Ölüm

ÖLÜM (mevt, mors)

Ölüm, bir halden diğer bir hale dönüşten, yani intikalden ibarettir. Ruh, cesetten ayrıldıktan sonra yine bakidir. Haşre kadar ya azab görür veya nimete kavuşur. Ruhun cesetten ayrılması, artık bu biniti kullanamaz hâle gelmesi demektir. Organlar, ruhun âlet ve edevatı idiler. Ruh bu âletleri kullanarak göz ile görür, el ile tutar, kulakla duyar ve kalp ile de varlıkların hakikatlerini anlardı. (ihyâ4/477-78)

* Halife Ömer İbni Abdülaziz de bir konuşmasında: "Ey İnsanlar! Sizler yok olmak için yaratılmadınız, fakat sizler ölüm sebebiyle bir evden diğer bir eve taşınırsınız!" demiştir.(Süyûtî. Büşra'l-Keib vr. 22ab)

Ölüm, bütün canlıların değişmez kaderidir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Her nefis ölümü tadacaktır"(M-ıimrân ıss)

* "Nerede olursanız olun, ölüm sizi yakalayacaktır. Sağlam kalelerde olsanız bile" (Nisa 78)

* "Allah insanı imtihan için bu dünyaya göndermiştir. Yine bu imtihanın gereği olarak ölümü yaratmıştır. O, hanginizin amel bakımından daha güzel olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yarattı" buyrulmuştur. (Müik2)

* Hadis-i Şeriflerde ise ölüm şöyle tavsif edilmiştir: Ölüm mümin için reyhan çiçeği gibidir."1 Ölüm müminin hediyesidir."2

Her derdin bir çâresi vardır, fakat ölümün çâresi yoktur."3 Uyku ölümün kardeşidir" buyrulmaktadır"4

Ölüm Korkusu:
Ümmühabibe (r.a.)'nin rivayetine göre, Peygamber Aleyhis-Selâm: "Eğer hayvanlar, ölüm hakkında insan-oğlunun bildiklerini bilselerdi, onlardan semiz et yiyemezdiniz!" buyurmuştur."5

* Hz. Ali (r.a.) de: "Ölüm korkusu, öldükten sonra dirilme, hesap verme duygu ve düşüncesi, insanları cinsî istek ve arzulardan alıkoyar" demiştir."6

Ölümün Çâresi Yoktur: Yine Peygamber Aleyhis-Selâm: "Allah hiç bir hastalık vermemiştir ki, onun şifâsını da vermiş olmasın! Bu devayı bilen (mütehassıs olan) bilir, bilmeyen bilmez, ancak ölümün çâresi yoktur" buyurmuştur."7

Belirtileri:
Ölüm döşeğinde yatan kimsede, daha ölmezden önce bazı belirtiler meydana gelir. Nefes alıp vermenin güçleşmesi. Gözlerin bir noktaya dikilmesi. Cildin sararması ve sevimsiz hale gelmesi, ellerin ve kolların dökülmesi. Terleme, burun deliklerinin şişmesi vs. gibi."8

Ölüm Sıkıntısı (sekerâtü'l-mevt): Hz. Aişe (r.a.) demiştir ki: "Peygamber Aleyhis-Selâm'ı ölüm döşeğinde gördüm, yanında büyükçe bir su kabı vardı, elini suya batırıp yüzüne sürüyor ve şöyle duâ ediyordu: "Ey Rabbim! Ölümün zorluklarına ve sekerâtü'l-Mevt'e karşı bana yardım eyle!"9

* "Allahım! Günahlarımı bağışla, bana merhamet eyle ve beni yüce dosta kavuştur!"10

Kur'ân-ı Kerim'de ise: "Her canlı ölümü tadacaktır. Mükâfatlarınız ise kıyamet gününde tastamam olarak verilecektir. O zaman kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa, işte o muradına ermiştir. Yoksa dünya hayâtı aldatıcı menfaatten başka birşey değildir" (Ai-iimran ıss)

"Her canlı ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olmak üzere kötülük ve iyilikle deneyeceğiz. Hepiniz de sonunda bize döndürüleceksiniz"
(Enbiyâ 35)

* "Her nerede olursanız olunuz, ölüm size ulaşır; isterseniz sağlam ve muhkem yapılmış kalelerde bulununuz" (Nisa 78).

* "Allah'ın izni almadıkça hiçbir canlıya ölüm yoktur. Ölüm zamanı, Allah katında kararlaştırılmış bir yazılıdır..." (Al-i imran 145).

* "Yeryüzünde yaşayan her canlı yok olacak (ölecek)'tir. Ancak azamet ve ikram sahibi Rabbiniz bakî kalacaktır"
(Rahman 27; ayrıca bak. Enbiyâ 34; Sebe 14; Ankebût 57)

* "Ey iman edenler! Kardeşleri yeryüzünde gezip dolaştığı veya bir savaşta bulundukları zaman haklarında şöyle söyleyen Kâfirler gibi olmayın! "Eğer bizim yanımızda olsalardı (savaşa katılmasalardı) ölmezler ve öldürülmezlerdi" Allah onların bu söz ve inançlarını, kalplerinde bir keder ve hasret olsun diye bıraktı. Halbuki Allah dilediğini yaşatır ve dilediğini öldürür. Allah, yapmakta olduğunuz şeyleri bilendir. And olsun, eğer siz Allah yolunda öldürülür veya ölürseniz, Allah'ın bir bağışlama ve esirgemesi; onların biriktirecekleri dünya malından elbetteki daha hayırlıdır.(Al-i imran 156-157).

"Onlar (münafıklar) içlerinde sana açamadıkları bir şey gizliyorlar ve: "Eğer iş elimizde olsa, zorla savaşa çıkarılmazdık, burada öldürülmezdik" diyorlardı. (Habibim) de ki: "Eğer evlerinizde dahi olsaydınız, üzerlerine ölüm takdir edilmiş bulunanlar yine dışarı çıkacak, düşüp kaldıkları yerleri çaresiz boylayacaklardı..." (At-ı imran 154).

"Uhud savaşı gününde Medine'de oturup, savaşta ölen yakınları hakkında: "Eğer bizi dinleselerdi, ölmeyeceklerdi" diyen (o münafıklara söyle: "Öyle ise, kendinizden ölümü geri çeviriniz, eğer samimi iseniz" buyrulmuştur. (Al-İ imran 168).

Ölüm Yeri:
İnsanların doğum yerleri belli olmakla beraber, nerede ve ne zaman ölecekleri belli değildir. Nitekim Kur'ân-ı Kerim'de: "Kıyametin kopacağı vakti bilmek ancak Allah'a mahsustur. Yağmuru O yağdırır, rahimlerde (erkek-dişi, sağlam-sakat, iyi ve kötü) ne varsa o bilir. Hiç kimse yarın ne kazanacağını (başına ne geleceğini) bilemez. Hiç bir kimse hangi yerde (nerede) öleceğini de bilemez. Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir, her şeyden haberdardır" buyurulmuştur. (Lokman34)

* Peygamber Aleyhis-Selâm da: "Yüce Allah, kulunu (ruhunu bulunduğu memleketten) başka bir yerde kabzetmek istediği zaman, o kulu için o yerde bir ihtiyaç yaratır (oraya gönderip orada öldürür)" buyurmuştur.

* Ebû Saîdil-Hudrî (r.a.) de şöyle demiştir: "Peygamber Aleyhis-Selâm kazılmakta olan bir kabre uğradı da: "Kimin için kazılmaktadır?" diye sordu. "Yâ Rasûlallâh! Falan Habeşli içindir" dediler. Bunun üzerine: "Lâ ilahe illallah" kendi doğduğu memleketinden, yaratıldığı toprağa gönderilerek buraya defnedilmektedir" buyurdu, (Tirmizi kader H. 2146-47; Müsned 5/227; Hâkim Cenâiz i/367; i. Mâce Zühd H. 4263: F. Kadir 1/267; K. Ummâl 15/42723: 42768.)

Ansızın Ölüm (mevtül-füc'e):
Peygamber Aleyhis-Selâm ansızın ölümden Allah'a sığınırdı. Nitekim Abdullah İbni Amr (r.a.) demiştir ki: "Peygamber Aleyhis-Selâm yedi türlü ölümden Allah'a sığınırdı. Ansızın ölümden, zehirli hayvanların sokmasından meydana gelen ölümden, yırtıcı hayvanların parçalayıp öldürmesinden, yanarak ölmekten, boğularak ölmekten, yıkıntı altında kalarak ölmekten, harpten kaçarak öldürülmekten."12

* Ebû Ümâme (r.a.) de: "Peygamber Aleyhis-Selâm ansızın ölümden Allah'a sığınırdı. Ölmezden önce bir müddet hasta olmak hoşuna giderdi" demiştir."13

Hz. Ebû Bekir'in oğlu Abdurrahman; Mekke'ye, bir mil uzaklıkta bulunan Hubşî Mevkiinde ölmüştü. İbni Safvân, Abdurrahmanın nâşını Mekke'ye getirip defnetti. Bunu duyan kız kardeşi Hz. Aişe: "Ben, Abdurrahman için ancak iki şeye üzülüyorum. Birincisi ansızın ölmesi; ikincisi ise öldüğü yere defnedilmemesi" demiştir."14

Ansızın Ölüm Hazırlıklı Olmayanlar İçin İyi Değildir:
Enes İbni Mâlik (r.a.) demiştir ki: "Bir kimse Peygamber Aleyhis-Selâm'ın yanında idi. Sonra ansızın öldü. O kimsenin ölümü, Peygamber Aleyhis-Selâm'a haber verilince: "Biraz önce yanımızdaki kimse mi?" diye sordu. "Evet" dediler. Bunun üzerine: "Sanki öfke ile alıp götürülmüştür" buyurdu."15

* Hz. Aişe (r.a.) de şöyle demiştir: "Peygamber Aleyhis-Selâm'a ansızın ölümden sordum, dedi ki: "Ölüme hazırlıklı bir mümin için dünya sıkıntılarından bir kurtuluştur. Hazırlıksız olan günahkar bir kimse için ise, üzüntü vesîlesidir"16

Bir müddet hastalandıktan sonra ölen kimse, ölüme kendisini hazırlar, günahlarına tevbe eder, hak sahipleri ile helallaşır, son bir hakkı olan vasıyyette bulunabilir ve daha başka hazırlıklar yapabilir. Ansızın ölen kimse ise, o anda bu saydıklarımızı yapmaktan mahrum olarak ölmektedir

Ansızın Ölümler, Kıyametin Alâmetlerindendir: Peygamber Aleyhis-Selâm: "Felç hastalıklarının ve ansızın ölümlerin çoğalması, kıyametin yaklaştığının alâmet ve işâretlerindendir"18

Kişinin hastalanmaksızın ansızın ölmesi (ve bu tür ölümlerin çoğalması) kıyametin alâmetlerindendir"19

* "Mümin kimsenin ruhu, yavaş yavaş ve kendisi terleyerek çıkar. Ansızın ölümü ise sevmem" buyurmuştur."20

* Hasan-ı Basrî'nin mürsel olarak rivayet ettiği bir Hadîs-i Şerifte ise, Peygamber Aleyhis-Selâm: "Beyaz ölüm çoğalmadıkça kıyamet kopmayacaktır" buyurmuş: "Yâ Rasûlallah! Beyaz ölüm nedir?" diye sorulduğunda ise: "Ansızın (yüzünün rengi, beyazlığı solmadan meydana gelen) ölümdür" buyurmuştur."21

Lokman Hekim de oğluna: "Oğlum! Tevbe etmeyi geciktirme, çünkü ölüm ansızın gelip yakalar" diye tavsiyede bulunmuştur."22

Ansızın Ölen Kimsenin Defninin Biraz Geciktirilmesi:
Hasan-ı Basrî (r.a.) şöyle demiştir: "Baygınlık geçiren veya ansızın ölen kimseler kokuşma tehlikesi olmadıkça defnedilmeyerek üçgün bekletilirler."23

* Sahabeden Eş'as b. Kays'ın torunlarından olup Arapların filozofu diye meşhur tabip Ebû Yusuf Yakub b. İshak el-Kindî(ölüm 236 H.) ansızın ölümlerin sebepleri ile ilgili olarak "Risale fi İlleti Mevti'l-Füc'e" adında bir eseryazmıştır.
(i E. Usaybia 2/187)

Ölünün Nakli (naklül-meyyit):
En doğru ve en uygun olanı; ölen kimseyi öldüğü yerde defnetmektir. Ancak başka bir yere nakledilirken ölüye eziyet çektirmemek, bozulmasını önleyici tedbirler almak ve dirilerin sağlığı açısından zararlı olmamak şartıyla öldüğü yerden başka bir yere nakletmek de caizdir, mazeretsiz olarak nakletmek ise mekruh kabul edilmiştir. Müslüman olmayan bir ülkede ölen müslüman bir kimsenin nâşının en yakın İslâm ülkesine veya kendi memleketine nakledilmesi ve oraya defnedilmesi zarurîdir. Zira müslüman bir kimsenin hıristiyan, yahudî vs. gayri müslim mezarlıklarına defnedilmesi haramdır, yasaktır. Definden sonra o toprakların düşman istilâsı, su baskını, başkasının mülküne defnedilmiş olması veya gayr-i müslim mezarlığına konulmuş olması gibi meşru sebepler olmadıkça ölüler, defnedildikleri yerlerden çıkarılarak başka yerlere nakledilemezler.

Câbir b. Abdullah (r.a.) demiştir ki: "Uhud Savaşı günü şehid olanları Medine'deki Cennetülâkî Kabristanlığına defnetmek için getiriyorlardı. Bunun üzerine Peygamber Aleyhis-Selâm tarafından görevli bir kimse: "Peygamber Aleyhis-Selâm şehidleri öldürüldükleri yerlere defnetmenizi emrediyor" diye ilan etti. Annem ise bu sırada babam ve dayımı, Cennetülbâkî Kabristanlığına defnetmek için onları Medine'ye taşıma hazırlıkları içindeydi."24

Yine Câbir (r.a.): "Uhud Savaşı günü, (Medine'ye) defnetmek üzere şehidleri (omuzlarımıza) yüklendik. Fakat Peygamber Aleyhis-Selâm'ın habercisi geldi ve: "Peygamber Aleyhis-Selâm, şehidleri öldürüldükleri yerlere defnetmemizi emrediyor" dedi. Bunun üzerine biz de, (Medine'ye getirmek üzere) omuzlarımıza yüklendiğimiz şehidleri, öldükleri yerlere defnettik" demiştir"25

Abdullah İbni Ebî Müleyke (r.a.) de bu konuda şöyle bir hâdise anlatır: "Hz. Aişe'nin kardeşi Abdurrahman (Mekke'ye altı mil uzaklıkta bulunan) HubşîMevki'inde ansızın vefat ettiğinde, cenazesi Mekke'ye getirildi ve burada defnedildi. Hz. Aişe Medine'den Mekke'ye geldiğinde Abdurrahmanın kabri üzerine cenaze namazı kılmış ve şöyle demiştir: "Bir zamanlar Kral Cezîme'nin iki nedimi (sohbet arkadaşı) gibi idik. Yıllarca sürmüş olan bu beraberliğimiz sebebiyle "artık hiç ayrılmayacaklar" denilmişti. Fakat birbirimizden ayrılınca, sanki ben ve kardeşim, uzun süren bu beraberliğimize rağmen bir gece bile birarada kalmamış gibiyiz." Hz. Aişe; şâir Temîm'e ait olan bu mısraları okuduktan sonra, Abdurrahman'ın öldüğü yerden nakledilip Mekke'ye defnedilmesini hoş karşılamıyarak: "Ey Abdurrahman! Allah'a yemin ederim ki, eğer ben ölümünde yanında bulunsaydım, sen ancak öldüğün yerde defnedilirdin (yani Mekke'ye getirilmezdin). Eğer ölümünde yanında bulunsaydım (o anda seni görmüş olsaydım, Medine'den kalkıp) senin kabrini ziyaret etmekiçin Mekke'ye kadar gelmezdim" demiştir."26

* İbni Şihâb Zührî'ye: "Ölen kimsenin bir köyden diğer bir köye (veya bir şehirden başka bir şehre) nakledilmesi mekruh mudur?" diye sorulduğunda; "Sâd İbni Ebî Vakkas, Akik Yaylasından Medine'ye nakledilmiştir" diye cevap vermiştir."27

* Mikdad b. Amr, Medine'ye üç mil uzaklıktaki Cüruf Mevkiinde öldüğü zaman cenazesi, Medine'ye kadar omuzlarla taşındı ve Cennetübâkî Kabristanlığına defnedildi. Namazını ise Hz. Osman (r.a.) kıldırdı."28

* Sâd İbni EbîVakkas, Medine'ye on mil uzaklıkta, Akîk Mevkiindeki yazlıkevinde öldüğü zaman cenazesi Medine'ye kadar omuzlarda taşınmış ve oraya defnedilmiştir. Sâd İbni Zeyd'in cenazesi de Akîk Yaylasından Medine'ye getirilmiştir."29

Kaynaklar:
[1]- K Ummal 15/42136. [2]- Hâkim rikak 4/319; K. Ummal 15/42110. [3]- Nihaye 2/426. [4]- Hılye 7/90. fSJ-/. Sünnî vr. 20b; K Haß 2/154 H. 2097 Beyhakînin Suabü% iman'ından naklen. [6]- Nihaye 3/263. [7]- E. Nuaym vr. 6b. 92a. [8]- Müsned 2/346: Nihaye 1/253. [9]- Müsned 6/ ISI: Bağdadî s. 244: Zehebî s. 292. [10]- Tirmizî kader H. 2146-147: Müsned 5/227: Hâkim cenâiz 1/367: i. Mâce zühd H. 4263: F. Kadir 1/267: K. Ummal 15/42723: Hılye 8/374. [II]- Hâkim cenâiz 1/367: F Kadir 1/267: K. Ummal 15/42768. [12]- Müsned 2/171, 4/204: ayrıca bak. E. Davud vitir H. 1552: Nesâî zînet 8/283: Müsned 3/427. [13]- K. Ummal 7/18039: Şerhtfl-Müsned 7/7/, M. Zevaid 2/318: C. Sağır 2/96: F. Kadir 5/202. [I4]-Fâik 3/24. [15]-M. Aliye H. 806: K. Haß 2/290 [16]- Müsned 3/424, 6/ 136: Şerhu'l-Müsned 7/70. [17]- Şerhu%Müsned 7/71. [18]- Abdürrezzâk 3/597-98 [19]- K. Hakâyık 2/161. [20]- Tirmizî cenâiz H. 980: ayrıca bak. Tirmizî 2/221. [21]-Hattâbî 3/68: Faik 1/141: Nihâye 172-173. [22]- Süyûtî. Dürrü'l-Mensûr 5/161-63. [23]- Nihâye 3/32: Faik 2/299. [24]- S. Kübrâ 4/57. [25]- E. Davud cenâiz H. 3165: Müsned 3/308: i. Mâce cenâiz H. 1516: Müsnedü%Humeydi 2/544. [26]- Tirmizî cenâiz H. 1055: Mûcemü'l-Büldân 2/214: ayrıca bak. S. Kübrâ 4157. [27]- i. Sâd 3/147. [28]- I. Sâd 3/163 [29]- i. Sâd 3/147. 384

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp