meme kanseri için soyundular

Etiyoloji Meme kanseri tabii ki sadece memelilerde olabilir. Fakat bütün memelilerde meme kanseri görülmemektedir. Örneğin atta, balinada, arslanda, tilkide, kedide meme kanseri görülmemekte, buna karşılık yalnız üç memeli gurupta meme kanseri gelişmektedir: fare, köpek ve insan. Bu oluşumda etki yapan faktör nedir? Meme kanseri sadece bu memelilerde görüldüğüne göre meme kanserinin eti- yolojisinde rol oynayan faktörü bu hayvanlara özel bir faktörün yanında aramak gerekir. Başka bir deyimle fareyi fare yapan, köpeği köpek yapan, insanı insan yapan faktör ne ise bu üç memeli türde meme kanserine neden olan faktör de hemen hemen aynıdır. Bu faktör genetik bir faktördür. Acaba meme kanserinin etiyolojisinde rol oynayan faktör de genetik bir faktörmüdür? Bu sorunun cevabı evet olabilir. Gerçekten de meme kanseri insidansı çok yüksek olan fare suşları vardır. Bu fare suşlarında meme kanseri görülme oranı %90 ila %100 arasındadır. Aynı derecede olmamakla beraber insanda da böyle bir ilişki vardır. Anne, kız ve kızkardeşler arasında meme kanseri görülmesi oranı normal popülasyona göre iki kat daha fazladır. Buna karşılık meme kanserli kadınlarda genetik incelemeler kesin bir sonuca varmış değildir.Pedegriler oldukça müphemdir.

Meme kanseri olan bir annenin kızı meme kanseri olacak olursa annesinden daha genç yaşta hastalığa tutulabilmektedir.İnsanlarda meme kanseri coğrafi bir dağılım gösterir. Fakat gerçekte bu bir coğrafi dağılım değil, bir ırk dağılımıdır. Şöyleki Japonlarda meme kanserinin çok az görülmesine karşılık Avrupa'da ve İngiltere'de meme kanseri oranı Japonya'dakine göre çok yüksek bulunmaktadır. İkinci Dünya savaşından sonra Amerikalı askerlerle evlenerek birçok Japon kızı Amerika’ya göç etmiş bulunmaktadır. Uzun yıllar orada yaşadıkları halde gene de bu Japon kadınlarında meme kanseri görülme oranı Amerika'nın beyaz ırkına göre çok daha azdır. Örneğin California'da yapılan bir araştırmada bu göç etmiş Japonlarda meme kanseri görülme oranı 100.000'de 5.3 olmasına karşılık aynı bölgedeki beyazlarda bu oran 27.6 olarak görülmektedir. Gene aynı bölgedeki Çinlilerde bu oran 100.000'de 6.8 dir. Bundan başka Japonlarda görülen meme kanserinin prognozu beyazlarda görülen meme kanseri prognozuna göre çok daha iyidir. Gerek görülme oranında gerekse prognozdaki farklılıklar genetik faktörlerin önemini göstermektedir.Meme kanserinin kadınlarda daha sık görülmesi etiyolojide kromozomal faktörlerin rolünü düşündürmektedir. Ancak deneysel yapılan çalışmalarda farelerde puberteden önce ooforektomi yapılması ile meme kanseri oranının çok düştüğü gösterilmiştir.

Buna karşın erkek farelerde kastrasyon sonrası östrojen verilmesi ile yüksek oranda meme kanseri oluştuğu görülmüştür. Bu bulgular meme kanseri oluşumunda kromozomal faktörlerden çok hormonal faktörlerin rolü olduğunu düşündürmektedir. İnsanlarda da hiç evlenmemiş kadınlarda meme kanseri insi- dansınm daha yüksek olması, erken evlenenler veya ooforektomi ile erken menapoz sağlanan kadınlarda meme kanserinin daha az görülmesi bu görüşü desteklemektedir.Gebelik ve laktasyonun da meme kanserine karşı koruyucu oldukları ileri sürülmektedir.Overial etkilerin dışında hipofizer hormonların da memenin üzerine etkileri vardır. Hipofizden salgılanan somatotropik hormon direkt olarak memenin üzerine etki eder ve memenin büyümesine neden olur. Bundanbaşka hipofizden salgılanan ve direkt olarak meme üzerine etki eden bir hormon da pro- laktindir. Prolaktin memenin sekretuvar epi- telinin gelişmesine neden olur. Hipofizin meme üzerine bu direkt etkisinden başka diğer bazı endokrin organlar aracılığıyla olan etkileri de vardır. Kesin olmamakla beraber tiro- id hastalıkları ile meme kanseri arasında bir ilişki vardır. Meme kanserli hastaların %10'unda geçirilmiş tiroid hastalığı vardır. Bu oran normal populasyona göre oldukça yüksek bir orandır. Konu ile ilgili başka bir endokrin organ da surrenallerdir. Sürrenalle- rin estrojen de salgıladıkları bilinmektedir. Hipofizer etki altında salgılanan bu estrojen meme üzerine etki etmektedir.

Överler hipofizden salgılanan FSH (folli- kül stimüle edici hormonj'nm etkisi ile estrojen salgılar. Bu estrojen memedeki duktus gelişimine neden olur. FSH'nın yanında lutein stimulan hormon överlerdeki korpus luteum üzerine etki ederek progesteron salgılanmasına yol açar. Progesteron meme lobüllerinin, yani asinilerin gelişmesine neden olur. Plasentadan salgılanan estrojen ve progestero- nun da meme üzerine etki yapabildiği bilinmektedir.Daha önce sözü edilen ooforektomi veya kastrasyonun meme kanseri ile ilişkisi gözö- nünde bulundurulursa estrojen ile meme kanseri arasında çok yakın bir ilişki olduğu düşünülür. Ancak bu ilişki düşünüldüğü kadar basit bir ilişki değildir. Bu ilişki içinde hipofizin diğer hormonlarının etkisi unutulmamalıdır. Görüldüğü gibi memeye etkili üç değişik kaynaklı (sürrenal, över, plasenta) estrojen vardır. Bu üç değişik kaynaklı estrojen- lerle gelişen meme kanserleri değişik klinik özellikler gösterir.Etiyolojisinde sürrenal estrojen olan meme kanserleri prognozu en iyi olanlarıdır. Buna karşın plasenta estrojeni ile gelişen meme kanserinin en grav seyreden ve prognozu en ağır olan tipi olduğu ileri sürülmektedir. Bu nedenle gebelikte gelişen meme kanserinin neden grav bir gidiş gösterdiği açıklanmış olur. Bunun yanında gebelik öncesi gelişen bir meme kanseri gebelik ile birlikte plasen- tal estrojenin etkisi ile aynı özelliği gösterir. Ancak gebeliğin veya doğumun meme kanserine karşı koruyucu olduğu da daha önce belirtilmiştirBu aradaki çelişkinin açıklanması çok güçtür.

Korunma Biraz evvel açıklamış olduğumuz etiyolo- jik faktörler karşısında acaba meme kanserinden korunma mümkün olabilir mi? Etiyo- loji bahsinde evlenmemiş ve geç evlenmiş olanlarda erken evlenmişlere göre (25 yaşından önce ilk çocuğunu doğuran kadınlara) daha fazla bir meme kanseri insidansı olduğunu belirtilmiştir. Bundan anlaşıldığına göre 25 yaşından önce ilk çocuğunu doğuran kadınlarda meme kanseri insidansı düşmektedir. Laktasyonun koruyucu bir etkisi olduğuna göre belki evli kadınlarda, doğum yapmışlarda laktasyonu teşvik etmek, biraz etkili olabilir. Fakat bunun da ne ölçüde etkili olacağı bilinmemektedir. Menapozdan önce ooforek- tomi yapılan kadınlarda meme kanseri insi- dansı çok düşmektedir. Amerika'da oldukça yaygın olan ooforektomi belki koruyucu bir metod olarak ileriye sürülebilir. Fakat bu da gene meme kanserinden korunmak için pratik bir yol değildir. Şu halde elimizde meme kanserine karşı koruyucu hiçbir metod yoktur. Kadınları meme kanseri olmaya karşı koruyacak olanaklara sahip olmadığımıza göre çabalarımızı onları meme kanseri olduktan sonra kurtarma çareleri aramaya yöneltmeliyiz. Bu da hastalığın erken dönemde yani operable safhada yakalanmasıyla mümkün olabilir.

İnsidans Meme kanseri tüm kanserler içinde en sık görülen kanser türüdür. Doğan her 15 kız çocuğundan biri yaşamının bir döneminde meme kanseri olacaktır. Çok nadir olmakla beraber erkeklerde de görülebilir.Türkiye'de, Avrupa'da ve Amerika'da kanserin sıklık sıralamasında birinci sırayı tutan meme kanseri Japon kadınlarında çok az görülmekte, Eskimolarda ise hemen hemen hiç rastlanmamaktadır. Japonya'dan Amerika'ya göç eden ve orada yerleşen Japon kadınlarında meme kanseri rastlantısı yıllar geçtikçe artmaktadır. Bundan başka bu kadınların Amerika'da doğan ikinci kuşak kızlarında meme kanseri rastlantısı Amerika'ya Avrupa'dan göç etmiş olan kadınlardaki rastlantıya hemen hemen eşit olmaktadır. Bu Japonya'daki Japon kadınlarında meme kanserinin az görülmesinin sadece bir ırk etmenine bağlı olamıyacağını göstermektedir.
Nitekim bazı araştırmalar meme kanseri ile beslenme arasında bir ilişki olduğunu protein ve yağdanzengin besinlerle beslenenlerde meme kanserinin daha çok olabileceği düşünüşünü destekler görülmektedir. Meme kanseri etiyo- lojisinde hereditenin kesin bir rolü bilinmemekle beraber annesinde ya da teyzesinde, ya da kızkardeşinde meme kanseri olan kadınlarda meme kanseri olasılığı, bu yakınlarında meme kanseri olmayanlara göre dikkati çekecek kadar fazladır. Başka bir gözlemde annesinde meme kanseri olan bir kadında meme kanseri olacak olursa kanserin klinik olarak ortaya çıkış yaşı anneye göre kızda daha erken olmaktadır. Bazı fare türlerinde yavruya anne sütü ile geçen bir virüsün meme kanseri yaptığı saptanmışsa da insanlarda bunu kanıtlayacak bir bulgu yoktur. Meme kanseri etiyolojisinde östrojenin önemli bir yeri olduğu bilinmektedir. Östrojen ile meme kanseri arasındaki bu ilişki, östrojenin her zaman meme kanseri yapacağı anlamında olmamakla beraber hastaların yaklaşık 1/3 inde meme kanseri östrojene bağlıdır.

Klinik belirtiler Genel olarak meme kanserinin ilk belirtisi bir sertlik veya kitlenin ortaya çıkmasıdır. Çok nadir olarak memede palpabl bir kitle yokken hastalık memebaşı akıntısı ya da reji- onâl lenf nodlarında metastaz ile kendisini gösterebilir. Böyle memede palpabl kitle yokken metastazlarla kendini gösteren kansere "Okült Meme Kanseri" adı verilir. Okült meme kanseri çok ender görüldüğü için meme kanserinin ilk belirtisi pratik olarak memede bir kitleden ibarettir. Bu kitlenin kıvamı, içerdiği epitelyal ve fibröz elemanların birbirine oranına göre değişir.Uyguladığımız Haagensen-Stout opérabilité kriterlerine göre bize gelen meme kanserli hastaların %50 si operabl, %50 si inoperabl- dir. Operabl bulunarak radikal mastektomi yapılan bu hastaların ameliyattan sonra yapılan aksilla incelenmesinde bunların da %50 sinin aksilla lenf nodüllerinde metastaz olduğu görülmüştür.

Patoloji Meme karsinomları daha çok memenin üst dış kadranından gelişir. İkinci derecede santral bölge, daha sonra üst iç kadran, onu da takiben alt kadranlar gelir. Meme kanserlerinde klasik olarak kitle sert, zor hareket ettirilebilen, elastik olmayan kolayca kesile- bilen bir nodüldür. Kesit yüzünde opak, kuru bir yüzey mevcut olup konnektif dokununtranslusan çizgilerine ufak sarımsı veya opak gri çizgiler yandaşlık eder. Kitleye iştirak eden epitelyal ve konnektif doku miktarına göre tümörün kıvamı değişir. Tümör konnektif dokudan zenginse Skirö karsinomdan söz edilir. Diğer makroskopik görünümler arasında hemoraji ve nekrozla birlikte olan opak beyaz veya pembemsi görünümde, yumuşak kıvamda medüller tümörler, mukoid veya jela- tinöz papiler sınırlı intrakistik ve komedo tipleri vardır.Malign meme tümörlerinin %90 ından fazlası ya geniş veya küçük çaplı duktal sistem epitelinden gelişir. Geri kalan kısımda ise lo- büler karsinomlar ve sarkomlar yer alır.Histolojik olarak herhangi bir meme kar- sinomunda esas olarak adenokarsinom yapısı bulunabilir, ama bir tümörde birkaç değişik histolojik yapı da bulunabilir. Meme tümörleri makroskopik özelliklerine göre (skirö, kol- loid, medüller), histolojik karakterlerine göre (adenokarsinom, papiler, sarkom) histogene- zine göre (duktal, lobüler, asiner) veya aktivi- tesine göre (infiltratif ve noninfiltratif) olarak ayrılır. Foote ve Stewart’ın yapmış olduğu bir sınıflamanın modifiye şekli Tablo 2'de verilmiştir.

Paget hastalığı Meme başının kronik ekzematoid görünümüyle birlikte santral duktal karsinomun bir arada olmasıdır. Meme başında uzun süre devam eden yanma, kaşınma ve meme başı ağrısı gibi sübjektif semptomlarla birliktedir. Daha sonra hiperemi ortaya çıkar. Bu değişiklik areolaya uzanır, üzerinde çatlak, sulanma ve kabuk oluşur. Neticede ülserasyon ve memebaşında destrüksiyon meydana gelir. Paget hastalığı meme karsinomlarının %5’in- den azını oluşturur ve yaşlılarda daha sıktır. Menîe başının altındaki sahanın makroskopik incelenmesinde yapışkan bir maddeyle dolu dilate kalın duktuslar görülür. Bazı duk- tuslar hücre kitleleriyle doludur, indurasyon gösterir. Periduktal infiltrasyon iyi sınırlı bir tümör oluşturur.Bu hastalıkta meme başı ve areoladaki deride geniş sitoplazmalı, soluk vakuollü hücreler (Paget hücreleri) epitelin tabakaları / arasında yer alır. Bunlar büyük, hiperkroma- tik nükleus ve mitoz gösterebilirler. Bundan dolayı epidermis güve yeniği manzarasında- dır. Bu Paget hücrelerinin meme başında in situ olarak gelişen epidermoid bir karsinomumu temsil ettiği, yoksa duktal karsinomdan inraepitelyal metastaz mı olduğu, veya bazı duktal karsinomlarda bulunan "özel hücreler" mi olduğu sorusu vardır. Paget hastalığının meme başının skuamöz epitelinin primer tümörü olmadığı muhtemelen doğrudur çünkü onun metastazlarında epidermoid bir karakter yoktur. Duktal kanser hücrelerinin intraepitelyal yayılımına ait bazı belirtiler vardır.Meme başını tutan superfisyal melanomla karışabilir ve Paget hastalığında melanositle- rin muhtemel rolünü düşünmek gerekmektedir.

Meme kanserinin yayılımı Meme kanserinin histolojik yapısı yukarda sözü edilen türlerden hangisine uyarsa uysun, bir süre, sonra kanser hücreleri lenfatik damarları işgal edecek ve lenfatik akıma uyarak bölgesel lenf nodlarına gidecekti*. Meme lenfatiğinin döküldüğü iki lenf nodülü grubu vardır. Birincisi ve meme lenfatiğinin büyük bölümünün döküldüğü grup aksilla lenf no- dülleridir. İkincisi ise mammaria interna lenf nodülleridir. Aksilla lenf nodülleri, aksillayı dolduran yağ ve bağ dokusu içine yerleşmiştir. Bu bölgeden çıkan efferent lenf damarları supraklaviküler fossadaki lenf nodüllerine gider. Meme lenfatiğinin döküldüğü ikinci grubu oluşturan mammaria interna lenf nodülle- ri sternum kıyısı boyunca uzanan mammaria interna damarları çevresinde interkostal kasların ve kaburgaların arkasında bulunan ve mammaria interna lenf nodülü adını alan gruptur.Meme lenfatiği bu söylenen iki lenf nodülü grubundan başka aşağıda göğüs duvarı ve diafragmayı geçerek karaciğer lenfatik ağı ile birleşir.Lenfatik akıma karışan kanser hücreleri bölgese] lenf nodlarmda yerleşerek burada metastaz yaparlar. Bu lenf nodülündeki metastaz geliştikçe lenf nodülü de büyür. Mammaria interna lenf nodülü grubu göğüs kafesinin arkasında bulunduğu için metastaz olursa bunların palpe edilme olanağı yoktur.

Fakat aksilla lenf nodüllerindeki metastaz palpabl bir lenf nodülü olarak kendisini gösterir. Başka bir deyimle aksillada palpe edilen ve metastaz izlenimi alman bir lenf nodülü ya da lenf nodülleri bulunması meme kanserinin ikinci klinik belirtisini oluşturur.Bölgesel lenf nodüllerinin metastazla tutulması ya da bu nodüllere giden lenfatik damarların kanser hücreleri ile bloke olması memenin lenfatik akımını zorlaştırır. Rahatlıkla drene olamayan lenf, meme dokusu içinde ve meme derisinde birikir. Böylece portakal kabuğu görünümüne benzeyen deri ödemi ortaya çıkar. Bu deri ödemi, ilk zamanlarda meme derisinin küçük bir sınırlı bölümünü tutar. Lenfatik damarların ve lenf nodülleri- nin tümörle tutulumu arttıkça lenf akımındaki duraklama da gittikçe çoğalır ve sonunda tüm memede ve memeyi örten tüm deride ödem meydana gelir. Aksilladan geçen lenf damarları kolu da lenfatiğinin büyük bir bölümünü drene ettikleri için bu bölgenin metastazlarla tutulup lenfatik akımın zorlaşması kolda da ödemle kendisini gösteril'.Tümör lokal olarak büyüdükçe önde meme derisine, arkada da pektoral kasa yaklaşır.

One doğru ilerleyen tümör, meme derisine infıltre olarak önce tümörü örten deride bir kalınlaşma, eritem ve ödem meydana getirir. Daha sonra bu derinin tümör ile tüm işgali sonunda bir ülser, bir yara ortaya çıkar. Ayrıca pektoral kasa infiltre olur. Bu infilt-rasyonun derecesine göre tümörün oynatılabilmesi de gittikçe zorlaşır. Pektoral kası geçip göğüs duvarına infıltrasyon olursa tümörün oynatılması olanaksız olur.Karsinomamn meme içinde lokal gelişmesi ile lenfatik yayılımı her zaman birbirine koşut olmaz. Başka bir deyimle kimi kez çok küçük tümörler yaygın aksilla lenf nodülü metastazları hatta uzak metastazlar yapabildiği halde kimi tümörlerde aksilla lenfatiği tutulumundan önce hızlı yerel ilerleme ile ül- serasyon ya da göğüs duvarına yapışıklık yapmış olabilir.Meme kanserinde yukarda sözü edilen ve derinin direkt invazyonu ile meydana gelen ülserasyondan başka özel bir ülserasyon türü daha olabilir. Buna, ilk tanımlayanın adına uyularak Paget hastalığı denir. Paget hastalığı memebaşı ve areola derisinde yüzeyel bir ülserasyonla başlar. İlerledikçe derinin derin katlarını da alan bir ülserasyon haline dönüşür. Paget hastalığında memenin içindeki tümörle areola ya da memebaşmdaki bu ülserasyon arasında doğrudan bitişiklik yoktur.

Başka bir deyimle bu erozyon ya da ülserasyon tümörün direkt yayılması ve deriyi işgali ile ortaya çıkmaz. Nitekim derinin direkt işgalinde önce derin tabakaları tutulduğu halde Paget hastalığında erozyon en yüzeyel tabakadan, epidermisten başlamaktadır.Biraz önce aksilla lenf nodüllerinde metastaz olduğu zaman bu lenf nodüllerinin palpe edilebileceğini, fakat mammaria interna lenf nodülleri göğüs kafesi arkasında olduğu için palpasyonla saptanmasının olanak dışı olduğunu söylemiştik. Bu mammaria interna lenf nodüllerindeki metastazlar başlangıçta klinik olarak saptanamazsa da zamanla büyüyen lenf nodları önlerindeki kıkırdak kaburgaları ileri doğru iterek ve kaburgalar arasından dışarıya çıkarak sternum kıyısında bir kabarıklıkla kendisini gösterir. Genellikle ikinci, üçüncü kaburgalar seviyesinde sternu- mun hemen kıyısında görülen bu kabarıklığa parasternal kitle adı verilir. Bu bulgu meme kanserinin mammaria interna lenf nodülleri- ni çok ileri derecede tuttuğunu gösterir. Aksilla lenfatiği gibi mammaria interna lenfatiğinin son boşalma yeri supraklavikülar fossadaki lenf nodülleridir. Supraklaviküler fossa lenf nodüllerine dökülen bu lenfatik içinde bulunan kanser hücrelerini de buraya taşıya-rak supraklaviküler fossada lenf nodülü metastazı meydana getirir ve böylece supraklaviküler fossada normalde palpe edilemeyen lenf nodülü ya da nodüleri ortaya çıkar. No- düller genellikle klavikülanın iç yarısının hemen yukarısmdadır. Metastazla büyümüş olan lenf nodülünün büyük bir bölümü kimi kez klavikülanın arkasına gizlenmiş olur.

Supraklaviküler lenf nodülü metastazı bulunan hastalarda genellikle aksillada da metastaz olan lenf nodülleri palpe edilir. Fakat kiminde özellikle tümörün, memenin iç yarısında yerleşmiş olduğu hastalarda aksillada palpabl lenf nodülü olmadan da supraklaviküler fossada lenf nodülü metastazı görülebilir. Bu hastalarda muhakkak parasternal kitle bulunması da gerekmez. Memenin iç yarısından da mammaria interna lenf nodülleri- ne dökülen lenfatik içinde sürüklediği kanser hücreleri ile burada metastaz yaptıktan sonra kimi kez de bu lenf nodüllerine uğramadan doğrudan doğruya supraklaviküler fossadaki lenf nodüllerine dökülebilir. Böylece mammaria interna lenf nodüllerinin parasternal kitle oluşturması için geçmesi gereken süreden önce supraklaviküler fossada metastaz ortaya çıkar.Meme kanserinin özel bir lenfatik yayılma türü de "permeasyon yayılması'dır. Bu tür lenfatik yayılma ile de kanser hücreleri lenf akımı ters yönünde lenfatik damarın duvarında tutunarak ilerlerler. Bu yoldan deriye kadar gelen kanser hücreleri burada yerleşerek metastatik nodüller meydana getirir. Bunlara "satellit deri nodülleri" ismi verilir. Permeasyon yolu ile lenfatik yayılma kanserin geç evrelerinde görüldüğü için satellit deri nodülleri hastalığın çok ilerlemiş olduğunu gösteren bulgulardır.Daha kanserin erken evrelerinde birçok kanser hücresi kana karışır. Fakat bunların çoğu kanda tahrip olur. Hematojen bir yayılım yapmaz.

Zamanla kana karışan hücrelerin sayısı artar. Bu artışla orantılı olarak metastaz yapma olasılığı da artar. Kanser hücreleri kan dolaşımı ile bütün organizmaya yayıldığı halde yerleşip metastaz yapabilmeleri için uygun ortam, her kanser türü için spesifik olan belirli oksijen saturasyonu gerekmektedir. Meme kanseri hematojen yayılım ile kemiklerde ve yumuşak dokularda metastaz yapar. İskelet sisteminde en çok yerleştiği yer vertebralar, özellikle lomber vertebralar,pelvis kemikleri, femur yukarı uçları, kaburgalar ve kafatası kemikleridir. Yumuşak dokular içinde de en sık metastaz yaptığı yerler akciğer, karaciğer ve plevradır. Bunun dışında beyin ve hipofiz metastazları da görülür. Çok nadir olarak mesane ve mide de metastaz yapabilir. Överler de meme kanserinin sık metastaz yaptığı organlardandır. Klinik muayenede karaciğer metastazı hepatomega- li ile akciğer plevra metastazı plevral efüzyon ve dispne ile gene ileri derecedeki akciğer metastazları dispne ile kendisini gösterir.

Beyin metastazlarında yerleşim yerine göre nörolojik semptomlar, hipofiz metastazlarında da diabetes insipidus görülebilir. Kemik metastazları yerleştiği yere göre yayılım yapan ağrı ile belirlenir. Karaciğerin ileri derecede metastazlarla işgal edildiği evrede sarılık da ortaya çıkar.Kemik, akciğer metastazları ile plevral ef- füzyon radyolojik inceleme ile karaciğer metastazları karaciğer sintigrafisi, ultrasonog- rafi, bilgisayarlı tomografi ile ve beyin metastazları bilgisayarlı tomografi ve EEG ile saptanabildikleri gibi gene kemik metastazları da tüm iskelet sistemini içine alan sintigrafi ile radyolojik belirtiler ortaya çıkmadan önce dahi belirlenebilir.Burada meme kanserinin çok hızlı ilerleyen bir özel klinik türünden de söz etmek yerinde olur. Bu tür kanser klinikte meme apselerine çok benzediği için inflamatuar tip meme kanseri adını alır. Gerçekten de inflamatuar tip meme kanserini eritem, şişlik, ağrı, kitle ve sıcaklığı ile inflamasyondan ayırmak kimi hastalarda klinik muayene ile olanak dışıdır. İnflamatuar tip meme kanseri deyimi bir klinik deyim olup bunu bazı tür meme kanserlerinde görülen yuvarlak hücre infiltrasyonu ile karakterize meme kanseri türünden ayırmak lazımdır. Klinikteki inflamatuar tip meme kanseri en ağır tip meme kanseri olup hangi yöntemle tedavi edilirse edilsin hastalar genellikle altı ay ile iki sene arasında ölürler.

Tanı Meme kanseri tanısı klinik muayene ile başlar ve biyopsi ile sonuçlanır. Meme muayenesi ve biyopsi tekniği daha önce ayrıntılı olarak anlatılmıştır. Meme hastalıklarının tanısında sitolojik muayene metodları pratik bir alan bulamamıştır. Ne memebaşı akıntısının sitolojik incelenmesi ne de aspire edilen kist sıvısının sitolojik incelenmesi tanıbakımından yeterli olamamaktadır. Ancak son yıllarda ince iğne aspirasyon biyopsisi meme kanseri tanısında yüksek doğruluk oranı olan bir yöntem olarak kullanılmaktadır.Meme tanı metodları arasına girmiş olan mammografı, xerografi ve termografi ancak memede patolojik bir olay olup olmadığını gösterme bakımından yardımcı olabilirler. Bu metodlarla her ne kadar mevcut hastalığın malign mi, benign mi olduğu konusunda ön kanılara varılabilirse de bu tanılar hiçbir zaman kesin değildir ve meme hastalıklarında biyopsi olmaksızın kesin tanı konulamaz. Burada bir kere daha ve açıkça belirtmek isteriz ki meme hastalıkları kesin tanısında tek me- tod biyopsidir.

Tedavi Operabl dönemde bulunan meme kanserli hastalarda seçkin tedavi metodu ameliyattır. Meme kanserinde uygulanan çeşitli cerrahi teknikler ve ilerlemiş meme kanseri ile metastatik meme kanserinde tedavi yöntemleri ilgili bölümlerde geniş olarak anlatılmıştır.

Radyoterapi Operabl meme kanserinde radyoterapinin yeri ameliyat sonrasıdır. Ancak, radyoterapi endikasyonunun titizlikle konması ve boş yere kullanılmaması gerekir. Çünkü radyoterapi ancak bir defa kullanılacak bir silahtır. Gereksiz yere kullanılacak olursa ilerde gerektiği zaman kullanılma olanağı elinizden kaçmış olur. Postoperatif radyoterapi endikasyonu aksilla lenf nodülü metastaz durumuna göre konulmalıdır. Eğer aksilla lenf nodüllerinden bir ya da daha çoğunda ileri derecede metastaz varsa ya da birden çok lenf nodüllerinde ufak metastazlar varsa postoperatif radyoterapi uygulanmalıdır. Burada lenf nodüllerindeki metastazın derecesi ile beraber bu metastaz gösteren nodüllerinin lokalizasyonu da gözönünde tutulmalıdır. Örneğin aksiller grupta bir tek lenf nodülünde metastaz bulunduğu zaman radyoterapi yapmakta, fakat santral grupta iki ya da daha çok küçük metastaz bulunduğu durumlarda radyoterapiden sarfı nazar edebilmekteyiz. Eğer özetleyecek olursak post operatif radyoterapi endikasyonu lenf nodülü metastazı ve bu lenf nodüllerinin lokalizasyonuna göre konmaktadır. Preoperatif olarak radyoterapi *kullanılmasının yararlı olduğu ileri sürülmektedir. Bu şekilde inoperabl olan bir meme kanserinin operabl olabileceği de belirtilmektedir. Ancak bu görüşün geçerliliği cerrahi açıdan tartışmalıdır.

Kemoterapi Ameliyat sırasında intrave- nöz olarak kemoterapötik ajanların kullanılması veya ameliyat alanının gene bu kemoterapötik ajan solüsyonları ile yıkanması teorik olarak tümör implantasyonunu önleyebilir. Gerçekten de bazı meme kanseri cerrahları ameliyat sırasında bu kemoterapötik ajanları kullanmaktadırlar. Ancak bunun değerini gösterecek belirli bir istatistiğe sahip değiliz.

Prognoz Operabl bulunarak uygun cerrahi tedavisi yapılan meme kanserli hastalarda prognoz tümörün büyüklüğüne, aksilla lenf nodülleri metastazına, tümörün histolojik karakterine, hastanın yaşına ve gebelik, laktasyon gibi endokrin duruma bağlıdır. Genel olarak konuşacak olursak meme kanserli hastalarda rekürrens çoğunlukla ameliyattan sonraki ilk iki yıl içinde ortaya çıkmaktadır. Rekürrens oranı hastalığın yeniden ortaya çıkışında bütün dönemler hesaba katılacak olursa %30 dolaylarındadır. Gene operabl bulunarak radikal mastektomi yapılmış olan meme kanserli hastalarda genellikle beş yıllık yaşam oranı %70 dir. Sadece A evresi değerlendirilecek olursa bu beş yıllık yaşam oranının %88 olduğu görülür. 10 yıllık yaşam oranı ise A evresinde %65 B evresinde %37 ve A ve B evreleri toplam olarak hesaba katılacak olursa %50 dir.

Meme Kanseri Prognozunda Etkenler Meme kanseri prognozunda etkenler hastaya ve hekime ait olmak üzere iki grupta toplanabilir.Hastaya ait etkenler genel olarak, tümörün özelliği ve hastanın bu tümöre karşı direnci olarak tanımlanabilir. Ne tümörün özelliği ne de hastanın direnci bizim değişti- remiyeceğimiz etkenler olduğu için bu yönden hastaya herhangi bir faydamız dokunamaz. Hastaya ait etkenler arasında hastanın herhangi bir nedenle hekime geç başvurması da söylenebilir. Meme kanseri prognozuna etkisi olan hekime ait etkenler ise hastalığın tanı ve tedavisini kapsar.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp