Prof. Saraçoğlu Modern Tıbbın Açmazı

Prof. Saraçoğlu Modern Tıbbın Açmazı : Koruyucu hekimlik tam olarak nedir?

Hiç kimse dünyaya sağlıklı olarak gelmez. Anneden babadan belirli hastalık genlerini alarak doğar. Ama bu genlerle doğdu diye illa bu hastalıklara yakalanacak diye bir kural da yoktur. Ailesinde belirli hastalıklara yatkınlıkları olan kişiler bu hastalıklardan kendilerini koruyabilirler. Yaşam biçimlerini düzenleyerek, önleyici ve koruyucu gücü olan bitkisel kürler yaparak ve tabii en önemlisi, Anadolu’nun hastalıklara karşı koruma gücü yüksek doğal tohumlarından sebze, meyve, tahıl tüketerek. Koruyucu hekimlik bu uygulamaların tümü. En önemlisi de insanları doğru şekilde bilgilendirmek.

Ailesinde kanser görülmüş olan kişi hep yediğine içtiğine, uykusuna, hayatına dikkat ederek yaşayacak. Ailesinde kalp hastalığı olan kişi de buna göre yaşayacak. Yılın birkaç haftasında önleyici kürler yapacak.Bugün, bizim şifalı bitkilerimizle, tedavi edici gücü olan bitkilerimizle, birçok hastalık önlenebilir ve biz bunlara karşı korunabiliriz. Romatizma, şeker hastalığı, hipertansiyon, bunlar hep önlenebilir hastalıklardır.Örneğin, taze sıkılmış havuç suyu Alzheimere karşı mükemmel bir önleyicidir. Hastalığı önlemek bitkilerle mümkün.

Sağlıklıyken alınacak basit ve ucuz birkaç önlemle birçok hastalıktan korunabiliyor olmamız hayati bir bilgi aslında...

İlkokuldan itibaren, ortaokul, lise ve üniversitelerde önleyici ve koruyucu tedavinin ne olduğunu gençlerimize anlatmak zorundayız. Türkiye bir an önce önleyici ve kuruyucu hekimliği öğrenmelidir. Halkımızın bueğitimi alması, devletimizin bu eğitimi vermesi şarttır.Eskiden, eskiden dediğim de daha 30 yıl öncesine kadar, bir mahallede veya bir köyde şeker hastası olan bir kişi, bilemediniz iki kişi olurdu ve herkes de onları tanırdı.

İşte, Ali Efendi ile Haşan Efendi şeker hastası diye bilinirdi.Şimdi, bu hastalıklar hızlı bir şekilde yayılıyor. Neden? İşte bu zirai ilaçlar, hormonlu besinler, katkılı besinler, kullandığımız cep telefonları da buna dâhil olmak üzere, insan sağlığını, insan metabolizmasını olumsuz etkiliyor.Apartman çocuklarını alın götürün bir köye de bakın bakalım dişleri çürüyecek mi? Bulgurla, mercimekle, ev yoğurduyla, doğal sebze meyveyle beslenen çocukta çürük olacak mı? Gofretle, bisküviyle, kolayla beslenenlerin, annesi yemek pişirmeye üşenenlerin hali ortada.

Koruyucu hekimliğin yaygınlaşması demek daha az hastalık, daha az ilaç, daha az ameliyat demek. Koskoca ilaç sektörü buna ne der!

Yer yerinden oynar, ne diyorsunuz... Türkiyede tüm sağlık sektörüne ayrılan para 14 milyar dolardır. Bu paranın yüzde 80’i ilaç ve alet-edavat alımına gider. Alet derken, röntgen, ultrason, renkli dopler, ekokardiyografı cihazları alınır. Geri kalan yüzde 20 ile hekim ve hemşirelerimizin maaşı ödenir, az bir kısmı ile bina yapılır.Almanya’ya bakarsak sadece romatizma tedavisi için bir yılda harcanan para 25 milyar dolardır. Hepatite karşı yılda 25-30 milyar dolar harcarlar. Kalp-damar rahatsızlıklarına harcanan para ise 100 milyar doların üzerindedir.Bugün ABD ve Avrupa’da “paralel tıp” başladı. Hem modern tıbbi tedavi, hem bitkisel tedavi, hem de psikolojik tedavi birbirine paralel olarak yürütülüyor, hepsi bir arada yapılıyor. Bizim de bu yöne doğru gitmemiz lazım.

Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta bir kitabında18 bazı doktorları ilaç sektörünün kucağına oturmuş uslu fino köpeklerine benzetti. Sizce durum bu kadar vahim mi?

Hep söylemişimdir, programlanmış bilim adamları var diye, bunlarmaksatlı konuşurlar. Şeker hastalığı için geliştirilen bir ilaç hakkında 19 Mart 2010 tarihinde The Independent gazetesinde manşet olan bir haber vardı. Bu ilaca, ilaç firmasının kendi içinden 68 tane bilim adamı karşı çıkıyor ama 30 tanesi de onay veriyor. Sonra araştırılıyor. Bakıyorlar ki; şeker hastalığı için kullanılan bu ilaç, kalp krizi ve inmelere sebep oluyor. Neticede ortaya çıkıyor ki bu 30 bilim adamının hesaplarına para yatmış ve ilaç firması bu adamlara hisse vermiş.

Kanıtladılar bunu. The Independent’ı açıp okuyabilirsiniz.Vioxx diye bir romatizma ilacı vardı, 10 binlerce kişi öldü. Felçten, ani kalp krizinden. İşte onu da mahkemeye verdiler; birçok insan tazminat almaya başladı. Hani bunların klinik deneyleri yapılmıştı? Klinik deneylerinin yapılmış olması bir şey kanıtlamıyor.Klinik deneylerle ilgili araştırma sonuçlarının açıklandığı, makalelerin yayınlandığı uluslararası birçok bilimsel dergi var. En saygın dergilerde bile, programlanmış bilim adamlarının makalelerini görüyorsunuz. Şimdi sorarım size, bu araştırma sonuçlarına nasıl güveneceğiz? İlgili makaleyi yazan bilim adamının programlanmış olup olmadığım, arkasında hangi firmaların olabileceğini nasıl anlayacaksınız?

Dünyadaki son ekonomik krizden sonra ciddi dergilerde dahi yayınlanan araştırma sonuçlarına nasıl güveneceğiz? Bunun çözümü de kolay. TC doğrudan Başbakanlık’a bağlı kendi bilim adamlarından oluşan bilim konseyleri oluşturarak, gerektiğinde bu sonuçları tartışacak, sorgulayacak; ondan sonra Türkiye’de değerlendirilip değerlendirilmemesi konusunda resmi görüş bildirecek. “Falanca ünlü dergide yayınlanmıştır, bu yeterli” demek yanlış olur.Koruyucu hekimlik veya önleyici hekimlik veya destek tedavi olmalı diyoruz. Doğada sınırsız sayıda bitki var.

Bunların hastalıklar üzerinde önleyici ve koruyucu gücü var. Halk arasında tıbbi bitki kullanımı yaygınlaşırsa insanlar bu kadar çok hastalanmayacaktır ve dolayısıyla ilaç sanayii para kazanamayacaktır. Çünkü patentleyemeyecek. Halk reçetesini bildikten sonra... Kür diyorsunuz, işte gidiyor vatandaş aktardan bitkiyi alıyor veya kendisi topluyor ve hazırlıyor iki dakikada. Dolayısıyla böyle bir şey tabii ki modern tıbbın önünü kesiyor. Ama Allah’a şükür ki son birkaç yıldan beri Türkiye’de artık hekimlerden de bitkisel tedaviye olumlu bakmaya başlayanlar oldu. Ben birçok üniversiteye hatta tıp fakültelerine davet ediliyorum ve oralarda konferans veriyorum.m

Aslında bu işin sözcüsü siz oldunuz hocam. Tek bitki ile çıkıp, “bu buna iyi gelir” diyenler oldu ama bütün kürleri bilimsel temellere ilk siz oturttunuz.

Ben üniversite hocalarının halka açılması taraftarıyım. Kendi içerisinde yüksek düzeyde akademik çalışma yapmasının anlamı yok. Bugün bilimsel makalelerin yayınlandığı birçok dergi var. Bir yılda bir milyon makale yayınlanıyorsa, bunun içinden elle tutulur sadece ya iki tane çıkıyor ya üç tane; beş tane çıkmıyor. Gerisi sadece akademik unvan kazanmak veya ben yayın yaptım demek için. Halkı düşünen çok az.

İlaç sanayiinin gerçek hedefi!

Sağlık sektörü dediğimizde hastalan müşteri olarak gören, daha fazla müşterisi olsun diye ‘tuzaklar’ kuran bir tıbbi ekonomik sistemden bahsediyoruz artık. Hastalıklar artık satılık!

Modern tıp hakikaten zor durumda. Bugün ülseratif kolit, kanser, Crohn, romatizma, şeker hastalığı (diyabet), romatoid artirit, romatizma, lupus, ALS, motor nöron, hepatit hastalıklarının hiçbirinin tedavisi yok. Hayatınız boyunca ilaç sanayiinin önermiş olduğu ilaçları kullanmakla yükümlüsünüz. Tedaviden anlaşılan şey, belli bir müddet, hekimin size verdiği ilaçları kullanarak o hastalıktan kurtulmanızdır. Günümüzde artık tedavi yok, ilaca bağımlı kılmak var. İnsanlar son nefesine kadar kemotera- pi ilaçları, radyoterapi, şeker, romatizma, hipertansiyon ilaçları ile günü geçirmek mecburiyetinde kalmışlardır. Uzun vadeli kullanılan bazı ilaçların kalıcı bazı hastalıkları tetiklediği gerçeği de göz ardı edilmemelidir.Türkiye genç nüfusuyla övünüyor.

Bu doğrudur, ancak bugünkü doğal olmayan beslenme, artık doğal olmayan çevre şartları, doğal olmayan yaşam biçimi hastalıkların yayılmasında birinci derecede etken hale gelmiştir.İleri yaş hastalıkları orta yaşa, orta yaş hastalıkları da genç yaşa inmiş durumda. 15-16 yaşlarındaki genç kızlarımızda polikistik över ve adet düzensizlikleri çoktan başladı. Genç erkeklerde, delikanlılarda sperm sayısında düşüklük görülüyor. Ülseratif kolit, Crohn hastalığı, şeker hastalığı orta yaşın altına inmiş durumda. 5-6 yıl sonra övündüğümüz bu genç nüfusumuzun hızla yayılmakta olan hastalıklar karşısında bir kaosa sürükleneceği gerçeği de göz ardı edilmemelidir.

Doktorlar, koruyucu hekimlik konusunda ne kadar bilgili? Modern tıp eğitiminde bu konunun yanma yaklaşabiliyorlar mı?

Modern tıbbın bekçileri kim? Farmakoloji, ilaç sanayii. O zaman eğitim sistemi üzerinde de söz sahibi olmaları normal! Olaya ticari bakanlar koruyucu hekimlik lafından hoşlanmaz.

Anlattığınız aslında sosyolojik bir vaka. Tıbba put gibi tapmak gibi bir şey, fîravunvari bir tavır. Adamlar modern tıbbın diskurlarını değişmez bir realite gibi alıp bunun dışında ne söylenirse karşı çıkıyorlar.

Alın size yaşadığım bir örnek daha. 7 Temmuz 2009da Sağlık Bakanlığı, Hacettepe Üniversitesi ve Tarım Bakanlığı ortaklaşa ‘Kanserde Beslenme Günleri’ diye bir konferans düzenlediler Türkiye’de ilk defa. Fitoterapi konusunda ben çağrıldım. Bakın sonradan öğreniyorum bunu, Türkiye’nin çok ünlü bir onkoloğu diyor ki, “O gelirse ben gelmem, çizin onun ismini.” Bakanlık da gerekli yanıtı veriyor ama: “Sayın hocam niye çizelim? Eğer bu adam yanlışsa, bak orada konuşacak. Sen de kaldır elini, adama cevabını ver.

”O ünlü onkolog cevap verdi mi?

Hayır veremedi. Veremezler.Size çok acı hem de çok sevindirici bir anımı daha anlatmak istiyorum. Bakanlığımız beni resmi bir toplantıya çağırdı. Sene 2010, Temmuz ayı. Toplantıda yaklaşık 15 tane davetli bilim adamı var. Bakanlıktan da en az 4 kişi var. Profesörler çoğunlukta. Sıra bana geldi, görüşümü söylemeye başladım. Karşımda oturan bilim adamı (kendisi de davetli bir üniversite hocası) sözümü keserek; “Tereciye tere satmayın” dedi. Ben cevap verdim, “Ben tereci değilim, siz tereci iseniz onu bilemem” dedim. Kişi susmuyor ve devam ediyor, “Hangi kanalı açsam siz çıkıyorsunuz, karımı sizi gördüğümden daha az görüyorum” diyor. Sıkılarak, diyorum ki, “Beyefendi zap- ping denilen bir şey var, zapping yapın geçin, beni dinlemek ve seyretmek zorunda değilsiniz.” Ve düşünüyorum, bu nasıl bir insan, bu nasıl bir bilim adamı? Bu kadar yabancı insanın içerisinde (en az beşi bayan bilim insanı) ve de resmi bir toplantıda söylediklerine bak, beni eşi ile nasıl ilişkilendi- riyor. Eşini az görüyor ise, sorumlusu ben miyim, utancımdan kızardığımı hissediyorum.

Susmuyor ve devam ediyor, “Benim bir öğrencim, sizin kürlerinizden bir tanesi hakkında bana soru sorarsa, onun işini bitiririm” diyor.Bakanlığın resmi toplantısında yaşadığım bu anıda beni mutlu eden taraf, devletimin ne kadar geniş açılı bir bakışa sahip ve de farklı görüşlere açık olduğunu göstermiş olmasıdır. Beni üzen ve acı veren tarafı ise, tarzı ve tavrı böyle olan bir bilim insanının öğrencinin karşısına çıkıp ders veriyor olmasıdır.Cin şeytanını “besmele” çekerek anında uzaklaştırabilirsiniz. Ancak, insan şeytanını uzaklaştıramıyorsunuz. “Ve minel cinneti vennas” diyorum. Nas Suresinin son ayetidir.

Hastalıklardan korunma ve sağlıklı yaşam konusunda genel tavsiyeleriniz nelerdir?

Sağlıklı yaşam insanın kendi kontrolündedir. Bazıları bunu “ömrü uzatmak” şeklinde anlayabiliyor. Ömrü yüce Allah bilir. Ancak hastalıklardan korunmak, sağlıklı bir şekilde yaşamak, irsi yatkınlığımızın olduğu hastalıklardan korunmak, önleyici ve koruyucu tedbirler almak elimizdedir.Sağlıklı yaşamanın üç temel kuralı vardır: Sağlıklı beslenme, sağlıklı hareket ve sağlıklı düşünceler. Beslenme ve hareket konusunun önemini her yerde okuyorsunuz. Ancak bu üçünden belki de en önemlisi sağlıklı düşüncelerdir.Göz kırpması, kalp atışlarının ayarlanması, kan basıncının dengelenmesi, kan şekerinin düzenlenmesi, idrara çıkma ihtiyacı, uykunun gelmesi, uykudan uyanma, cinsel arzunun tetiklenmesi, açlık ve tokluk duygusunun gelişmesi, daha yüzlerce değişik duygular, hormonların üretilmesi ve dengelenmesi, protein ve enzimlerin üretilmesi ve kontrolleri ve bir dakika içerisinde insan vücudunda milyarlarca biyokimyasal reaksiyon oluşması ki buna metabolizma diyoruz beynin kontrolü altındadır.Sağlıklı düşünceler ruhun bekçileridir. Sağlıklı düşünceler insanı terk etmeye başladığı zaman depresyon dediğimiz şikâyet kendisini göstermeye başlar.

Sağlıklı düşünce derken teknik bir yetiden söz etmiyoruz, değil mi?

Tamamen ahlaki açıdan ele alıyorum. Peygamber efendimizin “En güzel ibadet güzel ahlaktır” hadisini unutmayın. Bir insanın beyni sürekli olumsuz düşüncelerle meşgul olursa asıl vazifesi olan organ ve metabolizma yönetiminde başarısız kalır. Strese girer. Allah yüce kitabımızda “Bu kitabınayetleri rahmet ve şifa kaynağıdır” buyuruyor. Kitabımızda insanoğlu hep iyiye, güzele davet edilmiştir. Gıybet yapma, cimrilik veya müsriflik etme, yalan söyleme, kibirlenme, zan ve şüpheyle hareket etme, kötü söz söyleme denmiştir. İnsan bunlardan uzak durduğunda mutlaka mükâfatını görecektir. Bu mükâfat bazı durumlarda sağlığına kavuşma olabilir.

‘Olumlu düşünmekten’ bahseden, ‘sen iste olur’ diyen new-age kitaplar, içinde başka ne yazdığına bakmadan kapış kapış satılıyor. Gerçekten insan kaderine müdahale edebilir mi?

İnsan Allah’tan istemeli, Ona dua etmeli. Şifayı da Ondan istemeli. Kulluk sınırlarını ihlal etmemeli.

Sizin Ruhun Bekçileri isimli bir kitap çalışmanız da var sanırım? Ruh bekçiliğini biraz açar mısınız? Ruh nasıl beslenir?

Bu iki kelimeyi bir araya getirmek uzun yıllarımı aldı. Ruh kelimesi ile bekçi kelimesi. Biliyorsunuz hedefimiz, sağlıklı yaşam. Uzun sağlıklı yaşam. Peki, bunu nasıl başaracağız? Uzun sağlıklı yaşamın 3 temel ayağı vardır: Tükettiğimiz besinlerin sağlıklı olması, bedene sağlıklı hareket yaptırmak ve sağlıklı ruh yapısı.Sağlıklı ruh yapısına sahip olmak sağlıklı uzun yaşamın en önemli ayağıdır. Sinir ve ruh hastalıkları diye bir tanım vardır. Buradaki ruh hastalıklarından kasıt, akıl hastalıklarıdır. Yani, beyne bağlı hastalıklardır. Nöroloji, psikiyatri veya psikoloji uzmanları bu konuda hizmet verirler. Sokaktaki birçok insan bu anlamda hasta olduklarının dahi farkında değildirler.Ben diyorum ki, kişiyi sağlıklı düşünceler terk etmeye başladığında o kişi depresyona girer. Sağlıklı düşünceler ruhun bekçileridir. Sağlıklı düşünceler beynin sağlıklı çalışmasını sağlar.Şimdi de biraz farklı açıdan bakalım. Bedeni beslemek için sağlıklı, doğru ve temiz (katkısız) gıdaya ihtiyacımız vardır.

Yani, bedenimizin fiziksel ve kimyasal bir yapısı var, onu da uygun kimyasal ve uygun fiziksel yapıya sahip gıdalar ile beslememiz gerekmektedir. Peki, ruhu ne ile besleyeceğiz? Ruhun beslenmesini söz konusu ettiğimiz anda yol ayrımına gelmiş oluruz. Yüce kitabımız Kuran-ı Kerimde İsra Suresi 85. ayet şöyledir: “Ey Muhammedi Sana ruhtan soruyorlar. De ki: “Ruh Rabbimin bildiği bir iştir ve size ilimden ancak az bir şey verilmiştir.” Hicr Suresi 29. ayette ise“ona ruhumdan üflediğim zaman” ifadesi geçmektedir. Biz insanoğlu ruhtan bahsederken hangisinden bahsettiğimizi bilmemiz gerekir. Biri, beyne bağlı akıl hastalıkları olan “ruh hastalıkları”, diğeri de Yüce Allah’ın bedenimize üflediği “ruh”.Teorik olarak bir insan vücudunu oluşturan ve bir arada bulunduran tüm kimyasal ve fiziksel maddeleri ve yapıları bir araya getirdiğimizi var sayalım. Bir araya getirdiğimiz bu vücuda can vermemiz, ona canlılık kazandırmamız asla mümkün olmayacaktır.

Neden? Çünkü, ruhu yok. Bazen kızdığımızda sorumsuz insanlara söylediğimiz bir laf vardır. “Ne kadar ruhsuzsun.” Buradaki, ruhsuzluk, his, duygu anlamındadır.Yüce Allah insanı muhatap almıştır. Bu ne büyük bir lütuf ve ayrıcalıktır. Zebur, Tevrat ve Incil’den sonra insana son çağrıyı son peygamber Hz. Muhammed (s.a.v.) yüce kitabımız Kuran-ı Kerim ile yapmaktadır. Kuran-ı Kerim sınırsız kapılar açar. Hz. Peygamberimiz, veda hutbesinde, “Size öyle bir emanet bırakıyorum ki, ben öldükten sonra size bu hayatta doğru yolu gösterecek ve hiç şaşırmayacaksınız. Ona sıkı sıkıya sarılın.” demiştir.

Demek ki, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim aynı zamanda insanın hayat kitabı... Yaşam kılavuzu... Yüce Allah, “Bu kitabın ayetleri aynı zamanda şifa kaynağıdır.” buyurmaktadır.Bedendeki ruhun sağlıklı beslenmesi, sevginin yolundan geçer. Hiç düşündünüz mü, insanların sevgiye ve ilgiye açlığı giderek artmaktadır. Asr Suresinde Allah, “Zamana yemin olsun ki, insan ziyandadır.” buyurmaktadır. Bedendeki ruhun, yüce kitabımız Kuran-ı Kerim’in önerilerine, nasihatlerine ihtiyacı var. Orada huzuru ve sevgiyi bulacak, hapis olduğu nefsin esaretinden kurtulacak, yükü hafifleyecek ve hürriyetine kavuşacaktır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp