Zihin Ve Bağışıklık Sistemi

Zihin Ve Bağışıklık Sistemi :

Bu kadar karmaşık bir şeyin nasıl oluştuğunu tasavvur etmek dahi imkansız gelebilir. Bu evrimin gerçekleşebilmesi için milyonlarca yıl geçmiş olduğuna kuşku yoktur. Bağışıklık sistemi bir karmaşa ve yeterlilik mucizesidir. Bu sistem bizi dış istilacılara ve içeride üretilen tehlikeli düşmanlara, örneğin kansere karşı korumak için tasarlanmıştır. Pek çok savunma stratejisiyle donatılmıştır; istilacılar öldürmek için kimyasallar üretebilir; onlar yutmalar için hücre ordular konuşlandırabilir ve de bedenimize yabancı binlerce maddeyi tanıyabilen ve onlar etkisiz hale getirebilen ayrıntılı bir yapıya sahiptir.

Yıllar boyunca hastaların, bu sistemin çalışmasında zihnin de bir etkisi olduğuna işaret edecek kaygılandırıcı öyküler ortaya koymalarına karşın irnmünoloji (bağışıklık-bilim) uzmanlarınca söz konusu olanın otonom sistem olduğu düşünülmüştür. Bu öykülere çoğunlukla uzmanlar tarafından tam olarak inanılmamış olsa da, beynin bu sistemde etkin olduğuna dair göz ardı edilemeyecek kanıtlar bulunmaktadır.

Rochester Üniversitesi'nden araştırmacı psikolog Robert Ader, fareleri sakarinle tatlandırıllmış sudan hoşlanmamaları için şartlandırmaya çalıştığı bir deney gerçekleştirmiştir. Bu Pavlov'un köpekleri zil sesi üzerinde tükürük salgılamaya koşullandırdığı klasik deneyiyle benzerlik göstermektedir. Sakarinden hoşlanmalarını sağlamak için Dr. Ader farelere kusmalarına neden olan bir kimyasal şırınga ederek onlara şekerli su ile mide bulantısını ilişkilendirmeyi öğretmiştir. Ancak işin çarpıcı yanı, bundan sonra onları yalnızca sakarinle tatlandırılmış suyla besleyerek, bir kimyasal şırınga etmeden de, hayvanların bağışıklık sistemlerinin bastırılmasını sağlayabilmesidir.

Bunun nedeni hayvanların bulantı yaratan ilacı tatlı suyla ilişkilendirilmiş olmalarıdır. Artık yalnızca sakarinle beslenmeleri bile bağışıklık sisteminin bastırılmasıyla sonuçlanacaktır. Bu deney bir beyin olgusunun burada bir tattan hoşlanmayışın- bağışıklık sistemini kontrol ettiğini ortaya koyması açısından bir dönüm noktası olma özelliği taşır. O halde GMS hastalarının ağrıyı en tuhaf durumlarda örneğin;
sakince karın üstü uzanırken denetimleyeceklerine kuşku yoktur.

Onlara karın üstü uzanmanın sırta iyi gelmediği söylenip durmaktadır, dolayısıyla bu da onlar bu duruştan hoşlanmamaya şartlar ve doğal olarak da ardından ağrı baş gösterir. Önceden ifade edildiği gibi beyin bedendeki herhangi bir organ ya da sistemi etkileyebilir.

Dr. Ader'ın farelerinde etkilenen bağışıklı sistemidir; GMS de ise otonom sistemdir.

Dr. Ader ve çalışma arkadaşlarının gözlemledikleri bir diğer şey e otoimmün sistemi hastalıkları olan farelerin bu deneyler sırasında iyileşme gösterdikleridir. Bunun nedeni bu sınıf rahatsızlıklarda bağı-şıklık sisteminin tekrar bedene dönüp, bir kısmı bedenin kendi dokularına zararlı olan maddeler üretmesidir (romatizmal eklem iltihabı, diyabet, lupus eritematosus ve multiple skleroz bu hastalıklara örnektir). Bu da demektir ki, bağışıklık sistemini bastıran her neyse o bu rahatsızlıkların iyileşmesine izin vermektedir; sakarinli su ile beslenen otoimmün hastası farelerde görülen de budur.

Otoimmün rahatsızlıklar tüm hastalık sınıflan' içinde en az anlaşılabilmiş ve en sorunsal kesimi oluşturduğundan, bu deneyin insanın sağlık ve hastalık durumu açsısından etkisi devasadır. Bu deneyler beynin bu durumların tedavisinde göreve alabildiğine işaret etmektedir. Dahası bu bana duyguların da nedensellik açısından görevaldığını ifade etmektedir.

Norman Cousins ünlü kitabı The Anatomy of an Illness'da (Bir Hastalığın Anatomisi) başından geçen ankilozon spondilit adında bir otoimmün rahatsızlığı betimlemekte ve bunun duygusal kaynaklı olduğunu fark etmiş olduğundan okurlara da bir çeşit moral tedavisi ve C vitamini desteğini önermektedir. GMS ile olan deneyimlerime dayanarak, iyileşmenin yazarın duyguların rolünü fark etmesiyle gerçekleştiğini düşündüğümü söyleyebilirim. Burada da tıpkı GMS'de olduğu gibi hastalığın ilgiyi duyguların hükmünden uzaklaştırmak, kişi neler olduğunun farkına vardığında ve ilgi duygulara odaklandığında da amacından olup sona ermek gibi bir seyrinin söz konusu olduğu düşünülebilir.

Bağışıklık sisteminin duygulardan fazlasıyla etkilendiğine inananlarımız bunu Dr. Ader'ın laboratuar ortamında bunun gerçekliğini kanıtlamış olmasına borçludur. Ancak o yalnız değildir; diğer laboratuar bilimcileri de zihin ve beden arasında aynı biçimde heyecan verici bağların olduğunu ortaya koymuştur.

Beni oldukça etkileyen bir rapor da 1982'nin Nisan ayında saygın bir dergi olan Science'ta Visintaniner, Vokipelli ve Seligman tarafından hazırlanmıştır. Yazarlar hepsi de aynı tür kanser hastası olan bir grup farenin iki farklı deneysel koşullar altında rahatsız edici elektro-şoka tabi tutulmalarını anlatmaktadır.

Bir grup bundan kaçabilecek durumdayken, diğer grup bitene dek buna maruz kalmak zorundadır. İki grup da tam olarak aynı miktarda şok almıştır; birinde bundan kaçabilme becerisinin görülmüş olması aradaki tek farktır. Yazarlara göre; "Kaçışı olmayan, şoka maruz kalanlarda, kaçışı olan şoka maruz kalanlara ya da hiç şoka maruz kalmayanlara kıyasla tümöre karşı koyma eğilimi yarı yarıya az, ölüm eğilimi ise iki kat fazladır. Kaçışı olan şoka tabi tutulan farelerdeki % 63 ve hiç şoka tabi tutulmayan farelerdeki % S4'lük orana karşılaştırıldığında kaçışı olmayan şoka tabi tutulan farelerin yalnızca % 27'sinin tümöre karşı koyduğu görülmüştür."

Çalışmanın açıklıkla ifade ettiği şey kanserin yok edilip edilmeyeceğine karar verenin bağışıklık sisteminin etkinliği olması dolayısıyla duygusal açıdan daha çok stres altına giren farelerin bağışıklık sisteminin daha yetersiz olduğudur. Eğer farelerde durum buysa insanlarda duyguların önemini siz tahmin edin.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp