Tedavide - İdrar

Tedavide - İdrar :

Tedavide İdrar

Gerek doktorlar, gerekse hastaların idrarla böylesine kapsamlı bir biçimde ilgilendiği bir ortamda, insan veya hayvan vücudundan çıkan bu ürünün ilaç yerine kullanılıp kullanılamayacağı sorusu da akla çok eski dönemlerde gelmişti. Gerçek şu ki, günümüze kadar, halk tababetinde idrara özel bir önem verilmiştir. Bizzat ben, üç buçuk yıl süren savaş esirliğim sırasında, güney Fransa'da bir savaş esirleri hastanesinde buna tanık oldum. Bazı ilaçların ve merhemlerin bulunmadığı bir ortamda, insanlar yaraların birçok vakada kendi idrarları ile ıslatarak iyi etmişlerdi. 19. ve 20. yüzyıllardaki savaşlarda da, cephede yara tedavisine yarayacak başka şey bulunamayınca ayrı yöntem başarı ile uygulanmıştır; zira idrar tedavisi, açık yaraların kötüleşmesine değil, aksine çabucak iyileşmesine sebep olmuş ve hiçbir enfeksiyona ya da cerahate yol açmamış-tır. Bu, normal idrara bakteriyolojik açıdan tamamen zararsız olarak bakabiliriz anlamına gelir.

Fakat genel enfeksiyon hastalarının ve mesane veya böbrek iltihabı gibi lokal hastalığı olanların idrarı için aynı şeyi iddia edemeyiz. Şu bir gerçek ki, insanın kendi idrarı asla alerjik bir reaksiyon yapmaz ve idrarda bol miktarda bulunan üre az da olsa bakterileri öldüren bir etkiye sahiptir. Şifa niyetine içilen idrar da, içinde üre bulunduğundan, bol miktarda idrar çıkmasını sağlar; çünkü üre "diuretika" denilen idrar söktürücü ilaçların başında gelir ve hemen tüm hastalarda olumlu sonuçlar verir, yeter ki ürkekliği yenip, bu pek iştah açıcı olmayan ilacı içebilsinler. Ama tam da bu ürkeklik, idrarın yüzyıllar boyunca, doktor Christian Franz Paulini'nin (1643-1712), aynı adlı kitabından esinlenilerek, "Pislik-Eczanesi" kavramı ile birlikte anılmasına yol açtı: Yani gerek doktorlar, gerekse halk arasında, şifalı etkisiyle idrar çok tutuldu.

çünkü insan veya hayvan organizmasının ürettiği maddelerin, başka kimyasal hatta bitkisel maddelerde bulunmayan bazı özellikler taşıdığı kabul ediliyordu ve günümüzde de herkesin bildiği bir şey vardır: Modem plasebo terapisinde kullanıldığı biçimiyle kötü kokan, tadı kötü olan veya biçimsiz görünen ilaçlar, lezzetli ilaçlardan daha etkilidirler. Bu sebeple "Pislik Eczanesi"den aktarılan bu tedavi yöntemleri, insandan, hayvandan veya bazı organlardan elde edilen bu tür ilaçların gizemli fakat etkili birer doğal şifa kaynağı olduğu inancını yaşatmıştır.

Gizemli büyülü ve spekülatif olduğu sanılan etkinin, modem araştırmalarla da kanıtlandığını üre örneğiyle göstermeye çalışmıştım. Bu düşünceler, kısmen homeopatinin modem bir dalı olan nosodlar için de geçerlidir. Bu nosodlar homeopatik birtakım işlemlerden geçerek, organik maddelerden, burun mukozası, gözyaşı, vs.' den elde edilen maddelerdir. Hangi hastalıktan alınmışlarsa o tür hastalıklara karşı, özenle ve uygun dozda kullanılırlar. Bunun, homeopati dilindeki anlamı şudur: "Benzer şeyler, benzerleri ile iyileştirilir." Nosodik kavramı ise, Yunancada hastalık anlamında kullanılan nosos'tan gelir. "Pislik Eczanesi" (kocakarı ilaçları için.) bu sözcük günümüzdeki gibi aşağılayıcı bir anlamda kullanılmıyordu eskiden çok yaygındı, çünkü, sadece fakirlerin kullandığı, fevkalade bir tedavi sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda neredeyse günümüzdeki anlamıyla, tedaviyi destekleyen etkili ve ek bir "alternatif' sağlık bilimi olarak kabul ediliyordu. "Pislik Eczanesi" adlı kitabın yazan Paullini, tıp ve teoloji tahsil etmiş, tüm Avrupa'yı dolaşmıştı, Hamburg'ta doktor olarak yerleşmişti. Münster Piskoposu'nun özel doktoru ve İmparatorluk kontu olmak için, Pisa Üniversitesi'nden gelen profesörlük önerisini bile geri çevirmişti.

Zamanında kendine has kişiliğinin yanı sıra, döneminin büyük bir ansiklopedisiydi. "Şifa Veren Pislik Eczanesi" isimli kitabı, ilk defa 1696'da Frankfurt'ta basıldı. Üç yıl sonra bir baskı daha yapıldı. 1847'de yeniden basıldı. Bu kitapta, sadece Paulini‘nin kendi deneylerinden söz edilmez, ayrıca halk hekimliğinden alınmış bir sürü tarifler de vardır. Paullini sadece bu eserle değil, 1698'de Frankfurt'ta yayınlanan "Flagellum Salutis veya Her Türlü Ağır, inatçı ve Ağır Hastalık, Darbelerle Nasıl De/edilir" başlıklı yazısı ile de dikkatleri üzerine çekmişti. Paullini, bu "dayak tedavisini, meslektaşı Johann n Heinrich Meibom'dan (1590-1655) öğrenmişti. Önceleri Helmstadt'ta tıp profesörü olan Meibom, daha sonra fizikçi olarak yerleştiği Lübeck'te benzer bir yazı olan "Cinsel Organ ve Böbrek Hastalıklarında Dayak Kullanılması Üzerine Mektuplar" (1639) başlıklı makaleyi yayınlamıştı.

Fakat bu tür tedavilerin günümüzde hala veya yeniden tartışıldığını, "Şifalı Yöntemler ve Mucize Etkileri" başlığıyla yayınlanan ilginç bir derleme gösteriyor. Paul Friedl'in 50 yılda derleyerek yazdığı ve 1976 yılında Resenheim'da yayınlanan bu kitabın yanı sıra, K. Herz'in 1980'de 5. baskısını yapan kitabı da bu bağlamda anılmaya değer: "Kendi idrarınla Tedavi" (Hauck-Verlag, Ulm, Heidelberg). ilim dilinde devoto-üro-terapi" diye bilinen bu yöntem, Marburg'lu adli tıp doktoru Bayan Irmgard Oepen'in "Tıpta Aykın Yöntemler" isimli, 1986 tarihli eserinde belirttiğine göre, 1930'da Herz tarafından uygulanmış ve eski "Pislik Eczanesi"nden alınmıştır ve hafif bir uyarı ile organizmamn sarsılması amaçlanmaktadır. Herz, gece biriken idrarı bir sonda ile çekip, steril bir tüpe alıyordu. Sonra ona bir damla karbolikasit ekleyerek, filtre ediyor ve 0,5 mg'lık dozlarda adale arasına enjekte ediyordu. Bu yöntemi defalarca tekrarlıyordu. Başka uzmanlar, iğne yerine makattan veriyorlardı.

Alerjik cilt hastalıklarında ve enfeksiyonlarda kullanılıyordu. Friedl'in derlediği bilgiler bu kadar iddialı değildir. Burada, halk ilaçları, bir değerlendirme yapılmadan peş peşe sıralanmıştır. Günümüze kadar uygulanan öğütlerde bulunulduğu için, idrarla ilgili olanlarım sizin için seçtik ve aşağıda verdik: "Sabahleyin aç karnına alacağınız bir parça tükürük veya kendi idrarının göze sürerseniz; her türlü göz ağrısı geçer. Kuru ve kaşıntılı eller ve başka akıntılı tahrişlerde, bir oğlan çocuğun, veya sağlam bir insanın idrarıyla rahatsız bölgeleri yıka.

Guatra karşı; yeni bir kapaklı kazan ve bir banyo süngeri alınır. Sünger için ne gerekiyorsa öde, ama ödediğin rakam ikiye bölünebilir bir sayı olmamalı. Kazana üç defa yapabildiğin kadar çiş yap, içine süngeri, bir doğan kuşunun başıyla birlikte koy, kapağı kapat ve balçıkla sımsıkı sar, balçık kuruyunca, önce idrarı dikkatle kaynat, sonra ateşi hızlandır; hepsi yanıp kül oluncaya kadar bekle. Tozu bir şişeye boşalt, üzerine iyi cins beyaz şarap ekle, iyice çalkala, her ayın on beşinden başlayarak yeni ay doğuncaya kadar, sabahları aç karnına bir bardak iç. Yarayı her sabah kendi idrarınla yıka, üzerine keten bir bez ört, hava ile temas ettirme. Arı soktuktan sonra, onu yakalayamazsan, o yeri idrarınla veya tükürüğünle ıslat. Yaban arısı sokmasını, toprağın üzerine işenerek elde edilen çamurla yara yerini si/erek iyileştir. Bacaklardaki şiş-meleri, idrarla ıslatılmış keten bezler sararak rahatlat. Cinsel organlardaki şişlikler, kendi idrarınla yıkarsan geçer. Bir erkek zifaf gecesinden korkuyorsa, yatağa girmeden önce nikah yüzüğünün ortasından çişini yapmalı. Bir dikiş iğnesi, ilgili kişinin idrarı bulunan bakır bir tasa atılıp bir gece bırakılır.

Eğer sabahleyin iğnenin üzerinde kırmızı lekeler varsa, kadın hamile demektir; eğer iğne kararmış veya paslanmışsa kadın hamile değil demektir. Bir erkeğin veya bir kadının idrarı içine atılan bir mercimek çimlenirse, o insanlar kısır değil demektir. " Bu öğütlere bakarak, bazı şeylerin yüzyıllar öncesinden ve artık "çökmüş anlayışlardan geldiğini anlamak zor değil. Yani vaktiyle tıp okullarında resmen tanınan ve üniversitelerin tıp derslerinde öğretilenler, unutuluyor ya da unutturuluyor; fakat, yıllar sonra birden başka isimler altında ortaya çıkıveriyorlar, örneğin halk hekimliğinde olduğu gibi. Fakat Paulini‘nin "Pislik Eczanesi" adını verdiği şeylerin hepsi, doğa kavimleri denilen topluluklarda da tedavi öğütleri olarak görülmektedir; bunun saptamak için, 19. yy.ın etnolojik eserlerine bir göz atmak yeterlidir.

İran'da, insan idrarı yanında, ayı idrarı şifalı ilaç olarak eczanelerde satılıyordu. Avustralya' da da özellikle kadın idrarı, birçok hastalıklara karşı başlıca ilaç olarak çok değerliydi. Herhalde başka ilaçlarla hiç çare bulunamadığı için, özellikle kuduza karşı idrar tedavisi pek tutuluyordu. Bu vakalarda yara genişletiliyor ve iyice kızdırılmış bir anahtarla dağlanıyor veya çok ağır durumlarda söz konusu organ kesilip çıkarılıyordu; fakat önce idrarda yıkama işi hemen bütün toplumlarda biliniyordu. Mesane taşı ağrılarında idrar içilmesi öğüdü insana homeopatik sistemi hatırlatıyor: Antik dönemde zaten boğa idrarı en etkili ilaç kabul edilmişti. Bu bağlamda Paracelsus'un (1493-1541) "İşaret Öğretisi" diye isimlendirdiği şeyi düşünmek gerek.

Bunda şu görüş savunuluyordu: Tanrı bazı şifalı nesneleri, bunu bilenlerin çeşitli hastalıklara karşı kullanabilmesi için işaretlemiştir, Bu, özellikle şifalı otlarla tedavi alanında çok önemli bir rol oynar: Örneğin sanlık hastalığı için san renkli çiçekler, kalp hastalıkları için yürek biçimindeki çiçekler önerilmiştir; idrarla ilgili sıkıntılarda da insanın kendisinin veya başkasının, ya da bir hayvanın idrarını içmesi öğütlenir. Burada ayrıca bir benzeşme büyüsünden de söz etmek gerekiyor: Örneğin kulak ağrılarına karşı, özelliği uzun kulakları olan, tavşan idrarı içilmesini önermek gibi uygulamalara halklar arasında çok rastlanır. Fakat bazı toplumlarda doğum sancısı çeken kadınlara, şifalı maddeler içerdiği inancıyla, kocasının idrarının içirilmesini anlamak pek kolay değildir.

Bir ara Kore'de, idrarın su yerine kullanıldığını, çamaşırların bununla yıkandığını, mutfak kaplarının temizlendiğini, tuvalete gidilerek idrarların bir kaba toplandığını, hatta el, yüz, ağız ve dişlerin bununla temizlendiğini ise kaydetmeden geçmeyelim. Pek çok sıvı ilacın da, alkol yerine idrarla dayanıklı hale getirildiğini söyleyelim. Eskimolar günümüzde hala kutup ayısı ve fok derilerini idrarla tabaklarlar; ne yazık ki ben de, "Gorch Fock" yelkenli gemisinin doktoru olarak, Kuzey.Denizi'nde yolculuk ederken buna tanık oldum. Orta Avrupa taşra kasabalarında da, ısıtılmış sıcak odalarda idrar kokusu fark edilir. Benzeşme büyüsü sayabileceğimiz tipik bir tarifi, doğu Prusya'da buluruz: Sarılık hastalığı başlayınca, kocaman bir havuç alınır içi oyulur; içine hasta çişini yapar; havuç öylece bacanın içine asılır; idrar orada buharlaştıkça, sanlık hastalığının iyileşeceğine inanılır.

Pek çok toplumda güzellik suyu olarak, günümüzde pek tutulan armut suyundan çok idrar kullanılırdı. Sadece yüzü temizlemekle kalmaz, saç çıkardığına da inanılırdı ki, bu kanıtlanmış değildir. Son olarak, antikçağın ünlü bir hekimine, ilk farmakolog olarak bilinen Dioskorides'e (yaklaşık M.Ö. 54) dönelim, çünkü bu hekim, idrarla tedavinin büyük hayranıydı. İnsanın kendi idrarı yılan sokmasına, ölümcül zehirlere, çeşitli zehirli deniz hayvanlarına ve vücutta su toplanmasına karşı kullanılıyordu. Kuduz köpeğin ısırması halinde, kesinlikle köpeğin idrarı kullanılmalıydı; kaşıntılı durumlarda idrarının iyi geldiğine inanılıyordu, kulağa damlatılarak kulak iltihaplan kurutuluyordu. Oğlan çocuk idrarı nefes darlığına, tortusu cilt hastalıklarına, fitil halinde rahim içine sokulunca rahim sancılarına karşı faydalı oluyordu.

Göz kapaklarındaki iltihaplara karşı gözlere idrar sürülüyordu. Boğa ve domuz idrarının özellikle mesane taşlarını parçalamakta ayrı bir gücü olduğu varsayılıyordu. Keçi idrarı karında su toplanmasına karşı kullanılıyordu. Romanlı ünlü bilgin Plinius da (23-79) idrarın özellikle dıştan tedavilerde yarattığı mucizelerden bahsettiğine göre, bu tedavinin zamanımıza kadar sürmüş olmasına ve çeşitli hastalıklarda hiila temizleyici malzeme olarak kullanılmasına şaşmamak gerekir. Son olarak iki tarif verelim: 6 yaşındaki bir oğlan çocuğunun sıcak idrarı, theriac denen ve içinde perubalsam ve opium tentür gibi yaklaşık i00 çeşit madde bulunan ilaçla karıştırılırsa, astım ve kolit gibi hastalıklara çok iyi geliyormuş. "İçerdeki alkol yanmasın diye" çok sarhoş olmuş birinin ağzına işemek gerekirmiş. Bu tedavinin, farklı nedenlerle bir çeşit korunma önlemi olması pekala mümkündür. Sibirya halkları arasında da, zehirli bir mantar türü ile idrarın birlikte kullanıldığı ve keyif verdiği söylenir.

Kazaklar, bu mantarın verdiği sarhoşluktan hoşlanırlardı. Halüsinojen maddelerin idrara geçtiğini fark ettikleri için de, zehirlenerek kendinden geçmiş birinin idrarını bulup içmeye çalışırlardı. Bunun etkisi mantar yemekle aynıydı ve böylece, mantar sarhoşluğu idrardan idrara aktarılarak sürüp gidiyordu. Öte yandan zehirlenmiş olan kişi de, ayılır ayılmaz tekrar kendi idrarını içerek, arzuladığı zehirlenme belirtilerini yeniden yayabiliyordu. Ancak bu yöntem, zehirlenme halinin süreklilik kazanması sonucu ölüme yol açtığı için çok tehlikeliydi. İdrarın, zorunlu hallerde yaralan, cilt tahrişlerini yıkama işlevinin yanı sıra, susuzluktan ölmemek üzere de kullanıldığını, gemi yolculuklarından alınan bazı örneklerde görebiliriz.

Fakat, ne tuzlu suyun, ne de idrarın susuzluğu giderdiği, hiçbir zaman görülmüş değildir, aksine deniz suyu içindeki tuz ve idrarın içindeki madensel tuzlar, susuzluk çekenin durumunu daha da kötüleştirir. Ünlü İngiliz Kaptan James Cook'un (1728-1779) 1776-1778 yıllan arasında yaptığı üçüncü dünya turuna katılmış olan Heinrich Zimmermann adlı Wiesloch'lu tayfa, çarpıcı bir olay anlatır. Zimmermann, dönüşünden bir yıl sonra yayınladığı "Kaptan Cook ile Dünya Turu", başlıklı kitabında, başlarından geçen olayları anlatmıştı (Mannheim 1781). Kitapta, Güney Denizi'ndeki adalardan birinde yollarını kaybeden ve ancak birkaç gün sonra bulunabilen bir Alman'la, bir İngiliz'den söz edilir. İngiliz kaplumbağa öldürüp onun kanını içmiştir. Alman ise kendi idrarını. Fakat bulundukları zaman Alman denizci yan ölü haldedir. Bugün de idrar tüm vücudun yansıdığı bir ayna gibidir.

Ama, eski devirlerdeki doktorların ve doğa kavimlerinin arıladığı biçimde değil tabii. İdrar içinde varlığı kanıtlanabilen gıdaların ve şifalı maddelerin ayrıntılı analizi, idrarın bir teşhis unsuru olarak yeniden değer kazanmasını sağladı. Geçmişte bir tedavi unsuru olarak kullanılmasının haklı nedenlere dayanıp dayanmadığı ve bugün de belli koşullarda tedavide kullanılması konusunu bir başka yazıya bırakalım. Fakat belli bazı cilt hastalıklarının tedavisinde, idrar içeren ilaçların giderek daha ağırlıklı kullanılması, yeni bir geliş-melere hazırlıklı olmamız gerektiğini gösteriyor.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp