Yaratımın Mekanizmaları

Yaratımın Mekanizmaları :

Yaratma zekanın bir işlevidir. Bir değişiklik işleminin, genellikle yeni bir şeyin ortaya çıkarıldığı bir değişiklik işleminin, belirtilişidir. Yaratmanın mekanizmaları ile değişme işlemini kastediyorum. Zekanın değişiklik sürecinden nasıl geçtiğini. kavrayabilirsek, değişikliği. yaratmak için zekayı kullanabiliriz. Kendimiz için yararlı bir gerçeği yaratmak istediğimizi biliyoruz. O halde, mekanik bir düzeyde, örneğin elektronların etkileştiği düzeyde, kendimizi yaratımla kısıtlamak zorunda değiliz. Bunun yerine, zekamızın zaten yaşamın her yönünde değişiklik yarattığı düzeyi, kendi bakış açı-mızı alacağız ve özellikle sağlığı, mutluluğu ve başarıyı yaratmak istediğimiz için bu sonuçları ortaya çıkaran zihin-beden bağlantısının nasıl çalıştığını bilmek isteyeceğiz

insan zekası yalnızca bir tek düzeyde yaratmaz. Empire State Binasını düşünün Dir kez. Onun yaratımı mimarın tasarımını, mühendis ve inşaatçıların birbirlerine danışmalannı, inşatın kendisini vs. içerir. Ama binayı meydana getiren en ince düzeye bakacak olursak, ortak bilinci -farklı insanların düzenli, uyumlu isteklerinin bir araya gelişini ve bir tek amaca yönelişini- görürüz. Daha da basitleştirirsek, bir düşünce paylaşıldı ve fizikselolarak varedildi.

Binanın gerçekleşmesi için, birinin düşünce dünyasın dan eylem dünyasına geçmesi gerekiyordu. Çimento ve çelik taşınması gerekiyordu. Fakat zeka çok daha dolaysız bir şekilde de işleyebilir. Diyelim ki, bir hastaya habis tümör teşhisi konmuş olsun ve sonuçta iyileştitilsin. Bu kitapta gösterildiği gibi, bu tedavi dolaylı da olabilir, dolaysız da. Eğer doktor, radyasyon ve ilaç tedavisini uygun görmüşse, dışarı-dan bır tedavi uyguluyor demektir. Elbette ki, aslındabedenin kendisidir sağlıklı durumu yaratan ama dışardan gelen doktorun zekası bedene yardım için iyileştirici ögeler sunar. Öte yandan, zekanın dolaysız olarak işleyişi ile tedavi de olanaklıdır. Bu kitapta daha önce sözünü ettiğimiz, Simonton görselleştirme tekniklerini kullanarak kendi kendini iyileştiren kadın, sağlık için yeni bir kanal açan bilinçli zihin yolunu uygulamıştı. Bir başka hasta, Bayan Di Angelo zekasını daha da dolaysız bir biçimde kullandı. Sadece bir istekle, «Bir daha hasta olmak istemiyorum, olmayacağım da,» iste-ğiyle kendi tedavisini başardı.

Tedaviyi yaratmanın hangi düzeyi en çok arzu edilen-, dir? Kuşkusuz ikincisi. En etkili yaratım mekanizmaları, zekan ın kendisinin işletildiği mekanizmalardır. Gerçekliği de-. rin, ince düzeyde değiştirebilirsek, kaba düzeyler otomatik olarak ardısıra gelirler. Dolaysız olarak zihin-beden aracılı-ğıyla hareket eden bir istek, kendi kendisi çaba harcamaksı-zın bedende fiziksel bir gerçekliğe dönüştürebilir. Yukarıdaki olayda bir hastalığın tedavisiydi ama sağlık yönünde her hangi bir değişiklik de olabilirdi.

Böylelikle, zekanın işlediği en derin yaratım yasalarını anlamış oluyoruz. Birinci yasa, zekanın kendisini değiştirmek için yine kendisini çalıştırmasıdır; dışardan hiç birşeyin sisteme sokulması gerekmez çünkü zaten hiç birşey zeka alanının dışında değildir - zeka heryeri kaplayıcıdır. Bu ilke kendine dönüş olarak adlandırılır. İkinci yasa, başarı için zekanın mutlaka bir yol bulacağını söylüyor. Tıbbın' tedavisi olanaksız dediği bir durum olamaz. Taşıdığımız her düşünce için dolaysız olarak başanya giden bir yol sunar doğa. Buna da varoluşun tüm olasılıkları adını verebiliriz.

Üçüncü ilke, tedaviyi getiren zekanın düzenli, kendili-ğinden ve bütün olarak çalıştığıdır. Hangi tedavide olursa olsun, vücut sistemleri, doğru sırada birbirini izleyen ve bilinçli zihinin araya girmesini gerektirmeyen bir iyileşme sürecinden geçerler.

Bir başka deyişle, bir düşünce, bir ilk durumu bir kez başlattıktan sonra, düşünceyi taşıyan tüm mekanizmalar kendi kendilerine işlemektedirler. Maharishi Mahesh Yogi bu ilkeye çok önem vermektedir; «en yüksek ilk» ilkesi adı-nı veriyor buna. Gerçekten yeterlilik prensibidir bu, çünkü bir hedefe varmanın en iyi yolunun en çabuk, en kısa ve en kolayolan yololduğunu söylüyor. Eğer ilaçlara başvurursak, doğa bunu bir koşulolarak kabul eder ve ilaç tedavisinin özel mekanizmaları aracılığıyla işler. Fakat bunlar çok zayıf, yavaş, zor, karmaşık ve bazen de işleyiş sırasında ağrılı olurlar. Sadece düşünceyle tedaviyi harekete geçirebilirsek, plasebo etkisinde olduğu gibi, doğa da bunu ilk koşulolarak alır ama çok daha hızlı, çok daha pürüzsüz ve daha az acı verici işletir.

Doğanın bütün bunları yapmasının yolunu bulmak yaratım mekanizmalarının en büyük gizidir. Bu yolu bulmanın koşulu yaratırnın tüm ilkelerine inanmaktır. Çünkü zekanın sonsuz, düzenli ve tüm olasılıkları taşıdığına inanmazsanız, kaçınılmaz olarak, bir hedefe giden yalnızca bir yol olduğuna, içinize kök salmış olan gerçeklik görüşünün tek doğru olduğu karar verirsiniz. Örneğin, her zaman için yalnızca ilaç veya radyasyon kullanırsınız, doğanın bir başka yolla da iyileştirdiğini kabul etmezsiniz. Yirminci yüzyıldan önce hiç kimsenin kanserden iyileşemediğini iddia etmek olur bu. Oysa çok saçmadır. Yaratıcılığınızın izleyeceği yolu seçebileceğiniz tüm durumlarda çok büyük farklılık yaratır «en yüksek ilk» prensibi.

Yara tım ın mekanizmaları bu kadarla da kalmaz. Doğa zeka aracılığıyla işlediği için, bir sorunu çözme bilgisini de beraberinde getirir ve sorunun çözülmesi mekanizmalarını harekete geçirdiğinde, her türden parça ile ilişki kurar. Tedavi vakasında, zihin-beden bağıntısı bağışıklık sistemi, hormon sistemi, kardiovasküler sistem, vs aracılığıyla çalışır. Ama kullanılan bilginin derecesi ve zihin-beden bağıntısının karşılıklı ilişki miktarı duruma göre değişir. Örneğin, ilaçlar- bedenin çalışmasına karışırlar yan etkilerin nedeni budurve ilacın kimyasal özellikleriyle birlikte çalışmaya zorlarlar. Bu yüzden, dolaysız olan ilaçsız tedavisi daha etkilidir çünkü daha eksiksiz, daha bütünleyici bilgi taşır ve daha geniş işbirliği sağlar

Bu sonucun ortaya çıkardığı yaratım ilkesi, doğanın sonsuz düzenleme gücü ve sonsuz karşılıklı ilişkiler taşıdığıdır. Evrenin işleyişinde sürekli olarak eksiksiz bir sınırsız bilgi ve sınırsız ilişkiler yumağı kullanılmaktadır, evrende gereksiz olan hiç bir şeye yer yoktur. Fakat bilinçli seçimimizle doğayı çok küçük kanallara sınırlayabiliriz. Elerktrik kanalı-nı açmadan önce, ışığı yalnızca ateşten yaratabiliyorduk. En etkili yaratıcı zihin, doğanın sınırsız desteğinden en fazla bilgi ve en fazla ilişkiyi ortaya çıkarandır Bilincin «daha yüksek düzeylerini» düşünürsek, bu çok önemlidir. Çünkü kullanabileceğiniz bilgi ve düzenleme gücü miktarı bütünüyle bunların bilincinizde ne kadar olduğuna bağlıdır. Elektriği kullanabilmeden önce elektriğin varlığının bilincinde olmanız gerekirdi. Aynı şekilde, sonsuz yaratıcı gizil gücünüzü kullanabilrnek için önce onun bilincinde olmanız gerekir. İş-te bunu sağlayabilecek tek şey bilinçtir.

Gerçek olduklarını kabul ettiğiniz sürece bu ilkelerin hiç biri tutarsız gelmeyecektir. Çağdaş insan için geçerliliğin tek ölçüsü bilimdir.Bilim açısından yaratım mekanizmaları nelerdir ? İster evren düzleminde olsun ister foton düzleminde fiziğin ilgi alanı maddi nesnelerin yaratımıdır.Yaratım hakkında fiziğin söyleyebileceği şeyler , benim zihin-beden hakkında ortaya koyduğum görüşleri destekleyici olacaktır.Einstein ve avrupalı meslektaşlarının başlattığı yeni fiziği özellikle ele almak istiyoruz

Yeni fizik Aristo'dan beri batı dünyasının varsaydığı katı gerçek düşüncesini tamamiyle değiştirmiştir. Eski görüşe mgöre, uzay ve zaman farklı varlıklardı ve nesneler de bilardo masası üzerindeki toplar gibi hareket ediyorlardı. Bir başka deyişle, duyuların algılayabileceği kesin yollar izliyorlardı. Şimdi «uzay-zaman» sürekliliğini ele alıyoruz ve atomun gücünün bulunuşundan beri, maddenin enerjiye dörıüşebilece-ğini ve bilardo masasından kaybolup, hiç bir yere gitmeyece-ğini kabul ediyoruz. Werner Heisenberg'in biçimlendirdiği ünlü belirsizlik ilkesi, hiç bir maddenin «gerçek» özelliklerini tam bir kesinlikle bilemeyeceğimizi söylüyor çünkü gözlem işlemi gözlenen maddenin doğasını değiştirmektedir

Yeni fiziğin başarıya ulaşabilmesi yüzyılımızın büyük bir bölümünü aldı ve çok parlak beyinlerin zekasını gerektirdi. Onların düşüncelerinin ürettiği yeni dünya görüşü yalnızca şu geçtiğimiz on beş yıldan beri kabul görmüştür. Biraz matematik bilgisi olmadan bu yeni görüşün anlaşılması oldukça güçtür. Hala da tartışmalar sürmektedir ve fizikçiler yaşamlarının büyük bölümlerini kuramsal karşıtlığa harcamaktadırlar. Yine de, bazı temel düşünceleri ortaya koyup, kendilerimize uygulayabiliriz. Elbette tam bir bilimadamı gibi değil, gerçeklikle ilgilenen sıradan insanlar olarak.

Modern fiziğin ilk buluşlarını basit bir biçimde vermeye çalışacağım. Birincisi, nesneler hiç bir düzeyde tam katı de-ğildirler. Nesneleri oluşturan parçacıklar aslında enerjininz dönüşümleridirler. Temelolarak dalgadırlar ama parçacıklar gibi, yani belirli koşullar altında madde gibi hareket edebilirler. Bertrand Russell'ın kendi çalışma masası ile verdiği örnek bununla ilgilidir. Masasının hiç de katı olmadığını ileri sürrnüştü. Enerji ve boşluktan, toplarnın yüzde 99.999 da-•ha fazlasını kaplayan boşluktan- oluşuyordu. Onu katı gibi gösteren şey, duyularımızın onu böyle yaptığı gerçeğiydi. Bunun önemini daha önce tartışmıştık.

İkincisi, hiç bir enerji parçacığı veya demeti ayrı değildir. Uzay ve zamanda sonsuz olarak genişleyen dalga işlevlerinin çok küçük kırıntılarıdırlar. Buzdağları gibi, gözle görülmeyen ve çok daha büyük olan bir gerçeklikten ürerler. Madde ve enerji olayında, dalganın çoğu gerçekten uzay ve zamanın dışında birlikte bulunur. Evrendeki tüm nesneler görünmeyen boşluktan doğmuşlardır ve birgün ona dönecektirler. «Asıl» gerçeklik boşluğun ta kendisidir ve varolduğunu düşündüğümüz her şey, fizikcilerin «kuvvette olup da eyleme geçmemiş» dedikleri biçimde zaten orada bulunmaktadır. Ashnda, şu an oturduğunuz yerde bulunabilecek herşeyin gerçekten varolduğunu hesaplamak olanaklıdır ama yukarıda sözünü ettiğimiz örtülü biçimde. Odanızda milyonlarca gerçeklik bulunmaktadır, duyularınız burada ve şimdi ger- . çek olarak kabul ettikleri görünümün lehinde olmak üzere onları hariç tutarlar. Yeni fizikçilere göre, geçmiş ve gelecek bile odanızda katlanmış olarak bulunmaktadır.

Sandalyeniz, duvarlarınız ve bedeniniz, evrenin temelini oluşturan ve onu düzenli tutan sonsuz, sınırsız ve görünmeyen alandan çıkmışlardır. Bir tenis topunu bıraktığınızda yere düşer ama dosdoğru yukarı çıkacağına değin küçük ve tamamen kesin bir olasılık da vardır. Anlamlı gerçeklik hesaplamaları, ifade edilmeyende olan ve gözle görülmeyen ilişkilere bakılarak yapılabilir. Doğanın toplamı orada yatmaktadır, örtülü kütle enerjisinin alanlarında bulunmaktadır. İnsan zihninin zekasına ilişkin söylediğim sonsuz karşı-lıklı ilişki ilkeleri ve tüm olasılıklar bütün varhklarıyla görünmeyende ifade edilebilir. Varolabilecek tüm evrenler orada gerçekten bulunmaktadırlar ve «asıl» evrenin toplamını oluştururlar.

Fizikçiler, görünmeyenin sezgilerle kavranabilmesinin hemen hemen olanaksız olduğunu belirtiyorlar. Matemati-ğin kendine has dili dışında evrenin, erıtellektimizin uzlaş-mayacağı özellikleri vardır. Bu yeni gerçeklikten sözederken, fizikçi Michael Talbot, onun «yalnızca düşündüğümüzden daha tuhaf olmakla kalmayıp, aynı zamanda düşünebileceğimizden de tuhaf olduğunu» ileri sürdü. Örneğin, uzay--zamanın ifade edilmeyenden geldiği düşüncesi, bir şeyin «zaman başlamadan önce» orada bulunduğu ve «küçükten daha küçük ve büyükten daha büyük olduğu» anlamına gelir. Bu düşünceler bütünüyle çelişki gibi görünürler ve bunlara benzer şeyleri Doğu dünyasının geleneklerinde de okudu-ğumuzda kafamızın karıştığını sanırız. Oysa, zihniniz esnek gerçekliğin olasılığını bir kez kabul etmeye başlağında, bu ilkeler oldukça kolay anlaşılırlar.

Buradaki anahtar, doğanın zekasını bütünüyle sizinkiyle aynı olarak görmektir. Ancak ondan sonra yeni fizik anlamlı gelmeye başlar. Bir odaya girsem ve oturmakta olan bir arkadaşımı görsem, başını kaldırıp «merhaba» diyebilir. Ama o anda söyleyebileceği veya yapabileceği sonsuz olası-lıkta şey vardır içinde taşığı. «Albuquarque» deyip amuda da kalkabilirdi. Bütün bu olasılıklar onun içinde ifade edilmemiş bir biçimde bulunmaktadırlar ve hep oradadırlar. Üstelik, onun ifade edilmeyen benliği, zihni ve bedenini tamamı, sürekli olarak, her hangi bir düşünce, sözlük veya eylem için karşılıklı ilişki çinde çalışmaktadırlar. Oysa ben onunla ilişkiye geçince bunlardan yalnızca bir kaçını görebilirim. Arkadaşırnın DNA'sı onun tüm gelişminin bilgisini taşıdığı ve insan evriminin bir ansiklopedisi olduğu için, şimdi ve burada karşımda gördüğüm kişide arkadaşımın tüm geçmiş ve geleceğinin birarada bulunduğunu bile söyleyebiliriz

Evrenin zekası ile kişinin zekası aynı olduğu için, yeni fizik, bu kitabın ana noktasını yani öz düzeyine ulaşınca gerçekliğin değiştirilebileceği düşüncesini desteklemektedir. Yeni fiziğin ifade edilmeyen ya da gerçekliğin örtülü durumu dediği şey, bizim kendimiz dediğimiz şeyle aynıdır. Evren ve insan organizması zeka düzeyinde birleşmektedirler ve zekanın kaynağı da insanın kendisidir. Evren ile insanın kendisini aynı kılan özellik, Maharishi Mahesh Yogi'nin kendine dönüş dediği özelliktir. Bu düşünce, zeka hakkındaki en temel gerçeği, zekanın kendi içinde işlediği gerçeğini ifade etmektedir. Kendine dönüş ilkesinin nasıl çalıştığını «kendiliğinden iyileşme» olaylarında görmüştük. Bunlar, insanın kendi içinden çıkan düşünce dürtülerinin zihin-beden bağıntısı aracılığıyla vücudun fiziksel bölümlerini iyileştirdi-ği tedavi biçimleridirler

Kendine dönüş, yaratımın her eylemini oldukça güzel ve basit bir yolla açıklamaktadır. Zihin ve bedenin birbirinden ayrı varlıklar olduklarını düşündüğümüz sürece bedeni değiştirmek için düşünceyi kullanma olanaksızdır. Fakat bilincin kendisinin farklı yönleri aracılığıyla işleyip yine kendisinin diğer yöıılerine ulaştığını bir kez anlarsak, her şey açıklığa kavuşmuş olur. Şöyle diyor Maharishi «Ortak bir kaynaktan türetilerı tüm doğa yasaları için, o kayrıağın sonsuz dinamizm ve kendine dönüklük özelliklerini taşıyor olması gereklidir. Kendi içinden yaratabilmesi gereklidir. Bilincin özellikleri işte bunlardır.» Yaratıcılığın kaynağı kendi içimiz- . dedir, başka bir yerde değil. Gerçekliği değiştirebilir çünkü zekamız gerçekliği kendi içinden yaratır

Yaratım hakkında bildiklerimize bakılınca bu sonuç hiç de şaşırtıcı değildir. «Katı» bilimler bile sürekli olarak geri besleme halkalarını ve kendi kendini düzenleyen mekanizmaları incelemektedirler. Tüm yaşayan sistemlerde, yıldızların, galaksilerin ve kara deliklerin oluşumunda, Büyük Patlamanın kendisini yaratmasında bu mekanizmalar dengeyi koruyan temel mekanizmalar olarak değerlendirilirler. Katı bilimler kendine dönüşün eşiğine gelmişlerdir. Kendinizin zeki olduğunuzu kabul ettikten sonra, kendine dönüş ilkesi aracılığıyla tüm yaratımı kavrayabilirsiniz: «Her defasında kendime dönerek yeniden, yeniden yaratırım», Bhagavad Gita'nın da dediği gibi.

Bilim öncesi insan bu ilkeyi çok iyi kavramıştı ve bu yüzden onun dünyasının bizimkinden daha yaratıcı ve caıılı olduğuna ilişkin birçok kanıt. bulunmaktadır. Eski bir Hint metni olan Mundaka Upanishad'da kendine dönüşün mükemmel bir tanımı verilmektedir:

Görülemeyen ve düşüncenin ötesinde olan
nedensiz ve bölünmemiş olan,
ne algılayan ne de hareket eden,
değişmeyen, herşeyi kaplayan, baştan beri varolan, .en inceden daha ince olan,
Bilgelerin her şeyin kaynağı dedikleri sonsuzdur o.
Tıpkı bir örümceğin ağını örmesi
ve tekrar içeri çekmesi gibi,
Tüm yaratım Brahman tarafından dokunmuştur ve yine Ona döner.
Tıpkı bitkilerin köklerinin toprakta olması gibi,
tüm varlıkların kökü de Brahman'dadır.
Tıpkı saçın insan kafasından çıkması gibi,
her şey de Brahman'dan çıkar

Bu ve bunun gibi parçalar, nesiller boyu yorumcuların kafasını karıştırmıştır çünkü içindeki pratik gerçeği görememişlerdir. «Yüce» anlamına gelen Sanskritce bir sözcüktür Brahman, «herşeyde var olan gerçekliktir.» Bir başka deyiş-le, zekadır. Bunu anlarsak, yukarıdaki şiirin anlamı apaçık netleşir. Kitap boyunca tartıştığımız bir şeyi söylemektedir: evrenin her bir parçasını çabasızca ve kendi içinden yaratandır, tek gerçekliktir zeka.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp