Görme

Görme : Belirli bir dalgaboyundaki elektromagnetik ışınların (görülebilir ışınlar) verdiği uyanların algılanmasını sağlayan duyu işlemi. Bu uyarılar özel alıcılar tarafından toplanarak beyin kabuğunda yer alan özel bir merkeze (görme merkezi) taşınır. İletiler beyinde ışık uyaranının az ya da çok karmaşık özelliklerine ve kişinin uyaranlar konusunda o ana kadar edindiği deneyimlere bağlı olarak yorumlanır ve bilinçli görme ortaya çıkar. Görme duyusunun ortaya çıkmasını sağlayan organ gözdür. Göz bir fotoğraf makinesi gibi çalışır; irisin yapısında bulunan gözbebeği bir diyafram gibi genişleyip daralır ve göze giren ışığın gücünü kontrol eder, kornea (say- damtabaka) ve göz merceği ışık ışınlarının bir odakta toplanarak gözdibindeki duyarlı bölgeye düşmesini sağlar.

Bu duyarlı bölge retina (ağtabaka) adını alır. Özellikle mercek kirpiksi kasların kasılmasıyla dışbükeylik derecesini değiştirerek retina üzerine düşen ışın miktarını belirler. Işık kaynağı ile göz arasındaki uzaklığa bağlı olarak merceğin dışbükeyliğinin değişmesi uyum adını alır. Bakılan nesne göze 7 m'den daha yakınsa uyum mekanizması devreye girerek gözün kırma yeteneğinin 12 diyoptriye(*) kadar artmasını sağlayabilir. Uyum ile retina üzerine düşürülebilecek en yakın nokta çocukta yaklaşık 8 cm, 20 yaşında yaklaşık 10 cm, 60 yaşında yaklaşık 80 cm uzaktadır. Yaşlanmayla birlikte mercek esnekliğini kaybeder. Uyumun azalması hiper- metropluğa (yakındaki nesneleri iyi görememe) neden olur.

Görüntünün retina üzerine düşürülmesinde irisede önemli bir görev düşer. Gerçekten de, gözbebeğinin çapı ne kadar küçükse, retina üzerindeki odakta oluşan görüntünün alan derinliği o kadar büyüktür. Retinada ışık yansımalarını algılamak üzere özelleşmiş duyarlı yapılar vardır; bu alıcılara koni ve çubuk hücreleri adı verilir. Bu yapıların retinanın pigmentli epiteliyle bağlantılı dış bölümlerinde çok sayıda basıklaşmış disk vardır; bunlar birbirinin üzerine binmiş ve hücrenin eksenine yatay biçimde yerleşmiştir. Bu disklerde ışığa oldukça duyarlı pigmentler (görme pigmentleri) yer alır. Görme pigmentlerinin kimyasal yapısı birbirine benzer; bunlar özel bir protein olan opsin (yapısı çeşitli pigmentlere göre değişir) ile A vitamininden türeyen ka- rotenoitten oluşur. Bu iki molekülün birleşmesi retina- lopsin adlı bileşiğin oluşmasını sağlar.

Böylece ışık alıcısının zarındaki potansiyelde bir değişiklik oluşur, bu değişiklik ışık uyaranının gücü ile bağlantılıdır. Işık uyaranı belirli bir değere ulaştıktan sonra ışık alıcısı ile retinanın sinir hücreleri arasında bulunan aralığa (si- naps) bir kimyasal iletici salınır. İleticinin etkisiyle oluşan eylem potansiyeli görme siniri yoluyla beynin görme merkezine taşınır. Daha sonra özel bir enzim reti- nalin izomerleşmesini ve izomerin opsin ile yeniden birleşmesini sağlar; böylece görme pigmenti sürekli olarak yenilenir. Çubuk hücrelerde yer alan pigment ro- dopsin, konilerde yer alan ise iyodopsindir. İyodopsi- nin üç değişik tipi görülebilen ışık tayfı içindeki kırmızı (723-647 nm), yeşil (575-492 nm) ya da mavi (492-450 nm) ışığa duyarlıdır; kural olarak her bir koni hücresi tek bir iyodopsin tipi içerir.

Böylece, renklerin algılanması konilere bağımlıdır. Tonlama ve gölgeleme ise kırmızı, mavi ve yeşile duyarlı olan konilerin sinyallerinin bir araya gelmesi sonucu oluşur. Koniler özellikle retinanın merkez bölgesinde yoğunlaşmıştır. Bu bölge fovea adı verilen ve görmenin en keskin olduğu bölgeye yakındır. Koniler çubuk hücrelerden daha az duyarladır ve ışığın bol olduğu gündüzleri görmeyi sağlar. Çubuk hücreler ise renklere duyarlı değildir. Bunun nedeni, çubuk hücrelerin içerdiği rodopsinin belirli dalgabo- yundaki ışıklara karşı seçici bir duyarlılığının bulunmasıdır. Öte yandan çubuk hücreler çok sayıda pigment içerdiğinden genel anlamda ışığa konilerden daha du- yarlıdır.

Özellikle retinanın çevre bölümlerinde yerleşmiştir ve ışığın zayıf olduğu zamanlarda görmeyi sağlar. Koni ve çubuk hücrelerden oluşan görme sistemleri birbirinden bağımsız çalışır. Gözün karanlığa uyum sağlaması, konilerle görmeden çubuklarla görmeye geçişle gerçekleştirilir. Bu ise rodopsinin yeniden oluşmasını gerektirdiğinden yaklaşık 20 dakikalık bir süre gerektirir. Yirmi dakikadan sonra retinanın ışığa duyarlılığı giderek artar. Konilerin ve çubuk hücrelerin görme pigmenti içeren uzantıları retinanın pigmentli epitel hücreleriyle sarılmıştır. Epitel hücreleri retinanın katmanlarını aşan ışık ışınlarını emerek görüntünün bulanıklaşmasına yol açacak yansımaları engeller. İnsan gözü dalgaboyları 400-760 nm arasında olan elektromag- netik ışınlara duyarlıdır.

Bu sınırlar içinde retina çok duyarlıdır; ışığın algılanması için 10 birim enerji yeterli- dir. Retinadaki koni ve çubuk hücreler çift kutuplu si nir hücrelerine, bunlar da gangliyon sinir hücrelerine bağlanarak optik papilla (kör nokta) adlı oluşumda son bulur. Bu yapı çeşitli sinirlerin birleşmesi sonucu görme sinirinin oluştuğu yerdir. Retinanın fovea adlı, görmenin en keskin olduğu bölgesinde her koni yalnız tek bir çift kutuplu hücreyle, bu da tek bir gangliyon hücresi ile birleşir. Retinanın öteki bölgelerinde ise birçok ışık alıcısı tek bir gangliyon hücresi ile bağlantı kurar. Bu da uyaranların toplanarak çoğalmasına ve duyarlılığınartmasına yol açarsa da, görme keskinliğinin azalmasıyla sonuçlanır.

Retinada başka sinir hücreleri de yer alır; bunların uzantıları yatay olarak ilerleyerek ışık alıcıları, çift kutuplu hücreler ve gangliyon hücreleri arasında bağlantı oluşturur. Bu bağlantılar hücrelerin etkinliğinin güçlenmesine yol açar. Böylece retina, bileşenleri arasındaki ilişkilerinin karmaşıklığı ve çokluğu nedeniyle görmenin ilk aşamasının gerçekleştiği bölgedir. Kafa çiftlerinden biri olan görme siniri gözküresin- den çıkarak önce göz çukuru (orbita) içinde ilerler, sonra görme deliğinden çıkarak kafa içine girer. Kafanın öteki yansından gelen görme sinirini bir bölgede çaprazlayarak görme siniri çaprazını (optik kiyazma) oluşturur. Bu yapı, kamamsı kemik ile hipotalamusun ön yüzeyinde yer alır.

Çaprazdan sonra sinir lifleri görme yolu adını alan bir demet halinde talamusta(*) yer alan bir çekirdekte son bulur. Liflerin bir bölümü ise mezensefalonun (orta beyin) çatısında bulunan üst dördüz çıkıntılarda son bulur. Bunlardan kafa ve omurilikteki hareket sinirlerine giden lifler çıkar; çevrenin ışık durumuna göre gözbebeğinin genişlemesine ve daralmasına yol açan reflekslerin oluşmasını sağlar. Tala- mustaki çekirdekten çıkan lif demeti beynin her iki yarıküresinin derinliklerine dağılır. Bu lifler retinadan kaynaklanan sinirsel uyanları beyin kabuğuna iletir. Bu bölge artkafa lobunun iç yüzündeki yanğın iki yanını ve tabanını oluşturur; görmeden sorumludur.Bu bölgeye aynca görme alanı ya da çizgili alan adı da verilir; retinanın çeşitli bölgelerinden gelen uyaranlar burada duyarlı bir dağılım gösterir.

Yanğın üst yüzünde retinanın üst bölümlerinden gelenler, alt yüzünde ise alt bölümlerinden gelenler vardır. Görme bölgesinin büyük bölümü foveadan gelen uyaranlara yamt verir; retinanın çevre bölgelerinden kaynaklanan uyaranlar bu alanda ancak sınırlı ve yüzeysel bir bölgeyi uyarır. Görme bölgesinde saf olarak görme duyusunun oluşmasını sağlayan alanlar bulunur; başka beyin bölgeleriyle bağlantı içinde olan bu alanlarda manzara ve hareket gibi görüntüler algılanır.Çevreden gelen sinirsel uyaranların, hangi mekanizma ile görme duyusu haline dönüştüğü tam olarak bilinmemektedir. Görme duyusu, ışık duyusu, biçimleri algılama ve renk algısının birleşmesi sonucu oluşur.

Işık algısı (duyusu) ışığı görme ve ışığın şiddetlerini birbirinden ayırt edebilme yeteneğidir. İki ya da daha fazla ışık uyaranını birbirinden ayırt edebilme kapasitesi ve biçimleri algılama, görme keskinliğini ortaya çıkarır. Renk algısı, dalgaboyları birbirinden farklı olan iki ya da daha fazla ışık uyaranını birbirinden ayırt etme yeteneğidir. Bu da konilerin üç temel renk olan kırmızı, yeşil ve mavinin dalgaboylannı birbirinden ayırt edebilme yeteneğiyle gerçekleşir. Bu üç rengin uyaranlarının farklı yoğunluklarda birbiriyle birleşmesi sonucu öteki renkler algılanır. Görme çaprazında görme siniri liflerinin bir bölümü çarpazlaşarak beynin öteki yansına doğru yöneldiğinden beynin iki yansı da iki gözden birden gelen uyaranları almaktadır.

Her gözün görme alanı yaklaşık olarak yatay düzlemde 60 derecelik bir açıyı, dikey düzeyde ise 145 derecelik bir açıyı kapsar. İki göz de öne doğru yöneldiğinden görme alanları yaklaşık 120 derecelik bir yatay düzlemde birbiri üzerine biner; böylece görme alanı yatay düzlemde 200 dereceye kadar genişler. Bu nedenle, dış dünyanın büyük bölümü her iki göz tarafından aynı zamanda görülebilmektedir. Bu da iki retina üzerine düşen görüntülerin tek görüntü halinde algılanmasının anatomik temelini oluşturur. Böylece cisimler üçboyutlu görülebilir.

Her iki gözden gelen görüntülerin beyin düzeyinde birleştirilebilmesi için çeşitli gözhareketlerini gerçekleştiren göz kaslarının birbiriyle uyumlu olması gerekir. Yakındaki nesnelere bakarken görme eksenlerinin birbirine yaklaştınlması, bir nesneye bakarken baş hareket halindeyse bakışların sabitleştirilmesi ya da hareketli bir nesneye bakılırken bakışın nesneye sabitleştirilmesi hep bu kasların görevleridir. Bu hareketler görüntülerin her iki ağtabaka üzerinde uygun bölgelere düşmesini, çift görmenin oluşmamasını sağlar.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp