Uykunun Mekanizmaları

Uykunun Mekanizmaları :

ilk çağlardan beri insanlar, hayatın yaklaşık üçte birinin geçirildiği uyku denilen özel bilinç durumunun sırlarını anlamaya çalıştılar. Ancak uyku konusundaki modern anlamda bilimsel araştırmalar, 1935'te beyin dalgalarının kağıt üzerine kaydedilmesiyle başladı. Hipokrat'a göre uyku, kanın, dolayısıyla ısının vücudun derinliklerine coöru akışıyla oluşur. Aristo ise uykunun besinlerin sindirilmesi sonucu başladığını düşünmüştür.

XVii. ve XVIII. yy'larda tek nedenin uykunun başlaması için yeterli olarnayacaöt görüşü ilk kez ortaya atıldı, uykunun birden fazla nedenle ortaya çıkabileceği düşünülmeye başlandı.

XiX. yy'da ise uykunun başlaması oksijen eksikliği ve beyne yetersiz kan akımı gibi nedenlere bağlandı.

1937'de, uykuyla ilgili bilimsel araştırmaların başlangıcında, Bremer uykunun edilgin bir süreç olması ve duyu organlarından beyne gelen uyaranıarın azalması sonucu oluşması olasılığınıöne sürdü.

Uykunun etkin bir süreç olabileceğini, 1943'te Hess yeniden iddia etti, bu tarihten itibaren de problemin çözümü daha da karmaşık bir hale geldi. Beyinde var olduğu düşünülen uyku merkezi gösteriImeye çalışıldı, ancak bu merkez saptanamadı.Daha sonra REM uykusunun keşfi, uyku merkeziyle ilgili problemleri daha da karmaşık hale getirdi,REM dönemini açıklayabilmek için ayrı bir uyku merkezinin varolması gerektiği düşünüldü. 1960'lı yıllarda, nasıl uykuya dalındığı ve bir uyku evresinden diğerine nasıl geçildiği sorularına cevap aranırken, Prof. Jouvet, uyku ve uyanıklıkla ilgili merkezlerin beyin sapında yer aldığını gösteren bir dizi deney gerçekleştirdi. Bu tür araştırmalar çoğaldıkça problem, daha da içinden çıkılmaz hale geldi.

Aynı dönemde beyinde biriken bazı maddelerin uykunun başlamasında roloynadığı, bu maddeler içinde en önemlisinin serotonin olduğu saptandı. Serotonin uykuyu başlatmadaki önemini günümüzde de koruyor. Bu dönemde yapılan deneylerden, önemlerini korumaları nedeniyle kısaca sözetmek gerekli.

Prof. Jouvet'nin laboratuvarında, uykusuz bırakılmış farelerden alınan beyin omurilik sıvısının, normal ve uykudan yeni uyanmış farelere enjekte edildiğinde uykudan yeni uyanan farelerin yeniden uykuya daldığı gözlendi. Hatta bu farelerin uyku sürelerinin,uykusuz bırakılan farelerin uykusuz kaldıkları süreyle orantılı olarak arttığı görüldü. Daha sonra yapılan deneylerde uykusuz bırakıldıktan sonra uykuya dalan hayvanlarda, serotoninin artmış olduğu saptandıysa da sonraki çalışmalar, serotonin üreten beyin hücrelerinin uyanıklıktan çok uykuda etkin olduğunu gösterdi. Dolayısıyla uykuyu serotoninin değil, serotonin salgılanmasını artıran hücreleri etkin hale geçiren bir maddenin başlattığı ortaya kondu. Son yıllarda yapılan çalışmalarla, bu maddenin peptid yapısında olduğu anlaşıldı. Bugüne kadar peptid yapısında 300'e yakın maddenin uykuyu başlatmada etkili olabileceği araştırıldı, ancak hangisinin veya hangilerinin uykuyu başlattığı, tam olarak belirlenemedi. Önümüzdeki yıllarda uykuyu başlatan maddenin keşfedilmesi ve üretilerek, uykusuzluk çeken hastaların tedavisinde kullanılması ümit edilmektedir. Uykunun mekanizmalarıyla ilgili diğer önemli ilişkiyse vücut ısısı düzeni ile uyku arasındaki bağlantıdır.

Herkes sabaha karşı üşümeyle veya ürpermeyle uyanma hissini yaşamıştır. Geceleri çalışanlar için tanıdık bir his olan sabaha karşı uyuma isteğinin dayanılmaz boyutlara ulaşması ve üşüme, uyku ile vücut ısısı arasında bir ilişkinin var olduğunu gösteriyor.Sabaha karşı vücut ısısının günün diğer saatlerine göre bir derecenin onda biri kadar düşmesi bu saatlerde üşümeye neden olur.

Yapılan araştırmalar 24 saatte, sabaha karşı ve öğleden sonra olmak üzere iki kez vücut ısısınınçok az da olsa düştüğünü göstermiştir. Aynı zaman diliminde uykululuk halinin belirginleştiği de biliniyor. Bu saatlerde uykuya daima süresinin gündüz de içinde olmak üzere günün diğer saatlerinden daha kısa olduğu saptandı. Bu deneyler sonucu belirlenen ilişkiler, uyku araşfırmacılarma, uyku ile vücut ısısının ayarlanmasının aynı merkezıerden düzenlenebileceğinl dÜ$ündürdü. Bu varsayımı desteklemek için yapılmış daha uzun süreli araştırmalar da vardır. Uzun süre ışıktan ve saat kavramından yoksun bırakılan, uyku saatlerini ve sürelerini kendi istekleri doğrultusunda belirlemesi istenilen deneklerin, günde bir kez yerine 2 kez ve çoğunlukla da vücut ısısının en düşük olduğu saatlerde uyudukları görüldü. Vücut ısısının en düşük olduğu saatler, öğleden sonra 14:00 ile sabaha karşı 03:00 civarıdır.

Ancak uyku normal koşullarda sabaha karşı değil de, genellikle 23:00-24:00 civarında nasıl başlıyor? Ve daha önemlisi sabah saat çalmasa da her birimiz kendimiz için özel bir saatte "nasıl uyanıyoruz?" sorularına cevap bulunması gerekiyor.Uykuyu başlatma ve sonlandırma yukarıda sözü edilen iki olayın etkileşimi sonucunda oluşur.

Bu etkileşim isviçreli araştırmacı Alexander Borbely tarafından ortaya atıldı ve kanıtlarıyla gösterildi.iki proses modeli adı verilen bu modelin çalışması şöyledir: S harfiyle gösterilen homeostatik proses uyanık kalınan süreyle orantılı olarak artar ve uykunun başlamasıyla azalır. Proses S muhtemelen kanda bulunan ve uykuyu artıran, ancak tam olarak bilinmeyen, peptid yapısında olduğu düşünülen bir maddeyle artar ve daha çok delta frekansındaki dalgaları, yani derin yavaş uykuyu başlatmada rol oynar.

C harfiyle belirtilen sirkadiyen proses ise biyolojik saatimizle bağlantılı çalışır, H ile belirtilen üst ve B ile belirtilen alt olmak üzere iki eşit nokta arasında vücut ısısıritmiyle ilişkili olarak hareket eder. 24 saat içinde iki kez H ve iki kez de B noktasına ulaşır. B noktalarının saat 14:00 ve 03:00'te yer aldığı daha önce belirtilmişti. B noktasına yaklaşıldığında uykuya dalmak kolaylaşır veya daha doğru bir deyimle uykululuk artar, H noktasına yaklaşıldığında ise uyanıklık düzeyi yükselir veya uykuya dalmak güçleşir. Proses C daha çok REM uykularının başlamasında ve sürdürülmesinde roloynar.işte bu iki prosesin etkileşimi sonucunda uyku,akşam saatlerinde proses S'nin arttığı ve proses C'nin düşme eğiliminde olduğu saatlerde başlar. Sabah proses S'nin en aza indiği ve proses C'nin yükselmeye başladığı saatte de sonlanır.Aynı etkileşimin öğleden sonra 14:00 civarındada olması nedeniyle, öğlen saatlerinde günün diğer saatlerine oranla kendimizi daha uykulu hissederiz.Gün ortasındaki uykululuk hali çoğunlukla yanlış bir inanış sonucu düşünüldüğü gibi, öğlen yemeklerinin verdiği rehavetten değil, S ve C proseslerinin bu saatte çakışmasından kaynaklanır.Uyku-uyanıklık ritmi dışında, uykunun evreleri de 60-120 dakikalık bir dönemle gece içinde 5-6 kez tekrarlanır. NREM -REM ritmi olarak da adlandırılan bu ritmin osilasyonunun kaynağını Mc Carley ve arkadaşları gösterdiler. Beyin sapında yer alan ve biri deşarj olurken diğeri şarj olan ve "on-ort" hücreleri denen iki hücre grubu periyodik olarak REM döneminin başlangıç ve bitişini belirler.

Görüldüğü gibi uyku mekanizmalarınıtek bir fark törün etkisiyle açıklamak mümkün değildir. Uyku, daha doqru bir deyimle uyanıklık düzeyleri fizyolojik,psikolojik, hormonal ve sirkadiyen faktörlerin etkisiyle ortaya çıkan deqişik birçok mekanizmanın hiyerarşik bir düzen içinde etkileşimi sonucunda oluşur.Kötü bir uykuya bu düzeni oluşturan herhangi bir etkenin bozulması yol açmış olabilir. Dolayısıyla uyku düzeninin yeniden saqlanması, yalnızca iyi bir uyku gereksinimi için değil, organizmanın düzenli çalışması ve geri dönüşü olmayan sonuçların ortaya çıkmasının engellenmesi için de zorunludur.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp