Kanserin anlaşılmasının anahtarı

Kanserin anlaşılmasının anahtarı :

Devinimci (mekanist) doğal bilimler, o arada devinimci dirim bilim gizemciliğin tutsağıdır. Öteden beri sık sık altını çizdiğim gibi, yaşamla ilgili sorunlara devinimci gözle bakmanın bıraktığı boşlukları öteden beri gizemcilik doldurmuştur. Somut bir örnek verelim devinimci doğal bilim yanlış bir düşünceye dört elle sarılmıştır, «bir hücre ancak başka bir hücreden», «yumurta da ancak yumurtadan» çıkabilir der. Böylece çok yerinde bir soru daha ilk ağızda elin tersiyle itilmiş olur ilk hücre ile ilk yumurta nerden gelmişlerdir? Böylelikle bütün dirimbilimin temelini oluşturan soruyu bir köşeye iten devinimci bilgin, daha başından, birtakım dirimbilimsel olguları anlama olanağından kendini yoksun bırakır. Aynı bilgin, milyarlarca tür tekhücreli canlı için, «kendi kendine» havada uçuşan, «olmuş bitmiş» bir tohum bulunduğunu varsayar, Oysa, bugüne dek söz konusu tohumları gören olmamıştır. Başlangıçta, «olmuş bitmiş» tohumlar kuramı her şeyi açıklar gibiydi veremi, frengiyi, akciğer yangısını falan. Derken, «havada uçan tohum açıklaması»yla pek bağdaşmayan hastalıklarla karşılaşıldı bunlar, kökeni canlı maddeyle Cansız madde arasında dolaşan, son derece küçük, gözle görülmeyen canlıcıklara yakıştırılan hastalıklardı. Çocuk felci (poliomyelite), pamukçuk hastalığı bugüne dek anla yamadığımız hastalıklar olarak kalmışlardır. Çünkü havadan virüs oluşturmak elimizde değildir. Canlı ve ölü maddeden mavi yaşam kabarcıkları, onlardan da tekhücreli canlılar ve bakteriler elde etmeyiyse hiç kimse bilmiyordu. İçinde su yosunu bulunan sıvılarda canlı cisimciklerin bulunması doğal bir olgu sayılıyordu, tıpkı vücutta kanserli hücrelerin varlığının doğal karşılanması gibi.

Doğrusunu söylemek gerekirse, kanserli hücrelerin kökeni araştırılıyordu. Ama bunlar havada bulunmadıkları, vücutta oluştuklarına kuşku duyulamayacağı, beri yandan da ayrışan dokulardan yeni hücrelerin oluşması savının benimsenme si yasaklandığı için, şu iki nokta es geçildi a) insanın dış salgılarının doğal halde titizlikle incelenmesi; b) suya daldırılmış ot dokusunun geçirdiği değişimlerin dikkatle izlenmesi. Hangi hastalık uzmanına sorsanız,. canlının kendi kendine mikrop bulaştırması savını saçma bulup yadsır; hele hele vücutta birtakım tekhücreli canlıların oluşabileceğini ölse kabul et mez. Hatta bu tür sözlere kulak bile asmaz. Oysa, çözüşmeye başlayan doku/ardan kanserli hücrelerin oluşmasının anahtarını bize işte bu ayrışan su yosunu ve otlardan bakterilerle tekhücreli canlıların oluşmasında etkili olan süreç/er sağlamaktadır. Bundan böyle, vücutta kanser hücrelerinin nasıl bir evrim geçirdikleri sorusunu yanıtlayabiliriz gerçekten de, bunun için, ayrışmaya başlamış ot dokusunda tekhücreli canlılarla mikropların oluşum evrelerini canlı olarak gözlemek yeterlidir. İçine ot daldırılmış sudaki amipler otun «kanserli hücreleri» yse, ben zer görüngülerin hayvan dokusunda da oluştuğu sonucuna varılabilir. Ancak böyle salt akılsal bir yöntem tek başına yetmez ve kesin sonuçları doğrulayamaz. Bundan ötürü, gerek dıştan sağlıklı gözüken kişilerin, gerek kansere yakalandıkları saptan mış kişilerin dış salgıları üzerinde yapılacak çok yönlü ve ilk ağızda tutarsız çok sayıda gözlemin büyük önemi vardır. Çünkü kanser li dokularda ve yörelerinde, ayrışmaya başlamış ot ve su yosunlarındakilere benzer canlı biçimlerine ve süreçlere rastlanıp aradaki benzerlik kanıtlanırsa, ortaklaşa yürütülen deney ve gözlemler doğrulanmış olur. Sağlıklı farelerde bu yöntemle kanser başlatılıp hastalığın türlü evreleri gözlenirse, doğrulanan gözlem ve deneyler bilimsel kesinlik kazanır. Ayrışma ya başlamış ot dokusundaki süreçler, kanserlilerin dış salgıları, yapay olarak kansere yakalattırılmış Iarelerin dokuları üzerinde yapılan gözlemler bize son derece yalın, ama aynı ölçüde inandırıcı bir görüntü verecektir.

1. Kanserli hücreler mavi enerji kabarcıklarına ayrışmaya başlamış hayvan dokularında oluşan tekhücreli canlılardır.

2. İçine ot daldırılmış sudaki amiplerle öbür tek hücreli canlılar ayrışmaya başlamış otun kanserli hücreleridirler.

3. Kanserli hücrelerin kökeni sorunu dönüp dolaşıp dirimin oluşumu sorununa dayanmıştır. Gözlem ve deneylerden çıkardığımız bu üç sonuç bizi şaşkına çevirebilir ilk bakışta son derece yalın gözüküyorlar çünkü. Ancak, büyük olgular her zaman çok yalındırlar. Çıkardığımız sonuçları benimsediğimiz an, kanser olaylarını doğrudan doğruya izleyebilme olanaksızlığının yarattığı bütün boşlukları dol durma gücüne kavuşacağız gerçekten de, o zaman, ayrışmaya başlamış ottan oluşan tekhücrelileri gözlemek yeterli olacaktır.

19361942 arasında, yılın değişik dönemlerinde, kuru ot ya da yosunları suya bastırarak gözleyince, taze atlardan ya da ilkbahar atlarından tekhücreli canlı elde etmenin olanaksız ya da çok güç olduğunu görerek şaşırdım. Buna karşılık sonbahar da toplanmış ot ya da yosunlardan istendiği kadar tekhücreli canlı elde edilebildiğini gördüm. Bu bulgu «havada uçuşan tohumlar» savını benimsemiş birini hiç mi hiç şaşırtmayacaktır. Bizim gibi, söz konusu savı benimsemeyenler içinse, önemi büyük tür. Bulgu, içine ot daldırılmış suda tekhücreli canlılarla vücut ta kanserli hücrelerin oluşumunu doğrulamaktadır. Çünkü kanserli hücre de hiçbir zaman taze, genç, «ilkbaharını süren» dokuda gelişmemekte, yalnız yıpranmış, yaşlanmakta olan sonbaharını süren» hayvan dokusunda oluşmaktadır. Burada, kanser araştırmalarıyla uğraşmayı aklımın köşesin den geçirmediğimi özellikle belirtmek isterim. Yaşam enerjisi i kabarcıkları üzerinde deney yaparken, içinde su yosunu bulunan sıvılardaki dirimsel kabarcıklardan tekhücreli canlıların gelişmesini fotoğrafla saptayıp doğruladığım zaman, ister istemez bu yola itildim. Sözü geçen sıvıda, olağan ot dokusuyla gelişmelerini tamamlamış tekhücreli canlıların yanında, devinimci dirimbilimin tanımlayamadığı bir sürü canlı yapı görülmektedir havadaki bakterilerle uzaktan yakından ilgisi bulunmayan mavi kesecikler, bu keseciklerin oluşturdukları düzensiz yığınlar; bu yığınların kimi sinde ancak belli bir yerde zar görülmekte, daha şişkin kimi yığınlarınsa belli bir kesimi zarla kaplanmaktadır. Yozlaşmakta olan dokuların kenarlarında çok sayıda belli bir yapıya kavuş muş canlı gözlenmektedir, bunların «su yosunu» mu, «tekhücreli canlı» ını olduklarını kestirmiyoruz. Sırası gelmişken, önemsiz, ama ilginç bir olaya değinmek is terim. 1936da, deneylerimi yürüttüğüm kurumla Oslo Üniversitesi Bitkibilim kürsüsü arasında surekli ilinti vardı. Günün birin de, tüpte üretilmiş amip almak üzere oraya gittim. Deney tüplerini hazırlayan görevli ot daldırılmış bir suyu karıştırdı, sonun da bana birkaç amip gösterdi.

Ansızın, çocukça bir soru geldi dilimin ucuna «Bu tekhücreli canlıların şu sıvıya nasıl geldiklerini söyleyebilir misiniz bana?» «Havada uçan tohumlar» kuramını unutmuştum. Öğretim üyesi yardımcısı şaşkın bir bakış. gönderdi bana, sonra, dirimbilim konusundaki bilgisizliğim karşısında duyduğu küçümsemeyi dile getiren bir yüzle ekledi «Havada uçan tohumlarla elbet. Havadan gelip su yosununa yapışıyorlar.» Ondan sonra, her türlü canlı üretme yöntemiyle havada uçan tohumları elde edebilmek için yüzlerce deney yaptım, ne tohum görebildim, ne de amip. O günden beri de. dirimbilim konusundaki bilgisizliğimden rahatsız olmadım. Başka bir küçük olay da okura, yanlış resmi düşüncelerle beslense de, insan vücudunun kimi zaman son derece doğru bilgi aldığını gösterecektir. 1937 sonbaharında, yaşam enerjisi kabarcıkları konusundaki ilk kitapçığımı yayımlamaya hazırlanıyordum,burada maddenin dirim kabarcıklarına ayrışmasını ve tekhücreli canlıların gelişmesini anlatacaktım bu konudaki kesin sonuçlu ilk gözlemlerimi aşağı yukarı 18 ay önce yapmıştım. O günlerde, iki tür enerji keseceği bulunduğu, mavi PA kesecikleriyle kara T basillerinin birbirlerine benzemedikleri konusunda en küçük bir düşüncem yoktu; ayrı biçimde, mavi enerji keseciklerinin T basillerini yok ettiklerini de bilmiyordum. Başka bir deyişle, kan seri acunsal yaşam enerjisiyle iyileştirebilme konusunda hiçbir bilgim yoktu. Ve işte o günlerde, 1937de patlak verdi Norveçli .devinimci ve gizemcilerin dirim kabarcıkları üzerinde yaptığım deneylere dönük nefret dolu savaşımı. Gazeteler, barış içinde çalışabilmeyi kesinlikle istediğim halde, «deney odamın üstünü ör ten perdeyi kaldırdığı" öne sürülen uzun yazılar yayımlamaya başladılar. Günün birinde, kamuoyunun gözü önünde, «kanseri iyileştirmeksle övündüğüm için kınandım. Bu suçlama ağzımı bir karış açık bıraktı hiçbir zaman böyle bir savda bulunma mış, hatta böyle bir şeyi aklımın köşesinden geçirmemiştim. Bu bağlam içinde suçlamadan söz edilebilirse, nasıl olmuş da böyle bir şeyle suçlanabilmiştim? Çok sonraları; mavi PA keseciklerinin öldürücü etkisini bulduğum zaman, beynimde bir ışık çaktı nefret kusan «eleştirmenlerim», tekhücrelilerin dirimsel oluşumunun açıklanmasının kanserin daha iyi anlaşılmasını sağlayacak kapıyı açtığını benden daha iyi sezmişlerdi.

İnsanüstü çabaların harcandığı bilmem kaç on yıldan sonra, kanserbilim çıkmaza girmişti; tekhücreli canlıların oluşumunun kavranmasını engelleyen yasak, kanserbilimin ilerlemesini durdurmuştu. Tekhücreli canlıların su yosunundan türemeye hakları yoktu, kutsal bir kararname uyarınca o güne dek hiç kimsenin gözüyle görmediği, sonsuza dek, olmuş bitmiş halde hava da var olan «tohumlar»dan geliyorlardı. Bunu anlayınca, el yordamıyla, kanser araştırmaları merkezinin birkaç ay önce bana yolladığı kanserli dokuların incelenmesine koyuldum yeniden. Nicedir, nasıl evrim geçirdiklerini görmek üzere" deney tüplerini belli süre kendi hallerine bırakmayı öğrenmiştim. Bu tüpler arasında, içlerine mikroptan arıtılmış kanserli dokular daldırdığım birkaç eski eriyik vardı. Büyük bir şaşkınlıkla, bu tüplerin mavi yeşil bir renge büründüklerini, güçlü bir amonyak ve çürüme kokusu yaydıklarını gördüm. Bu tüpteki sıvıya Çin yosunu kattım, maviyeşil, kaygan bir ürün elde ettim. Sıvının dış kenarlarından küçük bir örnek aldım, yeniden Çin yosunu eriyiğine daldırdım, ve... ömrümde ilk kez, sonradan kanseri örten giz perdesinin aralanmasına yardım edecek T basi11erini gördüm. Okurlarımdan, yeni bir bilimsel araştırma alanına girme kararını vermezden önce yüreğimi saran korkuyu iyi anlamalarını rica ederim. Yıllarca, bulgularım konusundaki bilimsel tutanakları yayımlamayı göze alamadım. Gerçekten de, o güne dek bilinmeyen bir mikrop bulmamıştım. Bir anda karşıma, çözülmeleri için canla başla çalışmak gereken, dev boyutlu sorunlar çıkmıştı. T basilleri (çomaksı minik canlılar) dokuların ayrışmasıyla oluşmaktadır. Başka bir deyişle, dirimin oluşumu (biogenese) sorunu vardır karşımızda. Vücuttaki dokuların ayrışması, toplumsal aşındırmanın sürekli olarak yaşamın işleyişini hırpalamasındandır. Demek ki karşılaştığımız sorun, dirimsel enerjinin toplumsal açıdan düzene konması sorunudur. Dirim kesecikleri kendine özgü bir dirimsel enerjinin varlığını ortaya çıkarmıştı. Böylece, evrende dirimin yeri sorusu da gündeme gelmiş oluyordu. T basiIlerinin bulunması birtakım çelişkiler yaratacak, insan oğlunun kutsal bir güç tarafından yaratıldığı ve yazgısının yine bu kutsal gücün elinde olduğu anlayışıyla çelişecek gibiydi. He kimlerle, araştırmacılarla, daha başka insanlarla kötü deneyler yaşamıştım (daha başka deneyimler, örneğin, Oslo basınının başlatacağı nefret dolu savaşım beni bekliyordu). Buluşlarımı yap tığım ülkenin yurttaşı değildim. Yabancı bir ülkedeki bir göç men, bir «pis yabancı>, bir «çağrılmamış konuktum. Kötü yürekli kişiler buluşlarımdan çok yersiz yurtsuz oluşum la ilgiliydiler. Derken, bir sabah, güzel bir ilkbahar sabahı, çok yalın bir düşünce bütün tasalarımı silip attı Şu gezegenin yurttaşıyım ben! Bu niteliğimle de, yüzyılın, belki de yüzyılların en büyük bilimsel sorunlarından biriyle ilişki kurmaktan kıvanç duyuyordum. Dirim kabarcıkları konusundaki araştırmanın o güne dek aralarında hiçbir ilinti bulunmayan bir sürü soruya ortak bir pay da getirmesi beni yüreklendiriyordu. Utanıp sıkılmama hiç gerek yoktu, tersine, önümüzdeki sorunların çözümüne en sonun da yaklaşabildiğim için sevinmeliydim; oysa, tam altı kez ülke değiştirmiş, gerek hekim arkadaşlarımın, gerek resmi kuruşların çıkardıkları sayısız güçlük ve mızıkçılıkla boğuşmuştum. 1939 Ocakında, SAPA kabarcıklarından çıkan dirimsel enerji ışınları deney odama yayıldıkları, 1940ta bu enerjiyi bir dirimsel enerji biriktirecinde toplamaya başladığını zaman korkularım dağıldı, geçmişte çektiğim sıkıntıları önemsemez oldum. O andan sonra, başladığını araştırmaları gücümün yettiğince sürdürmenin sorumluluğunu duydum omuzlarımda. Kanser sorunu, gelip ölümle dirimin doğal yapısı sorununa dayanır gibiydi. Bu sorun henüz bütünüyle çözülememiştir, ama ileri doğru büyük bir adım atılmıştır. Daha önceki bölümlerde T basillerini ayrıntılı olarak betimledim; dolayısıyla burada, kanser araştırmalarının gelişmesini özetlemekle yetineceğim. Bu özetleme son derece önemlidir, çünkü şu yalın önerme «Kanser, temelde, kan ve doku dizgesinin çürüyüp kokuşması, canlı vücudu sarıp hızla ilerleyen bir tür ölümdür» savı, bu alanda yaptığımız deney ve gözlemlerin yarat tığı bağlam içersinde anlam kazanmaktadır.

O zaman, bugüne dek neden kanserin doğal yapısının hesaba katılmadığı kolayca anlaşılır. Kolorado Dağlarında bir altın madeni bulmak çok yalın ve yararlı bir iştir; ama bizi bu buluşa götüren yol karmaşık, hatta tehlikelidir. Kanserli bir dokuda T basi11erinin bulunması beni bir anda bir dizi sorunla yüz yüze getirdi, bunların çözümüyse yıllarca sü ren çetin çabayı gerektirdi.

1. T basilleri aşılandıkları farelerde kansere yol açabilir mi?

2. T basiliyle kanser arasındaki ilintifer nelerdir? T basili kanserli hücrenin nedeni midir yoksa ayrışmasıyla oluşan bir ürün müdür?

3. T basitleri öldürücü urun nedeniyseler, başlangıçta, sağlıklı vücuda nasıl girmektedirler?

T basillerini bulduğum günlerde, bu ufacık canlıların «T ölüm basili» adını alabiIeceğini de, canlı dokuların çürüyüp ayrışmasıyla oluştuklarını da aklımın köşesinden geçirmemiştim. Ancak, T basiIleri üzerinde yaptığım her yeni deney bana kan serin gizli kalmış yönlerinden birkaçını gösteriyordu dolayısıyla, söz konusu deney ve gözlemlerin izledikleri yolun betimlenmesi bugün için aydınlatılabildiği oranda kanserin temel özelliğinin betimlenmesi olacaktır. Anlatımın bu bölümüne girişmezden önce, geleneksel kanserbilimin düştüğü yanılgıyla ilgili birkaç soruyu yanıtlamak is terim. Bu konuda söyleyeceklerim, özetle şunlar

1. Mikroskop altında incelenmek üzere hazırlanmış boyalı doku parçalarında ne kanserli hücrelerin oluşmasına yol açan mavi enerji kesecikIeri, ne de bunların ayrışmasıyla oluşan ufacık T basilleri görülür. Bunları görebilmek için, canlı dokularla gözlem yapmak gerekir. Geleneksel kanserbilimse, öncelikle ölü dokular üzerinde çalışır.

2. Aynı nedenle, geleneksel kanserbilim kanserin geçirdiği evrimin ara aşamalarını bulup ortaya çıkaramamıştır. 3. 2000den az büyütme doğru gözlem yapmaya izin vermez. GeIeneksel kanserbilimse pek ender olarak 1000lik büyütmenin üstüne çıkar.

4. Geleneksel kanserbilim, daha ilk ağızdan, canlı ya da cansız maddelerden doğal olarak tekhücreli canlıların oluşa bileceğini kesinlikle yadsıyarak kanser hücresini anlamaya sırt çevirmiştir.

5. «Havada uçan tohumlar» önyargısı araştırmacıların dik katini izlenecek doğru yoldan başka yerlere çevirmiştir.

6. Kanserin hastalık bilimindeki yeri, dirimsel dizgenin genel işlevsel bozukluğudur, dolayısıyla ancak işlevsel bakış açısı içinde kavranabilir. Oysa, bugünkü hekimlikle dirimbilimin asal olarak devinimci, fiziksel kimyasal bir yönelişleri vardır. Onlar hastalığın nedenlerini tek başına ele alınan hücrede, tek başlarına ele alınan ölü örgenlerde, tek başlarına ele alman kim yasal maddelerde aramaktadırlar. Her türlü bölümsel işlevi belirleyen tümel işlevi hesaba katmamaktadırlar. Bu biIimlerce cinsel işleve hala üvey evlat gözüyle bakılmaktadır.

Oysa, bir radyo alıcısının işleyişi lambaların yapımında kullanılan camın ya da madenin kimyasal bileşimiyle açıklanamaz; söz konusu işleyişi, cam ya da madeni oluşturan ana maddelerin somut betimlenme sinden çıkaramayız. Aynı biçimde, kanserin dirimsel bozukluğa yol açan işlevini de kanserli hücrelerin biçimlerini ve boyalara gösterdikleri tepkileri ya da sağlıklı doku hücrelerine göre konumlarını betimleyerek açıklayamayız. Canlı proteinlerin kimyasal bileşimi, ne denli karmaşık ve ince olursa olsun, bize canlının yürek atışları'nın doğal yapısını açıklayamaz. Öyleyse, biz T basillerinin çizdikleri yolu izleyelim.

SENDE YORUM YAP!

Whatsapp