Kaplıca Turizmi

Kaplıca Turizmi

Kaplıca Turizmi ve Ülkemize Etkileri

Termal turizmi, 18-20 dereceden daha sıcak ve içerisinde çeşitli mineralleri barındıran jeotermal suların temizlik, dinlenme, zindeleşme ve sağlık amaçlarıyla değerlendirilmesidir. Bu konu hakkında detaylı bilgiler aşağıda açıklanmıştır.

Kaplıca Turizmi ve Ülkemize Etkileri

Türkiye termal turizminde ayrıcalıklı bir konumda. Ancak, beklenen atılım son yıllardaki kıpırdanmalara kadar bir türlü gerçekleşmedi..

Hem ilgimi çektiğinden ve hem de bir akademik çalışma dolayısıyla termal turizmi konusuyla bir dönem çok yakından ilgilendim. Daha sonraları ise, çok yakından olmasa bile, bu alandaki gelişmeler dikkatimi hep çekti.


Türkiye‘nin bu denli geniş bir kaynak potansiyeline sahip olmasına karşılık jeotermal suların Romalılar‘dan bu yana kullanılagelen yararlanılma içeriğini bir türlü değiştiremedi.


Bilindiği üzere termal turizmi, 18-20 dereceden daha sıcak ve içerisinde çeşitli mineralleri barındıran jeotermal suların temizlik, dinlenme, zindeleşme ve sağlık amaçlarıyla değerlendirilmesine dayanıyor. Bu kapsama içmeleri de dahil edebiliriz. Jeotermal suların sağlık üzerinde olumlu etkileri olduğu konusu sağlık biliminde artık genel kabul görüyor.

Anadolu‘da Romalılar‘dan bu yana jeotermal suların kullanımı söz konusu. Zaten Anadolu‘da kullanılan kaplıca ve içme adı verilen merkezlerin bilinen kuruluş tarihleri genellikle Romalılara kadar gidiyor. Sonraki dönemlerde Selçuklular ve Osmanlılar da jeotermal sulardan temizlenme, dinlenme, zindeleşme ve sağlık amacıyla yararlanmışlar. Anadolu‘da, geçmişi yüz yıllara varan kaplıca turizmi etkinliği ve göreneği söz konusu.

Cumhuriyet sonrasında da bu alanda küçük ama bazı ciddi adımların atıldığı biliniyor. Yalova kaplıcaların Büyük Önder‘in görüşleri doğrultusunda iyileştirilmesi, 1930‘lı yıllara ait önemli bir örnek. Aynı döneme ait daha önemli bir adım ise, İstanbul Üniversitesi bünyesinde kaplıca hekimliği alanında ihtisas eğitimi yürütülmek üzere bir anabilim dalının kurulması. Söz konusu anabilim dalı, kaplıca hekimliğinde uzmanlaşmış hekim yetiştirilmesinden jeotermal suların analizi gibi konularda 1930‘lu yıllardan bu yana çalışmalar yapıyor.


Bu alanda pek çok akademik çalışmanın ve toplantının yapıldığı da gözleniyor. Son yıllarda tıbbi ağırlıklı olanların yanı sıra termal turizmine işletmecilik ve ekonomik yönlerden yaklaşan araştırmalarda da gözle görülür artış var.

Ancak, akademik olarak 80 yıl önce önemli adımların atıldığı çağdaş termalizm alanında ciddi gelişmeler, uzun yıllar ne yazık ki gözlenmedi.

Ülkemizde termal turizminin gelişememesinin nedenleri arasında jeotermal suların maden kanununa tabi olması başta geliyor. 1926 yılında çıkarılan 927 sayılı “Sıcak ve Soğuk Maden Suları İstismarı ile Kaplıcalar Tesisatı Hakkındaki Kanun”, jeotermal sularının vergi ve kazanç hisselerini il özel idarelerine bırakmıştı. Bu kanun ile il özel idareleri doğrudan doğruya jeotermal suları işletebildikleri gibi, işletme ruhsatı verilmek suretiyle ihale de edilebilmektedir. Özel idarelerce işletilmeyen veya ihale edilemeyen suların vergi ve kazanç hisseleri vilayetçe belediye ve köylere devredilmiştir. Bu nedenle, kaplıcalarda geleneksel yıkanma alışkanlığı dahilinde, çoğunlukla hijyenik olmayan koşullarda hizmet yıllarca sunulmuş ve hala da pek çoğunda sunulmaktadır.

Termal turizmine yönelik yatırımları teşvik etmek amacıyla 1993 yılında termal suların kullanımı ile ilgili bir yönetmelik değişikliğine gidildi. Söz konusu yönetmelik, jeotermal sularda yetkiyi kamunun tekeline bıraksa da, suların kullanımı konusunda radikal düzenlemeler getirdi. Bu yönetmelik ile ihtiyaç fazlası jeotermal suların turizm yatırımlarına kiralanması mümkün hale geldi.


Yönetmelik değişikliğinden sonra çok sayıda termal turizmine yönelik tesis işletmeye açıldı. Ancak, ikincil konutların çağdaş versiyonu olarak nitelendirilebilecek devre-mülk, devre-tatil sistemini sunan işletmeler de ortaya çıktı. Öte yandan, pek çok tesisin işletme unvanında “termal” kelimesine yer verilirken, çağdaş termalizmin gerektirdiği ünite, ekipman ve personele sahip olmadıkları da anlaşılıyor..


Bunlara ek olarak, elbette ki 1993 sonrasında çağdaş termal turizmi işletmelerinin Türkiye‘deki ilk örnekleri de ortaya çıkmaya başladı. Afyon, Pamukkale, Bursa, Kızılcahamam, Kuşadası ve Çeşme‘de termalizm alanındaki ilk ciddi tesisler açılmaya başladı ve hala da açılıyor. Tesislerin niteliklerinde gözle görülür artış söz konusu. Ancak, jeotermal kapasite göz önüne alındığında mevcut yatırımların ülkemizdeki potansiyelin çok küçük bir bölümünü kullandığı da çok açık..

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp