem de toplum sağlığı açısından çeşitli faydaları bulunmaktadır. Zekat, hem verene hem de alana birçok güzel ahlak katar. Zekat, insanı cimrilik hastalığından temizler; dolayısıyla bir infak ve cömertlik eğitimidir. Böylece insan Allah’ın sevdiği ahlak ile ahlaklanmış olur. Zekat veren, Allah’ın nimetlerine şükretmiş olur. Zekat, kalbin mal ve dünya sevgisiyle boğulmasına karşı bir ilaçtır. Zekat, zengin kişinin şahsiyetini geliştirir ve onda insan sevgisi doğurur.Zekatın alan kimseye faydaları şunlardır: Muhtaç kişiyi ihtiyacından kurtarır; onun mutlu olmasına katkıda bulunur, insanı fakirliğin getirdiği kin ve haset duygusundan kurtarır. Dolayısıyla toplumu kin ve hasedin neden olduğu bütün tehlikelerden ve ahlaksızlardan korumuş olur.Zekat, toplumların huzurunu kaçıran hırsızlık için en önemli önlemlerden biridir. Bu hastalığın en önemli ilacıdır. Zira zekat alan kişi ihtiyacı karşılandığı için genellikle böyle kötü ve tehlikeli yollara tevessül etmez. Ancak zekat, sadaka ve infak anlayışının yerleşmediği toplumlarda hırsızlığın bir alışkanlık, hatta kötü bir meslek haline geldiğini görüyoruz.“Mekke’deki Beytü’l-Haram’a ibadet maksadıyla kasd ve yöneliş”olarak tarif edilen hacc ibadetinin de sağlık açısından birçok faydası vardır. Bunun yanı sıra ayete göre hac farzı, insanlara manevi, toplumsal ve ekonomik birçok kazanımlar sağlamaktadır, “insanlar Şifalar arasında haca ilan et; gerek yaya gerek uzak yollardan gelen yorgun Kitabı develer üzerinde sana gelsinler ki, kendileri için birtakım faydalara Tevekkül, her durum ve şart altında Allaha güven duymaktır. Tevekkül, bazen kadere boyun eğmek şeklinde yanlış olarak anlaşılmıştır ki bu, Kuranın tevekkül anlayışına aykırıdır.tanık olsunlar ve kendilerine rızık olarak verdiği hayvanlar üzerine belli günlerde Allah’ın adını ansınlar. Onlardan yiyin, sıkıntı içinde bulunan fakire de yedirin. ”Hacc bütün ırk, renk ve sınıf ayrılıklarını ortadan kaldırır, bütün müminleri eşit hale getirir. Hacc, bütün müminleri Allah’ın kulları olarak Allah’ın Ev’i Kâbe’nin önünde bir ailenin üyeleri olarak bir araya getirir. Böylece her müslüman, İslam kardeşliğini en geniş boyutuyla hissetmiş olur. Hacca giden müminlerin orada yaşamış oldukları manevi atmosferden etkilendikleri, dönüşte daha mutlu ve dinine sadık olarak yaşamaya gayret sarf ettikleri bilinmektedir.

C. Tevekkül
Tevekkül, işi başkasına havale etmek, aczini ortaya koyarak başkasına dayanmak anlamına gelir. Din dilinde tevekkül, Allah katında olana sarılmak, insanların ellerinde bulunandan ümidini kesmektir. Allah’a tevekkül eden kişi, Allah’ın rızkına kefil olduğunu bilir, sadece ona güvenir, ondan başkasına dayanmaz.Peygamberlerin, zor zamanlarında Allah’a tevekkül ettikleri ifade edilir: “(Ey Muhammedi) Yüz çevirirlerse de ki Allah bana yeter. Ondan başka ilah yoktur. Ben sadece ona güvenip dayanırım,”Hz. Peygamber’in(sav) tedaviyi emretmiş olması, tevekküle zıt değildir. Nitekim açlık, susuzluk, soğuk ve sıcak gibi sıkıntıları zıtlarıyla ortadan kaldırmak da tevekküle zıt değildir. Bilakis gerçek tevhid, Allah’ın tayin ettiği sebeplere sarılmakla gerçekleşir. O sebeplere sarılmamak, tevekkülün özünü yaralar. Sebepleri terk etmenin, tevekküle daha uygun olduğunu zannederek tevhidi zayıflatır. Eğer sebeplere sarılmayı acizlikten dolayı terk ederse, “kulun dünya ve ahiretinde kendi faydasına olan şeylerin meydana gelmesinde ve zararına olan şeylerin defedilmesinde kalbin Allah’a itimat etmesi” şeklindeki gerçek tevekküle aykırı davranmış olur. Bu itimatla birlikte sebeplere sarılmak gerekir. Yoksa hikmeti ve dini işlevsiz bırakmış olur. Dolayısıyla kul, tevekkülünü acizlik, acizliğini de tevekkül olarak görmemelidir.

D. Dua
Dua, kulun Rabbinden inayet istemesi ve yardım talebinde bulunmasıdır.Allah’ın huzurunda boyun eğerek, rahmetini umarak, lütfiınu bekleyerek, affına sığınarak, yardımına başvurarak içtenlikle ona yakarmaktır.Dua, insanın kulluk bilincinde olarak halini Allah’a arz etmesi, ondan yardım ve istekte bulunmasıdır. Bu durumda dua vasıtasıyla, bütün ibadetlerin temelinde yatan gaye gerçekleşmektedir ki o da kulun, Rabbi ile irtibat kurması ve bunu devam ettirmesidir.Ayet-i kerimede, “De ki duanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin”buyurulmak suretiyle duanın önemine işaret edilmiştir.Dua, insanın fıtratından kaynaklanan bir ihtiyaçtır. Bu yüzden, bütün dinlerde duaya yer verilmiştir. Her insan, bir sıkıntı ve kötülük ile karşılaştığında veya bir nimete kavuştuğunda, bu durumunu arz edeceği üstün bir kudret arar. Bunu gerçekleştirme yolu duadır. Dua sayesinde bir mümin, bir nimete kavuşmuşsa Yüce Allah’a teşekkürünü arz eder; eğer bir bela ve sıkıntı ile yüz yüze gelmişse, ondan bunların giderilmesini ister yahut bir ihtiyacı varsa onu talep eder.İslam’da dua bir ibadettir ve diğer ibadetlerle birlik ve bütünlük arz eder. Bu sebeple dua, öncelikle namaz ile yakından ilgilidir. Namaz kelimesinin Arapçası olan salat’m anlamlarından biri de duadır. Esasen namaz, içinde duaların bulunduğu en büyük duadır. Namaz öylesine ilginç bir duadır ki, her bir ayeti bir yakarış ve dua olan Fatiha Suresi, namazların her rekatında okunmaktadır. Fatiha Suresinde, dua ile yakından ilgili olan ve bir nevi dua sayılan hamd, sena, zikir, tespih, isti’âze (Allah’a sığınma), isti’ane (Allah’tan yardım isteme) gibi ibadetler de yer almaktadır.Dua eden kimse, yöneldiği zatın kudret ve hakimiyetinin büyüklüğü karşısında kendisinin küçüklüğünün bilincinde olarak, talep ettiği şeyi huşu ve tevazu içinde ister. Bu halde iken, Allah’a yakarışta bulunan bir kul, bütün samimiyetiyle ve kalbiyle kendisinimanevi bir atmosferde hisseder ve istediği şeyin gerçekleşeceğine kalben inanır. Bu inanç ve hal ile Rabbine yöneldiğinde beklenti içinde olduğu şeylere kavuşma yolunda adım attığı gibi, korktuğu şeylere karşı da kendisini emniyete almış oluR.

Dua eden bir kimse, duasıyla Rabbine daha yakın olur, onun kendisini işittiğini bilir, duasını kabul edeceğine inanır ve yakarışlarıyla kendisini onun rahmet deryasına bırakır. Zira Allah Teala şöyle buyurmaktadır: “Eğer kullarım sana beni sorarlarsa, (bilsinler ki) ben çok yakınım; dua edenin yakarışına her zaman karşılık veririm. Öyleyse onlar da bana karşılık versinler ve bana inansınlar ki doğru yolu bulabilsinler,”Dua; yaratılmış, aciz, kudreti sınırlı ve sonlu bir varlık olan insanın, zaman ve mekandan münezzeh, sonsuz kudret sahibi yüce yaratıcı ile kurduğu bir köprüdür. Bu yüzden ibadetlerin özü ve bizzat kendisi de bir ibadet olan dua, kul ile Rabbi arasında kurulan çok sağlam bir bağdır. Zira Hz. Peygamber(sav), “Dua, ibadetin özüdür”buyurmuştur.Muhammed İkbal, duayı ne güzel tanımlamıştır: “Dua, kâinatın dehşet verici sessizliği içinde insanoğlunun kendisine bir cevap bulmak için hissettiği derin hasret ve iştiyakın ifadesidir.Dua, sıkıntılar içinde kıvranan insanın sığınağı ve huzur bulduğu bir limandır. Dünya hayatının çeşitli mihnet ve sıkıntıları arasında bunalan kişilerin gönüllerinde bir ferahlama hissettikleri görülür. Kalbin derinliklerinden gelen sıcak bir dua insanın gönlünü temizler ve ruhunu arındırır. Dua eden kimse, arzu ve talebini en yüksek makama arz etmenin huzurunu yaşar.Sevgili Peygamberimiz her vesileyle Allah’a dua ederdi. Duasız bir anı yok gibiydi.

Allah Resulü(sav), “Ben Allah’a günde yetmiş defadan fazla olmak üzere muhakkak tevbe istiğfar ederim” demiştir.Allah Rasulü’nün(sav), dua ederken bazen ellerini, koltuk altındaki beyazlık görünecek kadar yukarı kaldırdığı rivayet edilir.Hz. Peygamber’in dua esnasında, kimi zaman ellerini koltuk altları görünecek kadar yukarılara kaldırması ve yakarışı, Allah’a karşı olan teslimiyet ve yakınlığının bir göstergesi olarak tanımlanabilir. Zira dua, Allah’a hitabın en güzel biçimi, kalbin Allah ile konuşması ve ibadetlerin özüdür.Rasulullah(sav) kendisine hizmet edenlere de dua etmiştir. Enes b. Malik için, “Ey Allahım onun malım ve evladını bol eyle, ona verdiğin nimetini mübarek kıl”diye duada bulunmuştur.Allah Resulü(sav), bütün ibadetlerde olduğu gibi, ibadetlerin özü olan dua konusunda da bizim için rehberdir. Allah Resulü, her nimete kavuştuğunda veya bir sıkıntı ile karşılaştığında daima Rabbine dua eder ve ashabına da böyle yapmalarını tavsiye ederdi.390 Resulullah’ın(sav), çeşitli hastalıklar için dua ettiği rivayet edilir.

e) SabırSabır, 
İnsan için en önemli manevi tedavi araçlarından biridir. Sabır, sözlükte tutmak, men etmek; nefsi umutsuzluktan men etmek anlamına gelir.Istılahta, nefsi aklın ve dinin gerektirdiği şeylere vakfetmek veya akıl ve dince hapsedilmesi gereken şeyleri hapsetmektir. Sabır, umumi bir lafız olup çeşitli sıkıntı ve meşakkatlere katlanma için kullanılan bir isimdir. Sabır, “sıkıntı ve belalar karşısında Allah’a da ondan başkasına da şikayette bulunmamak” şeklinde de tarif edilmiştir.Sabır, Kur’an-ı Kerim’de üzerinde ısrarla durulan ahlaki erdemlerden biridir. Kur’an’da yetmiş küsur yerde zikredilmesi sabrın insan hayatındaki önemini ortaya koymaktadır. İnsan, sabır sayesinde her türlü zorluğun üstesinden gelir; kalbi huzur ve sükuna kavuşur ve umutsuzluktan kurtulur. Zira sabrın umutsuzluğun zıddı olduğu belirtilmiştir.Allah Teala, Kur’an’da hem sabrın öneminden bahsetmiş, hem de “sabredin” buyurmuştur. Şu halde sabır, bir müminin yerine getirmesi gereken ilahi bir emirdir. Diğer emirler gibi bu emir de yerine getirilirse insan hayatı daha fazla anlam kazanacaktır.insana, zorluklarla mücadele etmesi için verilen pek çok maddi gücün yanında sabır, manevi bir melekedir.Kur’an’da iman, ibadet ve sabır arasında lafzi bir yakınlık söz konusudur. Bu yakın ilişki pek çok ayette görülür. Mesela, aşağıdaki ayette iman, sabır ve namaz birlikteliği açık bir şekilde görülür: “Ey iman edenler! Sarsılmaz bir sabır ve salat (namaz-dua) ile yardım”arayın.Bu ayetin sonunda Allah, sabredenlerle beraber olduğunu, başka bir ayette ise sabredenleri sevdiğini bildirmektedir.

Buna göre sabırlı kişi, Allah’ın desteğini ve sevgisini her zaman kendisiyle birlikte hisseder. Buradan Allah, imanın sabır gibi bir ahlaki erdeme nasıl etki ettiğini ve insanı sabra nasıl motive ettiğini anlayabiliriz. Sıkıntı ve zorluklara maruz kalan bir kişi, eğer gerçek bir Allah inancına sahipse, onun her şeye gücünün yettiğini, her şeyi bildiğini, Rahman ve Rahim olduğunu bilirse ve sözünün gerçekleşeceğine inanırsa, çektiği bütün sıkıntıların sonunda selamete ulaşacağını bilir. O, hem Allah’a güvenerek imanını kuvvetlendirir, hem de sabrederek Allah’ın emrini yerine getirmiş olur. Bu sayede dünyevi ve uhrevi birçok maslahat elde etmiş olur. Zira Allah, sabredenlere mükafatını hesapsızca vereceğinin müjdesini vermiş ve sabredenleri övmüştür: “Sabredenlere mükafatları hesapsız ödenecektir,” “Biz sabredenlerin karşılığını yaptıklarının en güzeliyle vereceğiz.”Kur’an’dan anlaşıldığına göre müminler, karşılaştıkları zulüm ve kötülüklerisabırla defetmeli, aynı zamanda nefsine ağır gelen ibadetleri ve güzel amelleri de sabırla işlemelidir.Ancak Allah Teala, sabrın, tam bir sığınma duygusu ile yürekten Allah’a yönelenler dışındaki herkes için zor bir iş olduğunu haber vermiştir.Şu halde sabır devamlı olarak Allah’a iman şuuru içinde O’na güvenerek olmalıdır. Körü körüne sırf sıkıntılara göğüs germek Mustafa sabır değildir. Her şeyin Allah’tan geldiğini, O dilemeden bir şey Karataş olmayacağını bilerek sabretmeli ve sabrın sonunda Allah’ın mutlaka 88 bir ecir ve mükafat vereceğini düşünmelidir.

Peygamberler, sabır konusunda en büyük örnektir. Onlar pek çok felaket ve musibetle karşılaşmışlar ve bunların üstesinden sabırla gelmişlerdir. Allah Teala, sabır timsali Eyüp peygamberi(ıs), “Gerçekten biz onu sabredici bulduk”406 diyerek övmüştür. Enbiya Suresi’nde İsmail, Idris ve Zu’l-Kifl’in(,s) sabredenlerden olduğunu ve onlardan ibret alınması gerektiği bildirilmektedir.407Sevgili Peygamberimize de sabretmesi emir ve tavsiye edilmiştir: “Senden önce de elçiler yalanlanmıştı. Yalanlanmalarına ve eziyet edilmelerine sabrettiler.”(Ey Muhammedi) Öyleyse, sen de sabret.” Hz. Muhammed’in(sa) hayatı sabrın en güzel örnekleri ile doludur. Bir müminin görevi, bu hususta peygamberi örnek alarak bela, musibet, felaket ve zorluklar karşısında sabretmektir.Sabır da bazen -tevekkül gibi- yanlış anlaşılmaktadır. Sabır denildiğinde -onun hakiki manasından gaflet edilerek-, meskenete (miskinliğe), zillete yakın bir şey hatıra gelir. Sabrın, mutlak suretle her şeye katlanmak olduğu zannediliyor. Miskinliğe, zillete, hakarete, dövülmeye-sövülmeye, doğru-eğri, haklı-haksız üzerimize yüklenen her şeye, kısacası milliyetimizi (dinimizi), insanlık şerefimizi lekeleyecek musibetlerin, tecavüzlerin hepsine katlanmak ve bunların hiçbirine ses çıkarmamak sabır zannediliyor. Allah Teala’nın Kur’an’da övdüğü sabır, Allah yolunda, hak yolunda, millet ve memleket uğrunda, istiklali ve şerefi korumak uğrunda rahatını, uykusunu, malını, canını feda etmek, bu hususta gerekli olan küçük büyük her türlü fedakarlığa katlanmak, aklın ve şeriatın ya da her ikisinin gerektirdiği tüm meşakkat ve mahrumiyetlere göğüs germektir. Sabır, insan hayatında vazgeçilmez bir çaredir; her ne zaman mümin, bir sıkıntı veya belaya düşse mutlaka sabretmesini bilmelidir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp