Duâ Fıtrîdir

Duâ Fıtrîdir :

İnsanlık tarihi incelendiği zaman görülür ki, insanlar hangi çağda bulunmuşlarsa, kendi kudretlerinin üstünde ve bütün varlık âlemine egemen bir kudretin, bir yaratıcının varlığına îmân etmiş ve O'na üstün bir saygı göstermişlerdir. Bunu yalnız semavî dinleri kabul edenlerde değil, vahşî kavimlerde de görüyoruz. Sadece insanlık tarihi açısından değil, psikolojik açıdan da görüyoruz ki, insanda hem Allah'a îmân, hem de O'na karşı sevgi, saygı, korku, ümit, duâ ve ibadet duyguları fıtrîdir.
Duayı psikolojik açıdan ele alan Marinier şöyle diyor: "Her türlü dinî inancı terketmiş, sadece rasyonel bir hayat tarzını benimseyen bir çok kişi bir kaza anında veya bir hastalık sırasında yahut da ecel saatinde duâ ve yakarışlara koyulurlar. Genel bir tarzda öyle geliyor ki, duâ ihtiyacı ile iç darlığı arasında bir irtibat kurulabilir

bu iç darlığı ister haricî bir tehlike tarafından ister şuurlu ya da şuursuz suçluluk duygusu ile tahrik edilmiş olsun, değişmez. Böylesi durumlarda bu ihtiyaç, belki de bir aşağılanma, şuur merkezinin zayıflaması ve iptidaî suların kabarması gibi hissolunabilir. İşte bundan ötürü ünlü akılcı filozoflar dostlarını ve gelecek kuşakları, ölüm anında takınabilecekleri dini bir davranışa, kendi aydınlıklarının çöküşü ve ilkelin muzafferâne biçimde kendilerine yeniden bir dönüşü olarak, ödlerinin patladığı böyle bir tavra karşı korumuşlardır.
Şu kesindir ki, rasyonalistin bir tür dışarıdan, ona ve savunma durumundaki şuuruna kendisi zorla kabul ettiren dinî bir etkiye karşı gösterdiği bu güvensizlik sağlam ve saygı uyandıran haklılık bulur. Gerçek rûhîliğin olduğu gibi, kültürün yolu da bilinç aydınlığının, şuurun genişle¬mesinin ve derinleşmesinin yoludur. Fakat kesin olarak, bu yol gerçek bir biçimde ancak, bilinç dışı etkileri karanlık karmaşalardan çıkarıp, onları daha kuşatıcı bir bilincin ışığıyla birleştirmeye çaba sarf edildiği ölçüde katedebilir. Daha mükemmel ifadesiyle söylersek, bu yolun bizde kontrolsüz bulunmaya devam eden fizik ve psikolojik bütün fonksiyonları yeniden bir vesayet altına alması gerekecektir. Cinsel ihtiyacı reddetme ve bastırmanın hiçbir anlamı yoksa, bunun gibi dinî ihtiyacı reddetme ve bastırmanın da hiçbir anlamı yoktur. Hakimiyet altına alınabil-meleri için, bu iki tür sâikin de, daha önceden gerçekten nasıl iseler o şekilde tanınmaları ve görevlerinin de eksiksiz bir tarzda, ruhî yapının bütünlüğü içine yerleştirilmesi gerekmektedir.
Kendisinden bahsetmiş olduğumuz duâ refleksi, serisi çok yaygın olan dinî bir canlılığın en silik ve en üstünkörü biçimi olarak tezahür etmektedir.
Şayet bizim muhakeme tarzımız doğru ise o zaman duâ refleksini, kişisel bilincin kendi nihâî boyutlarını, kendi en saklı güçlerini ve yine, bu güçlerden bazılarını kendisiyle bütünleştirip bazılarından da yararlanması gerektiğinin kendisine ait olduğunu, bilmemesinin bir işareti olarak değerlendirmek gerekecektir. Pek sık olarak bir sıkıntı anında, acizlik veya hastalık durumunda meydana gelmesi, yine bir tehlikeye veya bir suçluluk hissine cevap olmasına bakarak denilebilir ki, bu gibi durumlarda meydana gelen şeylere karşı koymak için normal şuur yetersizdir. Bilhassa "güçsüzlerin, hastaların veya yaşlıların yaptığıdır" diyerek, duayı hor görmek yerine, normal şuur güçlerinin âciz kaldığı durumlarda insana hayran olunacak bir güç ve kuvvet verdiği için, ona hayranlık duymak gerekir. Şayet insan varlığının nihâî güçleri, zayıflığın aşikâr olduğu yerlerde bu şekilde gerçekleşirse, sağlıklı kimseler henüz el değmemiş bir dış dünyanın daha şimdiden dikkat çekici olan kuvvetlerini, tam bir bilinçlilikle, bu nihâî güçler vasıtasıyla artırmaya razı olurlarsa ne kadar mutlu olacaklarını kendi kendilerine sorabileceklerdir." (Marinier, Duâ: 22)
Müşrik olan Arapların dahi bir tehlike anında Allah'a duâ ettiklerini görüyoruz:
"İnsana bir zarar dokunduğu zaman yanı üzerine yatarak yahut oturarak ya da ayakta durarak bize yalvarır. Fakat biz onun zararını ortadan kaldırdığımız zaman sanki kendisine dokunan zarardan ötürü bize hiç duâ etmemiş gibi hareket eder." (Yûnus: 12)
Kur'ân bir çok yerde, müşrik Arapların hiç kurtuluş
ümidi kalmayan bir tehlike içinde, özellikle deniz üstünde
kaldıkları zaman dinlerini yalnız O'na özgü kılarak Allah'a
duâ ettiklerini görüyoruz:
"Dalga onları karanlık bulutlar gibi kapladığı zaman,
dîn'i yalnız O'na özgü kılarak Allah'a yalvarırlar." (Lokman: 32)

"Müşrikler gemiye bindikleri zaman, dîn'i yalnız Allah'a özgü kılarak O'na yalvarırlar. Ancak onları karaya çıkarıp kurtarınca, hemen ortak koşarlar." (Ankebût: 65)

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp