Şişmanlık hastalığı

Şişmanlık hastalığı :

Kimse şişman ya da zayıf olmak zorunda değil. Her insanın boyuna, kemik yapısına, görünüşüne ve diğer etkenlere bağlı olarak bir ağırlığı vardır. Olmanız gereken ağırlığın üstünde ya da altındaysanız, dengeniz bozuk demektir. Oysa insan yalnızca basit bir beden değildir; kilo düzeyindeki bir uyum bozukluğu, ruhsal ve zihinsel kabuklarınızın da bir dengesizlik yaşadığını gösterir.

Fazla birkaç kilonun önemi olmadığım düşünebilirsiniz. Bu fazla birkaç kilo vücudunuzdaki her fazla yağ dokusu için bu dokuyu taşıyacak fazladan 6,4 kilometre uzunluğunda kan damarlarına ihtiyacımız olduğu düşünüldüğü zaman farklı bir gözle görülür.

Bu aynı zamanda, kalbinizin bu 6,4 km uzunluğundaki damarlara kan pompalamak için daha fazla çalışmasını gerektirir.

Fazladan 5 cm doku 12,8 km kan damarı gerektirir; 7,5 cm fazla doku ise kalbinizin pompalamak zorunda olduğu 19 km gerektirir. Bu da bu organa fazladan yük bindirir. Bu aşırı çalışma onu giderek zayıflatacak ve sonunda bir "arıza"ya neden olacaktır.

Kalp aşırı derecede çalışırsa genişler, kasları gevşer, eski gücünü kaybeder. Yıprandıkça mikroplara, virüslere, bakterilere ve zayıf kaslara saldırıp bir iltihaba neden olabilecek diğer organizmalara karşı daha duyarlı olur. Ansızın gelen kalp krizi öldürücü olmasa bile, kalp dokusunun bir bölgesinin tam anlamıyla ölümüne, dolayısıyla bu bölgenin bir daha işleyemez hale gelmesine neden olur. ikinci bir kriz, kalbin başka bir bölgesinde faaliyetin durmasına yol açar. Bu da organın hala çalışabilen bölümlerin yük bindirir. Dolaşım sisteminin faaliyetini ayakta tutmak için daha çok çalışmalarını gerekli kılar. Bin yıl öncesine kadar uzanan araştırmalar sayesinde, yeni kalp hücrelerinin oluşmasını sağlayabilecek uygun beslenme biçimini sağlayan otlar bulunduğunu biliyoruz.

Şişmanlığın bir sonucu da yüksek tansiyondur; bu da atardamarların sertleşmesine ve kalbin zayıflamasına neden olur. Doktora gittiğinizde, doktor size tansiyonunuzu düşürecek ilaçlar yazar. Bu haplar atar damarlarınızı genişletip, kanın serbestçe akmasını sağlayarak gerçekten tansiyonu düşürür. Bununla birlikte kalbiniz yine güçlükle çalışmayı sürdürecektir, çünkü temel nedene, su birikmesine çözüm bulunamamıştır. Üstelik yüksek tansiyona karşı alınan haplar böbrekleri zayıflatır. Bu da sonunda dolaşımı engelleyen bir birikmeye, kalbin ve kan damarlarının zayıflamasına neden olur; böylece dengesizlik ciddi boyutlara ulaşır. Böbrekleri rahatlatmak için doktor size idrar söktürücü ilaçlar yazacaktır. Ama maalesef, idrar söktürücü ilaçlar doktorların iste dikleri etkinin tersini yapar; böbrekleri daha da zayıflatır, su birikmesinin çoğalmasına ve potasyum eksikliğinden kaynaklanan yüksek tansiyona neden olurlar. Olay bir kısır döngüye dönüşür.

Bütün bunlar sizin vücudunuzda olup biter, zarar gören ise sağlığınızdır.

Şişmanlığın diğer bir sonucu da safra taşlarıdır. Katılaşmış ve donmuş yağdan oluştuklarından, bunları eritmek çok zordur. Yine şişmanlığın zayıf düşürüldüğü hassas bir pankreas da, kan şekerinizin düşmesi ya da şeker hastalığına yakalanmanız olasılığım artırır.

Kilo probleminin sekiz nedeni

1 - Kendi kendini zehirleme

Eğer yediğiniz yiyeceğin pH'ı (asit-baz dengesi) yoksa, daha vücudunuz onu sindiremeden ve içindeki besleyici unsurları soğutamadan midenizde kokuşabilir. Başka bir deyişle daha zararlı organizmalar siz daha sindiremeden yiyecekleri midenizde sindirirler ve posaları size bırakırlar. Bu artıklar gazları ve vücudunuz için hiçbir besinsel değeri bulunmayan katı maddeleri içerir. Bu gazların varlığını kötü kokan soluğunuzda, geğirmede, gazın bağırsaklarda toplanmasında ya da mide sancılarında saptarsınız.

Yine bu artıklar, hücrelere ihtiyaçları olan besleyici unsurları vermezler. Bunun sonucu olarak da hücreleriniz güç kaybeder ve atıklar, yani zehirler, kendilerini ortadan kaldıramadıklarından tüm organizmanızdaki hücreleri zehirler. Bu tür bir kendi kendini zehirlemeyi önlemenin tek yolu dengeli bir beslenme düzeni izlemektir. Uygun bir pH midenizdeki besinlerin kokuşmasına, bozulmasına ve çürümesine karşı doğal bir koruyucu görevi yapar.

2- Su birikmesi

Böbrekler biriken suyu kandan ayıran filtrelerdir. Demek kisüzülen suyun miktarı böbreklerinizin çalışma yeteneğine bağlıdır. Normal böbrekler yirmi dört saatte yaklaşık altı fincan suyu

(1,5 litre) süzebilir. Eğer böbrekleriniz normalse günde bir litre su içebilir ve dengenizi koruyabilirsiniz.

Eğer böbreklerin günlük kapasitesinin üstünde içiyorsanız, bu terleme yoluyla dışarı atılmak üzere kanda kalacaktır. Bununla birlikte, eğer terleme olanağınız pek yoksa, su derinizde kalacaktır. Kalan su deri bölgesinde arttığında, bu bölgenin dokuları yeni birikintiyi karşılayabilmek için şişerler, Terle vücuttan atılan yalnızca "taze" sudur. Kalan su vücuttadır ve tortu biriktirir. İdrar olarak kabul edebileceğimiz birikmiş fazla su, bu bölgede bir gün, bir ay, hatta bir yıl ve daha da fazla kalabilir. Belli bir süreden sonra bu su sümüksü maddeye dönüşür. Bu sümüksü madde hala tortulu su özelliklerini taşır. Yalnız daha katı bir biçime bürünmüştür o kadar. Vücudunuzda fazla yağ olduğunu düşünebilirsiniz, oysa bu, dokular arasında sıkışmış sümüksü maddedir.

Bu jelatinimsi madde yeterince sertleştiği zaman buna selülit denir. Hayvansal yağlar (tereyağı ve yağlı et gibi) selülitin oluşumundaki temel bileşim maddeleridir. Egzersiz yaparak selülitten kurtulamazsınız. Bu durumda yapılması gereken şudur: (a) Daha az içmek, günlük sıvı payınızı en fazla 1,5 litreyle sınırlamak. Bu çok önemli. (b) Selülit depolarını tercihen bir saunada ya da buhar banyosunda elle hareket ettirmek. Selülit hareket ettirmenin sırrı depolan "ısıtmak ve parçalamak"tır. Bu depolara ne kadar çok masa] yaparsanız, erimeleri ve vücuttan atılmaları da o oranda kolaylaşır. Isı aynı zamanda gözenekleri de açtığından terlemenin artmasını sağlar.

Sıvı payını yirmi dört saatte yaklaşık altı fincanla sınırlamak gerek. Bunu söylerken tüm sıvılardan söz ediyoruz; yani çorbalar, sebzeler, içecekler ve meyveler de buna dahil iki büyük kase çorba içtikten sonra su almadığınızı söyleyemezsiniz. Bu çorbanın suyunun vücudunuzda kalabileceğini bilmelisiniz. İnsanlar çoğu zaman restorana gidip kocaman bir salatayla bir bardak su ısmarlayınca, kendilerini öz disiplinlerinden dolayı kutlarlar. Böylece kilo verdiklerini sanırlar. Oysa bütün yaptıkları kendilerini aldatmaktır. Böbreklerin %100 randımanla çalışmadığı olasılığını hesaba katacak olursak ne kadar çok su içilse, vücut da o kadar çok su tutar. Dolayısıyla ne kadar çok sıvı tüketilirse (salata ile olsa bile) o kadar çok şişmanlarlar.

Böbreklerinizin çalışıp çalışmadığını nasıl değerlendireceksiniz?

a) Eğer vücudunuzda selülit varsa, böbrekleriniz kesinlikle iyi çalışmıyor demektir, çünkü suyu vücudunuzda tutmaktasınız. Selülitiniz olup olmadığını saptamak için kalçaların, uylukların ve kamın çevresindeki bölgeleri, ayrıca kolların üst kısımlarını inceleyip, derinin altında jelatinimsi ya da gevşek dokuların olup olmadığına bakın.

b) Eğer vücudunuz hızla kilo değişikliğine uğruyorsa, yani bir veya iki günde iki kilo alıyor veya veriyorsanız, bu değişiklikler kesinlikle biriken sulardan kaynaklanmaktadır, yağdan değiL.

Çünkü hiç bir yağ dokusu bu kadar hızlı belirip kaybolmaz.

c) Parmağınızı kolunuza veya bacağınıza bastırıp, parmağınızı bir süre orada bastırıp çektikten sonra, deride belli belirsiz beyaz bir iz oluşuyorsa, vücudunuzda su tutmuyorsunuz demektir.

Eğer durum bu değilse, o zaman ya beyaz iz oluşmaz, veya anında kaybolur. İz ne kadar çok kalırsa, sorun o kadar ciddidir.

Eğer doktorunuz kilo sorununuza su birikmesi teşhisi koyarsa, alışılagelmiş tıbbi tedavi maalesef idrar söktürücü haplara dayanır. Bu haplar "yorgun bir alı yere serme"ye yarar. Niçin mi?

Çünkü bu al (böbrekleriniz) zaten yorgun. Vücudunuzda suyu bu yüzden biriktiriyorsunuz. Bu hapları alınca, "al"ınızı daha acımasızca koşturacaksanız. Bir gecede 4,5 kilo bile kaybedebilirsiniz. Sorun şu ki, bu hapları aldığınızda daha fazla su içmeniz gerekecek. Gerçekten de doktorunuz, böbreklerinizi temizlemek ve "yıkamak" için çok miktarda su içmenizi söyleyecek. Sonuçta, vüdunuzdan atamayacağınız kadar veya daha fazla su tüketmeye

(sonunda da biriktirmeye) başlayacaksınız. Böbreklerinize bu şekilde yüklenmek onları hasta eder, hatta tamamen harap eder. İnsanların çoğu günlük ihtiyacının ötesinde sıvı tüketiyor. O yüzden böbrek hastalıklarına sıkça rastlanması şaşırtıcı bir şey değil.

Şimdi bu konuda edindiğiniz bilgiler ile, yaygın durumun dışına çıkabilir ve içilen sıvı miktarını azaltarak sağlıklı kalabilirsiniz.

3- Yağ birikmesi

Yağlar; karaciğer, pankreas ve safra'nın fonksiyonlarıyla ilgilidir. Karaciğer, katı posaların süzülmesini sağlayan başlıca organdır. Vücudumuzda katı maddeler biçiminde kendilerini gösteren zehirler ve toksinler dışarı atılmak için temizlenmek zorundadırlar. Bu temizleyici rolünü üstlenen ise yağlardır. Dernek oluyor ki yağ yemek zorundayız.

Sorun, yağın kana karışıp karaciğere ulaştığı anda ortaya çıkar. Yağın miktarı fazlaysa ya da vücut onu ayrıştıramayacağı gibiyse yağ karaciğer dokularına yapışır ve böylece karaciğerin normal işleyişini kısmen engeller. Bu kısmi engelleme posasının daha fazla atılabilmesine izin vermez. Bu da beynin ve beyin hücrelerinin kandaki toksinler aracılığıyla zehirlenmesine yol açar. Bunun sonucunda ise sinirsel ve akılsal rahatsızlıklar dediğimiz karışıklıklar ortaya çıkar ki bunlar, karaciğerin az çalışmasına bağlı olarak ortaya çıkan pek çok tehlikeli etkiden yalnızca birkaçıdır.

Yağlar, karın ve kalçalar gibi vücudun fazla çalışmayan kimi bölümlerinde de birikebilir. Böyle bir durum ortaya çıktığında kişi gittikçe daha fazla yağ biriktirmeye başlar.

Bunun sonucu olarak da soluk almak güçleşir, kişi ancak kesik kesik ve hızlı soluk alabilir. Bu durum çarpıntılara, fibrilabyona (kalbin düzensiz kasılmasına) veya kalp kasının kasılma devresinde duraklamaya neden olduğundan kalbi de etkiler. Bu duraklama, kalp kaslarında fazla yağ birikmiş ise, yağ kan damarlarının çeperlerine yapışmışsa veya kan düzenli akamayacak kadar koyulaşmışsa baş gösterir.

Tüm bu sorunlar yağ birikmesinin sonucudur. Beslenme düzenimizde yağ ihtiyacımız olduğuna göre, yememiz gereken yağlar hangileridir? Hayvansal yağ, karaciğerin işletmekten fazla zorlandığı yağ türüdür. Bu özellikle sığır yağı için geçerlidir, tereyağı da buna dahildir, çünkü vücudumuz tarafından sindirilemez.

Margarinin daha da kötü olduğunun pek az insan farkındadır.

Üretim sürecinde margarini çok yüksek bir ısıda eritirler, bu da onun kimyasal yapısını çok sağlam kılar; bu yüzden vücut ısısının bunu ayrıştırabilmesi çok güçtür.

Bitkisel sıvı yağlar

Kullanılacak en iyi yağ türü bitkisel yağdır. Seçim yapacak durumda olmadığınız ve gereğinden fazla yağ (hayvansal ve bitkisel) tüketmeniz gerektiği zaman, bir kaynatıp içerek meseleyi hallede bilirsiniz. En iyisi, yağ artığını 'arıtıp temizleyecek' deterjan içeren bir bitki özü kaynatmaktır, ama içinde vücudunda zararlı kafein bulunmamalıdır. Aşağıda belirtilen bitkiler karışımını kaynatıp içerseniz, yağlarınızı temizlersiniz:

( Kasımpatı, biberli nane, hanımeli, meyan kökü, tarçın.)

4- Sinirler

Alerjiler, sinir uçları belli bir yiyeceği veya yiyecekteki bir maddeyi kaldıramadıkları zaman baş gösterir. Belli bir besin türüne alerjiniz varsa, onu sindiremezsiniz. Onu özümleyemediğiniz zaman sizi "zehirler". Bu zehirli besin sizin kilo almanıza neden olur. (Bk. Kilo probleminin sekiz nedeni: ı. Kendi kendini zehirleme).

Sinirli olmak şişmanlığa neden olabilir. Örneğin tembel bir kişiyi ele alalım. Böyle bir kişi oturur ve yapılması gereken şeyleri düşünmekle yetinir yalnızca. Bu şeyleri hiçbir zaman yapmaz elbette. Böylece yapılması gereken şeyi yapmadığı için suçluluk duygusuna kapılır ve daha sinirli olur. Hiçbir hareket yapmaz ve hareketsizliğe bağlı bu suçluluk duygusunu unutabilmek için sürekli olarak yer. Bu bir kısır döngüdür. Kendini kötü hissettikçe yer, herhangi bir işe girişmek zoruna gittikçe de kendini kötü hisseder. Tek çözüm bir şey yapmaktır. Ne olursa olsun, kendini meşgul edecek bir şey bulmalıdır. Bununla birlikte, her şeyden önce, bir şey yapmamak için uydurduğu bahanelerin üstesinden gelmelidir. Bu hiç de hoş durum değildir ve bundan kurtulmak da epeyce güçtür.

5- Cinsel doyumsuzluk

Kadınlarda cinsel doyum erkeğe bağlıdır. Kadınların özgürleşmesiyle ilgili tüm geçerli kuramlara karşın, kadının cinsel doyuma gerçek anlamda ulaşması fizyolojik olarak erkeğe bağlıdır.

Eğer bir erkek bir kadını doyuma ulaştıramıyorsa, kadın bunu kendi başına başaramaz. Kadın doyumsuzsa sinirli olur ve sinirlendikçe de yemek yer. Kadındaki cinsel ilişkiler dört evrede gelişir:

a) Başlangıçta kadının isteği yoktur. Erkek onu heyecanlandırmalıdır. Kadında istek uyanınca, ikinci evreye geçer.

b) Zevklenme

c) Zevkin doruk noktası (orgazm)

d) Bir kadının doyuma ulaşması için bir erkeğin onu bu dört evreden geçirmesi gerekir. Erkeklerin çoğu kadınlara yalnızca ikinci evreyi yaşatır, sonra yan dönüp uyurlar. Kadın yarı yolda kalır. Bu arada kadının sinir gerginliği en son noktaya varmış ve aşırı derecede yemek yemiştir: Bir de başına kilo sorunu çıkar.

6- Yiyeceklerde ve içeceklerde aşırılık

Bu sinirsel belirtiler çocukluktaki psikolojik bir koşullanmadan kaynaklanabilir. Yetişkinlerin çoğu, çocuklarında. Ana babaları tarafından "daha fazla" yemeye ve "daha fazla" içmeye teşvik edilmişler, hatta zorlanmışlardır. Çünkü ana-babaları onları "seviyor" ve "büyüyüp sağlıklı olmalarını istiyordu. Ana-babanın inançları ve düşünceleri çocuğun bilinçaltında derece derece yer eder.

Büyüdüğünde, yeterince yemediği veya içmediği zaman kendini suçlu hissetmeye başlar. O yüzden de bilinçsiz bir alışkanlık geliştirip sürekli yemeye veya içmeye yönelir. Sonuç: Şişmanlık.

7- Kalp hastalıkları

Tiroid bezinin iyi çalışmaması, pankreasın düzensiz çalışması, böbrek üstü ve boyun altı bezlerindeki bozukluklar.

Tüm bu sorunlar şişmanlığa neden olabilir. Zayıflamak için herhangi bir şeye kalkışılmadan evvel tedavi edilmelidirler.

8- Romatizma, bronşit, astım

Bu rahatsızlıkların neden olduğu ağrıları dindirmek için kullanılan kortizon, aspirin ve diğer ilaçlar şişmanlık yapabilirler.

Gerçekten de şişmanlık bu ilaçların kullanımında sıkça rastlanan yan etkilerden biridir. Öncelikle, aspirin gibi ilaçlar kendi öz nitelikleri gereği asittirler ve midenin daha fazla asit salgılamasına neden olurlar. Midedeki asitler tüm besinleri erittiklerinde açlık duygusu ortaya çıkar. Asit oranı ne kadar fazlaysa, insan o kadar çok acıkır. Acıktıkça da, bu ihtiyacı gidermek için yer. Böylece yeme olayı yavaş yavaş bir alışkanlık halini alır.

Bazı rahatsızlıkları tedavi etmekte kullanılan kortizon ve diğer ilaçlar, böbreklerin ve diğer organların kapasitelerinin büyük bir kısmını yitirmelerine neden olabilir ve organları yıpratabilirler. Böbrekler ağır çalışınca da su birikmesi meydana getir, böylece kişiyi fazla kilolara götüren süreç yeniden başlamış olur.

Rejim konusunda uyacağınız temel bir atasözü vardır: Ne yiyorsanız osunuz. Bir başka deyişle, vücudunuza gönderdiğiniz her şey bu vücudun bir parçası olur. Sağlıklı besinler yerseniz, organizmanız sağlıklı olur. Ivır zıvır şeyler yerseniz, vücudunuz çöplüğe döner. "Soğuk yiyecekler" yerseniz. Soğuk biri olursunuz. Dengeli biçimde beslenirseniz, dengeli biri olursunuz.

Yedikleriniz temelin kurulmasına yarar, ama besinlerin nasıl kullanılacağı hakkında son kararı veren organizmanızda dönüştürdüklerinizdir, Eğer vücudunuz ihtiyacı olanı sindirebilir ve geri kalanı dışarı atabilirse, sağlıklı olur. Eğer organizmanız yedikleriniz içinden kendisine gerekeni alamaz, ihtiyacı olanı dışarı atar, zehirleri dışarı alamaz ise, vücudunuz güçsüz, hastalıklı ve fazla iri olacaktır.

Dengeli bir yemek, sağlığın temel taşlarından biridir. Sağlık ise uzun ve mutlu bir yaşamın güvencesidir. Sağlık ve ideal kilo eşanlamlıdır. Beslenme düzeni, kişinin sağlık durumunu doğrudan etkiler. Tüm organları ve bezleri doğru ve düzenli çalışan, gerçekten iyi dengelenmiş bir vücut aynı zamanda sağlıklı bir organizmadır. Organların çalışmasıyla ilgili her türlü dengesizlik,bir sağlıksızlık göstergesidir. Dengesizlik güçsüzlüğün ve/veya hastalığın belirtisidir.

Fazla kilolara bağlı dengesizliğin ya da vücut güçsüzlüğünün dış belirtileri arasında, kalp ya da tiroid bezi sorunları, nefes darlığı ve enfeksiyonlara karşı bağışıklığın olmaması bulunur. Bununla birlikte, kilo düzeyinde bir dengesizliğe bağlı olarak, gizli kalmış başka semptomlar ya da rahatsızlıklar da vardır. Bunu anlamak için, her şeyden önce vücudun kendi bakımını sağlayan ve kendi kendini düzenleyen bir sistem olduğu ve içindeki her organın, doğrudan ya da dolaylı olarak diğer organların çalışmasına bağımlı olduğu bilinmelidir. Vücut, karmakarışık ve rastgele biçimde bir araya gelmiş bir dizi parçadan oluşmaz, o sistemli bir bütündür. Organizma günün her anında çalışır; hücresinden tüm organlarına kadar.

Vücudumuzdaki organlardan her biri bu beş unsur kategorisinden birine aittir. "Maden" akciğeri ve kalın bağırsağı temsil eder. "Tahta" karaciğeri ve safra kesesini; "toprak" dalağı, pankreas ve mideyi; "su" böbrekleri ve sidik torbasını; "ateş" kalbi ve ince bağırsağı.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp