Şifalı Su Ve Türkler

Şifalı Su Ve Türkler :

Elde edilebilen kaynaklardan anlaşıldığı kadarıyla şifalı suların kullanımı, kaplıca yapım ve İşletiminde; gerek Türk'ler gerekse Roma'lılar diğer uluslara karşın daha çok önem vermiş, her gittikleri yerlerde bu kuruluşları mamur hale getirmek için olağanüstü çaba harcadıkları yerli yabancı tüm yazarların eserlerinde övgüyle bahsedilmektedir. Bu nedenle biz de şifalı suyun yada termalizm'in tarihçesini anlatırken, Türklerin bu titiz, olağanüstü suya karşı olan sevgilerini görmemezlikten gelemezdik. Gerçi bazı Türk yazarlarının şifalı sularla ilgili olarak

Türklerin verdiği değere pek önemser tavır takınmadıkları görülmekle birlikte, biz gelecek kuşaklara ışık tutması bakımından Termalizm'de Türklere ayrı bir yer verip, gerçeği saptırmayacağız .

Suyun insanlar tarafından kullanılması, hayatla başlar dersek herhalde olayı fazla abartmış olmayız. İlk insanların susuzluklarını gidermek için yerleşim yerlerini daima kenarları pınar başları deniz ve göl kenarlarında yapmaları, suyun kullanım

türevlerine önem verdiklerinden değil, doğal su ihtiyaçlarını gidermek içindir.

Şifalı sulara gelince, bunların bulunması için kesin tarih

söylemek mümkün değildir ve şifalı suyun bir kaşifi de yoktur.

Ancak efsanelerden anlaşıldığı kadarıyla, bir çok şifalı su tesadüflere bağlı olarak bulunmuş yada hasta hayvanların şifalı sulardan faydalandıkları görülüp, sonradan insanlar tarafından kullanılmış veyahut da şifalı su kaynaklarının etrafa saçtıkları koku,

suların akıntılarından meydana gelen sarı, kırmızı tortu ve sıcaklıkların dikkati çekerek, bulunduklarını söylemek mümkündür. Örneğin; İstanbul Tuzla içmecelerinin bulunuşu ile ilgili efsane, Kütahya Yoncalı kaplıcalarının bulunuşu ile ilgili efsaneler

yukarıda anlatılanları kanıtlar niteliktedir. Bu kural bugün içinde

geçerlidir. Şifalı suların hiçbir zaman bir kaşifi olmamıştır. Daima

tesadüflere bağlı olarak bulunmuşlardır. üstelik tıbbın ve teknolojinin ilerlemesine rağmen .

Şifalı suların bulunuşu ve tedavi edici sırrı, ilk insanlarda akıl

ve mantığın olgunlaşmasıyla mistik bir görüntüye bürünmüş. Şifalı suların tedavi edici, şifa verici gücü, ilahların, tanrıların sağlık kudretlerine bağlanırmış, şifalı suların bulunduğu yerlerde tapınaklar, mabetler yapmışlar, şifalı sulann bu esrarlı kudretine detapınmışlardır. Buna örnek olarak; Hindistan'daki mabetlerin hemen hepsinde bulunan yıkanma ve temizlenme yerlerinin bulunuşu, Ganj nehrinin kutsal sayılması olayı gösterilebilir. Şifalı' suların kutsal sayılma olayını bugün de gerek Türkiye'de gerek diğer ülkelerde görmek mümkündür. Ancak şunu kesinlikle belirtmekte yarar vardır, şifalı suların kutsallığı, arzın derinliklerinden sürükleyerek getirdikleri doğal bileşimi ve terkiplerindeki maden ve tuzların şifa edici hassasından ileri gelmektedir.

Avrupada ise ilk kez şifalı sulardan faydalanma ve üzerlerinde tesis yapma, milmurlaştırmayı Roma'lılar devrinde görmekteyiz.

Roma'lıların, şifalı sular üzerinde kaplıcalar kurarak onların işletilmesine büyük önem verdikleri günümüzde yapılan kazılardan anlaşılmaktadır. Ancak Roma'lıların şifalı suları kullanmaları sosyal amaçlı olmayıp; Sarayailesinin imtiyazı ve savaşçı askerlerin savaş dönüşü yaralarının iyileştirilmesi gibi düşüncelerle kullandıkları da görülmektedir. Demek ki Roma'lıların çok önem verdikleri iddia edilen kaplıcalardan belli bir zümre'nin faydalanması bile, kaplıcaların gelişmesinde önemli bir aşama olmakla birlikte, sosyal termalizm'den yoksun olduunu ortaya koyar. Kaplıcatarihinde Türk'ler bölümünde belirtildiği gibi bugünün deyimiyle,

kaplıcaların halkın hizmetinde olduğu görülür. Yani sosyal termalizm'in ilk adımlarının Türkler tarafından atıldığı ortaya çıkar. Bu olguya karşı çıkanlar olabilir ancak kaplıca tarihi dikkatle inceIendiği zaman bizim savunduğunuz tez tüm gerçekleriyle yanılmadığımızı gösterir.

Yine bazı yazar-araştırmacılar, Avrupa'da Yunanlıların şifalı sulardan, içme ve banyo ile faydalandıklarını yazmaktadırlar. Oysa M.O. yaşamış hiçbir Yunan bilgini, gezgini, şifalı sulardan yazılı eserlerinde bahsetmemişlerdir. Hatta Eflatun eserlerinde böyle bir konuya değinmemiştir. Yine Yunan bilgin ve gezginlerinden ABkelopiades ve Celsus bile onca gezmelerine karşın eserlerinde şifalı sulara yer vermemişlerdir. Ancak ünlü tıp bilgini Hipokrat içilen sulardan bahseden kitabında "Kayalardan; demir, bakır, gümüş, altın, kükürt ve şap bulunan yerlerden iyi su çıkmaz ve bu sulara da tahammül edilmez." Bu sular belki idrarı güçleştirir ve kabızlık yapar" diye yazar. Demek şifalı sulardan o devirlerde Yunan'lıların faydalandığı söylenemez. Yazıdan anlaşıldığı kadarıyla, şifalı sular için, deneme bile yapmadan bir takım varsayımlarla hareket edilmiştir. Ancak Hipokrat zamanının tarihçisi Herodot, Thermopyale civanndaki kaynaklardan halkın faydalandığını yazmıştır.

Buradan şu sonuç çıkar, Yunan halkının şifalı sulardan faydalandıkları söz edilebilir ancak geliştirdikleri, üzerlerinde tesisler kurdukları söylenemez. Yukarıda da belirtildiği gibi şifalı suların kullanımını ilk geliştirenlerin başında Avrupa'da başta Romalılar, ve sonra Keltleri görülmektedir.

Avrupa'da Keltler zamanında da ılıcalara oldukça önem ve o devirlerde yaşayan Dr. I. Valentino'nun oğlu Antonis, vatanı olan Bordeaux'a istiratı kaynaklarını mukaddes olarak nitelendirerek şöyle anlatır. "Yaşa sen ey kaynak, mukaddes iyi edici, kurumaz billur gibi parlak, lacivert renkli, yaşa sen yaşa şehrin dehası, bize mukaddes içkiyi ihsan eden, oh! Keltlerin Divona'sı".

Romalılar devrinde ılıcaların kullanılması önemli ölçüde gelişmiştir, Romalı bilgin Plinus, Tabiat Tarihi adlı eserinde "Sıcak banyolarda fazla durmak zararlıdır. Böyle banyolardan çıkarken soğuk su ile iyice yıkanmalı, sonra da vücut bir yağ ile ovulmalıdır." diyor. Aynı bilgin, eserinin başka bir bölümünde ılıcalardaki çamur banyolarının faydalarından da bahsetmektedir.

Romalılar, ılıcaları Akua, Akuca ve Akuas şeklinde isimlendirmişlerdir.

O devirdeki kaplıcalara. sıcak yerlerin yanında ılık ve soğuk su bulunan yerler yapıldığı ve banyolara sırayla girildiği çeşitli yapıtlardan anlaşılmaktadır.

Şifalı suların toplandığı havuzların önceleri üstlerinin açık olduğu,

sonradan kapatıldığı.

Bazılarında ise tek kişilik banyolukların bulunduğunu görüyoruz. Dirisu'ya göre; Suyun bu havuzlara aktığı yer, bir mihrap haline sokulmuş olup, birçok adaklar buralarda yerine getirilmiş, Suların geldiği yerde görülen oyuklarda o zamana ait bir çok krallıkların ve kontIukların sikkeler! bulunmuştur.

Şifalı suların bazı hastalıkların tedavisinde önemini gören Romalılar her gittikleri yerlerde şifalı suların kaynaklan üzerinde, özeIlikle savaşçı asker ve soylu kimselerin kullanılmasına yönelik tesisler kurmuşlardır. Ancak Romalıların kurdukları bu tesisler 5 ve 6. asırlarda doğal afetler ve savaşlar nedeniyle ve daha sonra Hıristiyanlığın doğmasıyla Avrupa'da bir anlamda tamamen son bulmuştur diyebiliriz. Hırıstiyan dini Iiderleri, şifalı sulann tedavi edici kudretinin aldatmaca olduğunu ve olayın kendi etkinliklerini baltaladığı gerekçesiyle şifalı su kaynaklan, kaplıca, ılıca ve içmecelerin bulunduğu tesisleri yıktırmışlardır. Onlara göre, Hıristiyanlık dini, yalnız ruha kıymet veren ve cisme hor bakan akidesiyle, yıkanmayı - günah sayarak tüm tedavi ve temizlik yerleri yıktırılmış ve yıkanma kavramı unutturulmaya çalışılmıştır. Şifalı sularla tedaviyi put perestlik sayan bu zihniyet pek çok şifalı kaynağın yok olmasına neden olmuştur.

Hıristiyanlık aleminin bu halini tarihçi Michelet şöyle anlatmaktadır;

"İnsanlar bir sene banyosuz kaldı. Orta çağda pis ve kirli olmak bir marifet idi. Bu çağda bütün Avrupa baştan aşağı kaşınıyordu" .

Hele Saint-Martin'in elinde meşale, sırtında yırtılmış bir gömlek sanki haçlı ordularını idare edercesine kaplıcaları tahrip ettirmesi pek çok tarihçilere konu olmuştur. Hıristiyan liderlerinin orta çağda, kaplıcaları, şifalı kaynakları yıkıp yakarak Hıristiyanlar üzerinde kurduğu baskıdan 8 asır sonra halkın tepkileri üzerine, şifalı kaynaklar kiliseler tarafından tekrar işletilmeye başlanmıştır. Ancak termal istasyonlarını eline geçiren kilise, şifalı suların kullanılmasında asillere ve din adamlarına ayrıcalık tanımış: halktan kopuk, Aristokrasi ve din adamları bir taraftan şifalı suların "Mucizesi" hikmetinden bahsederken, bir taraftan da elde ettikleri gelirleri kilise ve kendileri arasında paylaşıyorlardı. Halkın faydalanmasına kapalı olan bu yeni uygulama ile böylece sosyal termalizm'den bu devirde de rastlamak mümkün olmamıştır.

Bu tür işletmeye ancak "din adamları ve aristokrasi termalizmi" demek daha doğru olur.

Bu ana kadar belirtilenlerden anlaşılacağı gibi, şifalı sulardan faydalanma halkın faydalanmasına olanak tanınmadan devamlı olarak belirli zümrelerin faydasına sunulmuştur. BU uygulama sadece Avrupa'da değil, doğuda Asya kısımındaki kaplıca uygulamalarında görmek mümkündür.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp