Zikirle Tedavi

Zikirle Tedavi :

Zikir; tüm dinlerin, özellikle Uzak Doğu tıbbının (meditasyon ve yoga örneklerinde olduğu gibi) tavsiye ettiği bir uygulamadır.
Bu, Uzak Doğu için bir tedavi yöntemidir. Müslüman toplumlar için hem bir ibadet hem de manevi bir rahatlamadır.

İslam‘da insanlar zikri bir ibadet olarak yaparken, onun ikincil etkisi olan zihinsel ve ruhsal rahatlamadan da istifade eder.
Görevlerini yapmış olmanın rahatlığı da buna ilave olur. Zikir belli bir süre sonra uygulayıcının derin transa girmesini sağlayacak yönde etki eder.
Bu trans durumu ciddi anlamda bir rahatlama meydana getirir.

Uzak Doğu'da da insanların din kavramının dışında tuttukları meditasyon ve yoga, bir mantranın zihinde tekrarlanması ile yapılan uygulamalarda zikirden farksızdır.
Bu uygulamaların meydana getirdiği rahatlama için tercih edilmeleri, bunların dinle ilgili ve yapılması gereken önemli bir görev olarak değerlendirilmemesi, onların farklı bir konumda kalmasını sağlamaktadır.
Zikre bu kadar çok benzemeleri kimi zaman bu yöntemlerin Uzak Doğu dinlerinin tarikatları olarak adlandırılmalarına sebep olmaktadır.
Dışarıdan bakan insanların böyle bir sonuca varmalarını yadırgamamakla birlikte, bu görüşe tamamen katılmıyorum.

Bu tip tartışmalardan ziyade, bizim üzerinde yoğunlaşmamız gereken konu, zikrin sağlığımıza yapmış olduğu katkının analizini yapmaktır.

Zikir; sadece ses anlamı olan bir kelimeyi zihinden söyleyerek transa girme hali değildir. Mantra ile mukayese dahi edilemeyecek kadar büyük, evrenin yaratıcısının adının zihinden söylenilmesi halidir.
Zikirdeki trans haline cezbe denilmekte ve zaman zaman televizyonda yanaklarına, karınlarına şiş batırarak gösteri yapanların durumu buna örnek verilmektedir. Aslında bunun bir gösteri edasıyla yapılması hiç de hoş olmayan manzaralar ortaya çıkartmaktadır.
Fakat ben bu tip gösterileri bir tür şarlatanlık olarak değerlendiriyor ve kabul etmiyorum.

Bu bir ibadet amacıyla yapılıyorsa, ibadetin gizli olanının makbul olduğu bilinirken, bu gösterilerin ulu orta yapılmasının hiç de haklı, mantıklı ve makul bir sebebi olamaz.

Sınırsız Evrenden Minyatür Evrene

Gözlerinizi yumun ve evrenin sınırsız büyüklüğünü düşünün. Dünyamızın dışındaki uzayı ve daha ötelerini. Başının ve sonunun olmadığı, sınırlarının bilinemediği bir büyüklük. Sonra bu sınırsız büyüklüğün içinde, toplu iğne başı büyüklüğünde samanyolu galaksisini düşünün. Bu devasa büyüklüğün içinde acizane minik küçük bir alan. Bu samanyolu galaksisi binlerce yıldız, gezegen ve meteordan oluşmuş bir alandır. Binlerce gezegen arasında yine çok minik bir alanda güneş sistemi vardır. Bu güneş sisteminin ufak bir gezegenidir dünyamız.

Dünyanın içindeki insanın küçüklüğü, evrenin içindeki dünyanın küçüklüğüne göre yine önemli bir büyüklüktür.
İnsan beyninde, güneş sisteminin içinde bulunan gezegenler gibi değişik büyüklüklerde, hormon salgılayan nukleuslar (çekirdekler) vardır.
Bu hücre grupları, insan beyni ve organizmasını, ruh dünyası ile birlikte idare edebilme gücüne sahiptirler.

Astrolojik özellikler bakımından beyinde bulunan her nukleus, güneş sistemimizdeki bir gezegenin anlam ve etkileri ile özdeş halde bulunmaktadır.
Daha geniş bir açılımla aslında insan, sınırsız evrenin içinde bulunan minyatür evren anlamına gelen tek canlıdır.
O, âlemlere (tüm evrene) rahmet olarak gönderilecek kadar yücedir ve evrenin içindeki gerçek yaşam yolculuklarının en önemli kahramanıdır.

Mutmainliğe Doğru

Zikir, sınırsız evrenle minyatür evren olan insanın arasındaki bağlantıyı sağlayan bir köprüdür.
Sınırsız evren içinde insan küçüklüğünü hissederken aynı zamanda bu evrenin yaratıcısıyla bağlantı kurabilecek kadar büyüklüğünü hisseder.
Bu küçüklükle birlikte yaşanılan büyüklük hissi bir ikilem gibi gözükse de, varoluşumuzun gerçek boyutlarına bizi ulaştırabilecek kadar da özgürlüğümüzü sağlar.
Bir eminlik duygusu kazandırır. Kurduğu bağlantı ile bu eminlik duygusunu elde etmenin ardından, kendine olan güven duygusunu ve gerçek iç huzuru (mutmainlik duygusu) meydana getirir.

Bocalayan, hayatın anlamını keşfetmenin mücadelesini veren insanın asıl ulaşmayı amaç edindiği gerçek, iç huzuru ve hoşnutluğu işte bu mutmainlik halidir.
Bu mutmainlik hali mutluluktan öte bir kavramdır. Mutmainlik tam bir gönül, ruh, beden, zihin olarak rahatlığa ulaşmadır.

Yozlaşmış, alabora olmuş, hayatın entrikaları ile boğuşmaktan yılgınlığa uğramış insan, içinde hissetmiş olduğu boşluğu, ancak mutmainlik duygusu doldurabilir.

Kur'an-ı Kerim'de "Ve Rabbini içinden yalvararak ve korkarak ve yüksek olmayan bir sesle sabahları, akşamları zikret ve gafillerden olma.”
"Artık onların dediklerine sabret ve güneşin doğmasından evvel ve batmasından evvel Rabbine hamd ile tesbihte bulun.
Ve gece saatlerinde de tesbih et ve gündüzün etrafında da. Ta ki sen hoşnut olasın." "Onlar o zatlardır ki, Allah'ın zikriyle kalpleri mutmain olduğu halde iman etmişlerdir.
Haberiniz olsun ki, kalpler ancak Allah'ın zikriyle mutmain olur."

Mutmainlik duygusu, insanın farklı bilinç halleri arasında en doğal ve orijinal halidir.
Bu bilinç boyutunda insan aurası da, rengarenk katmanları ile muhteşemliğini, gözleri kamaştırırcasına ortaya çıkarır.
Yaşanan her saniyenin lezzeti; zihin, beden ve ruhun gizemli dünyasının tüm derinliklerine ulaşır.

Peygamberimiz bir hadisinde; "Allah'ın zikri şifa, insanların zikri ise derttir."buyurmuşlardır.

Birçok zihinsel ve psikolojik rahatsızlıkta, özellikle psikosomatik rahatsızlıklarda zikrin önemli bir etkisi vardır.
Bu etki John Horgan adlı araştırmacının ABD'de yayınlanmakta olan Bilim dergisinin (Scientic American) Ocak 1994 sayısında "Dağınık işlevler" adlı makalesinde açıklanmaktadır.

John Horgan, "Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı var mı?" sorusuna yanıt arıyor ve 1993 yılında yapılan deneylerden yola çıkarak önemli sonuçlara ulaşıyor.

Dağınık işlevler

Beyinde entegrasyonu sağlayan beyin üstü bir yapı mı var? Modern nöroloji bilimlerinde tanımlanan haliyle beyin, hastaneye benzer.
Örneğin beynin dil ile ilgili bölümünde bazı nöronlar (sinir hücreleri) yalnızca özel isimleri, bazı nöronlar ise yalnızca düzensiz fiilleri kavramaya yönelik çalışırlar.
Görme ile ilgili bölümünde, sinir hücrelerinin bir bölümü turuncu kırmızı renklere, bir bölümü güçlü kontrastlı diyagonal çizgilere, bir kısmı ise soldan sağa hızlı hareketlere yönelik çalışırlar.
Şimdi sorulması gereken soru, beynin değişik bölgelerinin sahip olduğu bu son derece özelleşmiş işlevlerini nasıl yeniden bir araya getirilerek, düşünce ve algılamanın bileşimi olan aklı oluşturduğudur.

Geçen yıl içinde Washington Üniversitesi'ndeki araştırmacılar tarafından ortaya konulan tamamlayıcı bulgular, insanlar üzerinde PET ile yapılan çalışmalardan kaynaklanıyor.
Deneyde gönüllülere, isimler içeren bir liste veriliyor ve kendilerinden bu isimleri yüksek sesle okumaları ve her isimle ilişkili bir yüklem söylemeleri isteniyor.
Örneğin, "köpek" sözcüğü okununca "havlamak" gibi bir yüklem söylenmesi gerekiyor.

Bu deneyde, pre-frontal ve cingulate korteks de dahil olmak üzere, beynin pek çok farklı bölgesindeki nöron aktivitesinde artış gözleniyor.
Aynı isimleri içeren listenin sürekli olarak tekrarlanması nöron aktivitesinin değişik bölgelere yayılmasına yol açıyor.
Gönüllülere yeni bir isim listesi verildiğinde ise, nöron aktivitesinin arttığı ve ilk bölgelere döndüğü görülüyor.

Bu deney, beynin bir bölgesinin sözcük türetmeyi gerektiren kısa süreli bellek görevi gördüğünü, ama iş otomatikleştikten sonra beynin başka bir bölümünün bu görevi devraldığını gösteriyor.
Diğer bir deyişle, bellek yalnızca içeriğine göre değil, aynı zamanda işlevine göre bu bölümlere ayrılıyor.
Washington Üniversitesi'nden Steven E. Petersen, bu sonuçların Goldman-Rakic'in düşünceleriyle uyum içerisinde olduğunu söylüyor.

Peki nasıl oluyor da beyindeki bu özelleşmiş alanlar birbirleriyle büyük bir uyum içerisinde çalışabiliyorlar?
Aktiviteler tek bir merkezden mi, yoksa beyne yayılmış olan bir çeşit entegrasyon ağı tarafından mı koordine ediliyor? Petersen; algılama, bellek ve istemin entegre edildiği bir tek lokalize alan ya da lokalize olmuş birkaç alan bulunduğu düşüncesini savunuyor.
Goldman-Rakic'in görüşleri ise, farklı fakat eşdeğer bölgelerin birbiri ile bağlantı ve ilişki içerisinde bulunduğu hiyerarşik olmayan bir modele daha yakın.
San Diego'daki Kalifornia Üniversitesi'nde bellekle ilgili araştırmalar yapan Larry R. Squire "Hızla gelişen teknolojinin son ürünlerinden biri olan mikroelektrotlar, vücuda zarar vermeyen görüntüleme teknikleri (örneğin PETve Manyetik Rezonans ile Görüntüleme gibi) ve bilgisayarlar sayesinde bu sorunların yakın bir gelecekte yanıtlanacağından ve deneysel bilgilerle yeni modeller oluşturulabileceğinden umutlu. Squire'ın da dediği gibi "Bu teknolojik destek olmadan artık hiçbir şey yapılamaz."

Gerçek Ruhsal Arınma

Meditasyonu zihinsel, bedensel ve ruhsal bir arınma olarak gören; zikre ise irticci, ilkel bir davranış olarak bakanların büyük bir yanılgı içinde olduklarının ispatıdır bu makale.
Gerçekten de zikir, beynin bazı bölgelerindeki hücre grupları arasında üretilen bioelektrik ve manyetik enerjinin (zikrin bir süre devamı halinde) bu bölgelerden taşarak enerjisiz bulunan diğer bölgelere de yayılmasını sağlayarak olağanüstü bir farkındalık duygusu yaşamamızı sağlar.
Genel olarak beyindeki manyetik gücün artmasına ve auranın muhteşem bir şekilde düzelmesine/güçlenmesine neden olur.
Beyindeki bu olumlu gelişme tüm bedene, zihne ve ruhun derinliklerine kadar tesir ederek, asıl sağlıklı olma hali olan mutmainliği meydana getirir.

Gerçek mutmainlik, mutluluk ve huzur duygusunun beslendiği kaynağa ulaşmanın (ki bu kaynak her insanın kendi içinde kullanıma hazır olarak vardır), ancak zikri bir alışkanlık olarak yaşantımıza sokmakla mümkün olabileceği görülecektir.
Zikrin uygulanışı son derece kolaydır. Zikrin kendi sağlığına olan faydalarını deneyimlemek isteyen herkes bunu güvenilir kaynaklardan kolaylıkla öğrenebilir.
Burada özellikle bir adres vermek ya da bir uygulayıcıyı tavsiye etmek doğru olmayacaktır.
Yalnız şunu da hemen belirtmenin yararlı olacağını düşünmekteyim: Zikrin öğretilmesi ve uygulanması hususunda yetkili olmayan ya da zikri kendi amaçları doğrultusunda suistimal eden din bezirganlarının sapıklıklarından özellikle kaçınmalı ve onların tuzaklarına düşmemelidir.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp