Serbest Karbondioksit Etkisi

Serbest Karbondioksit Etkisi :

Karbondioksit, soğuk sularda daha çok erimiş halde bulunur. Oysaki diğer elemanlar sıcak suda daha çabuk ve daha çok erirler. Su içinde bulunan serbest karbondioksit doğrudan doğruya bünyeye etki eder. Suda bulunuşu, bazı madenler arasındaki fizikoşimik dengeyi de sağlar.

Sodyum bikarbonatlı sular içildiğinde, içinde bulunan karbondioksit, ilk önce mide mukozası üzerinde belirli bir anestezik ve analjezik etki yapar. Karbondioksitli suların içilmesini müteakip mide ağrılarının geçtiğini herkes bilir. Ancak bu analjezik etkinin tam olarak elde edilebilmesi için suyun çok soğuk olmaması gereklidir. Su, asgari vücut sıcaklığında içilmelidir. Vichy kaplıcasının 40°C'lik suyu bu nedenle mide ağrılarını giderici bir içme olarak ünlenmiştir. Su çok soğuk olursa, spazmı uyandırarak şiddetli ağrıların başlamasına neden olabilir.

Eğer su sadece mide ağrılarını dindirme amacıyla içiliyorsa, bu noktaya çok dikkat etmek gereklidir. lçilen sudaki karbondioksit, midedeki fermantasyonu derhal durdurur, mideyi şişirerek gerer ve evvelce oluşmuş gazların geğirme şeklinde dışarı atılmasını sağlar. Bu suretle, yemeklerden sonra mide şişkinliğiyle birlikte duyulan rahatsızlıklar giderilmiş olur.

Karbondioksit, midede bulunmakla mide kasını uyarır. Mide mukozası üzerine tesir ederek onun hassasiyetini azaltır. Sinir uçlarına yaptığı uyarıcı etkiyle de mide hareketlerini hızlandırır. Karbondioksit gazı, aynı zamanda mide salgısının artmasına da neden olur. Klor asidini arttırıp sindirimi kolaylaştırırken, süreyi de kısaltır. Ülkemizde, halkımızın çok ağır ve sindirimi güç yemekler yedikten sonra kaynak başlarına gidip bu sudan içince yeniden açlık hissi duymaları bunun en büyük kanıtıdır.

Mideden süzülen karbondioksit, doğrudan karaciğere geçerek kana karışır ve bütün organlara dağılarak insanlarda hafif baş dönmesi ve kendinden geçme duygusu uyandırır. Kana karışmış karbondioksit gazı, solunum yoluyla dışarı Çıkar. Eğer alınan miktar pek fazlaysa, bir kısmı idrar yoluyla dışarı atılır. Bu sırada idrarı asitleştirdiğinden, idrarı sürekli alkalen olan kimselere fazla karbondioksitli su içmesi önerilir. Bu su idrarı çoğaltır ve mesane damarlarını genişleterek sık sık idrar etme duygusunu uyandırır.

Karbondioksitli suların çok eski zamanlardan beri damarlar ve kalp fonksiyonları üzerindeki etkileri bilinmektedir. Banyo sırasında karbondioksit gazının alımıyla birlikte nabız ağırlaşır. Osilasyonun genişlemesinde artış olur, kalbin hacmi küçülür. Kan basıncının etkisi değişir ve düşük tansiyonlar yükselir.

Karbondioksitin bütün bu etkileri, değişik düşüncelerin doğmasına yol açmıştır. Örneğin; ötedenberi bilinen bir gerçek vardır, karbondioksitli bir banyoya girilince, kılcal damarlarda ve diğer küçük damarlarda bir genişleme olur ve bunun sonucu olarak tansiyon düşer. Tabii olay bu kadarla da bitmez.

Damar genişleme döneminden sonra, kalp güçlenir ve bütün damarlarda bir daralma olur. Sonuçta tansiyon yükselir. Bu durumda, karbondioksit banyo su sırasında deri üzerinde toplanan gaz damlacıklarının etkisiyle damarların genişlediğini ve tansiyonun düştüğünü kabul etmek güçtür. Deri altına karbondioksit gazı enjekte edilirse, damarlarda gerçekten bir genişleme olur, fakat hiçbir zaman kan basıncı düşmez. Enjekte edilen gaz miktarının 1.5 grama çıkarılmasında bile, tansiyonun düştüğü görülmemiştir.

Solonum yoluyla vücuda çok miktarda gaz gönderilmesiyle de tansiyon düşürülemez. fakat aynı gazın deri üzerine gönderilmesiyle tansiyonun düştüğü gözlenmiştir. O halde, karbondioksitin tansiyon düşürme etkisini, deri tabakasında meydana gelen başka olaylara bağlamak daha doğru olacaktır.

Gerçekten karbondioksit banyoları, deride oluşturduğu bir refleksle sempatik tonüsünü azaltarak, ilk önce kılcal damarları ve diğer küçük damarları genişletir, sonra bu etki büyük damarlarda da kendini göstererek onların da genişlemesine neden olur. Böylelikle tansiyonun düşmesi sağlanır. Deride oluşan bu refleks çok önemlidir. Bar vo sırasında bütün deriyi kaplayan karbondioksit gazı, derinin oksijen almasını engeller. Böylelikle asfeksiye uğrayan deri, oksijen almak için genişler, içindeki damarları açar ve kan dolaşımını hızlandırır.

Derinin kendi kendini savunması denilebilecek bu olay sayesinde, üzerindeki damarların sempatik tonüsünü azaltarak kan basıncının düşmesini sağlar. Eğer banyoda karbondioksit fazlaysa ve banyo süresi uzun tutulursa, deri, içine fazla miktarda giren karbondioksitten kendini korumak için sıkışır ve damarlarını daraltır.

Bu etki, sempatik sinirler aracılığıyla büyük damarlara kadar yayılarak onları da daraltır. Kalbe etki ederek onun çalışmasını güçlendirir ve neticede tansiyon yükselir.

Bu açıklamalardan şu sonuca varmak mümkündür: Eğer karbondioksitten tansiyon düşürücü bir etki bekleniyorsa, bu tür banyolarda gaz miktarının az olması gereklidir. Çünkü, karbondioksit deriden çok ağır ve geç girer. Dolayısıyla damarlarda daralma gerçekleşmez. Eğer suda fazla miktarda karbondioksit bulunursa, kısa bir hipotansiyon devresinden sonra hipertansiyon ve kalbin güçlenmesi devresi başlar.

O halde, serbest karbondioksit gazı bulunan ılıcalarda. içine girilecek banyodaki gazın miktarına ve suyun sıcaklık derecesine göre tansiyonu düşürmek ya da yükseltmek mümkündür. Bu tür banyolarda kalbin güçlenmesi, deride oluşan refleksden ayrı olarak, vücuda dağılan karbondioksitin etkisiyle olmaktadır.

Çünkü, deri altına karbondioksit gazı enjekte etmekle de aynı sonuç alınmıştır. Tansiyon düşürücü karbondioksit gazlı banyolarda, vazodilatasyon etkisiyle tansiyon düşünce, kalbin yükü azalacağından miyokarditliler rahatlar. Bazen bu banvolar, oluşan refleks aracılığıyla kalbe giden inhibisyonun etkisiyle tehlikeli olabilirse de, bu durum çok ender görülür.

Tansiyon yükseltici banyolarda ise, ilk önce hafif tansiyon düşmesi olur. Sonra, vücuda giren fazla miktarda karbondioksitin damarlarda daralma yapmasına fırsat kalmadan, refleks aracılığıyla kalp gücünün arttığı görülür. Hiposistali devresinde, kalbin yedek gücü azalmış ve dispine başlamıştır. Dispine hali, idrarın azalması ve klorürün çıkmasıyla birlikte görülür. Kalp genişlemiştir ve hızlı atar. Bazen ekstrasistol de duyulur. Bu gibi hastalara karbondioltsitli banyo yaptırılırsa, miyokard canlanır, staz kaybolur. Birkaç banyodan sonra ekstrasistoller duyulmaz olur. Kalbin atış hızı ve genişlemesi azalır. Bol idrarla birlikte dispine de kaybolur.

Tüm bu sonuçlar, ufak bir kalp i1acıyla da elde edilebilir. Ancak, termal banyodan alınan sonuç, kalbi kamçılamak suretiyle değil, ona enerji vermekle elde edilir. Ileri derecedeki asistolik hastaları bu banyolara göndermek doğru değildir. Kriz dönemi geçtikten sonra göndermekte bir sakınca yoktur. Hatta, kalpteki ritimsizlik oriküler yetersizliğin bir belirtisi olduğundan, bu gibi hastalara banyolar yararlı olur. Kalbin atışı düzeldiği gibi, oriküler fibrilasyon da kaybolur.

Unutulmamalıdır ki, kalbin ritmini düzenleyecek ilaçların en iyisi bile kalpte depresyon yapar. Bu nedenle tedaviye başlamadan önce kalbi kuvvetlendirmek gerekir. Ancak, çoğu zaman bunda da başarı sağlanamaz. Oysaki, miyokarditlilerde ilaçla birlikte yapılacak banyo kürü % 80 oranında daha olumlu sonuç verir. Ilıcalardaki karbondioksit gazını deri altına enjekte etmek suretiyle büyük yararlar sağlanmıştır. Enjekte edilen bu gaz, sadece karbondioksit gazından ibaret değildir. Karışık olarak içinde, yeryüzünün derinliklerinden gelen diğer gazlar ve radyoaktivite de vardır. Bu tür uygulamalarda, banyo alımıyla birlikte, bir litreden birkaç litreye kadar deri altına gaz enjekte edilir.

Bu tedavi yöntemi, tansiyonun dengelenmesine yönelik değildir. Lokal olarak vücudun bazı yerlerinde damarları genişletmek ve kan dolaşımını arttırmak amacıyla yapılır. Nevraljilerde, ağrıyan bölgenin deri altına veya ete gaz enjekte edilir. Bu yöntemle en inatçı siyatik, broşiyal ve servikal ağrıların geçtiği görülmektedir. Küçük damarların sıkışarak daralması da denilen ve 'Angoperiferik' adı verilen bazı nevralji olaylarında, ılıca sularında bulunan karbondioksit gazı, asetilkolin derecesinde damarları genişleterek olumlu etki yapar.

2. Tuz etkisi:

Maden sularında bulunan sodyum bikarbonatın, vücut fonksiyonları üzerinde önemli etkisi bulunmaktadır. Bu sular, öncelikle aç karnına ve az miktarda içilince, yakın temasta bulunduğu gıdayı yumuşatır ve eritir. Mide salgısını arttırır, hidroklorik asit ve pepsini çoğaltır. Mide kasını uyararak çabuk ve kolay boşalmasını sağlar. Sodyum bikarbonat mideye girdiğinde, hidroklorik asit karşısında ayrışarak karbondioksiti meydana getirir. Sodyum bikarbonatın az içilmek suretiyle yaptığı etki, daha önce sözünü ettiğimiz karbondioksitli sularla benzer özelliktedir.

Sodyum bikarbonatlı su çok miktarda içildiğinde, midenin asiditesini giderir ve eğer laktik asit, asetik asit ve bütrik asit gibi organik asitler varsa, bunları laktat, asetat ve bütrat haline sokar.

Mide salgısını ve çalışmasını durdurur. Sodyum bikarbonatın fazla miktarda alınması halinde, midede dağılmayan bir miktar sodyum bikarbonat duodenuma geçer ve refleks yoluyla mide salgısının durmasına neden olur. Çok az miktarda sodyum bikarbonatın, sonda yoluyla doğrudan doğruya duodenuma gönderilmesiyle mide çalışmasının durduğu gözlenmiştir.

Az miktarda alınan sodyum bikarbonat ise, midede tamamen dağılıp duodenuma geçmediğinden, mide çalışmaları artmaktadır. Sodyum bikarbonatın birbirine zıt iki endikasyonu vardır: Hipopeptik midelerde, yemekten önce az miktarda içilen sodyum bikarbonatlı su, mide faaliyetini arttırır.

Hiperpeptik midelerde ise, yemekten sonra fazla miktarda ve uzun süreyle alınan sodyum bikarbonatlı su, mide salgısını azaltır. Sodyum bikarbonatlı suları içmek suretiyle midenin şimik elemanlarında sağlanan bu değişiklik, hiçbir zaman sürekli değildir.

Ancak, bu sularla yapılan tedavi sonucu, su içinde kolloidal ve iyonize halde bulunan madenler aracılığıyla midenin sinir sisteminin normal düzende işlemesi sağlanmış olur. Bu suretle, şimik elemanlarının hiç değişmemesine rağmen, mide çalışmalarının yoluna girmesiyle hastanın ıstırap ve şikayeti kaybolur. Saf sodyum bikarbonatlı suların içilmesi, bir miktar kabızlığa da neden olur.

Bu durum, aslında alınan gıdaların tam sindirilip sindirilmemesine bağlıdır. Bazılarında zaman zaman diyareler görülür. Bu gelişme, bağırsağa bol miktarda safra dökülmesinden ileri gelir. Bağırsağa inen sodyum bikarbonat, midede olduğu gibi, bağırsağın da salgı ve hareketlerini arttırır.

Sodyum bikarbonatlı sularda, bikarbonatla birlikte sülfat ve klorür iyonları, bunların yanında da az miktar magrıezyum iyonu bulunur. Bu tür sular içildiğinde, içeriğinde bulunan tuzlar nedeniyle, bağırsak üzerinde birtakım etkileri görülür. Magnezyum, bağırsak hareketlerini düzenleyerek, spazm ve atoniden ileri gelen kabızlık halinin önüne geçer ve bağırsak kaslarının normal işlemesini sağlar.

Pankreas üzerinde, salgısını azaltıcı bir etki yapsa da, fermanlarını arttırdığı kabul edilmektedir. Sodyum bikarbonatlı suların karaciğer ve safra yolları üzerindeki tesiri çok önemlidir.

Öncelikle, karaciğer ve venaportea'daki kan dolaşımında büyük değişiklikler meydana getirir. Karaciğerin, kan kütlesine depoluk görevi yaptığı bilinmektedir. lçilen su, venaportea'da tansiyonu azaltmak veya çoğaltmak suretiyle, karaciğerdeki kan dolaşımı üzerinde etkisini gösterir. Ilk zamanlarda tansiyon yükselmesiyle birlikte hemoroid krizlerine rastlanır. Sonra, venaportea'da tansiyon düşüklüğü olur ve karaciğerin kanı çekilerek küçülür.

Karaciğerin retiküloendotelyal hücrelerinde bulunan, hemoglobin kaynaklı bilirubin, ürobilin ve sterkobilin halindeki pigmanlarının pek çoğu, safrayla birlikte dışarı atılır. Kanda bilirubin, litrede 0.015 gram kadar bulunur.

0.050 gramdan fazla olursa, ikter hali görülür. Sodyum bikarbonatlı suların içilmesi suretiyle yapılan tedaviyi müteakip, kandaki bilirubin miktarının normale indiği ve subikterik rengin kaybolduğu tespit edilmiştir.

Idrarda ise, tedaviye başlandıktan bir hafta sonra ürobilinin azalmaya yüz tuttuğu ve tedavi sonunda da hastaların % 70'inde önemli miktarlarda azalma olduğu anlaşılmıştır.

Bu arada, safra içinde pigmanın çoğaldığı, aksine diğer safra tuzlarının azaldığı gözlenmiştir. Sodyum bikarbonatlı sularla yapılan tedaviden sonra, kandaki kolesterol miktarı da eksilir. Kanda kolesterolün çoğalması, önemli bir beslenme bozukluğunun ve karaciğerin yetersizliğinin ifadesidir.

Kanda kolesterolün azalması ise, bu suların safra salgılanmasını etkilernesinden kaynaklanmaktadır. Bol miktarda salgılanan safrayla birlikte kolesterol da dışarı atılır.

Sodyum bikarbonatlı suların, aynı zamanda safra salgılatıcı ve döktürücü etkileri vardır. Safra döktürücü etkisiyle, hastalıklı olan safra yollarının temizlenmesi, drenajı sağlanır.

Safra salgılatıcı etkisiyle, vücutta anormalolarak tutulan pigman, kolesterol ve diğer safra tuzları da dışarı atılmış olur. Sodyum bikarbonatlı sular damar içine enjekte edildiğinde, karaciğerin safra salgılamasında hiçbir değişiklik görülmez. Halbuki aynı suyun mide yoluyla verilmesi halinde, % 60 olayda safra salgılamasının iki misli arttığı görülmüş. Sodyum bikarbonatlı suların safra salgılatıcı özelliği, suyun içindeki madenierden ziyade, mide yoluyla duodenuma geçerek orada uyandırdığı refleksten veya sekretin çıkmasına neden olmasındandır.

Sodyum bikarbonatlı suların etkisiyle salgılanan safra daha suludur. Safranın pH değeri normalde Tdir. Enfekte olan safranın pH değeri 4'e kadar iner.

Bu sular içildiğinde, safra alkalenleşmekte ve içinde mevcut paratifo ve koli basilinden kaynaklanan iltihaplar giderilmektedir. Safranın pH'1 S'den aşağı düşerse kolesterol çökmeye başlar.

Bu bilgilerden anlaşılacağı üzere; sodyum bikarbonatlı sularla yapılan tedavilerde, safranın pH oranının yükseltilme si suretiyle, safra taşı oluşumunun önüne geçilebileceği gibi, anjiyokolitlerin de tedavisi sağlanabilir.

Su içildiği anda, ilkin safranın geçici bir süreyle asitleştiği, ancak içme tedavisinin sonunda, sürekli ve açık bir şekilde alkalene dönüştüğü deneylerle tespit edilmiştir. Sodyum bikarbonatlı sularla yapılan tedaviden sonra, safra içindeki lökosit miktarının azaldığı ve mikropların yokolduğu da görülmüştür.

Ancak, sodyum bikarbonatlı suların, vücut dışındaki mikroplar üzerinde bir etkisinin olmadıgı dikkate alınacak olursa, safra yollarındaki bu iltihabın, safranın alkalen hale gelmesiyle giderildiği anlaşılmaktadır. Sodyum bikarbonatlı suların safra salgılatıcı etkisi kadar, safra döktürücü etkisi de önemlidir. Bu sular, duodenuma indiğinde, mukozoda uyandırdığı bir refleksle, peristaltik hareketi başlatır.

Bu harekete Oddi büzgüsü de katılır ve duodenum gevşer ve açılır. Bu açılmayla birlikte, safra yollarında biriken 'p.: safrası barsağa dökülür. Sodyum bikarbonat duodenuma geldikten sonra, yine refleks yoluyla, bazılarına göre sekretin, bazılarına göre de cholesistokinetin gibi maddeler salgılanır. Bunların tesiriyle safra kesesi kasılır ve içindeki 'B' safrasını dışarı atar.

Bundan sonra, karaciğerden yeni salgılanan 'C' safrası bağırsağa akmaya başlar. 20 günlük kür süresince, safra yolları bu şekilde drene edilerek temizlendiIti gibi, Oddi büz güsü de normal tonisiteyi kazanarak yollarda safra birikiminin önüne geçilmiş olur.

Sodyum bikarbonatlı sular içildiğinde, Oddi büzgüsünün tonisitesi arttığından kuvvetli bir kapanma hareketi olur.

Bu sırada, mideden venaportea yoluyla karaciğere geçen maden suyu, karaciğer hücrelerini çalıştırarak safra salgılanmasını sağlar. Bilim adamları, koledokla safra kesesindeki basıncı ölçmuşler ve kesedeki basıncı daha fazla bulmuşlardır. Buna göre; Oddi büz güsürıün kapanmasıni müteakip karaciğerden gelen safra koledokta biriken basıncı arttırmadıkça kese içine taze safra giremez.

Oysaki, kese içindeki safra diğer yollardaki safradan daha koyudur ve içinde bu koyu safra bulunduğu sürece kesede hiçbir hareket görülmez. Maderı suyunun tesiriyle, karaciğerden salgılanarak gelen sulu safra, addi büzgüsü kapalı durdukça, safra yollarındaki basıncı arttırarak kese içine girecektir.

Böylelikle, kesedeki safranın sulanması ve kesenin gerilmesiyle sağlanan hareket basıncı nedeniyle 'B' safrasının bağırsağa akışı gerçekleşecektir. Eğer bu sırada, midede halen su bulunuyorsa, addi büzgüsü kapanmaya devam edeceğinden, safra yollarında ve kesede basınç çok artar, kesenin safrayı dışarı atmak için gösterdiği gayret koliklere neden olur.

Ancak, midedeki su sıcaksa veya mide ve karaciğer üzerine sıcak su tatbik edilirse, addi büzgüsünün tonisitesi artar, kapalı bulunmasına karşılık kesenin ve safra yollarının gevşemesi sağlanır. Böylelikle, keseye daha çok sulu safranın girmesine yardım edilmiş olur. Bu esnada addi büzgüsü de açılır, yollarda ve kesede fazla miktarda biriken safra duodenuma akar.

Karaciğerden gelen sulu safrayla karışan sodyum bikarbonatlı suyla bütün yollar yıkanmış olur.

Anjikolit, kolesistit ve kesesinde taş bulunan hastalara soğuk su içirilmesi, addi büzgüsünü uzun süreli kapalı tutacağından ve safranın iyice sulanmadan keseye ulaşmasına neden olacağından doğru değildir. Suyun mideden çabuk boşalmasını sağlamak, addi büzgüsünü arada sırada açmak, bu arada kesenin fazla basınca dayanıklılılığını arttırmak için, suyu sıcak ve azar azar, sık aralıklarla içmek uygun olur. Ancak, midenin şişkinliğini önlemek ve fazla karborıdroksiti kaçırmak üzere önlem alınması gerekir.

Sodyum bikarbonatlı suların mideden kolaylıkla karaciğere geçebilmesi için, su içildikten sonra hastayı arka üstü yatırmak venaportea'daki kan dolaşımını kolaylaştırmak bakımından çok faydalıdır.

Glikojenik düzensizlik, sodyum bikarbonatlı sular sayesinde, 15 günlük bir kürden sonra normale döner. Yapılan araştırmalar, bu suların hiperglisemi üzerinde indirici tesiri olduğunu göstermiştir. Özellikle, karaciğer fonksiyonundaki bozukluğa bağlı olduğu zaman çok olumlu sonuçlar elde edilmektedir.

Karaciğerin, glikoz metabolizması üzerindeki etkisinin yanısıra, protidik ve lipidik fonksiyonunu da düzelttiği tespit edilmiştir. Karaciğerin bu antitoksit özelliği, sodyum bikarbonatlı sularla kuvvetlenir. Anafilaksi, ilaçlara karşı dayanıksız lık ve bazı alerjik haller, bu sularla yapılan kürden sonra çok azalır.

Karaciğerin over fonksiyonuyla da sıkı ilişkisi olduğu bilinmektedir. Sodyum bikarbonatlı sularla, sadece karaciğer uzerine yapılan tedavi sayesinde birçok kısırlık olayının, güç ve geç adet görmenin önüne geçildiği görülmüştür.

Sodyum bikarbonatlı sular idrarı hem çoğaltır, hem de asiditestni azaltır. Az miktarda içilen sular, idrarı belirgin bir şekilde alkalen yapar. Zengin sodyum bikarbonatlı sular, souk karbondioksit gazından daha iyi diüretiktir. Bu sularda da diüreziyi karbondioksit sağlamaktadır. Bir çok olayda; idıarda üre fazlalaşır ve ürik asit azalır. Vücuttan atılan ter alkalen olur.

Mukozalardan dışarı atılan sodyum bikarbonat, bu oranların çıkardığı müküsü sulandırır, koyuluğunu ve yapışkanlığını giderir. Mide içinde dağılmayan sodyum bikarbonat, kana karı.ırak onu alkalenleştirir. Kanın alkalenliği oksidasyonu arttırır, Bu sonuç la ilgili düşüncelerde farklılıklar bulunmasına rağmen, alkalen suların vücutta oksidasyonu arttırdığı, kandaki glikozun fazlaca yanarak azaldığı ve bu suların, özellikIt' karaciğerin parankim hücrelerine yaptığı özel bir etkiyle, hıı organın normal çalışmasını pek belirgin olarak arttırdığı alışılmıştır.

Günümüzden yüz yıl önce, sodyum bikarbonatlı suların lup hastalığa iyi geldiği düşüncesi hâkimdi. Günde 3040 ram sodyum bikarbonat alınacak kadar su içilirdi. Bu tarz su ecenler, sonunda kaşeksi derecesinde zayıflıyorlardı. Uzun süre, bunun sodyum bikarbonattan ileri geldiği salmıştı.

Oysaki köpekler üzerinde yapılan denemelerde, hiçbir zaman kaşeksi hali oluşmamış ve bazılarının iddia ettiği gibi kanın alyuvarları azalmamıştır. Bu tür kaplıcalardaki hastalarda kür uygulanmasına başlandığı ve bitirildiği günlerde yapılan alyuvar sayımlarında hiçbir değişiklik tespit edilmemiştir. Bugün, bikarbonatlı suları fazla içenlerde görülen zayıflamanın, mide ve barsallarda meydana gelen bozukluk nedeniyle oluştuğu ve hastanın beslenme sorunundan kaynaklandığı anlaşılmıştır.

3. İyon etkisi: Sodyum bikarbonatlı sularda, klorür ve sülfatla birlikte litin, demir, arsenik, silis, kalsiyum ve magnezyum gibi iyonların da bulunması, sodyum bikarbonatın bilinen etkisinden çok farklı sonuçlar elde edilmesine neden olmuştur.

Sodyum bikarbonatlı sulardan birçoğunun kaynağında çıkan kükürtlü hidrojenin, karaciğer hücrelerinin normal işlemesinde büyük önemi olduğunu iddia edenler vardır. Vichy'nin Grand Grille suyunun, aynı bileşimdeki diğer sulardan daha çok karaciğer hastalıklarına iyi gelmesi, bu kaynakta bulunan kükürtlü hidrojene bağlanmaktadır. Sodyum bikarbonatlı sularda bulunan bikarbonatlı demir, anemik hastaların düzelmesinde büyük önem taşır.

Bu suların hepsinin aynı fizyolojik etkiye sahip olduğunu sanmak çok yanlıştır. Içeriğindeki karışık iyonlar ve bunların miktarlarındaki değişiklik, her kaynağa ayrı bir özellik verir. Bu nedenle, sodyum bikarbonatlı suların asıl fizyolojik etkileri, yukarıda bildirilen temel bilgilerin ışığı altında, her kaynak için ancak yerinde yapılacak inceleme ve araştırmalar sonucunda belirlenebilir.

Sodyum bikarbonatlı sular, banyo esnasında deri üzerindeki yağları sabunlaştırarak temizler ve cilt bezlerinin ağızlarını tıkayan yağlı maddeleri bertaraf ederek, derinin görevlerini normal koşullarda sürdürmesine yardımcı olur. Bir iki banyodan sonra temizlenen deriye iyonların birçoğu girerek, deriyle birlikte diğer organların çalışmalarında önemli değişiklikler yaratır.

Bu tür sulardan, mukoza üzerinde mi+üşü eritici ve yumuşatıcı yapması nedeniyle, gargara yapılmak suretiyle de yararlanılır.

Tedavi Edici Özellikleri:

Bu sulardan yararlanacak hastalıklar başlıca üç bölümde toplanır

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp