Sülfürlü (Kükürtlü) Ilıca İçmeler Fizyolojik Tesir Ve Genel Endikasyonları

Sülfürlü (Kükürtlü) Ilıca İçmeler Fizyolojik Tesir Ve Genel Endikasyonları :

Bu gruptaki kaynaklarda kükürt, sülfür halinde bulunur. SUL türlü, sular, kükürdün sodyum vaya kalsiyumla birleşmiş olduğuna göre iki türlüdür. Sülfürlü sulardan daima H2S yayılır. Bu yüzden kükürtlü kaynak denince asıl sülfürlü sular kastedilir.

Kükürtlü kaynakları ikiye ayırmak uygun olur:

1 - Sodyum sülfürlü ılıca ve içmeler

2 - Kalsiyum sülfürlü ılıca ve içmeler.

Sodyum Sülfürlü Ilıca Ve İçmeler

Bu sular, kayalar arasındaki çatlaklardan çıkarlar. Yerin derinliklerinden gelirler. Bunların depolarının hiç değilse 1500-2000 metre derinlikte bulunduğu kabul edilir. Bu suların kaynağında hafif H2S kokusu vardır. Hava ile karşılaşınca dekempose olarak daha çok koku çıkarırlar ve asıl ozaman sülfürlü su halini alırlar.

Su içildiği zaman karaciğer tadı verir. Rengi de hafif sarı

Yeşilimtıraktır. Eğer kükürt pelisülfür halinde ise bu renk bariz görülür.

Sıcaklıkları genel olarak yüksektir. çoğu 26-45 derece sıcaklıktadır. 80-100 derecede olanları da vardır. Sülfürlü kaynaklarda su daima bol miktardadır. Sular kaynakta, diğer gruptaki sulardan daha şiddetli elektriklilik gösterirler. Radyoaktiviteleri de oldukça yüksek bulunur.

Sular içinde, sodyum sülfür miktarı 0,20-0,70 gr. arasında' değişir. 1,30 sodyum sülfür bulunan sular da vardır. Diğer tuzlardan en çok klorür bulunur. Bikarbonat tuzları daima çok azdır.

Sularda, monosüttür halinde kükürde rastlamak çok güçtür.

Sülfür bileşikler! çok kolay değişebilirler. Bu sebeple sularda, kükürt bazen polisüliür, bazen da polisülfürle birlikte sürfürlü hidrojen halinde bulunur. Sular hava ile karşılaştıktan sonra sodyum sülfür okside olur ve suda, sodyum hiposülfit, (Na2 SO), sülfit

(Na2 S02 ) hiposülfat (NaıSOa) ve sülfatlar (Na2 S04) teşekkül eder. Böyle ılıcalara, dejenere sular denir.

Bu oksidasyon esnasın da bir miktar kükürt açıkta kalır ve su beyaz mavimtırak bir renk alır. J3u YÜZden böyle sulara, "ağaran sular" adı verilir. Bu ılıcalardaki serbest dikürt emülsiyon halindedir. Bazı sülfürlü sular, içindeki sodyum sülfür az çok sabittir, değişmez. Halbuki bazıları çok keskin H~S çıkarır. Sularda kükürt sodyum monosülfür halinde, litrede 0,10-0.03 gr. kadar bulunur. Bazı kaplıcalarda 0,50 gr. kadar çıkar ki bu da 0,36 gr. sülrürlü hydrojen karşılığıdır.

Bu sularda sodyum sülfürie birlikte daima, 0,005-0,015 gr.miktarında, sodyum sülfat ve hiposülfür bulunur.

Sodyum sülfürlü sularda diğer tuzlardan, stlikatlar ve sülfatlar da vardır. Ayrıca demir, alümin, arsenik, iod, lityum ve magnnezyum bulunduğu gibi, gümüş, bakır, kurşun, çinko altın gibi madenlere de rastlanır.

Bu ılıcaların hemen hepsinde kaynaktan gaz çıkar. Bu gazın çoğu azottur. Argon, ksenon, helyum gibi nadir gazlarla birlikte biraz da serbest CO2 bulunur.

Kalsiyum Sülfürlü Ilıca Ve İçmeler

Kalsiyum sülfürlü sular, taşıdıkları madenler ve kaynamaları bakımından sodyum sillfürlü sınardan farklıdırlar. Bu sular, kalsiyum sülfattan yana çok zengindir. Hidrojen sülfüre, bu redüksiyonu ile husule gelir. Ilıcalarda bulunan organik maddeler bakteriler, sülfatların oksijenini alarak yanarken, öte yandan kalsiyum sütrit, hiposülfat ve sülfür husule gelir. Bu redüksiyon ısı, sülfatlı sular yerin dibinden gelirken, yolda bitümlü ve organik maddeler bulunan yerlerden geçtiği sırada olur.

Böyle olmakla beraber, sularda, kalsiyum sülfürün bulunabileceği bir teoriden daha ileri gidememiştir. Çünkü, böylece suda meydana gelen kalsiyum sülfür, hiçbir zaman kendi haline bırakılamaz, böyle sularda daima çokça miktarda bulunan serbest

CO2 ile hemen birleşerek, bir taraftan kalsiyum bikarbonat, diğer taraftan da hidrojen sülfür husule gelir. Bu sebeple kalsiyum sülfürlü suları, daha ziyade hidrojen sülfürlü veya hydrosülfürlü diye adlandırmak daha doğrudur.

Kükürtlü Suların Fizyolojik Tesirleri :

Sülfürlü sular, içmeye pek elverişli değildirler. Ancak çok ihtiyatla 200-300 gr. kadar içilebilir. Halbuki H2S lilerin çok içilmesinde bir sakınca yoktur.

Bu ılıcalarda tedavi, banyo, buğulama, koklama, serpintilemedir.

Suların, vücut üzerine, diğer ılıcalardan farklı olarak, taşıdıkları kükürt dolayısıyle, önemli ve özel tesirleri vardır. Kükürdün vücudumuzdaki yeri çok önemlidir. Bütün hücrelerde kükürt vardır. Canlılıl1;ın esas unsurunu teşkil eden azot, oksijen, hidrojen ve karbon yanında, kükürt dalına bulunur. Fosfat ve araeniğin yeri kükürtten sonradır.

Pankreas, saçlar tırnaklar. sinir sistemi ve deride her dokuda fazla kükürt bulunur. Epiderinin kornea tabakasında % 5, bütün insan hücrelerinde de % 2 kükürt vardır. Mafaalların kartilajları ancak acide condroitins-sülfirik ile tevekkül eder. Ligaman ve kapsüllerde, tandonlarda, marsal sinoviyallerinde kükürt çoktur.

Bu sebeple, mafsal1arın dejeneratif hastalıklarında kükürt tedavisinin büyük önemi vardır. Kanın oksihemoglobini içindeki kükürt nisbeti demirden çoktur.

Hayvanlardan, tavukların kanında ençok, öküzlerin kanında ise en az kükürt bulunur. Bunu görerek hayvanların çevikliğini, kanlarındaki kükürt miktarına bağlamak isteyenler bile bulunmaktadır.

Bu sular, her ne şekilde alınırsa alınsın, hazım cihazında alkalen sülfür haline geçer. Bu haldeki sülfür, midede klor asidi karşısında serbest H2S, husule getirir. Kükürtlü sular içildiği zaman, bu H2S den bir kısmı geyirme ile dışarı çıkar.

Bağırsağa geçince sülfür asidi (S02) olur. Sonra asit sülfirik haline geçer. Kükürt bileşiklerini husule getirir.

Mide ve bağırsaktan kana geçen kükürtün uğradığı değişiklik

Bugün , bilinmemekle beraber, bütün hayvan dokularında, madenIeri hidrojenleyen "philothion" adındaki diyastaz tarafından, hücrelerde alı konulduğu anlaşılmıştır.

H2S kanda ve dokularda bulunan serbest oksijen ile karşılaşınca, erimeyen serbest kükürt gelir. Bu arada biraz sıcaklık ve sülfirilt asit meydana çıkar. Erimez halde bulunan kükürt dokularda birikir. İşte bu sırada philothion, hücrelerden hidrojen çıkararak kükürtle birleşmesine yardım eder ve H2S yi meydana getirir. Yeniden dokularda tevekkül eden H2S okeljenle karşılaşır ve yukarda bildirilen hadise tekrarlar.

Bu hadisenin, akciğerden çıkarak kayboluncaya veya tamamiyle okside oluncaya, yahut da albüminli maddelerle yeni birleşikler meydana gelinceye kadar devam eder.

Bununla kükürtün vücudun en derin yerlerinde nasıl önemli iş görebileceği anlaşılır.

Fazla miktarda ve uzun zaman kükürt alan vücutta, hidrojen kaybı fazlalaşır, dokuların şimik düzeni bozulur. Kükürt tedavisinin asıl özelliği, bütün vücut hücrelerinde bir faaliyet uyandırması ve bunun sonunda, vücudun kuvvetini artırarak bir zindelik yaratmasıdır. Bununla beraber, fazla alındığı takdirde, karaciğerin çok kükürt zapt edeceği düşünülerek, bu organın, hastalıklarında, kükürt tedavisi zararlı olabileceğinden daima ihtiyatla kullanılması lazım gelir.

PhiJothion'dan başka, bütün hücrelerde "Luccase" denilen bir oksidaz vardır. Bu iki diyaztazın aynı zamanda çalışması, dokularda CO2nin husule gelmesine sebep olur.

Bu diyaztazlardan birinin faaliyetten kalışı, diğeri üzerinde de tesirini gösterir.

Kükürt tedavisi lle phlothion'un oksıte edilmesi, yavaş yavaş oksidasyon faaliyetinin de yolunda olmasını temin eder. Bu husus klinik görüşlere de uymaktadır. Sodyum sülfürlü sular daima eksitan ve uyarıcıdır. Maurice Faure'un kükürtlü kaplıcalarda yaptığı incelemelerle, hemoglobin ve kan yuvalarında çoğalma olduğu anlaşılmıştır. Yine birçok araştırmacıların deneyleriyle, koklama, içme ve

serpintileme ile kana geçen kükürdün, dokulardaki redüksıyon faaliyetini 1/3 nisbetinde artırdığı görülmüştür. Kanın oksihemoglobini, oksijenini kükürt karşısında kolaylıkla terk eder.

Bununlada hücrelerin çok ve kolayoksijen alması sağlanmış olur. Bazıları sülfürlü sularla uzviyette husule gelen nütrisyon faaliyetini, H2S gazının vagüslerin hissi uçları üzerine yaptığı tesirle, dolaşım ve teneffüs merkezlerinin eksite edilmesi ve bununla bütün hücrelerde bir faaliyetin uyanlması ile izah etmektedirler.

Bazı araştırmacılar H2Snin hemoglobini dekompoze ettiğini iddia ederek, sülfürlü sulann tedavi maksadiyle kullanılmasının doğru olmadığını ve bu suların, madeni az sıcak sulardan farklı bulunmadıklarını ileri sürmektedirler. Yukardaki incelemeler böyle düşüncelerin yanlışlığını isbat etmektedir. Sularda bulunan hiposülfit ve sülfit de, daha az olmak üzere, sülfür gibi tesir yapar. Fakat bunlar müküslü ve albüminli maddeleri fazla sulandırırlar.

Banyo ile, kükürdün deri üzerinde parazitleri öldürdüğü çok eski zamanlardan beri bilinmektedir. Memleketimizde böyle kükürt kokulu kaynakların çoğuna uyuz ılıeası adı verilmesi de bundandır. Deriye yapışan ve biraz da derinlere kadar giren kükürt, derinin bütün sekresyon faaliyetini artırır ve bu hücrelerin düzelme sini sağlar. Derideki sinir uçlarını uyararak reflcks yolla, ait olduğu hasta organın dokularında kan dolaşımını ve beslenme faaliyetini arttırarak şifayı sağlar.

Unna'ya göre, kükürtlü sularla göz banyosu, kornea tabakasını geliştirir ve bağ dokusu tabakası damarlarının endotel hücrelerinde' uzun fakat esaslı bir revillsif ve antiflojistik tesir yaparak, ilaçlarla iyi olmamakta inat eden göz hastalıklarında umulmadık şifa temin eder.

Deri üzerine kükürt sürülünce derinin komea tabakasında bulunan cystelnle birleşerek bir taraftan cystine, diğer taraftanda yeni doğuş halinde H2S husule gelir.

Sülfürlü sularda karbonat tuzları az bulunduğu için pek tesirleri olmaz. Buna karşılık suda bulunan silikatlar, deride ve mukozalardaki fermantasyonlar ve fena kokulu iltihaplar üzerinde çok iyi tesir yapar.

Buraya kadarki açıklamalardan anlaşılacağı üzere, sülfürlü sular, bütün uzviyette bir uyarıcı tesir yapar, sinir ve dolaşım sistemi üzerindeki tesiri başta gelir. Nabzın sayısı artar, kan tazyiki yükselir, vücut sıcaklığı fazlalaşır ve idrarda üre miktarı çoğalır,

Eğer ihtiyatlı hareket edilmezse, bu uyarma tesiri daha şiddetli olur ve ılıca fievrisi görülür. Bu zamanda derinin ve mukozanın sekresyonu artar fakat sonra düzelir.

Bu hadise esnasında, dejenere ve hasta epitelyumları dökülür, yerlerine genç ve mukavemeti fazla hücreler gelir. Kronik nezle ve iltihaplar bu suretle şifa bulurlar.

Kükürtlü sulardan faydalanmak için en iyi usul, banyodan ziyade, serpintileme ve buğulamadır. Teneffüs yolu ile vücuda giren kükürt, özelliğini hiç değiştirmeden kana karıştığı gibi nefes yolları üzerinde de tesirini gösterir.

Bu sular gargara ve burun duşu şeklinde de çok kullanılır.

Tazyikle kulağa kadar gitmemesi için burun yıkaması daha uygundur. Son zamanlarda orta kulağın kronik nezlelerinde sülfürlü suların buharını göndermekle büyük faydalar elde edilmiştir.

Kadın hastalıklarında suyu kapalı yollarla hava ile temasa getirmeden vajinal duş yapılır.

Genel Endikasyonu (Şifa Niteliği)

i - Kükürtlü sularla tedavi edilen hastalıkların başında deri hastalıkları gelir. Kükürdün paraalt öldürücü tesirinden faydalanmak için, köylüler hayvanlarım, böyle suların içinden geçirerek, tüyleri dökülmüş, derilerinde kaşıntı, yara ve iltihap bulunan koyun ve keçüerm hastalıklarını gidermcğe çalışırlar. Bunun gibi birçok yaralı, bereli hastalar bu sularda banyo yapmaktan çok faydalanırlar. Bu faydaları her yerde kükürt müstahzarları ile de elde etmek mümkündür; Asıl sülfürlü suların, deri hastalıklarından birçok tedaviye rağmen iyi olmayanlar üzerindeki tesiri büyük bir önem taşır. Deri hastalıklarında, derideki lezyon kadar bunu hazırlayan iç organlardaki bozukluğun da ehemmiyeti vardır. Bu sebeple deriyi tedavi ederken, bu hastalıkların iç organIardan hangisinin bozukluğuna bağlı olduğunu da incelemek ve ona göre tedbir almak zaruridir.

Karaciğer bozukluğundan ileri geliyorsa, bikarbonatlı içmelerle tedaviye başlamalıdır.

Bağırsak ve karaciğer rahatsızlığından husule geliyorsa, sodyum sülfatlı ve bikarbonatlı içme ve ılıcalar, böbrek vazifesizliği ile ilgili olanlarda da kalsiyum Sülfatı! İçme ve ılıcaları tavsiye etmelidir.

Deri hastalıklarından en çok fayda görenler şunlardır:

A - Seborelerde, yağlı derilerde, süıfürlü sular, derideki yağbezlerinin sekresyonunu düzeltir, Böyle deri üzerinde kolayca yerleşen iltihapların da önüne geçer.

Sebore, fena beslenme, yorgunluk neticesi meydana gelebildiği gibi, asıl türlü hormon düzen Sizlikleri ile ilgilidir. Ergenlik çağında kendini göstermesi bundandır Sebore'nin tedavisi için, bütün Uzviyette fazla bir çalışma ve nütrisyonda da bir artma olması lazımdır. Aynı zamanda derinin mukavemetinin de artmış bulunması icabeder. Sülfürlü sular, bu her iki eksikliği de tamamlar ve az zamanda şifayı sağlar.

Aynı suretle foliku1itlerin, fronküllerin de önü alınır.

B - Aknelerden, polimorf, vülger, butonöz, keloidien, 1'0 zase, varioliform'larda süIfürlli sular, uzviyeti yeni baştan beslenme yoluna sokmakla, çok faydalı olurlar.

C - Streptokoktan ileri gelen deri iltihaplarında, empetigo, intel trigolarda sülfürlü sular, tavsiyeye değer.

D - Ekzamalarda, sülfürlü sulardan, bilhassa kuru olanlar faydalanır. Ekzema seboreiklerde şifa tam temin edilir. EkzemaIırara su tedavisi iyi gelmez düşüncesi kaplıcalar için varır değildir.

Egzemada deri üzerine yapılacak tedavi kadar, iç organların tedavisi de önemlidir.

Deri hastalıklarında, kaplıca tedavisi iyi seçmek lazımdır. Her Hastanın suya karşı göstereceği reaksiyonu evvelden hesaplamalıdır, Egu ve sulu ekzemalara kaplıca tedavisi iyi gelmez. Yalnız kalsiyum sülfatlı sulara gönderilebilirler.

Çocuk ekzemaları için, Yüksek yerlerdeki sü1fürlU kaplıcalar daha uygundur.

E - lrite olmamış psöryazisler, Sülftirlü sulardan çok faydalanırlar. Kırmızı renk kaybolur beyazlaşır fakat hiçbir zaman tam iyi olmazlar.

F - PeladiIiların hepsinin, sülfürlü sulara gelmez. Ancak her türlü tedaviye gönderilmesi hainad eden pelad'lar vardır ki bunlar daha ziyade uzviyette büyük bir kükürt eksikliği ve sinir sisteminin düzensizliği ile çok ilgilidir. Kükürdün uzviyet! takviye edici ve uyarıcı tesiri ile, bu türlü peladlar çabuk şifa bulurlar. Bunlarda serpintili duşlar en iyi tedavi usulüdür. İçme tedavi ile birlikte yapılır.

G - Herpetiklerden, çok tekrarlayanlar, sülfürlü sulardan istifade edemezler. Ama bunlardan birçokları düşük halli nevras tenikler olabilir. O zaman bu hastalara sülfürlü sular tavsiyeye değer,

H - Ortikerler de sülrürlü sular daima iyi gelir. Daha ziyade az sülfürlü, hiposülfitli sular tercih edilmelidir. Damardan hiposülfür şırıngalarıyla ürtikerlerin şifa bulduğunu hatırlamalıdır.

I - Teneffüs cihazı hastalıklarında, serpintileme veya kökleme ile nefes boruları mukozasının endotel hücreleri içine giren kükürt, burada uyandıracağı faaliyetle, bu hücrelere hayatiyet kazandırır, ı;ıezle hali kaybolur, kronik amigdalit, larenjit, farenjitlerde,

serpintileme, koklama ve gargara yaptırılır. Kronik bronşitlerde, koklama ve serpintileme tedavisi çok iyi sonuçlar verir, amfizem sıkıntıları ve astım nöbetleri kaybolur.

Kuru ve sertleşmiş orta kulak iltihaplarında, ılıca gazını burun yolu ile orta kulağa kadar göndermekle çok iyi neticeler alındı bildirilmektedir.

Rinitlerde, burun duşu ve lavajı tavsiyeye değer, Her ne kadar teneffüs yolu hastalıklarında kükürtlü sularla lokal olarak yapılan tedaviden fayda elde edilebilirse de, bunlar içme ve banyo tedavisi ile birlikte yapılmadığı takdirde başarı daima eksiktir.

Çünkü sülfürlü sular, asıl bütün uzviyette yarattıkları hayati faaliyetlerle bu hastalıkların şifasını temin etmektedirler.

10 - Romatizma için; kükürtlü kaptıcalar ideal tedavi yerleridir. Buyyo romatizmasında ve romatoit artritisde, mafsal ligaman ve sinovlyalleri fazla hasta gibi görünürse de, en büyük bozukluk damarlarda, bilhassa küçük kıl damarlarındadır. Kükürdün damarların endotel hücreleri içine girerek, onlara hayatiyet vermesi ve ayrıca beslenmesi )çin de boloksijen temin etmesi, sülfürlü suların buyyo romatizmasında ve dolaşım sistemi hastalıklarında büyük değeri olduğunu anlatır.

Endokarditu romatizmalılarda, kükürtlü ılıcalar, endokardin endotel hücrelerini çok çabuk normal hale getirmesi ile, bu kısımlardaki infiltrasyon ve şişlik kaybolur.

Eğer bu dokularda, buyyo romatizmasının üçüncü devrindeki nedbeler henüz gelişmemiş ise, sülfürlü ılıcalarda tedavi gören romatizmalıların kalbinde seker kalmaz.

Kükürt yalnız, retıküıo - endotelial dokunun iyi beslenmesi Bağlamakla romatizmaya faydalı olmaz, aynı zamanda, desansiblizan tesiri ile de buyyo romatizmasında salisHat kadar değerdir. Salisilatle birlikte damar içine yapılan kolloidal haldeki kükürt, tedavi süresini pek kısaltır.

Denilebilir ki, romatizmada kükürt, baş ilaçlardandır. Da ateş tamamiyle düşmeden başlanan kükürtlü banyolar, masajlardaki şişlerin çabuk inmesini kolaylaştırdığı gibi, ateşin daha erken düşmesini de sağlar ve kalpte görülen düzensizliği pek çabuk giderir.

Buyyo romatizmasında, hiç vakit geçirmeden yükse ateş düşer düşmez, diğer organlardaki bozuklukları düşünmeden hemen kükürtlü kaplıcalar tavsiye edilmelidir. İlk günIerde 86-3 derece Sıcaklıkta yapılan banyolardan sonra, suyun sıcaklığı artırılır.

Buyyo romatizmasında kapIıca tedavisi süresi bir aydan aşağı olmamaIıdır. Romatizma artritislerde kalpte bir arıza bulundurmadığı için, tedaviye sıcak banyo ile başlanır. Bunlarda tedavi daha uzun sürer Romatoit artritislerde, yalnız banyo hiçbir zaman şifayı temin etmez. Altın ve bakır tedavisi ile birlikte yapılan kükürtlü banyolardan çok faydalı olur.

Ayrıca şiş olan mafsallara ılıca suyu il elde edilmiş çamur tedavisi yapılırsa, hasta oynaklar, hareket kabiliyetini erken kazanır.

Artroz sınıfı dejeneratif l'Omatizmalılara gelince, kükürtlü ılıcalar bu hastalarda tam ve kat'i şifayı temin eder.

Artrozda, oynakların kartilajında ve ligamanların yapıştığı kemik kenarlarında husule gelen dejeneresans, bu kısımlardaki kan dolaşımının azalmasından ve kilkürt azlıg-Indandır. Bunda da,

endokrin değişikliği ve travma başlıca sebeptir.

Kükürtlü sular, bir taraftan hasta yerdeki kıl damarlarının endotel hücrelerini hareket ve faaliyete sevk eder, buraya fazla oxygen vererek beslenmeyi sağlar, diğer yandan da endokrin bozukluğundan ileri gelen nöro-vejetatif sistem faaliyetini düzene kor. Kemiklerden kaçarak, ligamanlarda birikmekte olan kalsiyum kaçmasının önüne geçer. Osteofitlerin büyümesi durur ve küçülür, kıtırtılar kaybOlur, hareketlerdeki güçlük geçer.

Hatta yirmi günlük bir tedaviden sonra, hareketlerinde büyük bir hafiflik duyarak şikayetlerinin hepsini unutur.

Artrozlarda banyo, daima 38-40 derece olmalı ve mümkün olduğu kadar banyoda fazla kalmalıdır. Banyodan evvel ağrıyan oynaklara çamur yapılır. 45 derecede sıcak duş ve duşlu masaj yapılırsa hastalık daha çabuk geçer ve iyilik uzun yıllar sürer.

Bu tedaviler, sekel devrine girmiş buyyo ve romatolt artritlalerdede yapılmalıdır.

IV - Nevrit ve polinevritlerde, sinir sisteminin çabuk rejenere olmasını temin bakımından kükürtlü sular Pek faydalıdırlar. Nevritlerden ve travmadan ileri gelen felçler içinde, sülfürlü ılıcalar tavsiye edilmelidir. Eğer bu hastalarda, nevralji ve kozalji şeklinde şikayetler varsa, o zaman bu hastaları, ağrıları geçincere kadar kalsiyum süttatlı ılıcalarda tedavi etmeli, sonra sodyum sülfürlü sulara yollamalıdır.

Sodyum sülfürlü sular, çok uyarıcı oldukları için, ağrıları daha da şiddetıendirebilirler. Halbuki, kalsiyum sülfatlı ılıcaların, kükürtlü olmakla beraber, aşıkar ağrıları teskin edici tesirleri vardır.

V - Kadın hastalıklarından, püberte ve menopoz devrinde ve aybaşı bozukluklarında sülfürlü suların banyo ve lavajlarından çok faydalanılır. Ayrıca aneksit, perimetrik, parametrit tedavisinde

de iyi neticeler alınır. Kadın rahatsızlıklarında kükürtlü sular uyarıcı tesir eder.

İltihabı yeni geçmiş, ağrılı, konjesyonlu hastalarda sülfürlü sular çok iyi gelir. Kükürtlü sular, üreme organlarında da endokrinyen faaliyeti artırarak müessir olur. Madagaskar halkı kükürtlü ılıcaları afrodizyak olarak kullanırlar.

VI - Kükürtlü sulardan, Sovyet uzmanlarının kalp hastalıklarında çok iyi neticeler aldıkları iddia edilmektedir.

Romatizmadan ileri gelen, endokarditlerden başka, miyokarditlerde ve kalp nevrozlarında, kükürtlü ılıcalar CO2 gazlı banyolar kadar şifa sağlamaktadırlar. Kafkasyadaki sülfürlü kaplıcalarda yapılan denemeler bunu aşikar olarak göstermiştir.

Sülfürlü suların, diyabetli1erde, kanda ve idrarda şekeri azalttığı görülmüştür. Diyabetıilerde uzviyette kükürt eksikliği olduğundan ve ensülin terkibinde fazla kükürt bulunduğundan, kükürtlü suların ensülin ile tedavinin yerini tutabileceği bile iddia olunmuştur.

İnhalasyon ve serpintileme suretiyle, diyabetliler kükürtlü sulardan faydalanabilirler.

Kompansasyonu bozulmuş Iealp hastalıkları, ileri derecede böbrek rahatsızlıkları, had ateşli hastalıkları ilerlemiş: tüberkülozlular,

Kanserliler, sık, sık kriz gelen gutlular, sülfürlü sulardan faydalananlar, zarar görürler.

Bazen, sülfatlarla birlikte sülfür de bulunur. Böyle sularda, sülfür miktarı, büyük bir rololmayacak kadar az ise onları sülfatlı sular arasında saymak daha uygun olur.

Sülfidrikli sulardan, kükürt tesiri alabilmek için, litre de 0,001 gr. dan fazla H2S bulunması lazım gelir. Bu kaynaklarda H2S devamlı olarak husule gelmediğinden, az bir zaman sonra kaybolur.

Bundan faydalanmak istenirse, kaynaktan itiabren H2S gazının sudan kaçmaması için tedbir alınması zorunludur.

Bu sularda diğer tuzlardan en çok bulunan sodyum klorürdür. Sonra kalsiyum bikarbonat gelir.

Sülfidriltli sular, daha ziyade yer yüzüne yakın yerlerden gelir. Onun için çoğu soğuktur. Halbuki sodyum sülfürlü suların hemen hepsi, derinden gelir ve sıcaktır. Bununla beraber çok sıcak kalsiyum sülfidrikli sular da vardır.

Sodyum sülfürlü sulara, daha ziyade dağlık ve yüksek yerlerde rastlanır. Hal bu ki ikinciler ovalardan ve dağların eteklerinden çıkarlar.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp