Prof.saraçoğlu Yaşamın Fiziği Ve Kimyası

Prof.saraçoğlu Yaşamın Fiziği Ve Kimyası : Bitkilere, toprağa olan merakınız üniversite hayatında da devam etti mi?

Peygamber efendimiz eline bir bitkiyi aldığı zaman, “Ya Rabbi, bana bu nimetin hikmetini nasip et” diyor. Yani onun içinde bir sır var. Biz buna müspet bilimde kimya diyoruz. Kimyasını bilmediğiniz bir şeyi ne kullanabilirsiniz, ne de önerebilirsiniz. Dolayısıyla bu işe bilimsel olarak da girmeniz lazım. Allah’ın bizden istediği de odur. Dolayısıyla ilim tahsil edeceksiniz ve bunları araştıracaksınız. Tüm bitkilerin sahibi Yaradan değil mi? O bunları böyle programlamamış mı? Dolayısıyla siz bu bilimsel temelleri, Allah’ın koyduğu düzeni, kuralları ortaya çıkardıkça aynı zamanda ibadet etmiş olmuyor musunuz? Allah’a yaklaşmış olmuyor musunuz?Hep kimyayı çok iyi anlamam gerektiğine inandım. Oldukça geniş bir bakış açısıyla kendimi yetiştirmeye çalıştım.

Kimya okurken, bugünlerin düşünü kurar mıydınız?

Geleceğimi hiç merak etmedim, gelecekle ilgili hiçbir korkum, endişem olmadı. Uzun vadeli hedeflerim olmadı. Hayatım boyunca 6 ayı geçen plan yapmadım. Öyle üç yıllık, beş yıllık plan yapamıyorum.

Şunu soruyorum aslında, üniversitede okurken ‘ben özellikle bitkilerin kimyasını öğrenmek istiyorum’ mu dediniz? Kimya çok geniş bir alan zira.

Özellikle fizikokimya ilgimi çekiyordu. Fizikokimya fizikle kimyanın birleşmesidir. Kimya maddenin iç yapısındaki moleküler yapı üzerine tamm yaparken fizik size onun fiziksel yapısı hakkında bilgi verir. Dolayısıyla kimyaya matematiği de kazandırmadır bir yerde. Unutmayın, ilimde araştırma yapabilmeniz için matematiği de çok iyi bilmeniz lazım. Çünkü kafanızda bir model geliştiriyorsunuz, geliştirdiğiniz o modelin matematik denklemlerini çıkartmanız lazım. Ondan sonra laboratuara girersiniz. Tasarladığınız model, o modelin denklemleri ve laboratuar; işte bu üçü örtüşüyor ise sistematiği yakaladınız demektir. Tek başına kimya yeterli değil; yani fiziği de, matematiği de iyi bilmek gerekiyor. Ben bilimde yatay geçişten ziyade, daha çok dikey geçişe inanan biriyim. Analitik kimya, organik kimya, elektrokimya, inorganik kimya arasındaki geçiş yatay geçiştir. Hepsinin temeli kimya. Ancak, yeri geliyor araştırmanızda fiziğe, biyolojiye, matematiğe (matris, determinant, lineer cebir, vektör uzayı...), informatiğe ve istatistiğe ihtiyaç duyuyorsunuz. Tek başına kimya bilimi yetmiyor. Kimyanın dışında kalan fizik, biyoloji, genetik, biyoteknoloji veya moleküler biyolojiye geçiş yapmanız gerekiyor. İşte ben bu geçişe dikey geçiş diyorum.

Üniversiteden sonra ne yaptınız?

Anadolu Cam Sanayiinde flotasyon şef mühendisi olarak 1 yıl çalıştım, sonra her Türk genci gibi askere gittim. 141. kısa dönem. Balıkesir Ordu Donatım Lojistik Okulunda askerliğimi yaptım. Çiftliğe geri dönmem isteniyordu. Ama yoluma devam etmeliydim. Babamı amcamı kırmadan. Onlar ümitle beklediler.Askerden sonra birkaç ay Mersinde kaldım ve Avusturya’ya gittim. Mastır yapacağım dedim. Mastır için yabancı dilimiz de var, Almanca. Avusturya Lisesi’ndeyken evinde kaldığım AvusturyalI Duschanek Ailesi vardı. Bu aileyi ziyarete Viyana’ya gittim. Avusturya Lisesinde okurken amcamın kurduğu şöyle bir sistem vardı: Hem okulda yatılı kalıyordum, hem de Almancamı geliştirmek, kültürlerini tanımak, pratik yapmak için haftada birkaç gün AvusturyalI bir öğretmenimin evine misafir oluyordum. İşte Duschanek’ler benim 1960-64 arası birlikte olduğum, İstanbul Zincirlikuyu’da evlerinde kaldığım aile...Bay Duschanek bir gün “Ben yarın Graz’a gideceğim, işim var, gel istersen” dedi. Olur dedim. Neyse, biz yola çıktık. Graz, Viyana’dan yaklaşık olarak 2 saat filan sürer. Bu sırada bir okulun tabelasını gördüm, teknik üniversite yazıyor. “Bir dakika dur” dedim. Durdu, kapıdan içeri girdim.

Okulun tabelasını görüyorsunuz ve içeri giriyorsunuz...

Tabii oralarda hep duyurular asılır mastır, doktora için. O gece inanın uyuyamadım. Ertesi gün hemen sabahleyin gittim randevu istedim, “Öğleden sonra gelin görüşebilirsiniz Prof. Krischner’le” dediler. Görüştüm hocayla, konuşmamız 20 dakika sürdü, “Tamam sizi alıyorum” dedi.

Krischner kim, kimya profesörü mü?

Graz Teknik Üniversitesi Fizikokimya ve Teorik Kimya Kürsüsü Başkanı. Kimya profesörü.

Orada mastır programına başladınız.

Evet, mastır ve hemen devamında da doktora.

Kaç yıl sürdü?

Mastır ve doktora iki buçuk yıl. Çok çalıştım ama. Normalde mastır ve doktora öyle iki buçuk yılda bitmez. Gerçekten orada gece gündüz çalıştık. Kasım 1982de doktorayı tamamladım. Bizim bir alt katımız mikrobiyoloji ve biyoteknoloji enstitüsü, orada da Prof. Robra var enstitünün başkanı... Ben arada sırada oraya inerdim, biyoteknoloji kürsüsünde ne var ne yok diye. Meğerse hocam da beni arada bir görürmüş oradan çıkarken. Krischner “Sen bu gidişle doktorayı bitiremezsin” dediğinde bana, “Allah Allah” dedim, “niye böyle söylüyor?” Meğerse kıskanıyormuş. Neyse ben doktoramı yaptım tamamladım, o sırada da Robra ile sohbetlerimiz var. Daha çok doğa üzerine konuşuyoruz. O ateşböceklerinden bahsediyor, “ışık veriyorlar” diyor fakat kimyasını çok iyi bilmiyor o reaksiyonun. Dedim “ışık veriyorlar ama bunun bir kimyası vardır, bir fiziği vardır”. Böyle sohbet ediyoruz, onda da çok merak uyandı.

“Siz ne zaman doktoranızı bitiriyorsunuz?” dedi. “Vallahi daha iki ayım filan var” dedim. “Ondan sonra bende asistan olmak ister misiniz?” dedi. Ben de “Düşünebilirim bu konuyu” dedim. Doktoradan sonra Profesör Robra’yı tercih ettim çünkü daha çok doğa var işin içinde. Orada asistan olarak çalışmaya başladım.82de doktoram bitti, 83 başı da asistan olarak biyoteknoloji ve mikrobiyoloji kürsüsünde göreve başladım. Türk vatandaşı olduğum için de problemlerle karşılaştık. Avusturya hükümeti, öncelikle bana teklif edilen görevi doldurabilecek bir AvusturyalI var mı diye bakıyor. Hatta bunun resmiyazısı var bende. Hoca da şaşırdı, oranın iş ve işçi bulma kurumundan müsaade almamız gerekiyor. îş ve işçi bulma kurumu da “Bu pozisyona başvuracak bir sürü AvusturyalI kimyacı varken niçin bir Türk’ü tercih ediyorsunuz?” diye soruyor.

Biraz ırkçı bir yaklaşım.

Kendilerini korumak için diyelim. İş ve işçi bulma kurumu bir yazı istedi, “Sizin hangi özelliğinizden dolayı sizi tercih ediyorlar?” dediler. Tatmin edici bir yanıt verilmezse çalışma müsaadesi vermeyecekler. Asistan olarak başlayınca okumaktan çıkıyor artık iş, çalışmaya giriyor. Ciddi ciddi maaş alıyorsunuz. Devletin memuru oluyorsunuz. Bu durumda şimdi hoca da zor durumda kaldı. En sonunda bölüm 3 hocadan ibaret bir bilim kurulu kurdu. Bunlar beni neden tercih ettiklerini, yerimi neden bir AvusturyalI kimya mühendisinin dolduramayacağını yazdılar. Kristallerin yapı aydınlatması, patterson sentezi, X ışınları, four circle difractometer ile çalışmış olmam gibi gerekçeleri yazdılar. Biz de bunu iş ve işçi bulma kurumuna götürdük. Onlar bilgisayara girip baktılar, bu vasıfta birisi yok, sonra “Tamam,” dediler, “size çalışma iznini veriyoruz”. Bunu da 1 yıllığına veriyorlar, sonra her yıl yenileniyor. Ama o ilk 1 yıllık çalışma iznini aldınız mı işiniz kolay.

Kimya doktorası ve mikrobiyoloji asistanlığı ilginç bir ikili.

Benim doktora konum, esas uzmanlığım alkali ve toprak alkali yüksek patlayıcı azotür’lerin kristal yapılarının X ışınları ile aydınlatılması!Ama mikrobiyoloji ve biyoteknoloji enstitüsünde hakikaten çok şey öğrendim. Kimyanın dışında bir mikrobiyoloji var, bir biyoteknoloji var. Derslere de giriyorsunuz, hocalar ders veriyor bedava; bulunmaz nimet, girip ders dinliyorsunuz. Laboratuar çalışmaları yapıyorsunuz sürekli. îki yıllık asistanlığım sırasında ciddi bir bilgi birikimim oldu. Sadece bilgi birikimi değil, çok farklı bir bakış açısı kazanıyorsunuz.

Türkiye’ye ilk dersini veriyor!

Çukurova Üniversitesi ‘macera’mz nasıl gelişti?Mikrobiyoloji ve biyoteknoloji enstitüsünde asistanken, Noel tatilinde hemen Mersine geldim, malum memleket özlemi ama niyetim Avusturya’yageri dönmek. O sırada Çukurova Üniversitesi açılmış. Prof. Dr. Mithat Oz- han ile tanıştım. “Niye yabancılara hizmet ediyorsunuz?” dedi. Ziraatçıdır kendisi, Çukurova Üniversitesinin de o zamanki rektörü. “Bizde çalışın” dedi. “Valla hocam benim için bir onur ama...” dedim. Tabii doktoramı yapmışım, üzerine de 2 yıl asistanlık yapmışım. “Ben bir bakayım” diyerek net yanıt vermedim. Amcam da bir taraftan “Çiftliğe gel” diyor. İşler büyümüş durumda. Narenciye işine bir de yoğurt fabrikası eklenmiş. Sonuçta hem amcamın kalbi kırılmasın, hem denge kurulsun, hem de ‘deneyelim görelim’ hissiyle Çukurova Üniversitesinin teklifini kabul ettim. Tamam dedim, memleketimde çalışayım, hem de amcamın gönlü olsun. Çukurova Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Kimya Bölümünde öğretim görevlisi olarak 2 yıl çalıştım, 1985-1987 arası. Bu arada Türkiye’deki deterjanları değiştirdim!

Deterjan meselesini ileride soracağım. Üniversitede ne dersi verdiniz öğrencilere?

Kimyacılar için matematik, genel kimya ve kuantum kimyası diye üç ders verdim orada. Doçentliğimi de Çukurova Üniversitesinden aldım. YÖK, 2547 sayılı yasaya göre fizikokimya anabilim dalında, fizikokimya doçentliği unvan ve yetkisini verdi. 1994’te gene Türkiye’de profesörlüğe yükseltildim.

Amcanız baskın bir figür, tüm kritik kararlara müdahil oluyor.

Amcam hep işlerin başına benim geçmemi istedi. En büyük arzusu eğitim, eğitim, eğitimdi. Saraçoğlu ailesinden ‘okumuş’ bir insanın işlerin başında olmasını hayal etti hep. Ben de diyordum ki, “Çiftlik ağalığı yapamam.

Ağabeyleriniz çiftçilik işini götüremediler mi?

Büyük ağabeyim Seyfi işlerin başındaydı, daha sonra vefat etti. Osman ağabeyim hep İngiltere’de kaldı. Hâlâ daha İngiltere’de. Onun yaşam tarzı oydu, insanları siz zorla yönlendiremiyorsunuz.

Vakıf nasıl kuruldu?

Çukurova Üniversitesinde çalışırken amcamla hemen her hafta sonu beraberdim. Adana-Mersin arası 1 saat. Ben kendimi anlatmak istedikçe, amcam benim çiftliğe dönmeyeceğimi anlıyordu. Bana kızıyor muydu, kırılıyor muydu, küsüyor muydu ayırt edemiyordum. Bende emeği çoktur.Ondan Allah razı olsun, mekânı cennet olsun. Bazı hafta sonları elini öpmeğe gittiğimde elini çekiyor ve öptürmüyordu. Yaşı da oldukça ilerlemişti. “Ben seni bunun için mi İstanbul’a koleje gönderdim? Senin üzerindeki emeğimi biliyorsun. Ben ve baban yıllarca bu çiftliğe emek verdik. Ben seni hep ailemizin geleceği ve bu işleri ileri götürecek insan olarak gördüm.” Kati cevap bekliyordu. En uygun çözümün bir vakıf kurulması olduğunu söyledim.

Hatta Saraçoğlu Eğitim Vakfının da kurulabileceğini söyledim, çünkü amcam eğitime çok önem veren bir insandı. Amcamın o güne kadar ağladığını hiç görmemiştim. Ağlamıyordu da gözlerinden sadece birkaç damla yaşın indiğini gördüm. Beni affetmesini, ama bir gün mutlaka memleketime geri döneceğime ve hizmet vereceğime inanmasını söyledim. Söz verdiğim zaman, sözümden dönmeyeceğimi çok iyi biliyordu.Şu anda Mersin’de Saraçoğlu Eğitim Vakfı var. Artık babamın ve amcamın tüm emekleri bu vakıflara ait. Öğrencilere burs veriliyor, yaşlı insanlara bakılıyor. Vakıf yönetim kurulunda da aileden kimse yok. Bunun sorumluluğunu en iyi şekilde yerine getirecek insanlara emanet edilmiştir. Eğer yanlış bir şey yaparlarsa vebali onlara ait.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp