Sözlü ve Fiilî Duâ

Sözlü ve Fiilî Duâ :
Fiilî duâ, kişinin herhangi bir arzusu karşısında elinden gelen her şeyi tamamen yapmak demektir. Mesela; hastasına Allah'tan şifa dileyen kimsenin tıbbın gerektirdiği şeyleri imkânları çerçevesinde yerine getirmesidir. Bunu yerine getirmediği müddetçe, ellerini açıp Allah'tan şifa dilemesinin bir anlamı olmayacaktır. Çünkü Allah yeryüzündeki her şeyi bir takım sebeplere bağlamıştır. Gerçi Cenâb-ı Hak (c.c.) bazan sebepsiz de yaratabilir, verebilir. Ama bu Allah'ın hayata koyduğu kanunlara aykırıdır. Biz, o sebepleri yerine getirmekle yükümlüyüz.
Yağmur duası konusunda fıkıh kitaplarımızda çok önemli metinler vardır. İlmî bir komisyon tarafından titizlikle hazırlanan ve kaynak eser olarak kabul edilen "Fetavâ-i Hindiyye"de bu hususa özellikle temas edilmiştir. Yağmur duasına ancak zaruret hallerinde çıkılır. Çeşme, akarsu olan yerlerde susuzluk ve kuraklık bir zaruret sayılmaz. (Fetavâ-i Hindiyye: 1/154)
Irmak, akarsu, kuyu, artezyen, çeşme ve pınar olmayan köy, kasaba ve şehir halkının yağmur duasına çıkması sünnettir. Belirtilen imkânlara sahip olanların çıkması sün¬net değildir. Çünkü önce mevcut suları değerlendirmek, istifade yollarını araştırmak vaciptir. Köy veya kasabanın içinde ya da yakınında ırmak veya akarsu akıp giderken, hiç kimse zahmet edip bu sudan yararlanma yollarını araştırmıyorsa, o takdirde yağmur duasına çıkmalarının hiçbir anlamı yoktur. Hem bu durumda olanların duası kabul olunmaz; çünkü İslâm, tembelliğin karşısındadır. Kul gücünün yettiği nispette çareler araştırır ve imkân sınırının son noktasına gelirse, Allah ancak o zaman ona yardım eder, duasını kabul eder.
Fiilî duâ her zaman sözlü duadan önce gelir. Ama ikisini birbirinden ayrı düşünemeyiz. Çünkü fiilî duâ bedenin eylemi ise, sözlü duâ da ruhun eylemidir. Zaten insan bu ikisinden oluşan bir varlıktır.
Hz. Peygamber (s.a.v.) buyuruyor:
"Hayatımı kudret elinde bulunduran Allah'a yemin ederim ki, iyiyi emredecek, kötülüğü yasaklamaya çalışacaksınız veya Allah, size kendi katından bir azap gönderecektir. Azap geldikten sonra O'na duâ edeceksiniz; fakat duanız kabul olunmayacaktır." (Tirmizî, Taberânî)
Bu hadis-i şerifte de görüldüğü gibi fiilî duâ yapmadan, sözlü duanın kabul edilme ihtimali yoktur.
Duâ, Allah'tan bir şey istemektir. Fakat bu şey, düşünme, bilim, sorumluluk, irade, zahmet, iş, emek ve eziyetin yerini alan bir şey olmamalıdır. Tam tersine, insanın bizzat kendisi bu sorumluluğun içindeyken, zaman zaman ihtiyaç duyduğu bir şeyi elde etmeye yönelik bir duada bulunabilir. İşte o zaman bu şeyi ister ve ahr.(Carrel-Şe-riatî, Duâ: 156)
İslâm duayı sorumluluktan veya işten kaçmak için emretmemiştir. İslâm'ın emrettiği duâ tüm hazırlıklardan ve işten sonra yapılan duadır. Ancak tüm hazırlıkları eksiksiz yerine getirdikten sonra "Artık bu iş tamamdır" diyerek duadan uzaklaşmak da yanlıştır. İşler ancak duâ ile tamam olur.
Duayı, sorumluluktan kaçan, tembel, acz içerisinde olan insanların ellerinden alarak sorumluluğun bilincinde olan ehil insanların ellerine verirsek, aksiyon kazanacaktır.
Duâ mert çehrelerde güzellik kazanır. Hz. Ali gibi, kılıcı savaş alanında ölüm yağdırıken, dili acizliğini, inleyişini duyurur, gözleri yaş döker, (Carrel-Şeriatî, Duâ: 170)
Mü'minin elinden geleni yaptıktan sonra ellerini açıp Allah'tan yardım dilemesi de sözlü duadır.
Kur'ân-ı Kerîm'de hayatları ayrıntılı bir şekilde anlatılan İsrailoğulları da toplumdaki sorumluluklarını, bir başka ifade ile fiili duayı terkkettikleri için bozulmaya başladılar ve bu davranışları Cenâb-ı Hak (c.c.) tarafından lanetlendi.
Allah Rasûlü (s.a.v.) buyuruyor ki:
"İsrailoğullarında ilk bozulma şöyle başladı: Onlardan bir adam, zulmeden, kötü iş yapan birine rastladı ve: "Sana ne oluyor!? Allah'tan kork ve bu yaptığından vazgeç! Zira bu sana helâl değildir" dedi. Sonra, ertesi gün aynı adama rastladığı vakit, ondan bir gün önce gördüğü bu kötülük, onunla bir arada oturup, birlikte yiyip içmesine engel olmadı. Böyle yapmaya başlayınca; Allah onların kalplerini birbirine çarptı. (Onların kalpleri birbirine benzedi.)
"Sonra İsrailoğullarından, isyan etmeleri ve Allah'ın çizdiği sınırları aşmaları sebebiyle küfredenler, Dâvûd ve Meryem'in oğlu îsâ'nın dili ile lanetlendiler. Onlar işledikleri kötülüklerden birbirlerini alıkoyamazlardı. Yaptıkları ne kötü idi." (Mâide: 78-79)

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp