Büyüme

Büyüme :

Embriyoloji. «Gelişmekte olan hiçbir doku, sinir dokusu kadar özen görmemiştir.» Sık sık yinelenen bu ifade, şimdi bize bu olayı tümüyle anladığımıza inandırabilir. Gerçekten, bir anlamda olayanlaşılmıştır.

İlk embriyon (cenin) hücrelerinin ne zaman ve nerede, sinir dokusu oluş-turduğunu, bunların ne zaman borucuk (ya da tüp) haline geldiği ve bu temel merkez sinir sisteminin nerede gelişerek beyni, omuriliği ve sinir ağını meydana getirdiği bilinmektedir Diğer taraftan,. Bilinen bu iki 'ne zaman' ve 'nerede' sorusu yanıtlarının nasıl ve neden dolayı olduğu her zamanki gibi şimdi de bilinmemektedir. Bilim adamları bu konuda aşamalar, yeni anlayışlar ve ileri doğru sıçramalardan söz ederler. Oysa, şu ana değin bu konuda toplanan bilgiler hangi ölçüye vurulursa vurulsun pez azdır. Bizler sinir sistemiyle, gelişmesiyle ve embriyonun yüzeyine yakın yerde ilk gelişmeye başlamasına ilişkin bilgilerle büyülenmiş olmamıza karşın, bu böyledir ve bu konuda bilgilerimiz yeterli değildir.

Genel ifadeler her zaman basittir ve bir konuya açılış paragrafı olarak serpilirler: «Tüm embriyon (cenin) gelişmesi bir mühendislik duyarlılığın başarısıdır ancak sinir sisteminin gelişmesinden daha üs tün düze •de değildir.» «Sinirlerin davranışları oluşturmak üzere bir lik e hareket etmeleri iki bölüme ayrılabilir. Bunlar şu iki soruyla özet lenebilirler: Sinir devreleri nasıl çalışır? Ve gelişme sırasında bu devre ler nasılolup da uygun biçimde birbirlerine bağlanmışlardır?» «Bir birlerine bağlı tüm hücrelerin genel bağlantı şekilleri, bir hayvandan öbürlerine geçilip incelendiğinde dikkati çeker biçimde sabit bulunur lar. Oysa bağlantıların ayrıntıları (bağlantıların sayısı ve yerleri) hay vandan hayvana tümüyle değişmektedir.» «Embriyonda insanı büyüle yen şey, onun gelişmesini kendisinin denetleyişidir. Embriyon önünde sonunda böyle hareket eder; çünkü sinirleri bu şekilde hareket etmek üzere düzenlerımiştir.» Her embriyon başlangıçta neyi, nerede 'Ve ne zaman yapacağını bilmektedir.

Gebeliği izleyen sürede oluşan ilk birkaç hücrede sinir sisteminin hiçbir izi görülmez. Bununla birlikte sinir hücrelerinin oluşması da gecikmez. Embriyonun gelişmesindeki gastrula döneminden önce ya da hemen sonra üç ilkel tabaka olan dışderi, orta ve iç tabakalar oluşur ken sinirsel tabaka da ortaya çıkar. Sinir dokusunun bu ilk habercisi, embriyonun en üst tabakası olan dışderide oluşur. Duyular sinirler ve dış dünya birbirlerine bağlı olduğundan bu mantıklıdır. Bu tabakanın hücreleri küp şeklinden sütun şekline kadar değişir. Bu şekilsel değiş- me, sinirsel dışderide yoğun biçimde bulunan bazı enzimlerin biyokim yasal değişmesine eşlik eder.

Bu tür biyokimyasal değişmeden haberli olarak yola çıkan araş- tırmacılar, diğer denetleyici kimyasal maddeleri de araştırmışlardır. Ortaya çıkarılan bilgiler çok karmaşık olunca araştırmacılar bu kez bazı maddeler arasındaki karşılıklı etkileşimi araştırmışlardır. Böyle ce dışderinin kendi kendine gelişmediğini ve komşu embriyon katı olan orta tabakadan etkilendiğini öğrenmişlerdir. Bu yüzden deneyselolarak bir tabakadan öbürüne neler geçtiğini öğrenmek için filitreler konul muş ancak bunda başarılı bir sonuç elde edilememiştir. Burada başta gelen güçlük ne biçim bir şeyin arandığının bilinmemesinden doğuyor du. Bu, bir kimyasal madde ya da uyarıcı etken miydi? (Çünkü, dışde riyi yaralamak bile onun 'sinirsel' olmasına neden oluyordu). Ne olursa olsun, bazı hücreler sinirsel tabakayı oluşturmak için başkalaşmaktadır. Gelişmenin tümü temel olarak bu hücrelerin başka laşması ve etkinlik sınırlanmalarının artması nedeniyle olmaktadır. Kuramsalolarak tüm hücreler hep aynı kapasiteye sahiptirler. Her bi ri, bedendeki her tür hücrenin atası olabilirler. Başkalaşım işlemi başlayınca hücreleri? kapasiteleri azalmakta, önce ilkel bir tabaka sonra bu tabakadan ortaya çıkan sistem ve sonunda bu sistemin belli bir bölümü olma durumu ortaya çıkmaktadır. Sinir tabakasının yüz yirmi beş bin dolayındaki hücresi artık her türlü hücre olabilmeye gücü yeter hücreler değildir. Sinirsel dışderi olmuşlar ve sinir sisteminin bazı bölümlerini oluşturmak üzere etkinlikleri sıriırlanmıştır. Bunun neden ve hangi organ bölümünü meydana getirmek üzere olacağı diğer bir bilmeceyi oluşturmaktadır.

Sinirsel tabaka, oluşumundan sonra dışderinin kalınlaşmış bir tabakası haline gelir. Şimdi de dıştadır; oysa, bildiğimiz gibi sonuçta meydana gelen sinir sistemi bedenin içinde yer alır. Bu işlem ise, sinirsel tabaka sinirsel bir boru (tüp) haline gelince başlar. Kemikli balıklarda tabaka iki kat olup sonunda bu işlem katlanmış bu iki kat tabakanın derine gömülmesiyle olur. Diğer tüm omurgalılarda borunun aynı şekli alışı, sinirsel tabakanın kenarlarının yukarıya doğru katlanıp iki kenarın merkezde birleşmesiyle oluşur. Bu durumda hücrelerin

içinde bazı mikro ipçiklerin oluştuğu ve sonra bunların büzülerek yukarıya doğru dönüşe neden olduğu görülür. Boru bir kez meydana gelince o da başkalaşmaya başlar ve çeperlerini özellikle başta (beyinde) kalınlaştırır. Başlangıçta bu şişkinliklerin çoğu, hücrelerin bölünerek çoğalmaları nedeniyle olur ama bu çoğalma uzun sürmez. Civcivlerde bu tür hücre bölünmesi (hemen hemen) kuluçka döneminin sekiz buçuğuncu günü sona erer. Sinirbilimselolarak civcivlere oranla çok daha iyi bir yapıya sahip olan insanlarda bile bu durum fetüsün (dölüt) dördüncü ayının sonu dolaylarında biter. O sırada insan fetüsü 30 gramdan az ağırlıktadır ve sekiz buçuk günlük civciv de çok minik boyutlardadır. Her iki türde de, daha sonra sinir hücresi dokusunda oluşan çok büyük başkalaşım bireysel hücrelerin büyüklük ve şekil bakımından büyük ölçüde değişip gelişmesiyle olmaktadır. (Dahasonraki büyüklük 'Ve şekil değişmeleri için yapılacak bir savunma olmadığından bunların hücre göçü ve yozlaşmasından olduğu düşünülmektedir). Başkalaşmadan sonra kararlı oluş evresi gelir. Başkalaşma hücre halindeyken olur. Hücreler sinirsel boruyu meydana getirerek, komşu hücrelerden başkalaşırlar. Şimdi tümüyle farklı bir doku oluşturmuş-lardır ve bu aşamalarında diğer hücrelerden belirgin biçimde başkalaş-malarına karşın, gelecekteki durumları da farklı bir hale gelmiştir.

Bir kemik hücresinin yanındaki bir sinir hücresi yarı sinir yarı kemik hücresi gibi bir yapıda değil tam bir sinir hücresi gibi yani neyse odur. Bununla birlikte ilk aşamalarda başkalaşma henüz oluşurken. bir araştırmacı tarafından hücrelere ustalıkla uygulanarak yön değiş-tirtrnek olasıdır. Eğer uygun biçimde değişiklik yapılırsa, sinir dokusu başka bir tür doku olabilir. Sonraki aşamada, ne yapılırsa yapılsın yalnızca sinir dokusunun değişik türleri elde edilebilir. Daha sonraki evrelerde, araştırmacı ne yaparsa yapsın, sinir hücreleri yalnızca başta kararlaştırılmış türde olan sinir dokusu oluştururlar. Artık, yazgıları tümüyle kararlaştırılmıştır.

Her nasılsa (bu sözcüklerin anlamı çok büyüktür), çeşitli hücreler hedeflerini bulup görevlerini yapmışlardır. Sinirsel borunun ön tarafındaki şişkinlik beyin haline gelir ve o uçtaki orta boşluk beynin karıncıklarını oluşturur. Sinirsel borunun oluşumunda, ufak kabarcıklar şeklindeki bir grup hücre sinirsel tepeler olarak belkemiği ve kafatası sinir düğümleri gibi pek çok çeşitli sinir elemanlannın temelini oluş-turur. Her nasılsa (şimdi de bu sözcüklerin anlamı küçülmemiştir), ortadaki sinir hücrelerinden aksonlar (sinir hücresi uzantılan) gelişir ve bunlar da gelişen- bedenin ayak başparmağından elin beşinci küçük parmağına kadar (hemen hemen) her yerine doğru yollarını bulup uzanırlar. Sonuçta, embriyologların kullandıkları deyişle, sinir sistemi beden içinde en yüksek düzeyde kalıplaşmış dokuyu oluşturur. Sinir dokusunun başkalaşımı, kararlı oluşu ve gelişmesi anlaşılınca bedenin diğer her türlü dokusunun oluşumunun anlaşılması kişiye daha kolay gelecektir.

Örneğin, kan damarlan da karmaşık bir ağı oluşturur. Ancak, dolaşım sisteminde aynı derecede kendine özgün olma durumu mevcut değildir. Her küçük atardamar kalbe bağlı olmalı ve toplardamar da, merkez organa yönlendirilmiş olmalıdır. Oysa, sinir hücrelerinde böyle geniş bir' tasarım bulunmaz. Örneğin, gözden aynlan her akson beyindeki görme ile ilgili alanla bağlı olmalıdır. Kan damarlan bağlantısı daha çok bir ülkenin su sistemi gibidir. Her yere ulaşan küçük ya da büyük borularla dallanıp budaklanan bir şebeke' bulunmalıdır. Sinir bağlantıları ise, daha çok telefon sistemine benzer. Her numara yalnızca merkez santralının uyarlı bir bölümü aracılığıyla her bir evle bağlanır.

Yüz yılı aşkın bir süredir sinirbilimciler bu ayrıntılı duyarlılığı araştırmaktadır. Soruna hayvanlar dünyasının her iki ucundan, basit yaratıkların basit sistemleriyle ve yüksek düzeydeki hayvanların karmaşık, heyecan verici ve problemli sinir sistemleriyle yaklaşım yapılmıştır. Bu her iki ucun incelenmesini isteyen savunucuları da vardır.

Örneğin, embriyolog Ruth Bellairs karmaşık olan organizmalann incelenmesini isterken şöyle der: «Geçmişte pek çok biyolog, en basit biyolojik sistemleri incelenmeye değer buluyordu. Oysa, basit organizmalardaki gelişmenin incelenmesiyle elde edilecek genel ilkelerin bize, karmaşık sinir sistemlerini anlamaımzda büyük ölçüde yardımcı olması mümkün görülmüyor.»

Tartışmanın öbür ucundaki embriyologlardan William G. Quinn ve James L. Gould tek hücreli yaratıkların incelenmesini salık verip şöyle diyorlar: «Paramisyum (Paramedum) öyle bir tek hücreli hayvandır ki, iletkenlik kanallannın neye benzedikleri, nasıl açılıp kapandıklanm anlamak üzere bu hayvanlardaki elektrofizyoloji, hücre zan kimyası ve soyaçekim doğrudan doğruya uygulanıp incelenebilir.» İşi herhalde tek ucundan almamak en iyisi olacaktır. Çok yönlü sorunlarda bilimsel sonuçlar pek ender olarak tek yönlü bir yaklaşımla elde edilebilir. Oysa, kuşkusuz büyük ya da küçük olsun pek çok deney hayvanı mevcut olacaktır. Ve bunların her biri, insanın olağanüstü sinir sisteminin tek bir döllenmiş yumurtadan yola çıkıp bu görkemli haline erişişinin öyküsünü açıklayan yanıtlan vermede. yardımcı olacaktır.

İnsan fetüsünün gelişmesi. Kemirgenler gibi pek çok memelide dişinin gebe kalışından üç ya da dört hafta sonra yavru doğar. Geleneksel olarak insan yavrusu rahimde (dölyatağı) 266 gün (38 hafta ya da 8,75 ay) geçirir. Bu süre örneğin; maymun, koyun, domuz, keçi, aslan ile bütün küçük hayvanların gebelik sürelerinden uzundur. Oysa; at, inek,lama, porsuk, deve ve fillerinkinden kısadır. Bununla birlikte, insan yavrusu bu sürenin sonunda daha rahimdeyken (at, inek, deve ve fillerin tersine) oldukça büyük bir yardım olmaksızın kendini kurtaramayacak durumdadır. Ve aynı İnsan yavrusu cinseL, fiziksel ve akılsal yönden yorgunluğa erişene dek, pek çok yardıma gereksinim duyar. Doğumdan sonraki böyle yavaş ilerleme, rahim içindeki gelişmenin de tembelce oldu-ğunu akla getirebilir. Oysa böyle olmaz. Gerçekte, genel olarak beden ve özelolarak sinir sistemi ve "hemen hemen her şeyoldukça hızlı bir biçimde yol alır. Yalnız büyüme yavaştır. Sinir sistemi oluşmaya, anne ilk kez sancılanıp gebe olabileceğinden kuşkulandığı anda başlar. Çocuk düşürmeler genellikle üçüncü ayın sonunda olur. Bu sırada fetüs çok küçüktUr oysa beyni göreceli olarak büyümüş, yuvarlaklaşmış ve genel hatlanyla bir yetişkininkine benzemek üzere şekillenmiştir. Rahme düşen bu canlı, bu aşamada kuşku götürmeyecek biçimde insandır ve doğanın sunduğu sinirsel yapısı da öyledir. Sinirsel yapının gelişmesini izlemek için bir takvim oluşturmak çok uygundur. Gebe kalma herhangi bir tarihte olabilmesine ve mevsimlerle hiçbir ilintisi olmamasına karşın, bizim takvimimiz kolaylık yönünden 1 ocakta başlayacak ve şubatı 28 gün olan bir yıl içinde sürecektir.

Böylece insan sinir sisteminin ne hızla, kaç gün ve hafta içinde tamamlandığı vurgulanmış olacak

1 1/2. Gün (2 ocak) Döllenmiş yumurtanın ilk bölünmesi. 2 hücreli evre.

2. gün (2 ocak) İkinci bölünme. 4. hücreli evre

3. gün

(3 ocak)

Hücre sayısı 16 ya da 32'ye erişir. (Bölünmeler şimdi de hep aynı anda olmaktadır).

4. gün (4 ocak) 60-70 hücrelik bir top oluşmuştur. (Bölünmeler artık aynı anda olmazlar).

5. gün (5 ocak) Embriyon, dölyatağı borusundan geçerek rahme (dölyatağı) girer. Hücre topu bir oyuk oluşturarak bir ucunda, bir hücre kütlesi haline gelir.

6-9. gün (6-9 ocak) Birkaç yüz hücre rahim çeperine tutunur ve önce 2, sonra 3 tabaka şeklinde başkalaşmaya başlar. Embriyon 2,25 milimetre boyundadır.

10-13. gün (10-13 ocak) Embriyon disk şeklini almış ve rahim çeperine yerleşmiştir. Büyüklüğü her gün iki katına çıkar. Embriyonik diskin üst yüzeyinde uzunluğuna yerleşmiş şerit, bir eksenin ve ornurganın gelişmesinin ilk göstergesi olarak dışderide bir çıkıntı biçiminde oluşur. Bunun yanı sıra omurilik de oluşacaktır. (Anne hala aybaşı kanamasını atlatmamıştır ve gebelik durumundan habersizdir).

14-17. gün (14-17 ocak) Embriyon hücreleri yalnızca embriyonu değil yumurta kesesi, göbek kordonu. plasema ve amniorı'u da oluşturur. (Bu evrede, bölgeye kan akışının artışı nedeniyle annede bir kanama olabilir ve bu da aybaşı kanamasıyla karıştırılabilir) .

18. gün (18 ocak) Sinir sistemi oluşmaya başlar. Ve neurula aşaması adı verilen sonraki on gün içinde gelişme en çok sinir sistemi üzerinde yoğunlaşır.

Artık her iki göz ve kulak hafifçe fark edilecek biçimde gelişirler. (Hesabı kuvvetli anneler aybaşı kanamasının geçtiğinden şimdi haberli olurlar ama gebeliğin kesin saptanması daha sonra mümkün olacaktır).

20. gün (20 ocak) Sinir borusu (kanalı) şimdi embriyonik diskin üst yüzündeki şerit boyunca oluşur. Bu ilkel sinir sistemi, nevrolast (ilkel sinir hücreleri) denilen sinir dokusunu oluşturan embriyonik hücrelerden meydana gelmiştir.

3. haftanın sonu (21 ocak) Beyin ve sinir borusu diğer bölümlerden daha çok şişkinleşmiştir. Arkabeyin. Ortabeyin ve önbeyin belirginleşir. Önbeyin karnın üzerine doğrubükülmüş durumdadır. (Gebelik durumlarında yanılmayan anneler şimdi doktordan randevü alıp gebeliklerini kesinleştirirler).

4. haftanın sonu (28 ocak) Embriyonik bedende baş en büyük bölümdür ve sinir sistemi bir baston biçimine benzemek üzere beynin arkasına doğru bükülmüştür. Embriyon şimdi 6,5 milimetre boyundadır. Ağırlığı ise 1 gramdan azdır. (Anne şimdi gebelik durumunu ıyiden iyiye doğrulamaktadır. Sabah rahatsızlıkları ek kanıtı oluştururlar).

5. hafta (4 şubat) Diğer organların hızla gelişmesine karşın bey nin gelişmesi de iyice belirgindir. 25. Günden başlayarak kalp, kanı pompalamaktadır. 33. günde parmakların çizgileri belirir. Dış kulaklar biçimini alır. Embriyon 1,25 santimetre boyundadir. (Bu durumuyla insana benzediği için bazıları embriyona fetüs adı verirler. Diğer bazı kişiler de, benzerliğin iyice belirgenleştiği 9. hafta sonuna kadar bu ad değişmesini ertelerler. Oysa, anneler genellikle yavrularını baştan beri bebek diye adlandırırlar).

6. Hafta (11 Şubat) Beyin baston görünüşündeki basitliğini yitirmeye başlar. Ortabeyin ile arkabeyin arasında aşağı doğru uzanan kısa bir bağ oluşur. Arkaya doğru eğilmiş' olan önbeyin ön ucunu büyütmeye başlar. Şimdi beyin 3 bölüm yerine adlan telenkefal, dienkefal, mesenkefal, metenkefal ve myelenkefal olan 5 bölümden oluş-maktadır. Bu beş bölüm yetişkinlerin beyninin 5 ana bölgesi olur. Şimdi anne kasılmalarından haberli olmamasına karşın, fetüs kaslarını kendi beyniyle denetlemektedir. Fetüş yalnızca 1,875 santimetre boyunda ve 2,3 gram ağırlığındadır. (Çocuk düşürmeler genellikle bu haftada iki kat artar).

7. hafta (18 şubat) Beynin öne doğru şişkinliği, şimdi başın için deki diğer tüm sinirsel maddeler kadar büyümüştür. Aynı zamanda ortabeyin ile arkabeyin arasındaki bağ iyice belirginleşmiştir. Bu hafta bize beynin daha önceki basitliğini son kez görme fırsatını sağlar. Bundan sonra beyin kendi içinde basılır ve ağ gibi sanlır. Ancak şimdi beyin önden arkaya 1,25 santimetre boyundadır. Her dakika binlerce sinir hücresi beyne eklenmektedir.

2. ayın sonu (28 şubat) Baş şimdi bedenin yarı boyundadır. (Doğum da bedenin dörtte biri, yetişkinde sekizde biri olacaktır). Sinir sistemi tüm fetüs ağırlığının dörtte biri kadardır. Fetüs önce yüze, sonra bedene yapılan dokunuşlara karşılık vermektedir.

3. ay (31 mart) Beyin, mini mini bir boks eldivenini andırır biçimde olmak üzere çok kesin şeklini almıştır. Burada boks eldiveninin bileğe gelen ucundaki kırışıklıklar mesenkefal, beyineik 'Ve so- ğaniliktir. Hücre bölünmesi ve başkalaşma işlemleri hızla sürmektedir. Ay başına toplam hücre artışı yüzde 600' dür. Oysa fetüsün boyu "şimdi de önemsizdir ve beyin 1.25 santimetreden biraz uzundur. Beynin üstten alta uzunluğu 1,25 santimetreden azdır. Her saniye birkaç bin sinir hücresi sisteme eklenmektedir. (Çocuk düşürmelerin en çok olduğu dönem 10. haftadadır) .

4. ay (30 nisan) Sinir sistemini de içermek üzere bir bütün olarak fetüsün gelişme zamanı başlamıştır. Bu dönemde ağırlığı 30 gramdan az olan fetüs sonraki 5 ay içinde 3,375 kilograma çıkmalı-dır. Beyindeki Sylvius yarığı şimdi ayırt edilebilir. Kaş çatma, yutkunma ve parmak emme gibi pek çok refleks yapması mümkündür.

Ayağının tabanı gıdıklanırsa fetüs ayağını çeker. Çok önemli emme etkinliğinin ilk hazırlı-ğı olarak dudaklar ileri doğru çıkmaya başlamıştır. Bütün bu etkinlikler bir yetişkinin el parmaklannı oluşturan iki ya da üçlü bölümlerden daha küçük boydaki bir bireyde olmaktadır. Bu sürede' sinir lifi çevresinde mlyelin kılıfının oluşması çok ilkel izlerle başlar ve bu işlem doğumdan sonraya dek sürer. (Daha yüksek düzeydeki merkezlerde örneğin, beyin korteksi bu şekilde en son kılıflanır ve işlem gerçekte birkaç yıldan önce tamamlanamaz).

5. ay (31 mayıs) Fetüs şimdi birinci ayın sonuna oranla 12 kez daha ağırlaşmıştır. Beynin boyu da önden arkaya hemen hemen 5 santimetre olmuştur. Beyindeki diğer yanklar örneğin, merkez ve parietal-oksipital yanklar belirginleşmiştir. Fetüs hıçkırmaya başlar. Kalbinin atışı da dıştan (annenin karnına kulağını dayayanlar tarafından) işitilebilir. Şimdi baş, tüm beden boyunun üçte biridir ama başın sinirselolmayan hacmi, (rahimdeki gününü tamamlayan bebeğe, daha büyük çocuğa ve hatta yetişkin insanınkine oranla) göreceli olarak hala küçüktür.

Şimdi anne haftada yanın kilogram almaya başlamıştır. Oysa fetüs şimdi de yarım kilogramdan hafiftir. Beynin birleşme yerleri tamamlanmıştır. Fetüs artık yetişkin insanın sinir sistemini oluşturacak sayı olan 12-15 milyar sinir hücresine sahiptir. Bunlar sinir sistemi oluşmaya başladığından beri saniyede ortalama 1.300 sinir hücresi oluşturacak biçimde artmışlardır. Canlı hücre yapısı içinde daha küçük öğelerden kendine benzer hücreler oluş-ması arttıkça, hücreler daha hızlı şekilde ço-ğalmışlardır.

6. ay (30 haziran) Beynin yüzeyi şimdi de düzgündür ama Sylvius yarı ğı pek belirgin durumdadır. Beynin önden arkaya boyu 6,25 santimetre ve üstten alta 3,75 santimetredir. (Ve bunlar da, yetişkin insanın beynindeki orana uygundur). Fetüsün ağırlığı şimdi 630 gram dolayında olup erken doğumda bebeğin yaşaması şimdi mümkündür (ama ideal durum bu değildir, kuşkusuz). Fetüs elleriyle sıkıca kavrayabilir ve göz kapaklarını açıp kapayabilir.

7. ay (31 temmuz)

Beyinde boks eldiveni düzgünlüğü. Büklüm (kıvrım) ve uzunluğuna girintilerin oluşmaya başlaması ile yok olmaya başlar. Beynin önden arkaya boyu 7,5 santimetre ve başın çevresi 21-26 santimetredir. Gözün retina tabakaları tamamlanmıştır. Gözler ışığı algılayabilir. (Genellikle fetüsün yasal haklara sahip ayrı bir bireyolduğu 28. haftadan sonra kabul olunur).

8. ay (31 ağustos)

Beyindeki tüm uzunlamasına girintiler oluşmuştur. (Bununla birlikte, pek çok ikincil derecede katlanrnalar doğumdan birkaç ay sonraya kadar oluşmasını sürdürecektir). Beyin önden arkaya 8 santimetre kadar boyda olup başın çevresi 28-32 santimetredir. Tüm ağırlığı 2,250 kilograma ulaşan fetüste sinir sistemi şimdi bu ağırlığın yalnızca onda biridir. (Beş yaşındaki çocukta yirrnide, yetişkin insanda ise ellide bir kadar olacaktır).

Son ay (23 eylül)

Oldukça gelişen fetüs son 28 günde ağırlığını % 50'si kadar artırır. Büklümleri de oldukça artarak fetüsün beyni sekizinci ayda ilkel bir memelininki gibi; ancak dokuzuncu ayda kuşku götürmeyecek biçimde insanınki gibi olur. Önden arkaya boyu 11,5 santimetre, başın çevresi 33-36 santimetre ve beynin ağırlığı da 360 gramdır (ya da yetişkin insan beyninin ağırlı-ğının dörtte biridir). Baş, tüm beden boyunun dörtte biri kadardır. Ve başın bu büyüklüğü yalnızca bebeğin doğumunda değil insanın tüm evriminde de oldukça fazla sorun oluşturmuştur. İnsanın gebelik süresi, bebeğin büyüklüğü ve doğumda olgun olmayışı, annenin le-ğen kemiği ve boşluğu ile pelvis kanalı, bunların tümü doğum sırasındaki (diğer mernelilere göre daha iri olan) başın büyüklüğü ile ilgilidir. Fetüsün oldukça etkin oluşu, pek çok refleksi bulunuşu, beyninin büyüklüğü ve olgun görünüşüne karşın, gebelik süresi sonunda (ya da doğumdan sonraki birkaç hafta içinde) bebeğin davranışları üzerinde beyin korteksinin herhangi bir etkisinin kanıtı görülmemektedir.

Zamanından önce gelişme (Erken doğum). Bebeğin rahimde 38 hafta ya da 266 gün kalışı genellikle standart kabul edilir ve bu sürenin gerisinde ya da öncesinde doğum tipik olmayan durum olarak benimsenir.

Gerçekte pek az gebelik (tüm gebeliklerin yüzde 5'i) tayin edilen tam günde sona erer. Doğumda on dört günlük gecikmeler ilgi çekmez; ama, sonraki günlerde başka olasılıklar daha yüksek sesle konuşulmaya başlanır. Bununla birlikte, gebelik süresi 300 günü aşan doğumlar olur ve yasalolarak daha uzun süreli doğumların olabileceği de kabul edilir. (1947 yılında Bay Wood adlı birisi, karısından 346 gün süreyle uzak olduğu gerekçesiyle babalığı red davası açmış ama sonunda' davayı yitirmişti).

Daha sık olan durum, erken doğumdur (prematürite). Bu durumda kuşkusuz bebeğin ağırlığı normalden (3 kilogram) az olur ama böyle bebeklerin mutlaka erken doğmuş bebek olarak adlandırılması gerekmez. Tüm doğumların yüzde 6 lj2'sini oluşturan erken doğmuş bebekler hem zamanından önce ve hem de 2.500 gramdan az ağırlıkta doğmuş olmalıdırlar. Doğumdaki normalden az ağırlık esas alınarak yapılmış olana paralel diğer tanımlamalar şöyledir:

İ. Bebeğin baştan topuğa kadar boyunun 47 santimetre yada daha az oluşu (normali 51 santimetre).

ii. Başın çevresinin 33 santimetre ya da daha az oluşu (normali bunun üzerindedir).

iii. Göğüs çevresinin 30 santimetre ya da daha az oluşu.

iv. Baş ve göğüs çevreleri arasındaki oransızlıklar (göreceli olarak büyük baş, daha çok fetüs ve daha az olgun olmayı gösterir).

Böyle duyarlı ve kesin tanımlamalara karşın, hastahanelerin doğum servisleri yalnızca bu sınıflamalar içindeki erken doğan bebeklere özel bakım sağlamaz. Gereksinimi olan tüm bebeklere; normalden az ağırlıkta, kısa boylu ve ölçüleri oransız olanlara, rahimde (olasılıkla) az süre geçirmiş bebeklere normal ya da normalin üzerinde ölçüleri olan bebeklerden daha çok özenle bakılır. ABD Sayım Bürosu ile gene aynı ülkenin Çocuklar Bürosu erken doğumu, «Gebeliğin 28. haftasından baş-layarak 37. haftası bitimine kadar olan dönemde sons erdiği durum» olarak tanımlamaktadır. Burada ilk tarihi koymaktan amaç, daha önce doğan bebeklerin yaşayamayacağını ve son tarihi belirtmekten amaç da, gebeliğin başlangıcının saptanmasında yanlışlıklar yapılabileceğini belirtmektir. Erken doğan bebeğe uygulanan özel bakım, son aybaşı kanamasının başlaması (ve bu nedenle iki hafta sonra rahme düşüşün) tarihinin yanlış saptanması nedeniyle kesilmemelidir. Bu tanımlamaları yapacaklar için bir tehlike daha, aynı derecede olgunlaşmış bebeklerin aynı beden ölçülerine sahip olmayışmdan kaynaklanmaktadır .. Ra-. him de geçen yedinci aylannın sonunda bile, bazı fetüsler diğerlerinden iki kat ağırlıkta olabilirler. Doğumda 2,5 kilogramdan 5 kilograma kadar olan bebekler normal sınırlar içinde kabul edilir. Bebekler bu sını-rın iki ucunda da aynı derecede yaşama olasılığına sahiptir. Oysa, tam tersine, 2.700 gramlık iki bebektenbiri öbüründen tümüyle farklı olabilir. Biri her türlü yardıma gereksirken öbürü yaşama gücüyle normalin bile ötesinde başarılı sayılabilir.

Fakir toplumlarda erken doğum aşırı derecede yaygındır ve en çok böyle toplumlarda görülür. Genelde Asya- kıtasında yaşayanların normal ağırlıkta doğan bebeklerinin oranı, diğer kıtalardakine göre çok dü-şüktür. 1973 yılında Asya'da 73 milyon canlı bebek doğumundan 15 milyon kadarı (ya da yüzde 20'si) normal bebekten daha az kiloyla dünyaya gelmiştir. Bu minik Asyalılar, kıtanın doğumdaki bebek ağırlığı ortalamasının yalnızca 2.900 grama düşmesini sağlarlar. Afrikalılar 21 Riziko bulunma rtadır. Daha alt kategorideki 1.000- 1.500 gramlık bebekler için 40 yıl önce yüzde 50'lik bir ölüm rizikosu oranı bulunmaktayken bugün bu riziko oranı yarısı dolaylarına düşürülmüştür. En alt kategori olan 1.000 gramdan az ağırlıklı bebeklerde ölüm oranı yüz de di. Özellikle gelenekselolarak öldürücü kabul edilen solunum so runu 'la savaşım verilerek bu kategoridekilerin yaşama şansı tüm kate goriler içinde en büyük oranda artırılmıştır. Böyleyken bile, tüm grup lar içinde yaşamı en çok tehlikede olanlar bu gruptaki bebeklerdir.

Çok tuhaftır ki, doğumundaki ağırlığı yalnızca 283 gram olup da ölmekten kurtarılan en küçük bebek İngiltere' de Güney Shields kentinde çağdaş tekniklerin kullanılması 'Ve yoğun bakım ünitelerinin geliş-titilmesinden çok daha önce, 1938 yılında dünyaya gelmişti. O yıllarda Bayan Güney Shields'ten doğum kiloları ortalama 11 kez daha ağır olan normal bebeklerin ölüm oranı 1.000' de 40 dolayındaydı.

Erken doğup da ölmekten kurtulan kız ya da erkek bebekler, normal süresinde doğmuş bebeklere fiziksel yönden yetişmek için (örneğin, beden boyu ya da başın çevresinin ölçüsü) uzun zamana gereksinim duyarlar. Birinci yaşlarının sonunda bile bu ölçüler normal bebeklerinkine oranla 2,5 santimetre daha azdır. Erken doğum genellikle onaylanmaz çünkü bu grubun bir bütün olarak, akılsal gelişmesi normallere göre daha azdır. Erken doğanlar genellikle iki ya da üç yaşlarında normal bebeklere fiziksel özellikleriyle yetişirler. Oysa, 19s0'li yılların ortalarından beri toparlanan oldukça fazla kanıt, bunların normal bebeklere göre akılsal yönden olasılıkla yetersiz kaldıklarını göstermiştir. Bu konuda çok erken doğan bebekler en çok rizikoludur. Erken doğan bebeklerin ölmekten kurtarılmalan bu kez akılsal yönden yetersiz kişilerin sayısının artışına neden olmuştur. Ayrıca, kafatası içinde oluşan kanamalar gibi fiziksel nedenler ya da ananın süt veren göğsünün sı-caklığı yerine bir kliniğin beşiğinde canlı tutulan bebekte oluşan psikolojik nedenler de akılsal yetersizliğe etken olabilirler. George Bernard Shaw şöyle söylemiştir; «Sağlıklı doğmaya . dikkat edin.» Kanımızca bu sözlerine şunları da eklemeliydi; «Normal gebelik süresinin sonunda doğmaya da dikkat edin.»

ABD'de meydana gelen son iki olayaslında gecikmiş olan düşükleri canlı tutabilmenin avantaj ve kötü yönlerine ışık tutmaktaydı. Her iki öykü de yaygın biçimde duyurulmuştur. 266 gün yerine rahimde 175 gün ya da 25 hafta kaldıktan sonra doğan Olivia, 747 gram ( ya da normalortalamanın dörtte biri) ağırlıktaydı. Bebek kendi kendine soluk almayı başarmıştı. Beyninde kanama olmamıştı. Yalnızca soluk alma sorunu vardı (genellikle öldürücü olan hiyalin zarı hastalığı kontrol altına alınmıştı). Olivia, normal doğum süresinden önce hastahaneden aynldı. Ama, iki hafta sonra kör oldu. Başlangıçta hafif seyreden göz merceği ardında vitröz bölgede fibröz doku var olması durumu, her iki retinanın dekolmanına (retinanın damar tabakasından ayrılmasına neden olmuştu. Bebek hakkında yazılan raporlardan birinde, «Bu olmasaydı, kız yaşama çok iyi uyuyordu» deniliyordu.

Diğer olayda, Andrew 792 gram olarak doğmuştu. Ana babası hastahanenin yoğun bakıma gereksinim duyuşuna karşı çıkmışlar ama gene de bebeğe yoğun bakım uygulanmıştı. Bebekte solunum zorluğu, kırıklar, nöbetler ve kafatası içinde oluşan kanamalar vardı. Kısaca, bebek bu dünya için hazır değildi ve akılsal yönden de yetersiz kalacağı varsayılıyordu. Sonunda, bebek altıncı ayının bitiminde (ya da normal doğması gereken tarihten üç ay sonra) öldü. Anne ve babasına, hastahane 100.000 İngiliz Sterlini (Çevirinin yapıldığı 1985'teki karşılığıyla 70 milyon TL. Çeviren) tutarında olan bir fatura gönderdi.

Şimdi tıp mesleğinde çalışanlar, böyle küçük insan yavrusunu kurtarma çabalarının ahlaksal yönü ile bu yolda harcanan çabaların ödüllendirici olup olmayacağı konusunda tartışmalar- yaparak ikiye bölünmüş bulunuyorlar. Lancet (Bu, İngiltere'nin ünlü tıp dergisidir. Türkçe de Neşter anlamına gelmekle birlikte adı aynen bıraktık - Çeviren) dergisinin haziran 1979 sayısına mektup yazan bir doktor, doğumdaki ağırlığı 1.500 gramın altında olan bebeklerin 1975 yılında, 1960'da do-ğanlar gibi. öldüklerini ya da sakat kaldıklarını yazmıştır. Bu mektubu yazan, güvercinler arasındaki bir kedi gibi davranrnıştı, Oysa bazı kişiler. bu konuda aşama sağlandığını daha iyimser istatistikler vererek ileri sürüyor, çalışmaların sürdürülmesinde kararlılık gösteriyorlar. Bir raporda; «Yüksek rizikolu annelere ve tam olgunlaşmamış bebeklere gösterilecek özen, mümkün olabilecek en iyi sağlık yatırımıdır» deniliyordu. Diğer yandan bir doktor, «Bizler, eve beyni ciddi şekilde sakatlanmış bebeklerle dönmek zorunda kalacak kişiler olmayalım» diyordu.

Eski düşman olan hiyalin zarı; diğer solunum sorunları, kalın bağırsak iltihabı, yanlış yere yerleşmiş retina tabakaları ve körlüğe karşın, bu pek küçük insan yavruları için en büyük tehlike, beyindeki kanarnalardır. Böyle bebeklerin dörtte biri ile yarısı arasında kalan miktarı beyindeki kanamalardan zarar görmekte; ölmeyip yaşayanların beyinleri ömürlerinin sonuna değin sürecek biçimde sakat kalmaktadır. Her yıl erken doğan 21 milyon bebekle birlikte akılsal yönden yetersiz insanların sayısında da büyük bir artış olmaktadır. Çünkü, 21 milyon sayısına karşı herhangi bir oran bile oldukça büyük bir sayıyı oluşturur.

Refleksler. Normal, sağlıklı ve rahimdeki süresini tam olarak doldurmuş bebek dogumuyla birlikte Homo sapiens türüne en son eklenen ve hoş karşılanan bir insan yavrusudur. Oysa tarafsız bir gözlemci böy düşünmese rahatlıkla bağışlanabilir. Maymunların yavrulan da do küçük ama çok daha akıllı ve yeteneklidirler. Toynaklılar gibi daha alt düzeydeki pek çok memelinin yavrusu yalnızca yakınında süt veren bir meme bulursa, kendi kendini geçindirebilir. Bununla birlikte, doğumda insan gibi hatta insandan da beceriksiz kemiriciler; kedi, köpek ve tavşan gibi memeli türleri de bulunmaktadır. Ancak bu türlerin yavrularının rahimde kalış süreleri hep insandan kısadır. Tavşan rahme düşüşünden 31 gün, fare 22 gün ve hamster (cricetus) adlı kemirici 16 gün sonra doğar. İnsan kadar uzun süre rahimde kalıp da süre sonun da bu denli yeteneksiz olan başka bir hayvan yoktur. Aynı şekilde hiç bir hayvan sonraki gelişme süresinde insan kadar yetersiz ve çevreiyle az ilgili değildir.

Rahme düşüşünden 266 gün sonra dünyaya gelen insan yavrusu özellikle doğumdan sonra aptal görünümündedir. Hangi ölçüye vuru lursa vurulsun aptal görünüşteki bu insan yavrusu bir refleksler kümesi olmanın dışında başka bir şeyolamaz. Şaşırtıcı, tuhaf davranışlar olan ve kuşkusuz tümü sinirsel bağlantılan belirleyen bu refleksler şunlardır :

Moro refleksi. Yukarda açıklandığı gibi, bu refleks 32-36. haftalar arasında erken doğan bebeklerde görülür. Geçici olan bu reflekse normal doğum süresinden iki ay sonra hemen hemen hiç rastlanmaz.

Tutına refleksi. Bebek bu refleksi ile iki ay süreyle tüm beden ağırlığını kaldırmaya yeterli olacak denli güçlü olabilir. Ayakta da buna benzer ama daha az kanıtlanabilir bir tutma refleksi bulunmaktadır. Bebek iki aylık olduktan sonra, ayaktaki refleks tersine döner. Tabanının altına yapılacak bir uyarı ayak parmaklannın yukarı doğru kalkmasına neden olur. Bu (Babinski) refleksi ikinci yaş dolayında yeniden tersine döner ve tutma şeklini alır. Eğer Babinski refleksi ısrarlı şekil de sürerse olasılıkla çocukta bir sakatlık bulunmaktadır.

Baş çevirme refleksi. Yanağa dokunulduğunda yüzün o yana dönmesidir. Daha sonra her iki dudak ve dil de aynı yöne hareket ederler.

Göz kırpma refleksi. Uyarılan kirpikler, uyanık ya da uykuda olsun bebeğin göz kırpmasına neden olurlar.

Hapşırına refleksi. Burun deliklerinin uyanlması ya da parlak ışık, bebekte bir patlama şeklindeki bu refleks e öncülük eder.

Yürüme refleksi. Bebek kaldınlıp ayağı yere bastırılırsa öne doğru 'yürüme' hareketi yapar oysa daha altı haftalıktır (ve kuşkusuz yürüyemez).

Esnek boyun refleksi. . Bebek yüzükoyun yatınlır ve yüzü bir tarafa bakacak konumda durursa (kuşkusuz hava aldığı yollan açık olmalı), ba-şını zorla (ya da istekli olarak) öbür tarafa çevirir. Bu sırada el ve ayaklarının yerini değiştirip ayarlar. Bu refleks doğumdan sonraki 3•6. aylar arasında sürer.

Bebek gözü refleksi. Bebeğin başı hızla çevrilirse gözlerin hareketi biraz geride kalır. Bu çok geçici bir reflekstir ve doğumdan birkaç gün sonra ortadan kalkar.

Ayak uzatma refleksi. Bebeğin bir ayağı uzatılıp ayak tabanına vurulursa, diğer ayak bükülür ve sonra uzatılır. Bu refleks de bir ay kadar sürer.

Galant refleksi. Bebeğin göğüs ve kalçalan arasındaki bölge uyarılırsa, beden o yana doğru döner. İkinci ayın sonuna doğru yok olan refleks daha sonra yeniden görülür.

Kuşkusuz yeni doğan bebeğin bunlardan başka işlevsel ve önemli sinirsel nitelikleri de vardır. Bebeğin ana rahmine düşüşünden yedi ay sonra doğumda canlı kalabilmesi. sinir sisteminin beden ısısını (anüste 37,5°C olarak) kontrol etmeyi, solunum hareketlerini hava bulur bulmaz (dakikada 30-80 kez arasında) yapmayı ve de besin bulur bulur bulmaz yutkunmayı sağlayacak biçimde gelişmiş olmasıyla mümkün olur. Bununla birlikte, insan yavrusunun bu niteliklerinde uzmanlaşması pek güç gerçekleşir. Bebek sık sık şaşkınlığa düşer, yutkunma ve solumayı karıştırarak boğulur gibi olur. Bulunduğu ortam soğuksa hemen beden ısısını yitirir. Oysa bir maymun yavrusu gözlenirse, çok rahat, kendinden hoşnut ve hatta bilgili olduğu görülür. İnsan yavrusu ise, şaşkın, güvensiz ve yeteneklerine yüzeyde kalmış bir tutunma halindedir. Bazı kişiler insanın gebelik halinin gerçekte on ay sürdüğünü söylerler. Şöyle ki, onuncu ayı oluşturan bebeğin doğumdan sonraki ilk dört haftası, suda var oluş ile havada var oluşu birbirinden ayıran bir su çizgisi gibi görülebilir. Bu bakışla bakıldığında, uzun zaman suyun dibinde kalmış bir yüzücü gibi, bebek de bir annenin göğsüne ya da süt şişesine doğru telaşla çıkış yapacaktır.

Kafatası. Doğumda kafatası kemikleri yumuşak ve sayıları daha çoktur. Yetişkin insanda 22 olan kafatası kemikleri sayısı doğan bebekte 45‘tir. Sözgelişi alın kemiği doğumda alın sütürleri (kafatası kemiklerinin dikişe benzeyen ek yerleri) ile bölünmüştür. Alın kemiğinin bu iki yarımı çocuk iki yaşındayken kaynamaya başlar. Altı yaşına kadar sıkıca kaynayarak tek bir alın kemiğini oluştururlar (ancak insanların yüzde 8'inde alın sütürleri aynen kalır). Kafatası yan kemiği doğumda çift, artkafa kemiği ise dört parçalıdır. Doğumda iri bir kafanın doğum kanalından geçişindeki belirgin olanaksızlığı önleme rollerini oynayan pek çok sütür çocuklukta çabucak kaybolur. Aynca doğumda kafatası kemikleri başın çapını azaltmak üzere hafifçe birbirlerinin üzerine doğ- ru çıkıp aşar ve bir olanaksızlığı uygulanabilir şekle sokarlar. Kemikler arasındaki aralıklar da; kafatası kemiklerinin birbiri üstüne oturup birbirlerini aşmalarına yardım eder ve böylece sözgelişi yanın litrelik bir hacmin, yan sı kadar olan doğum kanalından geçip doğmasını sağlarlar. .

Kuşkusuz başın merkez sisteminin temel bölümünü içerdiği unutulmamalıdır. Kemiklerin birbiri üzerine binmeleri hatta birbirlerini aşmaları ve hacim küçülmesi ya da ayaklarda değil oysa hep beynin mahfazasında olmaktadır. Doğumda rahim kasılmalan gelir gider ve anne rahimdeki yavrusunu içinden çıkarmaya çalışır. Açıklığını zorlayan yavrunun •kafatasıdır. İnsanoğlu bu dünyaya başıyla şahmerdan gibi hamleler yaparak gelir. Bu sırada değerli beyni de bazı güçlüklere katlanmaktadır, Pek çok doğumda bebeğin kafatasında meydana gelen çarpıklıklar ana babalar için korkutucu olur. Ancak yerleri değişmiş olan kemikler, çocuğun başı şeklini almasını' sürdürdükçe tam yerlerine gelir. Böylesine önemli basınç ve şekil bozukluğu geçirirken beynin bir zarara uğramamış olmasına inanmak güçtür. Oysa, doğumların normal akışı içinde. gerçekten ters bir şeyin olduğuna ilişkin bir ipucu bulunmaz. Bunun yanı sıra kafatası ve dolayısıyla beyin daha sonra yaşam süresinde seve seve yeniden. şekle girer ve düzelirler. Özellikle art ve yan kafa kemikleri bölgesi üç ve dördüncü aylarda aşın derecede şekil bozukluğuna uğramışlardır. Bu konuda ana babalar genellikle te laşa düşerler. Kendilerine güvence verilmesi gerekir. Gelişmesi geciken bazı çocuklarınkiler dışında baş (ve beyin) birinci. yaş gününde daha az endişe uyandıracak standart biçimini almış olur.

Doğan bebekte altı bıngıldak (bebeğin kafatasındaki yumuşak bölgeler) bulunur. Bunlardan en irisi, alın ile kafatasının yanı arasında yer alan ve yaklaşık 6,5 santimetre kare olan ön bıngıldak (ya da büyük bıngıldak) 'tır. Bu bıngıldak öylesine ıridir ki, üzerinde nabzın atışı genellikle görülebilir ve diğer beş bıngıldak buna göre önemsenmezler. Arka bıngıldak yan kafa ve artkafa kemiklerinin arasındadır. Bu yüzden gene başın tepesindedir. İkişer sfenoid ve mastoid bıngıldağı, kafatasının iki yanında; kaması kemik, yan kafa 'Ve şakak kemikleri arasında yer alırlar. Küçük olan bu beş bıngıldak büyük bıngıldak gibi kare şeklinde değil, üçgen e benzer biçimdedirler. Bunlardan en çok sözü edileni arka bıngıldaktır. Bu büyükçe açıklık, her zaman endişe uyandıncı şekilde yumuşak ve duyarlıdır. Beynin ön lopları bu bıngıldağın kıkırdağının altında yer alır. Arka bıngıldak bebeğin ateşli olması halinde gergin; beyinde su toplartması (hidrosefali) halinde tümsek; bebeğin çok zayıf ya da aşırı ishal oluşu hallerinde içe doğru çöküktür.

Genellikle en son kapanan bıngıldak olup doğumdan on ila on altı ay sonra kapanmasım tamamlar. Kapanmamn gecikmesi raşitizm hastalığı ya da akılsal anormallik gibi nedenlerle olur.

Kemiklerinin doğumda birbirinin üzerine binişi, biçimsizleşişi, ezilişi ve sıkışısı ile pek çok kemik ve bıngıldaktan oluşan yapısıyla kafatası kuşkusuz içindeki beynin büyüklüğüyle ilgilidir. Ancak bu sayılanlardan hiçbiri doğum sırasındaki bebekte ya da daha sonra yetişen çocuktaki akılsal yeteneklerle ilgili değildir. Bu, aym şekilde, yetişkin insanda beyin büyüklüğü ile bilgili ve akıllı oluş arasında bir ilişki olmamasına benzer. Bununla birlikte normal ölçülerin altında pek küçük kafa (mikrosefali) beynin gelişmesindeki bir aksaklıktan olacağı gibi; normalin üzerindeki pek büyük kafa da, beyindeki su birikmesi (hidrosefali) nedeniyle olabilir. Her iki durumda, beyinde bazı hasarın ortası beklenebilir.

Doğumdan sonraki büyüme. Doğumda baş, bedenin diğer bölümlerine göre daha büyüktür. Doğumdan sonra da beyin dört katı büyüklüğüne ulaşana dek büyüyecektir. Aym zamanda genel olarak beden ve özellikle bacaklar, yetişkin insan bedeninin ölçülerine değin büyürken baş bedene oranla bu büyümenin gerisinde kaldığından sürekli olarak küçülecektir. çocuğun büyümesi sırasında kıtlık ve sürekli açlık oluşumu olursa pek çok organ, özellikle timüs bezi ve karaciğer küçülürken beyin ve kalp büyümelerini sürdürürler. Böyle açlık çeken bir çocuk kocaman kafasıyla fetüs görünümündedir. Kafatasının beyni içine alan kısmı doğumda yüze oranla sekiz ya da dokuz kez daha büyüktür. Do-ğumdan sonra da, kafatasının diğer bölümlerini aşarak hızla gelişmesini sürdürür. Çünkü baş, bir bütün olarak artık doğum kanalındaki ezilmenin etkisinde kalmayacaktır. Çocuk dört ya da beş yaşına geldiğinde kafatası, on yaşında erişeceği yetişkin insan kafatası büyüklüğünün yüzde 90'ına ulaşır. Bedenin diğer hiçbir bölümü olgunluğa erişme çabasında bu denli aceleci değildir.

Sinirsel ilerleme, anatomik gelişme ve sonuçta ortaya çıkan yetene . erin bir bileşimidir. Sinir sistemi uygun düzeyi elde edinceye dek,oc . hiçbir beceri gösteremez. Bunu, çok hevesli ve tutkulu ana babalar azen unuturlar. Yapılan deneyimler konuyu etkili biçimde açıklamaktadır. Arnold Gesell tarafından ikiz kardeşler bir aylıktan on sekiz aylık olana değin incelenmiştir. Çocuklardan biri yardım, destek, teş-vik ve öğretimle büyütüıÜrken ikincısine bunlar uygulanmamıştır. Geisell, bu yardım ve teşviklerin örneğin oyuncak kule kurma ya da tırmanma yeteneklerini hızlandırmadığını saptamıştır. Daha sonra bir ikiz daha ele alınmış ve tuvaletlerini yapma konusu bu ikizler birbirlerinden ayrılarak gözlemlenmiştir. Sonuçta büzgen kaslarm kontrolünde ikizler arasında hiçbir fark görülmemiştir. Denemeyi yapan M. McGraw bu konuda şöyle konuşmuştur; «Erken uygulanan tuvalet yapma terbiyesi en azından boşunadır.»

R. S. Illingworth aynı konuyu şöylece özetlemiştir; «Sinir sistemi hazır oluncaya dek, ne denli pratik yapılırsa yapılsın bir çocukta oturma yürüme ve diğer beceriler sağlanamaz.» Bununla birlikte, bu madalyonun ihmal diye adlandırılacak diğer bir yüzü daha bulunmaktadır. Illingworth bir kez daha özlü ve isabetli olarak konu maktadır; «Bu tür becerrlerin elde edilmesindeki gecikmeler, yeterli olgunluğa eriştiği halde çocuğun bunu yeterince uygulama fırsatı bulamamasından kaynaklanmaktadır. »

Kuşkusuz sinirsel gelişme çocukta pek çok başarıyla birlikte gerçekleşir. Çocuğun bu başarıları önce iki tahta oyuncağı sonra dördünü yıkmadan üst üste koyması, ilk gerçek sözcüğü söylemesi, ilk yüz tane sözcüğü öğrenmesi, ilk altını ıslatmadığı gece ve altını ıslatmadan geçen ilk yılı olarak sayılabilir. Aşağıda verilen takvim, çocuğun gelişme ve olgunlaşması yolunda temel özelliklerini bir liste haline getirmeyi amaçlamaktadır. Bu yüzden daha önceki sayfalarda vermiş olduğumuz doğumdan önceki dönemi ele alan takvimin devamıdır. O takvim, 1 ocakta başlamış ve bebek 23 eylül de tam zamamnda doğmuştu. Bu yüzden bebek ertesi yılın 23 eylülünde bir yaşına basacaktır. Doğumu böylesine beceriksizce tarihlemenin bir tek erdemi bulunmaktadır: Doğumun değişen tarihli bir bayram olduğunu vurgular. Gebeliğin, göbek kordonuyla beslenmenin ve suda var olmanın sona erdiğini ve birdenbire ağızdan beslenme ile hava solumanın başlayacağını gösterir. Ancak bir evre bitmiştir. Başkalaşma ve doğumdan önceki gelişme sona ermiş-tir. Şimdi, rahmi terkederken oluşan sarsıntıdan sonraki gelişmeler sürecektir. Böylece takvimimiz, ana rahmine düşüşten doğuma ve daha sonra olgunluğa doğru uzanan çizgiyi içermiş olacaktır.

Sinirsel takvim (II. bölüm)

Doğum (23 eylül)

'Kafatasımn yüze oranı 9'a l'dir. Beynin ağırlığı 350 gramın üzerinde olduğundan bedenin tüm ağırlığının onda biri kadardır. Bebek soluk alabilir, emebilir, yutkunabilir, salya akı-. tabilir, ağlayabilir, koklayabilir, tad alabilir, işitebilir, esneyebilir, kusabilir, hıçkırabilir, hapşırabilir, öksürebilir .ve gerinebilir. Şimdi de Homo sapiens'in önünde gidecek uzun bir yolu vardır. Boyu şimdiden yetişkin insanın dörtte biri iken ağırlığı ancak yirmide biri kadardır. Kalbin atışı dakikada 140 dolayındadır. Gözler küçük ve bu yüzden yakını görmezdirler. (Göz küreleri 12-14 yaşlarında yetişkinin boyutlarına erişirler). Bir tepkime alabilmek için 'iğne ucu derisine 'çok batırılmalıdır. Böyle yapınca da karşılığı oldukça sert olur (bu durum birkaç gün sürer). Başı-nın çevresi 34,5 santimetredir.

4 haftalık (21 ekim)

Başının çevresi 37,25 santimetredir.

5 haftalık (28 ekim)

Gülümser. (Bazı kişiler, bebeğin geçirdiği sarsıntıyı bu dönemde atlattığıve artık ileri bir fetüs yerine gerçek bir çocuk haline geldiği için bunun gerçek doğum tarihi olduğunu ileri sürerler). Şimdi en etkin kaslan, ağız ve gözlerindeki kasIandır. Gerçekte, gözleri ellerinden daha ileri durumdadır.

8 haftalık (18 kasım)

Tad alma duyu su doğumda vardır ama şimdi daha duyarlı hale gelmiştir. (Koku alma duyusu bebeklik döneminde göreceli olarak daha az gelişir). Tepkirrre almak için iğne ucu şimdi daha az batırılmalıdır. Ancak karşılık da gecikmeli ve daha az sert olur. Başının, çevresi 38,75 santimetredir.

10 haftalık (2 aralık)

Bebek daha çok seslileşir.

3 Aylık 12 Haftalık (16 Aralık)

Başının çevresi 39,75 santimetredir. haftalık (ertesi yılda (6 ocak)

Başını kontrol edebilir. Doğumdan bu yana 2.700 gram (ya da doğumdaki ağırlığının yüzde 90'1 kadar) kilo almıştır. Çocuk ölümlerinin çoğu 8 - 16. kaftalar arasında olur. Şimdi çok önemli olan karşılıklı duyu-hareket ilişkisini örgütlerneye başlamıştır.

20 haftalık (10 şubat)

Ellerini kontrol edebilir.

25 haftalık (16 mart)

Yattığı yerde yuvarlanıp dönebilir. Gösterilen küp şeklindeki tahta oyuncaklara doğru uzanır.

6 aylık 26 haftalık (23 mart)

Sesleri çıkarabilir ve gelen sesleri ayırt edebilir. Başının çevresi 42,5 santimetredir.

30 haftalık (20 nisan)

İyi kötü oturabilir.

8 aylık 35 haftalık (25 mayıs)

Cisimleri kavrayabilir. Baskın kullanacağı elin seçimi birinci yaşının yarısında belli olur. Bu erkeklerde; kızlardan önce görülür. iğne ucu batırılışına karşılığı daha az kesin olmakla birlikte, rahatsız olduğu yerden daha çok haberlidir.

9 aylık 39 haftalık (22 haziran)

Başının çevresi 44,5 santimetredir.

40 haftalık (29 haziran)

Bir şeye tutunarak bedenini kaldırabilir.

45 haftalık (3 ağustos)

Tutuhirsa yürüyebilir. Bazı kişiler ayağa egemen olmanın bu dönemde başladığını söylerler. Ele egemen olma daha sonra gelir.

1. yılın (yaşın) sonu (23 eylül ya da ana rahmine düşüşten 622 gün sonra) Yardım almaksızın ayakta durabilir.' Bazen yalnız başına iyi kötü yürüyebilir. Bununla birlikte, ana babalar yavrulannın iki ayaklı olmaktan çok dört ayaklı olmayı amaçlayıp amaçlamadığını merak ederler. Doğumdan bu yana 6.300 gram (ya da doğumdaki ağırlığın iki katı) almıştır. Şimdi kalbi dakikada 115 kez vurur. Küp şeklindeki oyuncakları birbiri üstüne koyabilir. Başın çevresi 45,75 santimetredir. (Doğumdan bu yana başının çevresi ıı,2s santimetre artmıştır. Bu artış, 1 yaş ile yetişkinlik arasında olacak artışa eşittir).

2. yıl (yaş)

Bebek yürür ve koşar. İdrar ve dışkı kontrolünü kazanmıştır. 200 dolayında sözcük hazinesiyle konuşup bazı deyimleri de kullanır.

Beni, bana, sen ve ben gibi zamirleri kullanmaya başlar. Şimdi yetişkin boyunun yarısına, ağırlığının da sekizde birine ulaşmıştır. Ön bıngıldak kapanır (ancak, bu bazen birinci yılda olur; pek seyrek olarak kapanma üçüncü yıla kadar sürebilir). Diğer bıngıldaklar daha önce kapanmışlardır. Alın kemiğinin iki yarısı arasındaki alın sütürü şimdi kaynamaya başlamıştır (tam, kaynama 6 yaşına kadar biter).

Kalp dakikada 110 kez atmaktadır. Küp şeklindeki üç oyuncağı dizebilir ya da üst üste koyabilir. Külotunu indirebilir ama ayağından çıkaramaz. Çocukların üçte ikisi on sekiz aylıkken ve yüzde 92'si iki yaşına gelene kadar bir şeyi tutmak ve yazmak için sağ ellerini kullanırlar (ancak sağ ya da sol eli baskın kullanacağının kesinlikle anlaşılması daha sonra mümkün olur). Keskin görme 20/70'dir.

Başının çevresi 45,3 santimetretlir.

3. yıl (yaş)

Cümle kurabilir. Kullandığı sözcük sayısı

1.000 dolayındadır. Anlamlarını anlayarak kurallara uymaya başlar. Doğumdan sonraki beyin gelişmesinin dörtte üçüne erişmiştir (yetişkinin beyin büyüklüğüne 10 yaşında ulaşacaktır). Daire şeklini kopya edebilir ve tahtadan üç oyuncak kübü, köprü kuracak biçimde üst üste koyabilir. Kağıdı uzunlamasına ve kenarından katlayabilir oysa köşegen şeklinde katlayamaz. Yalnız başına merdiven çıkabilir. Birazını dökerek kendi kendine yemek yiyebilir. Külotunu çıkarabilir. Uykudayken istemeyerek idrarını kaçırması giderek azalır ve mesane kontrolü kazanarak olaysız geceleri artar. İnsan resmi çizen çocukların bu yaşta yüzde 24'ü insana baş çizer, yüzde 6'sı ayak takar ama hiçbiri ona bir boyun eklemez. Ba-şının çevresi 49 santimetredir.

4. yıl (yaş)

En çok soru sormaya başladığı yaşı budur.

Yenilmesi güç olmayan yemekleri yemede (hemen hemen) yeterli olabilir. Sözcüklerle oyunlar yapmaya başlar. Konuşmaya daha çok zaman ayırır. Ayakkabı bağcıklarını deliğine geçirir ama bağlayamaz. Yemek seçmekten hoş-lanır. Yalnız başına tuvalete gider. İnsan 'resmi çizen çocuklardan yüzde 79'u başı ve yüzde 32'si aya'darı resme koyar, gene hiçbiri insana boyun çizmez. Başının çevresi 49,5 santimetredir.

5. yıl (yaş)

Uzun öyküler anlatabilir. Sıçrayıp sekebilir. Şimdi büyüyen bir bebek gibi değil, küçük bir insan gibi dir. Leo Tolstoy'un dediği gibi, «5 yaşımdan şu durumuma kadar olan yaşamım bir adım; oysa yeni doğmuş bebekliğimden S yaşıma kadar olan mesafe korkunç bir adımdır.» Bu nedenle olgunluğun en çoğu ilkokula başlamagününden önce gerçekleşmektedir. Doğumdan bu yana ağırlık artışı 13,5 kilogramdır (ya da doğumdaki ağırlığın dört katıdır). Oysa şimdi sinir sisteminin tüm beden ağırlığı ile oranı daha azdır. Bu oran doğumda onda bir iken şimdi yirmide bire düşmüştür (yetişkinlikte ise, ellide bir olacaktır). Kafatasının beyni içine alan bölümü, şimdi yetiş-kininkinin yüzde 90'ı kadardır. Kalp atışı dakikada 100'e inmiştir. (Kız çocuklarda kalp atışı, tüm çocuklukları boyunca erkeklerden dakikada S atış kadar çoktur.) Erkek çocukların yüzde 15 ve kız çocukların yüzde 10 kadarı şimdi de uykuda istemeyerek idrarını yatağa yapar. Çocuklar şimdi kare şeklini kopya edebilirler. İnsan resmi çizerken yüzde 95'j başı, yüzde 63'ü de ayakları çizer. Yüzde 9'u boynu da resme ekler. (6 yaşın sonunda bu yüzdeler sırayla 100, 95 ve 56 olacaktır). Keskin görme 20/30'dur (7 yaşında 20/20 olacaktır-) Başının çevresi de 50 santimetreye ulaşmıştır.

Yaşamının ilk haftalarında beyin korteksi etkinliklerinden hiçbir işaret vermeyen, ilk yeteneklerinin listesi pek gösterişsiz olan, akıl gelişmesi çok ağır adımlarla yol alan ve sapiens göstergeleri gerçekler yerine vaatler niteliği taşıyan insan yavrusunun doğumdan sonraki ilk günlerinde akılsal yeteneği hakkında pek az şey söylenınesi şaşırtıcı olmamalıdır. Gerçekte, pek çok memeli türü insana göre bu konuda daha yüksek sonuç tutturur. Yeni doğan bir insan yavrusu hakkında neler söylenemeyeceği Profesör Illingworth'un oluşturduğu listeye göre kolayca saptanabilir:

Bir bebek ilk ayı içinde akılsal yönden değerlendirilemez. (Bazı anormallikler ve şiddetli spazmlarla gelen beyin felçleri ortaya çıkarı-labilir. Ancak bunların dişında çeşitli sinirsel göstergelerin sürekli olup olmayacağı söylenemez). Bir bebeğin zeka bölümü (IQ) sonucu verilemez ve hatta üstün akılsal yetenekleri teşhis edilemez. Çocuğun

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp