Havadaki tohumlar kuramının saçmalıkları

Havadaki tohumlar kuramının saçmalıkları :

Buraya kadar bir karşıt görüşe daha doğrusu yalın bir sav söze (slogana) yanıt vermeye çalıştık: gerçekten de, öteden be ri, yaşam kabarcıklarının «son derece sıradan bir havadan mik rop kapması olduğu öne sürülmüştür. Ben bu karşıt görüşü çürüt mek için, üç kanıtlamaya başvurdum: .

1. Bir kuluçkanın havadan mikrop kapıp irin toplayabil mesi için saatler geçmesi gerektiği halde, deney eriyiği hazırlan dığı an dirimsel enerji kabarcıklarını görebilirsiniz.
2. Dirimsel enerji kabarcıklarının üretilmesine ilişkin kimi deneyler havadan arıtılmış kaplar içinde gerçekleştirilebilmiştir .

3. Dirimsel enerji kabarcıklarının üretilmesi sırasında, bugü ne dek (1939) tanımlanamamış birtakım dirimsel yapılar, örne ğin SAPA kabarcıkları ortaya çıkmıştır. Dirimsel enerji keseciklerinin üretilmesi sırasında ortaya çı- kan sayısız sorunun tartışmasına geçmezden önce, şu «havadan mikrop kapma» görüşünü büsbütün çürütmek yararlı olacak; işlediğimiz konunun önemi, bu kanıtın günümüzdeki kullanılışı- nın saçmalığını gerek deneylerimize, gerek akıl yürütmeye daya narak gözler önüne sermemizi gerektirmektedir. İnsan bilimin ilerlemesi için çalışırken, birtakım olgulardan çok modası geç miş kavramlara tosluyor! PA ve T adlarını verdiğim dirimsel enerji kesecikleriyle ma vi kabarcıkların üremesi olgusuna salt havadaki mikroplan içe ren üretme eriyiklerinde rastlanmamaktadır. Bunun deneysel ka nıtını göstermek son derece kolaydır. Şu bir dizi sınamayı yap mak yeterlidir:

a) Mikroptan arıtılmış bir malayla avucumuzdaki kirlerin bir parçasını alıp üretme eriyiğine atalım. Bir kuluçka makina sında 24 saat kaldıktan sonra, sıvı bulanıklaşır, içinde birtakım kabarcıklar belirir, bunlar birkaç gün ya da hafta sonra yok olur lar. Sıvının yüzeyinde ince bir zarın, dipteyse kalın bir çökele ğin oluştuğu görülür. Mikroskopla bakıldığında, karaya çalan, yuvarlak ya da yumurtamsı küçük yumurtacıklar, yılansı devi nimlerle yer değiştiren, sosis biçiminde çubukçuklar saptarız, ama PA türünden amibimsi canlılara, çekirdekli hücrelere ve (eğer eriyik tazeyse) T basillerine rastlayamayız.

b) Söz konusu eriyiğe birkaç damla musluk suyu ekleyelim. Sıvının bulanması için birkaç gün beklememiz gerekecektir. Ge nellikle, hiçbir tohum gelişmesi görülmez. Mikroskopla bakıl dığında, bir önceki deneydeki gibi, büzülüp açılmayan yuvarlak yumurtacıklar ve yılansı devinimlerle çabuk çabuk yer değiş- tiren çubukçuklar görülür.

c) Su dolu bir bardağı yarım saat tozlu bir yolun kıyısında bırakalım, sonra getirip üretme eriyiğinin üstüne boşaltalım. Göz le görülemeyecek canlılar oluşabilir, ama her zaman değil. Mi nicik canlılar ortaya çıkmışsa, birkaç gün ya da haftanın sonun da, bulanmanın yerini sıvının yüzeyinde ince bir zarın, dibindey se yoğun, kesecikli bir çökeltinin oluşması alır. Kimi zaman, can lıların üreyebilmesi için, 48-72 saat beklemek gerekir. Mikros kop la baktığımızda, yine minik yumurtacıklarla ağır ağır yer değiştiren ya da yılansı hareketler yapan sosis biçiminde canlılar görürüz. Ama öbür deneylerimizde ürettiklerimize benzer yapılar (amip kümeleriyle T basilleri] bulamayız:

d) Bir üretme tübünü eriyikle doldurduktan sonra, ağzını kapatmadan, düşey olarak, deney odamızda yarım saat tutalım. ilk yarım saatta beliren bulanıklaşma, yerini 24 saat sonra yavaş ya vaş suyun yüzünde oluşan ince zarIa dibinde biriken kabarcıklı çö keleğe bırakır. Mikroskop bize yine çok iyi tanıdığımız yumur tacıkları, yan yana sıralanmış streptokokları, kimi zaman da bal yoz biçimindeki minik canlıları gösterecektir. Ayrıca, devinimleri yılanınkini andıran, yukarda andığımız sosis biçimindeki canlı lara da rastlarız. Ama bizim ürettik/erimize benzer dirimsel ke secik türünün izi bile yoktur.

e) Çin yosunu doldurulmuş bir Petri kutusu alalım, üstünü Denetleme deneyleri bize başka bir olguyu da göstermekte dir: havadan mikrop kapma tehlikesi, cansız maddenin dirimsel kabarcıklardan oluştuğu görüşüne karşı bu işi kanıt diye göste renlerin öne sur diskleri kadar büyük değildir. örtmeden, deney odamızda yarım saat bırakalım. Sonra alıp bir kuluçka makinasına yerleştirelim: 24 saat sonra, büzülüp açılma yan küçük kesecik yığınlarından oluşan, kendine özgü bir canlı kümesinin oluştuğunu saptarız. Kimi zaman çubuk biçimindeki canlılara da rastlarız. Ama öbür deneylerde ürettiğimiz yaşam kabarcıklarının imi timi yoktur. Kutumuzu saIt aşılanmaya ye tecek bir süre açık tutarsak, havadan mikrop kaptırmanın müt hiş zor olduğunu saptarız.

f) Denetleme deneylerimizden biri de şöyle: küçük bir ma layla bir dolabın üstünden ya da bir sobadan azıcık toz alıp içine 0, ı n potasyum klorür eriyiği eklenmiş deney suyuna ata lım; yaşam kabarcıklarını üretirken uyguladığımız işlemi yine leyelim. Ortaya çıkan olguları çok iyi tanırız: 24 saat sonra, kimi zaman da 48 ya da 72 saat sonra, canlı üremesi başlar: yi ne mavi yaşam kabarcıkları göremeyiz, ama ipliksi bakterilere, sarmallara, burgulu hayvancıklara benzeyen yapılara, hızla yer değiştiren, büzülüp açılamayan yumurtacıklara rastlarız. Et su yunda canlı üretme, genellikle, yalnız yılansı hareketlerle de vinen çubukcuklar oluşturur. Mikroptan arıtılmamış bütün üret me deneylerimizdeki gibi, sıvının yüzünde ince bir zarın, tübün dibindeyse kabarcıklı bir çökeleğin oluştuğu görülür. Yumurtalı üretme deneylerinde, tozun yarattığı bir mikrop kapmaya, genel likle küflenmeye tanık oluruz. Havadan mikrop kapma sorununu aydınlığa kavuşturacak bu denetleme deneyleri istendiği kadar yinelenebilir, çeşitlendi rilebilir; bütün bu deneylerden şu iki sonucu çıkarabiliriz:

1. Havada ancak belirli birtakım büyük çubukcuklar ve ya lın yumurtacıklar vardır.
2. Kullanılan üretme ortamı ister ct suyu, ister Çin yosunu, ister yumurtalı eriyik olsun, doğrudan doğruya havadan dirim sel kabarcık üretilemez: İki ayrı yaklaşımla, bizim yaşam kabarcıkları üretişimizin hani şu varsayımsal «havada dolaşan tohumlars-la en küçük bir ilişkisi bulunmadığını kanıtladıktan sonra, «havadaki tohum» kavramını eleştirel bir incelemeden geçirmek istiyoruz. Tekhüc reli canlıların ancak havaya yayılmış tohumlardan doğabilecek lerini öne süren savın yaratacağı sonuçların bir dizelgesini ya palım:

1. Her tekhücreli canlı ve mikrop için belirli bir tohumun varlığını kabul etmek gerekir. Başka bir deyişle, gözle görülme yen canlı sayısı kadar, yani milyonlarca tohumun var olması ge reklidir! Bu olumlama, havadaki tohumların üretilmesinin bize hastalık-bilimi alanında yaptığımız araştırmaların buldurduğu canlı yapıların ancak çok küçük bir bölümünü sağlamasıyla çeliş mektedir. Bundan ötürü, havadaki tohumlar savına dört elle sarılanların kuramsal dolaylamalara sapmaksızın, açık-seçik, bir takım kesin sorulara karşılık vermelerini gerektirir: Bugüne dek hiçbir yerde havadaki tohumlardan yola çıkarak kolera mikro bu, Yersin basili, firengi mikrobu üretildi mi? Gerçekte, bütün bu mikroskobik canlılar yalnız hayvan dokularından üretilebil miş, kökenlerini açıklayabilmek için sonradan amaca uygun ku ramlar uydurulmuştur. Havadan üretilmemiş mikrop türleri ve kısa bir süreden beri gündeme giren yaşam enerjisi kabarcıkları bulunduğuna göre, şu varsayımsal «havadaki tohumlar» savına başvurmanın en küçük bir bilimsel değeri olamaz.

2. Doğa ötesi «havadaki tohumlar» kuramının çürütülmesi denemesi. Filme çektiğimiz yaşam kabarcıkları deneyimiz tek hücreli canlıların, yosunun kesecikler halinde çözülüp ayrışması sonucu, doğal bir örgütlenmeyle oluştuklarını kanıtlamaktadır. Buna karşılık, doğaötesi 'tohumdan üreme kuramı' tekhücreli canlıların varlıklarını havaya dağılmış olan ve uygun ortam bul dukları zaman gelişen tohumlara borçlu olduklarını öne sürmek tedir. Oysa, bu kuramı savunanların hiçbiri, şimdiye dek, «ha vadaki tohumların varlığını kanıtlayamamıştır. Dolayısıyla, söz konusu kuramın boşluğu aşağıdaki deneyle gösterilebilir.

Tekhücrelilerin yosun ya da ota yapışan, daldırıldıkları su içersinde birkaç gün sonra ortaya çıkan tohumlardan geldikleri doğruysa, şu deneyin bu olguyu doğrulaması gerekir: mikrop tan arıtılmamış bir saman alıp olağan suyla yıkayalım; sama nın küçük parçacıklarının suya geçmesini önlemek üzere, suyu süzelim ya da birkaç samanı cımbızla tutup suya daldıralım. Böylece «mikrop bulaştırılan» su hiçbir zaman tekhücreli canlı üretmez, içinde en küçük bir minik canlı izine rastlanmaz. Bu na karşılık suda bırakılan saman, dokuların nasıl yavaş yavaş. şiştiklerini gösterir: yosun kökenli canlıların ortaya çıkışından. başlayıp, samanın kenarlarında beliren ilk keseciklere ayrışmadan tutun da özgür ve bağımsız tekhücrelilerin doğuşuna dek bütün evrim aşamalarına tanık oluruz. Havadaki tohumlar savını tutanlar önermelerinde direni yorlar ve tekhücreli canlıların doğal örgütlenmesinin üzerine bir' perde çekmeye devam ediyorlarsa, hiç değilse zahmete girip de neylerle, tekhücreli canlıları doğuran tohumların yapıştıkları öne' sürülen maddeden ayrılabildiklerini ve tekhücreli varlıklara dönü şebildiklerini kanıtlasınlar. Bir an için, havada bilinen bütün mikrop türlerini ve yakın bir geçmişte bulunmuş olan dirimsel kabarcıkları bulabildiklerini varsayalım; bu durumda bile, «havadaki tohum» terimi onların kökeninin bilimsel açıklamasına yetecek midir? Böyle bir öne riye biz, çok haldı olarak şöyle karşılık verebiliriz: peki, bütün bu tohumlara havada rastladığımızı kabul edelim; peki ama.. nereden geliyorlar ve havaya nasıl yayıldılar? Soruyu enine boyuna düşününce. havadaki tohumlar kura mının en küçük bir bilimsel değer taşımadığını kabul etmek zo runda kalırız. Eğer bizim öne sürdüğümüz gibi, cansız madde lerle birtakım canlı maddelerin çürüyüp ayrışınca minik canlılar doğurdukları doğruysa, hava tohumlarının kökenini geçerli bir biçimde açıklamış oluruz. Havada, cansız maddelerle ayrışmış, canlı özlerden başka şey bulunamaz. Öte yandan, birtakım temel canlıların tohumları bir yana, hiç kimse bir amibin ya da ter liksi hayvanın tohumunu ya da türetken hücresini görmediğin den, akıl yürütmemizin ışığında, Omne vivum ex vivo (her can bir canlıdan gelir) ve Omnis ceZlula ex cellula (her hücre bir hüc reden çıkar) gibi önermelerde dile gelen tanrıbilimsel esini i dog matik savların ciddi bilime değil, somut olgular karşısında takı nılan duygusal bir tutuma dayandıklarını söyleyeceğiz.

Bugün hekimlik düşüncesine egemen olan «havadaki tohum lar» görüşünün saçmalığını böylece birkaç örnekle gösterdikten sonra, şimdi bize düşen iş, havadan mikrop kapma kuramının son derece önemli birtakım tıbbi görüngülerin anlaşılmasını en gellediğini kanıtlamaktır. Doğal örgütlenmeyi yadsıyıp birtakım boş bilgicilikler (safsatalar) kurmaya girişen hekimlik bilimi, kör kör parmağım gözüne ortada ve yalın verileri kavrama, ayrıntılı olarak derinleştirme, hastalıkların iyileştirilmesinde kılgısal olarak kullanma olanağından kendini yoksun bırakmaktadır. 1. Hekimlik bilimi, genel olarak, hayvan vücudunun hiç dur madan özerk bir dirimsel işleyişle donatılmış, bağımsız minik canlılar doğurduğunu kabul etmektedir: böylece kemiklerin ilik lerinde 've akkan (lenfa) dizgesinde al ve akyuvarlar oluşmakta, dişi yumurtacıklarıyla erkek tohumcuklarıysa üreme bezlerinin üst-dokularından doğmaktadır. Herkesçe bilinen bu olgunun ha vadaki tohumlar kuramıyla uyumsuzluğu bugüne dek bilim çev relerini hiç rahatsız etmemişe benzer. Olgunlaşmamış alyuvar hücresi (erythroblaste) gelişir, alyuvar üretir. Dişi yumurtacığı yumurtalıklarda oluşur, erkek tohumcukları tohum keselerinden gelir. Aradaki canlı biçimleriyse, ilgili örgenlerin üst-dokuların- .dan ürerler. Belli bir hücre biçiminin tam anlamıyla başka bir biçime dönüştüğü görülür. Kanser hastalığının en temel sorun larından biri işte budur; kanserin başlıca özelliği, apayrı hüc relerden dirimsel açıdan özerk hücrelerin doğmasıdır. Vücutta dirimsel açıdan özerk hücrelerin apayrı türden hücrelerden yola çıkarak oluşması aralıksız sürüp gider. Buysa, canlı dokuların özerk tekhücreli canlılara dönüşmesi kabul edilmediği zaman an layamayacağımız bir süreçtir.

2. İnsanın kaygan kasları üzerinde ve vücudun dışa açı- lan deliklerinde her çeşit mikroskobik canlıya rastlanır. Nitekim, örneğin ince bağırsaktaki mikroplar oraya dışardan mikrop kap ma yoluyla gelmektedir. Geriye, kolibasiline neden boğazdaki sümüksü maddede değil de, yalnız ince bağırsakta rastlandığının bilinmesi kalıyor. Aynı biçimde, zatüre mikroplarının neden yalnız solunum yollarından vücuda girdiklerinin, neden hiçbir zaman yollarını şaşırıp ince bağırsağa gitmediklerinin bilinmesi de kalın bir giz perdesinin arkasındadır. Dahası var: havada, dolayısıyla sümük sü madde üzerinde binlerce öldürücü mikrop bulunduğuna göre, insan soyunun nicedir yok olup gitmeyişini nasıl açıklamalı? Bu soruyu yanıtlamak için hep sihirli bir kavramdan, «elverişlilik» ten dem vurulur! Oysa, elverişlilik» kavramının derinlemesine incelenmesi, şu «havadaki tohumlar» kuramının neyi gizlemek istediğini açıkça gösterir. Nitekim, bir hastanın kemiğinden alın mış kanserli dokuda, bir fareyi rahatça öldürebilecek kadar, ya ni yüz binlerce üretilebilir minik canlının ne aradığını kimse cikler açıklayamaz. Nasıl girmiştir bu canlılar kemiğin içine? «Havadan geldikleri»ni, «kaygan kasların üstündeki sümüksü maddeye yapıştıklarını, «kan yoluyla kemiğin içine taşındıkla n»nı söylemek ciddi bir yanıt olmaz, çünkü havadaki göçmen mikropların neden ara yerdeki durakları atlayıp barınak olarak kendilerine kanserli kemikleri seçtikleri sorusunu karşılıksız bı rakır. Gırtlaktaki hastalık yaratıcı gözle görülmez canlıların an cak belirli anlarda ve bazı kişilerde hastalığa yol açmaları «el verişlilik» ya da «mikropların uygun anı kollayan etkinliği» gi bi laflarla açıklanamayan bir mucizedir; bu sefer de, açıklama yerine, birtakım boş sözcükler getirilmektedir önümüze. Ger çekte, asıl gösterilmesi gereken, göze görünmeyen canlıların şu koşullarda eyleme geçmelerini, öbür koşullardaysa eylemsiz kal malarım doğuran nedenlerin, yanı insan vücudunda olup biten lerin açıklanmasıdır.

3. Mikroskobik canlıları inceleyen bilim kitaplarına baktı ğımız zaman, birtakım canlıların ancak belli «besleyici ortamlarda gelişebildikleri sav ı sık sık gözümüze çarpar. Bu mantık gereği bütün öbür mikroplar gibi havaya yayılmış bulunmaları .gereken amip tohumlarının üremek üzere özellikle çamurlu ba taklıkları ve yaprakların alt yüzlerini seçmelerine kanabilmesi için insanın gizemciliğe (mistisizme) körü körüne inanması kaçı nılmazdır. Aynı amip tohumlarının ilkbaharda taze yosunlar üzerinde hiç gelişememelerine karşılık sonbaharda bol bol üre meleriyse daha da şaşırtıcıdır. Bütün bunlardan sonra, doğayı bu türlü tasarlamanın son derece mantıksız, tutarsız olduğunu ve yalnızca gerçeği saklama ereğini güttüğünü görmemek el de mi?

4. Bu bağlam içersinde, birtakım duygusal tepkilere yol açması kaçınılmaz olan bir soruna el atalım: havadaki tohumlar kuramına inanacak olursak, sağlık koşulları doyurucu kaldığı sürece kolera ve veba mikropları havada hiçbir etki yaratma dan dolaşmaktadır. Yerkürenin aşırı kalabalık, savaşın kol gez diği, sağlık bakımının yetersiz kaldığı bölgelerinde havadan ge lerek yüz binlerce kişinin ölümüne yol açan salgınlar doğurmak tadırlar. Peki ama, sürekli bir sağlık bakımı eksikliği çeken, 'savaşın korkunçluklarıyla burun buruna yaşayan kişilerin dirim sel durumunun bu salgınların yayılmasında hiç mi etkisi yok? Kırıp geçirdikleri canlı vücutları bir yana bırakıp yalnız mik ropları mı suçlamak gerekir? «Havadaki tohumlarla savaşma nın dirimsel hastalıklarla savaşmaktan çok daha kolay olmasın dan korkarım! Ortaya attığımız sorulara yanıt vermeksizin, altı nı çizerek şunu belirtmek isterim ki, veba ve kolera kurbanlarının bu arada, sözü geçen hastalıkların kökeni konusunda hiçbir şey bilmediğimizi de söyleyeyim- dirimsel durumları bu has talıkları yaratan etkenlerden daha çok dikkate değerdir. Özetlersek: Havadaki tohumlar kuramı yalnız deneyle çü rütülmemiştir; dirimbilimle hastalık bilim alanlarındaki en temel görüngüleri açıklayabilme yeteneğinden yoksun olduğu görülmüş- tür; hastalık yaratan düzeneklerin (mekanizmaların) dosdoğru gönderebilmelerini engellemektedir. Bugün bu kuram tam anlamıyla bir dogmadır, ve bütün dogmalar gibi, insanoğlunu her türlü araştırmadan ve zihinsel çabadan bağışık tutmaktadır. Dirimsel enerji kabarcıkları kuramıyla bu kuramın dayandığı olguların, havadaki tohumlar kuramının aydınlığa kavuşturamayacağı bir takım sorunların çözülmesine katkıda bulunabileceklerini gör dük. Şimdi dikkatimizi, acunsal yaşam enerjisinin bulunmasına olanak veren dirimsel enerji kabarcığı üretimine çevirelim.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp