otonom sinir sistemi farmakolojisi

Otonom Sinir Sistemi 2 :

Beyin yarım kürelerinin tüm görkemliliğine karşın, günlük etkinliklerimizin çoğunun bu merkeze başvurulmadan yapılması küçültücüdür.

Çalıştığımız büroya uyurgezer gibi yürüyebilir. oldukça ilkel hayvanların günlük yaşamlarındaki etkinlikler gibi düşünmeden biz de birçok işi yapabiliriz. Sözgelişi, yürüyüş sırasında bir dizi etkinlik, işe beynin pek az karışmasıyla yapılabilir. Gözbebeklerimizi büyültüp küçültür, yemek zamanımız yaklaştığında daha çok tükrük salgılar, içimizdeki termostat istedikçe terler, sindirim sistemimizi çalıştırır, kalp atışlarımızı değiştirir, kan damarlarımızı buna uydurur, farklı şekillerde nefes alır, dalağımızı atardamarlara gereğine göre daha çok kan basmak üzere büzer, bezlerimizin daha çok ya da az salgılamasını sağlar ve bütün bunları yaparken kendi içimizdeki ortamın bütünlüğünü koruruz. Claude Bernard, «Yaşam, içimizdeki ortamı aynen özgür bırakır» demiştir.

Bize bu özgürlüğü bağışlayan otonom sinir sistemidir. Otonom sinir sistemi olmasaydı, görkemli beyin kürelerimiz olsun ya da olmasın pek kısa süre içinde çöker yıkıma uğrardık.

Her otomatik hareket otonom sinir sistemiyle yürütülemez; ancak pek çok hareket, otonom beyin sistemiyle beyinden bağımsız olarak gerçekleştirilir. Otonom sözcüğü aslında otomatik ile aynı anlamdadır. Ancak otonom (Eski Yunanca'da kendi yasalarını koyan demektir) sinir sistemi gerçekte iki sistemin, sempatik ve parasempatik sinir sisteminin ürünüdür. Bu adlar böylesine tuhaf oldukları için hemen açıklanmaları gerekir. Pathos, Eski Yunanca bir sözcüktür ve patetik: acıklı, patoloji: hastalıklar bilimi ve pathos: acıma ve sempati gibi sözcüklere kaynaklık eder. Anlamları böylesine farklı oldukları halde bu sözcükler hep Eski Yunanca'daki dayanma ve duyumsama anlamına gelen pathos sözcüğünden oluşturulmuşlardır. Sempatik sistem de adım, bedenin dayanma ve duyumsamalarına karşılık verdiği için böylece almıştır. Ve sistem gerçekten bu yolda çalışır. Bir hayvan (ya da insan) oksijen azlığı durumu 'la karşı karşıya kalır ve bunun sıkıntısını çekerse kalp atışları hızlanır, atardamarları büzülür, kan basıncı artar ve sempatik olarak yardım çağrısı yapılmış olur.

Bu durumda, parasempatik sinir sistemi nedir? Başlangıçta otonom sinir sistemi yukarda açıklanan nedenlerle yalnızca sempatik sistem olarak biliniyordu. Ama sonra otonom sinir sisteminin iki bölümden oluştuğu bulundu (ya da daha doğru deyişle, sezinlendi). Otonom sinir sisteminin pek çok lifi omuriliğinin üste yakın ve orta bölgelerinden çı-karken, bir kısım lifler bunlardan tümüyle ayrı olarak omuriliğin daha üst ve daha alt bölümünden çıkmaktadır. Bu son sayılan iki bölge, omuriliğin kranial (baş) ve sakral (kuyruk) bölgeleri olarak adlandırılırlar.

Para ön eki yanında ya da ötesinde anlamına gelir. Bu yüzden parasempatik adı da 'duyumsamaların ötesinde' anlamına gelmek üzere konulmuştur. Böylece parasempatik adının verilişi için tarihsel bir mantık bulunmakla birlikte, bu tür yakışıksız ve düzen dışı bir adın konulu şunun açıklanması da bir paragraf yazı yazrnamızı gerektirmiştir.

Sempatik ve parasempatik sistemler arasında, çıkış yerlerinin anatomisi ve buna göre adlandırılmış olmalarının dışında başka ayrılıklar da bulunmaktadır. Çıkış yerleri önemli olmakla birlikte, işlevsel yönden iki sistem birbirinden tümüyle ayrıdır çünkü her iki sistemden biri öbürünün verdiği emri iptal edebilirler. Sempatik sistemin her bir hareketi için parasempatik sistemin karşı gelen bir hareketi vardır. Baş-langıçta bu yararsız gibi düşünülebilir oysa bedenin kas sisteminde baş rolü oynayan ve ona karşı çıkan kasların bulunması çok önemlidir. Bir başka deyişle kasları bir yöne ve de öbür yöne çeken sempatik ve parasempatik sistemler bulunmaktadır. Sözgelişi, sempatik sistem kalbin atışını hızlandırırken parasempatik sistem yavaşlatır. Atardamarlar sempatik sistemle büzülür (böylece kan basıncı artar) ve parasempatik sistemle genişletilir. Bağırsaklarda da böyle olur. Sindirim sırasında bağırsakların içindekileri yürütmek için yaptıkları sığamsal hareket sempatik sistemle yavaşlatılır ve parasempatik sistemle hızlandırılır.

Aynı şekilde akciğer bronşları (daha kolay soluk almak için) genişletilir ve büzülür. İdrar kesesi gevşetilir ve büzülür. Gözün bebeği genişletilir ve küçültülür. Saç kasları saçları dik duruma getirir ya da daha sonra onları yatık hale sokar. Otonom sistem bir verme ve alma sistemi; bir ağırlık ve denge sağlamak için bir karşı ağırlık kullanma sistemidir. Bu sistemlerin her ikisi de olumlu şekilde hareket ederler. Durumları bir şeyi yapma ve sonra onu yapmama sorunu değildir. Aslında işlevleri bir yöne çekme sonra diğer yöne çekmedir. Sempatik sistem, parasempatik sistemin karşıtıdır.

Otonam sistemin birbirlerine işlevsel yönden karşıt olan yarıları yapısal yönden birbirlerine çok benzerler. Omurganın her iki yanında yirmi üç sinir düğümü ( ya da sinir merkezi 'Veya minik sinirağı) zincir şeklinde dizilmişlerdir. Her iki yandaki bu sinir düğümleri diklemesine olarak birbirlerine bağlanmışlardır. Bu yüzden iki tel, düğümlü birer ipe (az çok) benzerler. Her düğüm biraz üzerinde ya da biraz altında bulunan sinir düğümü ilebağlıdır. Ek olarak bu sinir düğümlerinden "çoğu hem omuriIiğe hem de kontrol ettikleri organlara bağ-lanmışlardır. Mantıksalolarak içteki bağlantılar sinirdüğümü ön lifleri; diğerleri sinirdüğümü art lifleri olarak adlandırılırlar. Aynı mantıksal sıralamayla her sinir düğümü kendine en yakın omurunun adıyla adlandırılmaktadır. Sonuç olarak her iki yandaki zincir de boyun, göğüs, bel ve sağrı sinir düğümleri bulunmaktadır.

Otonam sinir sisteminin iki yarısındaki benzerliklere karşın, özellikle merkez sinir sisteminin sinirlendirmesiyle oluşan birbirlerine benzemez nitelikleri de bulunmaktadır. Temelolarak beynin hipotalamus ve soğaniliği tarafından kontrol edilen sempatik sinir sistemi tüm sinirlerini omuriliğin göğüs ve bel kesimlerinden alır. Ortabeyin, Varol köprüsü ve soğanilik tarafından kontrol edilen parasempatik sinir sistemi ise, (hemen hemen) tüm sinirlerini doğrudan beyinden ve omurili-ğin sağrı kesiminden almaktadır. Bu yüzden otonam sistemin iki yarısında temel yapısal farklılıklar ortaya çıkar. Birincil derecede, her iki sistem beynin ayrı bölgelerinden kontrol edilmekte; ikincil derecede, bu alanlardaki sinirler omuriliğin farklı kesimlerinden çıkmaktadır.

Eski günlerde otonam sinir sisteminin tek bir düzen olarak varsayılması tümüyle yanlıştı. Sistemin iki ayrı bölümü olan sempatik ve parasempatik sinir sistemleri, adlarının ifade ettiklerinin çok daha ötesinde iki farklı sistemdirler.

Omurganın her iki yanındaki sinir düğümü sıralarının İp merdiven şeklindeki düzenlililği dış tarafta, ya da başka deyişle sinir düğümü art liflerinden sonra yok olmuştur. Çünkü, burada da sinirağları bulunmaktadır. (Bu anda zihni karışacak okur, hangi sinirağları bunlar? diye soracaktır. Haklıdır da ... ) Daha önce açıkladığımız gibi, omurilik sinirleri tarafından oluşturulmuş beş temel sinirağı vardır. Şimdi, otonam sinir sisteminin sinir demetleri tarafından oluşturulmuş üç sinirağı daha karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan en üstteki kalp (kardiak) sinirağı olup bunun çok yakınında ortağı akciğer (pulmoner} sinirağı bulunmaktadır. Bedenin orta çizgisi ve kalbin tam üzerinde yer alan bu sinirağları çoğu kez tek bir sinirağı olarak benimsenirler. Gene bedenin orta çizgisi üzerinde ama biraz aşağıda olan (bunun tam yerini, üzerine bir darbe vurulmuş olan kişi çok İyi bilir) sinirağının adı güneş(solar) yada çölyak (coeliac) sinirağıdır. Güneş sinirağı, merkez sinir sistemininkiler dışında bedende bulunan en büyük sinirağıdır. Buna neden güneş sinirağı adı verildiği belli değildir. Bu konuda iki varsayı ileri sürülmektedir: İlki, bu sinirağını oluşturan sinirlerin güneşin ışınları gibi bir merkezden çevreye yayılmalarıdır. İkincisi, tam bu noktanın üzerinde vurulduğu anda güneş tutulmasındaki gibi, bedenin güneşinin kaybolması ve ortalığa karanlık çökmesidir. Güneş sinirağına ayrıca büyüklüğünü vurgulamak üzere, karındaki beyin de denilmektedir. Ancak güneş sinirağı adı öylesine yerleşmiştir ki, olasılıkla değiştirilmesi mümkün olamayacaktır. Otonom sinir sistemindeki üç No.lu ve son sinirağı, gene bedenin ortasında ama daha aşağıda yer alan alt karın (hipogastrik) sinirağıdır.

Beyin ve omuriliğin kafatası ve omurga ile ve de üç tabaka zar ile çok iyi korunmuş olmalarına karşın, bunlara göre dışa çok daha açık durumda bulunan sinirağlarına karşı iyi hedeflenmiş bir vuruşun yı-kıcı olacağı gerçeği insanı şaşırtmamalıdır. Bu sinirağlarındaki sinir hücreleri, çevrelerindeki doku hücrelerinden daha sağlam bir korunma altında değillerdir. Güneş sinirağına vurulan darbe en çok acı verenidir.

Ancak kemerin altına yumruk atan bir boksör, alt karın sinirağlarının- da güneş sinirağına yakın derecede yıkıcı etki yapacağını bilir.

Sempatik ve parasempatik sistemler yalnızca anatomik yönden yani çıkış yerlerinin farklı oluşuyla ve işlevlerinin tümüyle ayrı oluşlarıyla birbirlerinde farklı değillerdir. Aralarında ayrıca kimyasal yönden de bir farklılık bulunmaktadır. Otonom sinir sisteminin tüm sinir düğümü ön liflerinin uçları ile parasempatik sisteminin sinir düğümü art liflerinin uçları bir uyartıyı iletirken asetilkolin adı verilen kimyasal maddeyi salgılarlar. Bu kurala ayral olan sempatik sistemin sinir düğümü art liflerinin uçları ise asetilkolin salgılamazlar. Durum ilk kez sezinlendiğinde, asetilkolin yerine salgılanan bilinmeyen bu kimyasal maddeye sim pat in adı verilmişti. Daha sonra, kimyasal bileşiminin anlaşılıp adrenaline benzerliği dikkatleri çekince bu kez adı noradrenalin olarak değiştirildi.

Böbreküstü bezleri. çoğu kez denildiği ve genellikle özür olarak ileri sürüldüğü gibi, şimdi esrar perdesi kahnlaşmaktadır. 1895 yılında Edinburg kentinde, insan bedeninde her biri beşer santimetre boyunda, onar gram ağırlıkta olan ve böbreklerin üstünde yer alan iki böbreküstü. bezinin salgılarıyla kan basıncını önemli derecede artırabildikleri saptandı. 1901 yılında bu salgı bir Japon hayati kimya uzmanı tarafından sadeleştirildi ve ortaya çıkan CH3NHCH2'ye adrenalin adı verildi. (Bazıları bu bezleri suprarenal olarak adlandırır. Ancak, çok önemli olan salgılarının her zaman adrenalin ve hatta ABD'de epinephrine olarak adlandırılmasına karşın, bu salgıya hiçbir şekilde suprarenaline adı verilmez).

Genel anlamda konuşulursa, adrenalin sempatik sistemin yaptığı görevin aynısını yapar: Kalp atışını hızlandırır, kaslara doğru kan damarlarını açar ve aynı işlevi daha fazla soluk alınabilmesi için bronş-larda da yapar. Böbreküstü bezleri bu yüzden sempatik sinir sistemine uygunluk gösterirler. Noradrenalin ve adrenalin de kimyasal yönden birbirlerine benzerlik gösterir; çünkü her iki salgı bedeni daha etkin bir zemin üzerine oturtmağa çalışırlar.

Sempatik sinir sistemi liflerinin böbreküstü bezlerinin medüller bölümünü sinirlendirdikleri sezinlendiğinde esrar perdesi daha da kalınlaşıyordu. Bu bölüm, her iki böbreküstü bezinin merkezindeki koyu kahverengi kısımdır ve uyarıldığında adrenalin salgılar. Böbreküstü bezlerinin diğer bölümü, dışta ve koyu sarı renkte olan korteks (Latince' de kabuk anlamına gelir) kısmıdır. Burası da uyarılabilir ve bir dizi salgı salgılar. Bunlar, özellikle bedenin stres halinde gereksinim duyduğu kortikoid'lerdir. Şu halde böbreküstü bezlerinin korteksini ne uyarır?

Bu soruya yanıt; beynin kaidesindeki kanalsız bir salgı bezi olan hipofiz uyarır, şeklinde verilir. Pekiyi, hipofizi ne uyarır? Esrar perdesinin bu aşamasında karşımıza kaçınılmaz bir şekilde sempatik sistem ile bu sistemi uyaran hipotalamus çıkmaktadır.

Özetlersek: Otonom . sinir sisteminin yarısı olan sempatik sistem ya doğrudan doğruya (kendi hareketleri yoluyla) ya da dolaylı biçimde (hipofiz yoluyla ve hipofizin böbreküstü korteksi üzerine olan etkileriyle) bedeni hem kısa hem de daha uzun süreli bir etkinliğe hazırlarlar. Parasempatik sistem ise, bedeni sakinleştirir, kalp atışlarını ağırlaştınr, sindirim etkinliği ve böbrek işlevlerini yeniden başlatır, genel etkinliklerde gevşeme yaratır ve biz insanların daha az coşkun adımlarla yaşamamıza neden olur.

Burada iki noktaya daha değinmemiz gerekmektedir: Birincisi; sempatik sistemin üçüzlü etkisidir. Sempatik sistemin kan akımına önce ani olarak sonra yavaş yavaş hormon salgılaması, duyular üzerindeki şokun birdenbire oluşturduğu tepkiyi açıklar (soluğun içeri çekilmesi, "belirgin biçimde kalbin duruşu gibi) ve sonra uzun süreli bir karşı-lık verme durumu meydana çıkar (kalbin bundan sonra ne olacağını beklerken hazırlık içindeki atışı gibi). ikincisi; bu denli ayrıntılı ve birbirleriyle kenetlenmiş mekanizmanın çok önemli sayılamayacağıdır.

Sözgelişi, sempatik sistemin sinirleri kesilip ayrılır ve böbreküstü bezinin medüller bölümü kesilip çıkarılırsa bundan ötürü bedende bir zarar ve hatta rahatsızlık hali ortaya çıkmaz. Böyle bir kişi olasılıkla üzere yaşayan bir yırtıcı tarafından haklanacaktır çünkü bu durumda sadece belki de çok daha uyumlu bir yaşamı sürdürmektedir.

Böbreküstü bezinin korteksi, bezin dıştaki yarısıdır. Ancak işlevleri, salgısı ve genelolarak üstlendiği rol böbreküstü bezinin içindeki medüller bölümünden tümüyle farklıdır. Böbreküstü bezinin korteksi olmazsa kişi sakin bir şekilde yaşamını sürdüremez; yaşamı yalın biçimde ölümle sonuçlanır. 1855 yılında İngiliz doktoru Thomas Addison genellikle tüberkülozun neden olduğu böbreküstü bezlerinin yıkımını tanımlamış; deri renginin yitirilmesi (beyaz ırkta pembe ten yerine bronz rengi bir tenin oluşmasını), anemiyi, kas zayıflamasını ve iki ya da üç yıl sonra gelen ölümü betimlerniştir. Öncü çalışmasından ötürü bu duruma Addison hastalığı adı verilmiştir. Addison hastalığının neden ölümle sonuçlandığı şimdi de bilinmemektedir. Böbreküstü bezi korteksi pek çok çeşitlilikte olan ve steroid'ler denilen (bunlar kolestrole benzeyen bileşiklerdir) hormonları salgılamaktadır. Özellikle tanımlandıkları günlerde adrenokortikal steroid'ler olarak bilinmekteydiler. Sonra, pek geç kabnmadan kortikoid'ler olarak tanımlandılar. Oysa bu tanımlamalar kortikoidlerin yokluğunda ölüme neden oluşlarını açıklayamıyordu. Yukarda belirtildiği gibi, bunlardan pek çoğu, özellikle ki-şinin stres halinde gereksinim duyduğu maddelerdir. Ve en ünlüleri, 1948 yılında ilaç olarak üretilmeye başlanan kortizon'dur. Olasılıkla kortizon, böbreküstü bezinin korteksinde oldukça bol bulunan kolestralden öbür kortikoid'lerle birlikte üretilmektedir ..

Kolestrol yönünden zengin bir diğer organın da beyin oluşu tuhaftır. Bunun neden böyle olduğu bilinmediği gibi, böbreküstübezinin oluşturduğu maddelerden hemen tümüne yakınının neler yaptıkları da esrar perdemizi kalınlaştırarak kuşkusuz bilinmezler arasında yer almaktadır.

Hipofiz. Açık ve kesin konuşmak gerekirse, içsalgı bezlerinin beyin hakkında yazılmış bir kitapta yerleri olmamalıdır, denilir. Diğer yandan, içsalgı bezlerinin çok yaygın etkileri nedeniyle, insan bedeninin herhangi bir bölümü hakkında yazılmış bir kitapta ne olursa olsun bunlara sayfa ayrılması gerektiği de söylenir. Sempatik sinir sisteminin bir tamamlayıcısı olarak böbreküstü bezlerini yukarda kısaca açıklamış bulunuyoruz. Kanımızca, hipofizin de aynı şekilde açıklanması gerekmektedir. Buna birinci neden, sempatik sinir sistemi ile böbreküstü korteksi arasında hipofizin aracılık görevi yapmış olduğunu söylemiş 01-mamızdır. İkinci neden, hipofizin aslında beyne bağlı bir organ oluşudur. Ve üçüncü neden (kuşkusuz, burada üçüncü bir nedene gereksinim duyuluyorsa), hipofizin beden işlevleri üzerindeçok fazla denetimi bulunmasıdır. Bunları büyüme, cinsel yönden gelişme, kan düzeyi ve pankreasın metabolizmasının, düzenlenmesi ve öbür içsalgı bezlerinin kontrolü şeklinde sayabiliriz. Bu denli önemine karşın, hipofizden burada söz etmemek tümüyle yanlış olacaktır.

Böbreküstü bezleri gibi hipofiz de, kaynağı ve işlevi birbirinden tümüyle farklı iki bölümden oluşmaktadır. Arka bölümü (ya da lopu) olan arka hipofiz beynin bir uzantısıdır ve beynin kaidesine (sinirsel bir sap ya da huni şeklinde geçitle) optik çaprazın hemen arkasında bağlanır Embriyon halindeyken ön hipofiz bir ağız gibidir. Ancak rahimde bedenin gelişmesi sırasında arka hipofizden ayrı olan ön lop, sonuçta arka lopa bağlanır. Hipofizin iki yarısının yaptığı işlevleri belirleyen liste günümüzde çok uzundur. (Organın adı da buna paralel olarak, beyne ilişkin hipofiz bezi olarak uzatılmıştır. Ancak yalnızca hipofiz adının kalıcı ve sözlenmesi daha kolayolduğu kesindir). Bazıları hipofizin tükrük salgılama dışında her tür salgılama etkinliğinde parmağı olduğunu söylerler. Her ne olursa olsun, bedenimizde oynadığı pek çok role kar-şın, hipofizin her iki yarısı bir araya getirildiğinde bile çok minik bir organ ortaya çıkar. Ağırlığı bir gramdan (ya da beden ağırlığının yüzbinde birinden) azdır. Oysa, tüm içsalgı bezlerinin kontrolünü yapmaktadır. Hipofizin önemi, boyutlarıyla oranlanamayacak denli büyüktür.

Hipofizin böylesine büyük potansiyelini biraz olsun sezinleyebilmek için işlevlerinden birini, sözgelişi bedenin su oranının kontrolünü ele alalım. Su bedenimize içecek ve yiyeceklerimizle girer ve kuşkusuz temel olarak solunum, terleme ve idrar şekillerinde atılması gerekir. Bedende bulunan suyun miktarı dış etkenlere (sıcaklık gibi) bağlı olduğu için, solunum ve terleme ile su atılması bir dereceye kadar kontrol dı-şında kalırlar. Oysa, idrarın miktarı doğrudan doğruya bedenin su tutmak için gereksinimi olup olmadığına bağlıdır. 1940'lı yıllarda arka hipofizin salgıladığı hormonlardan biri olan Pituitrin bulundu. Pituitrin, böbreğin pelvisinde bulunan tüpleri suyu yepiden absorbe ederek bedende tutmaya yüreklendiren bir hormondur. O günlerden beri, kan damarları ve rahmin büzülmesine hipofizin salgıladığı vasopressin ve' okytocin gibi hormanların neden olduğu anlaşılmış hipofizin giderek ekstra görevleri saptanıp işlevinin karmaşıklığı sezinlenmiştir.

İyi çalışmayan bir hipofiz bezi türlü yollardan kendini belli eder.

Cushing hastalığı (kadınlarda şişmanlığın özel bir hali); şekersiz diyabet (şekerli diyabetin karşıtıdır; bu hastalıkta, şeker çıkmadığından idrar tatsızdır); hipofiz salgısını çok az oluşuyla cücelik ve çok bol salgılanışıyla devlik (jigantizm) ile akromegali (genel gelişme bittiktensonra kemiklerde ve bedenin sivri yerlerinde oluşan aşırı büyüme) bun lardan önemli olanlandır. Hipofizin etkisi iyi ya da kötü yönde çok güçlüdür. Ancak hipofizden yoksun olmak da ölümü getirir.

Tiroid. Böbreküstü bezleri ve diğer tüm içsalgı bezleri gibi tiroidde hipefizin koruması altındadır. Ve gene böbreküstü bezinin algılarının bedenin bazı bölümlerini etkilernesi gibi, tiroid de salgıladığı bir dizi hormonla beden içinde iskeletin büyümesi; cinsel ve akılsal yönden gelişme gibi çeşitli işlevleri etkiler. Bedene yetersiz bir tiroidle doğmuş olmak ya da hipofizin tiroidi uyarıcı hormonunun yetersiz olarak salgılaması cücelikle; olası bir sağır dilsizlikle; cinsel organı olmayan ya da karşıt cinsin özelliklerini de bedende taşıyan bir kişilikle ve sayılan bu durumların hemen hemen tümünde akılsal yetersizlikle sonuçlanabilir. Böyle anormalliklerin bir araya toplanmasına tıpta miskin (kreten) hali adı verilir. Bu hal sözgelişi doğuştan aptallık (idyo), gerizekalılık ve kısmen geri zekalılık (moron) gibi akılsal yetersizliklerden farklıdır. Kreten sözcüğü Fransızca'daki Hıristiyan anlamına gelen sözcükten gelmekte, bunun nedenini de kimse kesin olarak bilmemektedir.

(Genel inanış, Romalıların, Hıristiyanların özellikle saf, aptal, güçbela adam olabilmiş zavallı yaratıklar oldukları ve yaşamda korkunç derece-.de yetersiz kalmış olduklarını düşünmeleri nedeniyle Hıristiyanlara kreten denilmiş olduğu şeklindedir.)

Tiroid yetersizliği iskeleti, cinselorganları ve beyni gelişmiş yetiş-kin kişilerde başlarsa, bu durumun kurbanları normale göre daha ağır bir biçimde etkinliklerini sürdürecek, akılsal yönden yetersiz olmasalar bile duyusuzluk ve kayıtsızlık hallerinden şikayet edeceklerdir. Böyle ki-şilerde bazal metabolizma hızı düşüktür. Kalın, kabarık bir derileri ile kretenlerde olduğu gibi yağsız, dökülen saçları vardır. Akılsal yeteneklerindeki ağırlaşma aptallık nedeniyle değil, beden etkinliklerinin genelde ağırlaşmasının bir parçası ve sonucudur. Ne büyük şanstır ki, miksödem adı verilen bu durum hastaya tiroid hormonu verilerek çok kısa zamanda atlatılabilir. Günümüzde kretenizm bile iyileştirilebilmektedir. Ancak tanı ne denli erken yapılabilirse o denli iyidir. Kretenlerde tedaviye erken başlanıldığında iskeletin büyümesi, cinsel ve akılsal gelişme hemen hemen normale yakın olmaktadır.

Bir de, tiroid bezinin aşırı etkinliğiyle meydana gelen hipertiroidizm durumu bulunmaktadır. Bu durumda bazal metabolizmanın hızı artmış, göz küreleri öne doğru çıkıp patlaklaşmış (bu eksoftalmi denilen durumdur), kalp atışları hızlanmış, aşırı bir sinirlilik ile ellerde nemlilik ve hafif titremeler ortaya çıkmıştır. Ama burada. keretenlerde görülen akılsal yeteneklerin ağırlaşması durumuna rastlanınaz. Aşırı tiroid salgısı ya da guatr ameliyatla iyileştirilir (ancak bu durumda da, yukarda açıklanan tiroid eksikliği ya da hipotiroidizm'in ortaya çıkmaması amaçlanınalıdır) .

Normal bir tiroidin, normal kontrolü ön hipofiz ile hipotalamus tarafından yapılır. Hipefizin iki yarısının pek çok işlevi olduğu yukarda söylenmişti. Bu organın çok çeşitli olan etkileriyle hiçbir içsalgı bezi yarışamaz. Ancak, hipotalamus da diğer beden bölümleri üzerinde hipofiz kadar etkili olan bir organımızdır. Beynin üç yüzde biri oranında olmasına karşın, hemen hemen beynin geri kalan 299/300'lük kütlesi kadar önemlidir. Özellikle bedenin otonom ve istemsiz işlevleri söz konusu olduğunda durum böyledir.

Hipotalamus. Okurun otonom sinir sistemi ile içsalgı sisteminin bu en son tartışma aşamasında hipotalamusla karşılaşması kesinlikle doğ-ru olmayan bir durumdur. Aslında hipotalamus kitabımızın bu kesiminde anlatılan her şeyin arka planında yer almaktadır. Bu nedenle de doğallıkla kesimin en gerisinde değil başında yer alması gerekirdi. Ancak beden içinde hipotalamusun dallanıp budaklanması şimdiye değin bir dereceye kadar açıklandığı için kapasitesi ve etkilerini olasılıkla şu anda daha iyi açıklamak mümkün olacaktır. Özetle, hipotalamus sempatik ve parasempatik sinir sistemleri ile bu sistemlerin kontrol ettiği diğer her şeyi kontrol eder. Böylece, böbreküstü bezinin korteksini sempatik sinir sistemine ek olarak yalnızca hipofiz kontrol etmeyip, hipofizi kontrol eden hipotalamus da dolayısıyla böbreküstü bezini kontrol etmiş olur. Bu tür kontroL, her iki sistemde aynen devam eder.

Hipotalamus, otonom sinir sistemindeki temel güçtür.

Yapısal yönden hipotalamus önbeynin çok gösterişsiz bir parçası olup optik çaprazın arkasında, üçüncü karıncığın tabanı ile talamusun altında yer alır (burada hipo öneki, altında demektir). Hipotalamus temelde ilkelolarak nitelendirilen beden işlemlerini; sözgelişi, bedende bulunan yağ ve karbonhidratların metabolizmasını. su ve susuzluğun düzenlenmesini, uyumayı ve uyanmayı, büyümeyi, çoğalma devrelerini, iştahı, beden ısısun. kan damarı büyüklüklerini. sindirim salgılarını, davranış ve duyumsamalarımızın pek çoğunu gözetir. Bu aşamada topu topu dört buçuk gram ağırlığındaki hipotalamusun karışmadığı bir durum var mı, diye merak edilebilir. Fareler üzerinde yapılan deneyimlerden sonra bu organın bir bölümünün zevk merkezi olduğu bile anla-şılmıştır. Bu alana bir elektrotla dokunulursa hayvan da tüm seks, yiyecek ve uyku isteklerini unutturan zevk dolu bir duyumsama ortaya çıkmaktadır. Beynin tabanına bir iğne sokulmasının yaratacağı tatsızan bir yana bırakıp burası seve seve gönüllü olarak uyarılsa insanda da böyle olasılıklar ortaya çıkacaktır. Bu konuda Isaac Asimov şöyle yazmıştır; «Bütün tiryakiliklere son verecek bir tiryakiliğin düşünülmesi bile keder verici olurdu.»

Hipotalamusun bu denli küçük cüsseli olmasına karşın, bu kadar çok işlevi bulunması, insan beyninin ortaya koyduğu sonuca oranla mantıklı sayılmayacak denli büyük oluşunun ya da yeteneklerinin hepsine henüz erişilmemiş ve bunların henüz geliştirilmemiş oluşlarının bir başka göstergesidir. Hipotalamusun görev ve başarıları bunlar ilkel oldukları (yani evrimin başlangıcından beri görüldükleri) için basit de-ğillerdir. Örneğin, pek çok memeli; havalar nasıl giderse gitsin, günün kısalıp uzamaya başladığı günleri duyarlılıkla sezinler ve çoğalma dönemlerini en uygun haftaya rastlatır. Bunu da hipotalamusa borçludurlar. Bedenin suya gereksinimi de, susama ve sözgelişi yarım litrenin üçte biri ya da bedenimizde bulunan toplam suyun yüzde dördü kadar su içmeyle düzenlenir. Benzeri şekilde insan koşsa, otursa, uyusa, sindirim yapsa ve hatta bilinçsiz durumda olsa hipotalamusu aracılığıyla beden ısısını oldukça duyarlı bir şekilde koruyacaktır. Günün herhangi bir saatinde beden ısımızda oluşacak birkaç diziyemlik bir artış bile ateşimiz mi var, hasta mı oluyoruz diye kuşkuya düşmemize neden olur. Biraz şişmanlayıp bedenlerindeki üç, beş kilo fazlalığı atmak isteyenler (iştahı kesmeye yardımcı olmayacağı halde) 76,5 kiloluk bedenlerini o halde tutabilmek için yaşam boyunca 54 ton yiyeceği midelerinden geçirdiklerini unutmamalıdırlar. Bu kadar tonluk yiyecek .arasmda özellikle bedendeki yağın zayıfladığımız günlerde kullanılabilmesi gibi seçenek bir avantajı düşünerek bedendeki ek sekiz, on kiloluk fazlalığın bile kötü bir düzenleme olmadığını düşünebilirler.

İngiltere'de yayınlanan Lancet adlı tıp dergisinde 1966 yılında hipotalamus üzerine yazılmış bir başmakalede şöyle deniliyordu; «Hipotalamus, çok belirgin biçimde, sınırsız derecede önemli ve aynı zamanda sınırsız derecede karmaşık bir organdır.» Bu konuda daha ileri gidip şunları da söylemek mümkündür: Günü gelip hipotalamusun tüm işlevleri tam olarak anlaşıldığında, insan beyninin de tümüyle anlaşılacağı günler çok uzak olmayacaktır. Sözgelişi, Lancet'in son sayılarındaki makalelerde, 'dermansızlık', 'bunama' ve 'kuruntulu iştahsızlık' gibi hallerde hipotalamusun rolü bulunduğunun ima edildiğini okumak insana şaşırtıcı gelmemelidir. Otonom sinir sistemi ve içsalgı sistemini kontrol eden beynin bu minik parçasının gelecek yıllarda daha başka beden işlevleriyle ilişkili olduğunun saptanması da kaçınılmaz olacaktır. Bedenin sinir sistemİ içinde otonom sinir sistemİ daha az önemli, daha az heyecanlandıncı, daha küçük kütleli ve daha az gelişmiş bir bölüm olabilir. Ancak, merkez sinir sisteminin zaranna olmamak üzere, otonom sinir sisteminin neler yapmak zorunda olduğu günden güne artacak biçimde sezinlenmekte ve bu yüzden otonom sistemin beden içindeki önem ve rolüne inan giderek artmaktadır.

Hipotalamus, insanlığın kendi yarattığı en büyük sorunun; nüfusun yüzölçümü ve olanaklara göre çok olması ya da büyük hızla artması sorununun çözümüne bile yardımcı olabilir. Anasının memesini emen bir bebek, onun hipotalamusunu uyanr. Hipotalamus da önhipofizin (memenin süt salgılamasıııı canlandıran) prolaktin hormonunun salgılanmasını başlatır. Öte yandan bu hormon da, ananın yumurtalığında yumurtacıklann oluşumunu önler. Bu durum, küçük ve kalabalık gezegenimiz için kötü bir şey değildir. Görüldüğü gibi hipotalamus hemen her şeyi kontrol etmektedir. Olasılıkla bir gün hipotalamusu da kontrol etmenin yolları aranacaktır.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp