Kanseri Yenmek İçin Neler Yapmalıyız?

Kanseri Yenmek İçin Neler Yapmalıyız? : Morali en güçlü İnsanlarin bile o berbat teşhisi, yani kanser olduklarını duyduklarında nasıl bir anda benizlerinin attığına sıkça tanık oldum. Bu haberi alan herkes, sanki temyiz şansı olmaksızın ölüm cezasına çarptırılmış gibi bir duyguya kapılıyordu. Görünüşte durumları umutsuz olmasına rağmen, tedavisi imkânsız en ciddi hastalıklardan mustarip insanlar bile son ana kadar hayata tutunmaya çalışıyordu.

Maalesef insan doğası böyledir. Sağlığımızın kıymetini ancak onu kaybettikten sonra anlarız. Günümüz tıbbı kansere nelerin neden olduğunu tam olarak açıklayamıyor. Genleri mutasyona uğrayıp hızla üremeye hangi güçler zorluyor? Sağlıklı dokuda onca acı çektirerek büyümelerine hangi güçler neden oluyor? Doktorlar ve araştırmacılar tümör oluşumunun mekanizmasını açıklayan, kanserli hücreleri tetikleyen pek çok kuram öne sürdü.

Ancak, asıl nedeni bulamadılar. Araştırmaların aşağıdaki gerekçeler nedeniyle başarısızlığa uğradığı kanısındayım:Birincisi, kanser araştırmaları insan vücuduna biyolojik bir sistem olarak değil de bir dizi organ olarak bakıyor. Bütün ilgi, tümörün tespit edildiği organa yöneltiliyor. Radyasyon ve kemoterapi gibi alışılmış tedavi yöntemlerinin kuramsal olarak vücudun savunma mekanizmalarını harekete geçirmesi amaçlanır. Maalesef vücut hastalık tarafından zayıf düşürülmüştür ve içeriden zehirlenmektedir. Etkili bir savunma yapmak için gereken kaynaklara sahip değildir.

Tedavinin kendisi vücut sıvılarım daha da alkalin hale getirerek başka bir olumsuzluk yaratmaktadır. Çünkü alkalin vücut sıvıları, zararlı bakterilerin büyümesine ortam hazırlayarak bağışıklık sistemimizi daha da zora sokar.

İkincisi, kanser beyinden kalın bağırsağa kadar bütün vücudu kapsayan bir hastalık olmasına karşın, sebep yerine belirtilerle savaşan tıp, tümörlerin büyümesini tersine çevirecek ilaçlar bulma arayışında.Kanser “tohum”ları çocukluğumuzdan itibaren içimizdedir. Bu hücreler, altta yatan hastalığın geçiş sürecinde “filizlenirler.” Nezle, soğuk algınlığı, romatizma, eklem iltihabı ya da gözlerimizi, kulaklarımızı, boğazımızı, böbreklerimizi, kalbimizi, kemiklerimizi, sinir sistemimizi etkileyen rahatsızlıkların tümü kanserli bir zincirin halkalarıdır.

Vücudun, bağışıklık sistemini ve kendi kendini düzenleyip yenileyen doğal savunma mekanizmalarını kullanmasına izin verecek koşulları yaratmadığımız sürece, binlerce araştırma merkezi ve milyonlarca doktor bütün o ilaçlara ve yöntemlere rağmen kanser karşısında başarısızlığa uğrayacaklar.

Uzun yıllardır çok sayıda kanser hastasıyla temasım oldu. Hastanelerde yatan binlerce kanser hastası var dünyada. Kimileri, olumsuz öngörülere rağmen hâlâ hayatta. Bunlardan biri, Moskova’daki Sağlık Merkezi’nde beni görmeye gelen otuz dokuz yaşında bir kadındı.

Kendisine pankreas kanseri teşhisi konulmuştu. Altı ay içinde yapılan iki ameliyat yüzünden çok zayıf düşmüştü. Kendisine iki-üç ay ömrünün kaldığı söylenmişti. Ateşi sürekli olarak otuz sekiz-otuz dokuz dereceydi. Yaşama gücü giderek azalıyordu. Ona dedim ki: “Burada üçümüz varız; sen, ben ve hastalığın. Kiminle müttefik olmak istiyorsun? İki, her zaman bir’i yenebilir.” Bir şey demedi ama bakışlarındaki ifade sonuna kadar savaşmaya hazır olduğunu gösteriyordu.

Tedavinin ilk aşaması, lavman yöntemiyle kalın bağırsağın temizlenmesiydi. Bu yöntem ilk olarak 1946’da Amerikalı doktor Max Gerson tarafından kullanılmaya başlanmıştı. Dr. Gerson’un kızı tarafından işletilen kanser kliniğinde bu yöntemle uzun yıllar gayet iyi sonuçlar alınmıştı.

Günümüz doktorlarının çoğu lavmana modası geçmiş bir yöntem olarak baktığından, kanser tedavisinde kullanımı nihayet unutulup bırakıldı.Bu yöntemin esası, günde altı-sekiz kez lavman yapmaktır. Bunun için bir buçuk litre kaynatılmış su otuz sekiz derece civarında soğutulur.

Üç-dört yemek kaşığı limon suyu ve bir bardak pancar suyu eklenir. İlk aşamadaki lavmanların sayısı hastanın durumuna bağlıdır. Durumu ne kadar ciddiyse, lavmanların sayısı o ölçüde artırılır. Bir sonraki aşamada, hasta kendiliğinden dış- kılamaya başlayıncaya kadar, her gün ya da günaşırı bir kere lavman yapılır.

Bu işlemin tedavi edici etkisi şöyle açıklanır: Bağırsakların temizlenmesi, kanser hücrelerinin yaşam süreçleri boyunca ürettikleri toksinlerin vücuttan atılmasına yardımcı olur. Eğer bu toksinler vücuttan atılmazsa, kana karışarak bütün vücuda yayılır. Vücudun kendi kendini düzenleyen mekanizmalarını devre dışı bırakıp ölüme yol açarlar.

1950’li yıllarda Dr. Gerson öğrencilerine kalın bağırsağın işleyişinin, beynimizin ve merkezi sinir sistemimizin işleyişiyle yakın ilişkisi olduğunu anlatmıştı. Ona göre kanser, yediğimiz uygunsuz yiyeceklerden ötürü vücudumuzun aldığı bir intikamdır.

Kanser hastalıklarının yüzde doksan dokuzunda vücudumuzu zehirlemek suretiyle kansere kendimiz davetiye çıkarırız. Kanserlerin yalnızca yüzde bir kadarı vücutta kendiliğinden gerçekleşen değişimler yüzünden oluşur. Bu, kansere yakalanan her yüz kişiden birinin kurban, geri kalan doksan dokuzununsa hastalığın bizzat yaratıcısı olduğu anlamına gelir.Kanserli tümörün sindirim sisteminde olması halinde, hangi besinlerin yeneceği büyük önem taşır.

Et, balık, süt ve süt ürünleri, et suyu ve çorbalar tavsiye edilmez. Geriye tahıllar, meyveler ve sebzeler kalır. Meyve ve sebzeler, ister çiğ ister pişmiş olsunlar, birlikte tüketilmemelidir. Çünkü sindirilme süreleri farklıdır. Meyveler iki, sebzeler ise dört saatte sindirilir. Fakat aşağı yukarı aynı sürede özümsendiklerinden taze sıkılmış sebze-meyve sularını bir arada tüketebiliriz.

Sebze-meyve suları, vücudumuzun sindirim için ayrıca enerji harcamasına gerek bırakmaksızın, bol miktarda vitamin, mineral ve hormon almamızı sağlarlar. Pankreaskanseri teşhisi konan hastam bir yandan lavmanlar yapılırken, bir yandan da sadece pirinç, karabuğday ve fırınlanmış patates yiyebiliyordu. Ayrıca günde iki litre kadar sebze-meyve suyu içiyordu.

Havuç ve pancar sulan kanser tedavisinde özel bir yere sahiptir. (Bu konu için 150 Yıl Yaşayabiliriz adlı kitabıma bakabilirsiniz.) Yıllar süren bilimsel araştırmalar havuç ve pancar suyunun tümörlerin büyümesini yavaşlattığını göstermiştir. Yaşlı kanser hücrelerinin vücuttan atılmasını ve solunumla ilgili enzimlerin daha çok çalışmasını sağlarlar. (Pancar suyu, enzimlerin çalışmasını yüzde dört yüz ila bin oranında artırmaktadır.) Pancar ve havuçta bulunan pigmentlerin bu işlemdeki rolü tam olarak bilinmemektedir.

Fakat kanser hücrelerinin gelişimini yavaşlattıkları araştırmalarla kanıtlanmıştır. Kanser hastalarının içmesi için hazırlanacak havuç-pancar suyu karışımının oranları, dört ölçü havuca bir ölçü pancar suyu şeklinde olmalı. Her gün bir-iki litre kadar, eşit miktarlar halinde dört saate bir içilmeli. Gece saat birde bir porsiyon daha içilmeli. Kimileri pancar suyunu içemez. Çünkü bulantıya, halsizliğe, kalp atışlarında yavaşlamaya ve tansiyonun düşmesine neden olabilir. Bu gibi durumlarda pancar suyu miktarını başlangıçta günde iki yemek kaşığı ile sınırlayıp günbegün yavaş yavaş artırmak gerekir.

Ayrıca, pancar suyu yerine, litre başına bir yemek kaşığı kırmızı şarap ekleyerek elma suyu da kullanabiliriz.Uzmanlar, pancar suyunun taze taze mi, yoksa bir-bir buçuk saat bekledikten sonra mı tüketilmesi gerektiği konusunda farklı görüşlere sahipler. Taze sıkılmış pancar suyu iki buçuk kat daha fazla aktif oksijen ve aktif demir içerir. Bunlar hemoglobin için vazgeçilmezdir. Bu nedenle, kanser hastalarının taze sıkılmış pancar suyu içmeleri daha yararlıdır.

Aynı şeyin hücresel solumaları hasar görmüş yaşlı insanlar için de gerekli olduğunu düşünüyorum. Pancar suyunun düzenli olarak kullanılması vücudun gençleşmesini sağlar. Dişleri sağlıklı ve bembeyaz yapar. Kansere karşı yüzde seksen oranında korunmayı garanti eder.Kanser yalnızca bedenimize değil, zihnimize de saldırır. Bu nedenle, hastamdan psikolojik durumunu iyileştirecek egzersizler için hayli zaman harcamasını istedim. Çünkü bir türlü rahatlayamıyor, yaşadığı büyük sinirsel gerilimden kurtulamıyordu.

Ona kendi kendisini nasıl hipnotize edeceğini öğretmem gerekti. Ayrıca, birlikte gerçekleştirdiğimiz hipnozlarla on kez geçmişine gittik ve çocukluk deneyimlerini yeniden yaşamasını sağladık. Çünkü çoğu insanın kanser olmasının nedeni ilk çocukluk döneminde yaşadığı travmalardır. Hastalığını devam ettiren psikolojik “kökenleri” adım adım hallettik. Pek mutlu bir çocukluk geçir- memişti. Babası aşırı alkol alıyor, annesiyle ikisini dövüyormuş. Hiç oyuncağı olmamış. Arkadaşlarını eve davet etmesi yasakmış.

Bütününe bakıldığında, pek mutlu bir resim değildi. Erişkin olduktan sonra da yaşamı pek kolay geçmemişti. Anlaşıldığına göre, her şeyi büyük zorluklar çekerek elde etmişti. Bütün bunlar için anne babasını, özellikle de çocukluğunda kendisine büyük haksızlıklar yapan babasını suçluyordu.Bu hipnotik seanslarda onu kin gütmenin vücudumuzu “yiyip bitirdiğine” ve en sonunda kansere neden olduğuna ikna etmeye çalıştım. Eğer duygularımıza öfke ve nefret hükmederse, içten içe mahvoluruz. Böyle duygular taşıyan insanların sağlık durumu genellikle iyi değildir.Hastamın tedavisindeki bir sonraki adım, vücudunda var olan ve çoğu insanda hayat boyu pasif kalan potansiyel savunma mekanizmalarını tam olarak serbest bırakması için ona kendi kendini iyileştirme yöntemlerini öğretmekti.

Vücudumuzdaki eczane (Kendi kendini tedavi etme yöntemi)


Doğa hepimizi olası bütün hastalıklara karşı ilaçlar barındıran mükemmel birer bireysel “eczane” ile donatmıştır. Yapmamız gereken tek şey onlardan yararlanmasını bilmek.Kendi kendini iyileştirme sürecinin iki aşaması var. İlk aşama, vücudumuzun bütün kaslarını gevşetmek. İkinci aşama ise bilinçaltımıza, tıpkı bir bilgisayar programı gibi, vücudumuzun kendi kendini düzenleyen işlevlerini harekete geçiren bir iyileştirme programı yüklemek.

Birinci aşama - Gevşeme
Yere yumuşak bir battaniye serip sırt üstü uzanın. Kollarınızı avuç içleriniz yukarıya bakacak şekilde, parmaklarınızı hafifçe aralayarak iki yanınıza uzatın. Ayaklarınız dışa, başınız yana dönük olsun. Dilinizi üst dişlerinize dayayıp ağzınızı açık tutun. Daha iyi odaklanabilmek için gözlerinizi kapayın. Sakinleşmeye, hiçbir şey düşünmemeye çalışın. Hepsinden önemlisi, sakin ve düzenli bir şekilde nefes almaya çalışın. Tam olarak gevşemeniz, genellikle iki ila beş dakikanızı alacaktır.

İkinci aşama - Kendi kendini iyileştirme
Hücrelerinizin küçük bir çocuğunkine denk, temel bir zihinsel yetenekleri vardır. Hasta bir organımıza seslenirken bu gerçeği aklımızda tutmamız gerekir. Hayalinizde hasta organınızı canlandırmaya çalışın. Onunla iletişime geçip talimat vermeye odaklanın. Talimatınız net olmalı. Kararlılıkla ifade edilmeli. Tıpkı sevdiğiniz bir çocuğun davranışını düzeltmeye çalışır gibi.Her organımızın kendine özgü bir “kişiliği” var. Örneğin, midemiz ve karaciğerimiz inatçıdırlar. Pek mantıklı sayılmazlar. Onlara sert bir emir verircesine seslenmelisiniz. Kalbimizse çok daha bilgedir. Nazik ve samimi talepleri dinler.

İlk aşamayı tamamladıktan sonra, örneğin kalbinizin içine baktığınızı hayal edin. Sevginin ve enerjiyi korumanın kaynağı olan o küçük, parlak alevi görün. O alevin büyüdüğünü, önce kalbinizin tümünü, sonra da tepeden tırnağa bütün vücudunuzu doldurduğunu hayal edin. O alevin bütün vücudunuzu arındırdığını, iltihapları yok ettiğini, size zindelik ve sağlık getirdiğini hissedin. Kendi kendinize sessizce şunu söyleyin: “Her nefes beni biraz daha bütünsel arınmaya yaklaştırıyor. Vücudumdaki bu ışık, şifa veren bir enerji.”Eğer vücudunuzda bir yumru ya da iltihaplanmış belli bir yer varsa, sağ elinizi üzerine koyun. Elinizin ayasının merkezinden şifa veren ışığın yayıldığım hayal edin. Günışığının baharda karı ya da buzu erittiği gibi, şifalı ışığın vücudunuzdaki yumruyu ya da iltihabı erittiğini hissedin...Bu yalnızca bir örnek. Herkes kendine özgü bir iyileşme senaryosu hayal edebilir. Hatırlanması gereken en önemli şey, bütün kaslarınızı gevşetip iyileşme programını bilinçaltına girmek. Kendi kendini iyileştirme seansını istediğiniz zaman yapabilirsiniz.

Ama çevrede sizi rahatsız edecek kimsenin bulunmaması en iyisidir. Eğer sakin müziklerden hoşlanıyorsanız, en sevdiğiniz parçayı koyarak daha kolay rahatlayabilirsiniz.Hem kanser hastaları, hem de onlara bakanlar şunu iyi kavra- malı: Hastanın iyimserliği, yaşama sevinci ve iyileşeceğine olan inancı hastalığı yenmekte çok belirleyici bir rol oynar. Hasta insanların doktorlardan mucizeler bekleyen edilgin izleyiciler konumunda olduğunu sıkça görürüz. Bu tür hastalar yatakta öylece yatarlar. Harekete geçmeyi reddederler. Kendilerine modem tıbbın olanaklarından ve teslim olmamanın öneminden yüzlerce kere söz edilmiş olsa da, ölümüne kaygı duyarlar.Tümörlerin cerrahi müdahale ile alınması vücudumuzun karmaşık yapısına yönelik saldırgan bir işlemdir. Pek çok durumda, bu tür bir müdahale tamir etmek için elektronik bir cihaza çekiç ya da levye ile vurmaya benzer. Bu tür müdahaleler, elimizde hiçbir seçenek kalmadığında başvurulacak son çaredir. Eğer ameliyat sırasında cerrah yapılacak başka hiçbir şey kalmadığı sonucuna varırsa, ameliyat yeri dikilir ve hasta ölsün diye evine gönderilir. Bazen hasta gerçeği bilmez bile. Durumu yalnızca en yakın akrabalarına söylenir. Bu tür tiyatrolar oynanacağına, dürüst davramlması daha iyi olmaz mı? Böylece, hastaya belki de son şansı olacak başka seçenekleri değerlendirme imkânı verilir. Bu zalimce gibi görünebilir ama gerçeği söylemek zalimlik olarak kabul edilemez. Gerçek insanı öldürmez.

Tersine, eğer hasta onunla yüzleşip onu anlayacak cesarete sahipse, gerçekler iyileştirici olabilir.İnsanlar az yemek yeme ve egzersiz yapma ilkelerini ihmal ettiler. Akciğerlerini ve kanlarını sigara dumanıyla, içkiyle, aşırı kahve ve aşırı tatlıyla zehirlediler. Bütün bunlar vücudumuzun savunma mekanizmalarına büyük yük bindirir. Vücudumuz değişik sinyaller gönderip işbirliği yapmak için yalvarır ama biz onları ya dikkate almaz ya da çeşitli ilaçlarla susturmayı seçeriz. Vesonunda öyle bir zaman gelir ki, yorgun vücudumuzun verdiği sinyalleri dikkate almaktan ve iyileşmesi için yardım etmekten başka seçeneğimiz kalmaz. Ömrümüzü uzatmak için sunulmuş bir şanstır bu. Kullanıp kullanmamaksa bize kalmıştır.Kadın hastama geri dönecek olursak, iyileşene kadar kendisi üzerinde bir hayli çalışması gerekti. Yukarıda andığım bütün yöntemlerin üzerine, dört kez de karaciğer temizleme işleminden geçti.

Çok sayıda bitkisel banyo yaptı. Hem suda hem de suyun dışında çeşitli tedaviler gördü. Bazıları kanser hastalarına özgü özel egzersizler olmak üzere, bol bol egzersiz yaptı. Özel bir beslenme rejimi uyguladı. Ahududu, siyah kuşüzümü, ısırgan gibi bitki çayları içti. Sağlığı üzerinde altı ay boyunca yoğun bir şekilde çalıştıktan sonra kendisine öleceğini söyleyen doktoru görmeye gitti. Doktorun tek söyleyebildiği şu oldu: “Demek hâlâ hayattasın. Sanmıştım ki...”Sağlığı ne kadar kötü durumda olursa olsun, herkesin aşağıdaki ilkelere sıkı sıkıya sarılmasını isterdim:

1. Hastalıkla savaşacak gücünüz olduğuna inanın.
2. İyileşme umudunuzu asla kaybetmeyin.
3. Vücudunuzu ve zihninizi sevin.

Herkesin şunu çok iyi anlaması gerekir: Kanser bir hastalıklar zincirinin son halkasıdır. Kanser tek bir organın değil, vücudumuzun bütün sistemlerinin hastalığıdır. Sadece, ilk teslim olan organda kendini gösterir. Kanser her şeyden önce sağlıksız yaşam tarzının, gerilimle başa çıkmakta yetersiz kalmanın, fizyolojimiz hakkındaki cehaletimizin ve doğa kanunlarına saygısızca davranmamızın sonucudur.

Belli tümörlerle savaşmaya yönelik çabaların başarıya ulaşma şansı çok düşüktür. En pahalı tedavileri yaptıracak paraları olmasına rağmen tanınmış politikacılar, film yıldızları ve başka ünlüler de kanserden ölürler. Bu durum çoğu insanın sürdürdüğü yaşam tarzının kaçınılmaz sonucudur. Kanserin tohumları doğduğumuz andan itibaren hepimizin içindedir. Bebeklerin genetik hafızasındadır. Hastalığın gelişmesi ve kendini göstermesi zamanalır. Bazı insanlar kanser olacak kadar uzun yaşamaz ve başka hastalıklar yüzünden ölürler. Kanser, ekonomik olarak gelişmiş en zengin ülkelerde daha sık teşhis edilir. Ancak, eğer yaşam tarzımızı değiştirmek için radikal adımlar atmazsak erken teşhis bile tedaviyi garanti edemez. Bütün modem tıp cihazlarına, mevcut ilaçlara ve tıp eğitiminin yüksek seviyesine rağmen, gelişmiş ülkelerdeki istatistikler umutlu olmak için pek neden olmadığını gösteriyor. Her dört Amerikalıdan biri kanserden ölür. Azgelişmiş ülkelerdeki insanlar ise kanser olacak kadar uzun yaşayamazlar. Hepsi budur. Kanser olmaya kalmadan kalp krizi, felç ve benzeri hastalıklardan giderler.

İnsanları hasta edip çarçabuk öldüren nedir?

Çoğu hastalığın oluşum sürecini araştırmak, sandığımız kadar çok zaman almaz. Her insanın vücudu tıpkı parmak izlerimiz gibi benzersiz olsa da, hastalığın genel çizgileri aşağı yukarı aynıdır. Basit terimlerle söylemek gerekirse, önemsiz bir döküntü veya alerjiden organlarımızdan

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp